İçeriğe geç

Kaptan Grant’ın Çocukları Kitap Alıntıları – Jules Verne

Jules Verne kitaplarından Kaptan Grant’ın Çocukları kitap alıntıları sizlerle…

Kaptan Grant’ın Çocukları Kitap Alıntıları

Ben elimden geleni yaptım.
Benimle konuşmak mı istiyorsunuz?
Yaşam,zor durumdakikere iyilik yapabilme uğruna zorlaşıyorsa seve seve katlanmak gerekir.
Yardım bekleyen birilerini görmezden gelerek mutlu olmaya çalışmak insanlık dışı bir davranıştır.
-Mən kitabam və istədiyiniz zaman məni vərəqləyə bilərsiniz.
Her zaman ümit etmek gerekir! Ümidinizi kırmayın.
İnsan toplum içindir. Yalnızlık sadece ümitsizlik doğurur.
“Pek müşkülpesentlermiş! dedi binbaşı. “Peki bu eti, beyaz olsun siyah olsun, çiğ mi yiyorlar, kızartarak mı?” “Niçin merak ettiniz Bay Mac Nabbs?” diye haykırdı Robert.

Niçin mi, delikanlı, dedi ciddi ciddi binbaşı, “eğer bir insan yiyenin dişleri arasında sona erecekse ömrüm, kizartılmış olmayı tercih ederim!

“Niçin?
Canlı canlı yemediğime emin olmak için.

Zaten, Maorilerin gözünde birbirlerini yemekten daha doğal bir şey yoktu. Misyonerler, yamyamlık hakkında onlan sık sık sorgulamışlardı. Kardeşlerini niçin yediklerini sormuşlardı onlara. Şeflerin cevabıysa balıkların balıklan yedikleri, köpeklerin insanları yedikleri, insanlarn köpekleri yedikleri, köpeklerin birbirlerini yedikleri olmuştu. Hatta kendi tanndoğum söylencelerinde bile bir tanrinin diğerini yediği anlatılır. Böyle öncüller varken hemcinsini yemenin zevkine nasıl direnilebilir?
Spiro Spero
(Nefes aldığım sürece umut ederim.)
Transir e benefaciendo.
(Geçip giderken iyilik yapmak.)
Cesaret bu dünyadaki her şeyin yerini tutar.
, ama Tanrı çocukları korur, onları asla terk etmez.!
İnsan toplum içindir, tecrit edilmek için değil. Yalnızlık sadece ümitsizlik doğurur.
Dahası, Zelandalılar ölmüş bir düşmanı yerken onun manevi yanını yok ettiklerini ileri sürerler. Böylece onun özellikle beyninde saklı duran ruhunu, gücünü ve değerini miras almış olurlar. Bu yüzden, insan beyni şölenlerde en çok tercih edilen onur yemeğidir.
Zaten, Maorilerin gözünde birbirlerini yemekten daha doğal bir şey yoktu. Misyonerler, yamyamlık hakkında onları sık sık sorgulamışlardı. Kardeşlerini niçin yediklerini sormuşlardı onlara. Şeflerin cevabıysa balıkların balıkları yedikleri, köpeklerin insanları yedikleri, insanların köpekleri yedikleri, köpeklerin birbirlerini yedikleri olmuştu. Hatta kendi tanrıdoğum söylencelerinde bile bir tanrının diğerini yediği anlatılır. Böyle öncüller varken hemcinsini yemenin zevkine nasıl direnilebilir?
insanları birbirlerini yemeye din mi yöneltir yoksa açlık mı?
“Tanrı çocukları korur, onları asla terk etmez!”
“İnsanın rahatı ne kadar azsa, o kadar az ihtiyacı vardır. Ne kadar az şeye ihtiyacı varsa, o kadar çok mutludur.”
Bizi mutlu eden şeylerin hiçbiri yanılsama değildir.
”Yürek ile akıl kapıştığında, güçlü çıkan akıl olmaz. ”
Yerliler insan yiyici değildir! Alakası yok.
Görmek bir bilimdir. Görmeyi bilmeyen ve ancak bir kabuklu hayvan kadar zekâya sahip insanlar vardır.
o da istilacı İngiltere’ye fiilen olmasa da yürekten karşıydı. Onun gözünde, kendi ülkesinin çıkarlarıyla Angolosaksonların çıkarı bir olamazdı.
“İmkansız diye bir şey yoktur ”
Sonrasında tekrar ufka bakıyor ve bir şeyler görmeyi ümit ediyordu
Her zaman ümit etmek gerekir! Ümidinizi kırmayın,
İnsan toplum içindir. Yalnızlık sadece ümitsizlik doğurur.
Gülün dostlarım, içinizden geldiği gibi gülün. Ne kadar gülseniz, benim kendime güldüğüm kadar gülemezsiniz.
Namuslu insanların erişemeyeceği kadar hızlı kaçıyorlar.
Bir kurtuluş yolu aramamız gerek!
Umut etmeyi bırakmıştık fakat çaresizliğe yenik düşmedik.
Biz yanıldık, ama yanılmak için insan olmak gerekir. Hatasında ayak direyen ise delidir.
Biz kendi kendimize ilerlemiyoruz, bizi alıp götürüyorlar. Aramıyoruz, bizi yöneltiyorlar.
Yerliler beyaz etini, çok severler!!
İmkânsız diye bir şey yoktur!
Peki bu reis kim?
Poişe yerlilerinin şefi
İki dilli iki yürekli bir adam
Yani sözüne ve yaptığına güvenilmez iki yüzlü sahtekar biri
Ben bir kitabım zaten. Canınız istediğinde benim sayfalarımı çevirmekte özgürsünüz.
..insan bulamadığı şeyi her zaman kaybetmiş sayılır.
(Yamyamlardan söz ediyorlar)
Pek müşkülpesentlermiş! dedi binbaşı. Peki bu eti, beyaz olsun siyah olsun, çiğ mi yiyorlar kızartarak mı?
Niçin merak ettiniz Bay Mac Nabbs? diye haykırdı Robert.
Niçin mi, delikanlı, dedi ciddi ciddi binbaşı, eğer bir insan yiyenin dişleri arasında sona erecekse ömrüm, kızartılmış olmayı tercih ederim!
Niçin?
Canlı canlı yenmediğime emin olmak için.
Pekâlâ! Binbaşı, karşılığını verdi Paganel, ya canlı canlı kızartılmak?
Aslında, dedi binbaşı, tercih edecek bir şey yok ortada.
Neyse Mac Nabbs, eğer hoşunuza gidecekse, dedi Paganel, şunu bilin ki Yeni Zelandalılar insan etini ancak kızarmış ya da füme yerler. Onlar mutfak konusunu iyi bilen, tecrübeli insanlardır. Ama, bence, yenme duygusu özellikle hoş olmayan bir duygu! Yaşamın bir vahşinin midesinde son bulması ha, pöh!
İnsan bulamadığı şeyi her zaman kaybetmiş sayılır.
Umut etmeyi bırakmıştık faket çaresizliğe esir düşmedik.
İnsan doğasını bilirsiniz. Ümit etmek için nefes almak yeter. Benim sloganım ‘Spiro Spero’dur. Yani nefes aldığım sürece ümit ederim. Dünyanın en güzel sloganına bedeldir bu.
Çayırların altındaki yılandansa düzlükteki kaplan tercih edilir.
Bütün ömrün boyu müqayisədən saqın və onu yalnız naəlac qaldıqda işlət!
”..insan bulamadığı şeyi her zaman kaybetmiş sayılır. ”
Sanki İngilizlerin gemilerinin dümenine yazdıkları şu söz kraliyet saraylarının kapısında da vardı:
Yolcuların dümendeki kişiyle konuşmaması rica olunur.
Şimdi herşey anlaşıldı Kaptan Grant yerlilerin eline düştü.
vahşilerin eline düşmek, ölüm demektir.
Silahları ellerinde, parmakları tetikteydi.
Ne kadar kötü yönetilirse yönetilsin, gemi yoluna devam eder.
Dikkatli olup, gözümüzü dört açalım.
Kaza yerinde yapılan incelemelerden sonra mutlaka ipucu elde edebilirsiniz.
İmkânsız diye bir şey yoktur!
-Tıpkı bir kitap gibi konuşuyorsunuz, Paganel. dedi Glanervan.
‘ O halde ne zaman isterseniz sayfalarımı çevirebilirsiniz bayım.
..insan bulamadığı şeyi her zaman kaybetmiş sayılır.
Bir zamanlar, dedi Paganel Büyük Harun Reşid’in pek de mutlu olmayan bir oğlu varmış. Yaşlı bir dervişe danışmaya gitmiş. Yaşlı bilge, mutluluğu bu dünyada bulmanın zor bir şey olduğunu söylemiş. ‘Yine de,’ diye eklemiş, ‘size mutluluk sağlamanın şaşmaz bir yolunu biliyorum. – ‘Nedir bu yol?’ diye sormuş genç prens. – ‘Mutlu bir insanın gömleğini giymek,’ cevabını vermiş derviş. Bunun üzerine, prens yaşlı adamı kucaklamış ve tılsımını aramak üzere yola koyulmuş. Yeryüzünün tüm başşehirlerini ziyaret etmiş! Kralların gömleklerini, imparatorların gömleklerini, prenslerin gömleklerini, derebeylerinin gömleklerini denemiş. Nafile! Daha mutlu olamamış! Bunun üzerine sanatçıların gömleklerini, savaşçıların gömleklerini, tacirlerin gömleklerini denemiş. Yine nafile! Nihayet güzel bir günde, bunca gömleği deneyip de aradığını bulamamaktan hayal kırıklığına uğramış bir halde, babasının sarayına geri dönüyormuş ki, tarlada, neşe içinde ve şarkılar söyleyerek sabanını süren bir adam görmüş. ‘İşte, mutlu bir insan,’ demiş kendi kendine, ‘eğer o da mutlu değilse yeryüzünde mutluluk yok demektir.’ Ona doğru yönelmiş. ‘Dostum,’ demiş, ‘mutlu musun?’ – ‘Evet,’ demiş adam. – ‘Hiçbir arzun yok mu?’ – ‘Yok.’ – ‘Kaderini bir kralınkiyle değiştirmek istemez misin?’ – ‘Asla!’ – ‘O halde, gömleğini bana sat!’ – ‘Gömleğim mi, gömleğim yok ki benim!’
Heqiqet evezine deyilen yalan cox vaxt mehz heqiqete uygun tefsilata istinad edir.
Butun ömrün uzunu muqayiseden saqin ve onu yalniz naelac qaldiqda islet
Namuslu insanların erişemeyeceği kadar hızlı kaçıyorlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir