Fakir Baykurt’un kitaplarından Kaplumbağalar Kitap Alıntıları sizlerle.
Kaplumbağalar Kitap Alıntıları
Kalkınıyoruz, kalkındırıyoruz diyorlar, hepsi palavra! Ancak kendilerini kalkındırıyorlar! Ankara habire istatistik kabartmayı biliyor!
Halk şimdi horlaya horlaya uyuyor ki g..ünden donunu çek!
Köylünün ya huyunu ya oyunu beğenmeyen yönetim, yeni yeşermeye başlayan yaşama isteğini besleyeceği yerde, aracı ilacı olmayan bu köylere sivri minareler dikmiş. Dine önem veriyor. Egemenler böyle istiyor. Din ile avutup sömürüsünü rahat sürdürecek.
(…)biz Türküz hamdolsun! Dilimiz de Türkün dili.
Ama yokluğun gözü kör olsun! Yokluğun ve cahilliğin!
‘Yorgunum gölgem!’ diyor gölgesine. ‘Biliyorum, ben de yorgunum!’ diyor gölgesi.
İnsanın çenesi değil, yüreği konuşmalı.
Bu gelimli gidimli, ahir son ucu ölümlü dünyada kötülüğün ne yararı var?
Kardeşim, insanın içi temiz olsun. Hasan Hüseyin’i Kerbela’da susuz öldürdükten sonra gece gündüz camiden çıkmasa kıymeti yok.
Ulan dürzü, muhtarsan muhtarsın, ne yani?..
Bu gelimli gidimli , ahir son ucu ölümlü dünyada kötülüğün ne yararı var?
İnsanda yürek olmalı yürek!
Karısını kızını hoş tutmayı, sevip okşamayı bilmeyen kavatoğlu kavatlar, sizler nasıl bubaydınız, kocaydınız? Kim bağlamıştı sizin elinizi, kolunuzu?
Eskiden kölelere yayık yaydıran barbar dağ Avrupalıları, sağa sola bakıp ayranı dökmesinler diye onları kör ederlermiş.
Yaşam bir dövüş, anasını satayım!
Haşhaş tanesi kadar akıl yok insanoğlunda!
Buyuruyorsun, komşular köyü bırakıp kente yörüsün! Yörüyene dur deyen yok zaten! Ama köyler boşalmasın! Köyler boşaldı mı, hepimiz boku yedik! Ulusun milletin beşiği köyler değil mi? Bu kaynağı kurutup nerde üreteceksin milleti? Köyü söndürdün mü memleket söner! Elleme giden gitsin, yörüyen yürüsün ama kaynak kurumasın.
Milleti yönetecek olan, yöntemi milletten belleyecek. Buna candan yürekten, hem de çok eskiden beri inanıyorum, gene de inanacağım ağam!
Deliyim, serseriyim, dik kafalıyım, kimse baklaşmasın!
Vardığın yerin gözleri körse, sen de bir gözünü yumuver…
Senin dinini, imanını bilmiyoruz sanki, dürzü!
Aynı… heç farkı yok… her şey aynı…
İnsanımıza söz anlatmak çok zormuş!
Eskiden kölelere yayık yaydıran barbar dağ Avrupalıları , sağa sola bakıp ayranı dökmesinler diye onların gözlerini kör ederlermiş.
Köylünün ya huyunu, ya oy’unu beğenmeyen yönetim, yeni yeşermeye başlayan yaşama isteğini besleyeceği yerde, aracı, ilacı olmayan bu köylere sivri sivri minareler dikmiş…
Eyi adam eşeğinden, eyi karı da döşeğinden belli olur!..
– En komiği ne, biliyor musun? Köylüler “Buyrun üzüm alın, üzüm alın!” dedikçe, şoförler, “Kaça, kaça?” diye soruyorlarmış. Köylüler de “Saçı bu, saçı, saçı!” diyorlarmış…
– Saçı ne baba?
– Saçı kızım… anana sor!
– Saçı, kızım… ikram… parasız vermek! Üzümü parasız veriyorlarmış demek ki köylüler.
– Aaaa! Üzüm parasız verilir mi baba?
– îşte mesele orda ya kızım! Bu halk, öyle gönlü yüksek, öyle asil bir halk ki, bak neler yapıyor! Bak bak bak, tâ üç saat ötedeki köyden yürüyüp şoseye iniyor. Ellerinde kalburlar, sepetler… Tanımadığı,
bilmediği insanlara üzüm dağıtıyor: Parasız! Bu halk böyle asil Lütfiye hanım, böyle asil ama ne yaparsın ki sahibi yok…
– Saçı ne baba?
– Saçı kızım… anana sor!
– Saçı, kızım… ikram… parasız vermek! Üzümü parasız veriyorlarmış demek ki köylüler.
– Aaaa! Üzüm parasız verilir mi baba?
– îşte mesele orda ya kızım! Bu halk, öyle gönlü yüksek, öyle asil bir halk ki, bak neler yapıyor! Bak bak bak, tâ üç saat ötedeki köyden yürüyüp şoseye iniyor. Ellerinde kalburlar, sepetler… Tanımadığı,
bilmediği insanlara üzüm dağıtıyor: Parasız! Bu halk böyle asil Lütfiye hanım, böyle asil ama ne yaparsın ki sahibi yok…
Köylü dediğin bir kör köstebek dünyada. Yörüyor emme görmüyor. Toprağı burnuyla, eşeliyor. Eyi kötü yiyeceğini buluyor. O kadar. Daha datlılarını, daha gözellerini, yeşil bostanlari, çeşit çeşit üzümleri, almaları, payamları bilmiyor. Görmüyor ki bilsin! İşte bu Irıza hepimize bir amaliyat yapıp açtı gözümüzü. Bilirsek bu bize büyük bir devlet, büyük bir selvet!..