İçeriğe geç

Kapımızdaki Yabancılar Kitap Alıntıları – Zygmunt Bauman

Zygmunt Bauman kitaplarından Kapımızdaki Yabancılar kitap alıntıları sizlerle…

Kapımızdaki Yabancılar Kitap Alıntıları

büyük yalanlar, büyük güçlü adamlara büyük kazançlar getiren büyük korkular üretir.
Büyük yalanlar, büyük güçlü adamlara büyük
kazançlar getiren büyük korkular üretir.
Boğulmuş çocuklar, aceleyle dikilen duvarlar, dikenli teller, aşırı kalabalık toplama kampları ve göçmenlere baş belası muamelesi etme konusunda birbiriyle rekabet eden hükümetler, kıl payı kurtulma ve güvenlik için seyahatin sinir bozucu tehlikeleri; tüm bu ahlaki rezaletler hiç olmadığı kadar az haber niteliği taşıyor ve gittikçe daha seyrek olarak haberler de yer alıyor. Ne yazık ki, şokların kaderi normalliğin rutinine dönüşüyor; kendini tüketen, gözden kaybolan ve unutulma örtüsüne sarılarak vicdanlardan kaybolan ahlaki paniğin rutinine.
“Büyük yalanlar, büyük güçlü adamlara büyük kazançlar getiren büyük korkular üretir.”
Mesele uzun binyıllar boyunca yerel topluluklarda yaşamak üzere biçimlenmiş zihinleri ce kalbleri dönüştüğümüz küresel kabile halinde bir arada yaşamaya uygun fikirler ve kurumlarla donatmak meseledir. Gerçekten de büyük bir mesele; tam anlamıyla ve gerçekten ölüm kalım meselesi.
Hükümetler vatandaşların kaygılarını hafifletmekle ilgilenmiyorlar. Bunun yerine geleceğin belirsizliği ile daimi ve her yerde hazır ve nazır güvensizlik hissinden kaynaklanan kaygıyı güçlendirmekle ilgililer.
Ben dahil kaçımız yolumuzu kaybettik ki artık içinde yaşadığımız dünyaya karşı özenli değiliz, umursamıyoruz, Tanrı’nın herkes için yarattığını korumuyoruz ve nihayetinde birbirimizi dahi umursayamaz hale geldik! Insanlık bir bütün olarak yoldan çıktığında, şu an tanıklık ettiğimiz gibi trajediler ortaya çıkar Yine de sorulmak zorunda: Erkek ve kız kardeşlerimizin kanlarından kim sorumlu? Hiç kimse! Cevabımız bu: Ben değilim, benim bir ilgim yok, başkası olmalı, kesinlikle ben değilim Bugün dünyamızda hiç kimse kendisini sorumlu hissetmiyor, erkek ve kız kardeşlerimize karşı sorumluluk duygumuzu kaybettik Sadece kendimizi düşünmemize sebep olan konfor kültürü bizi başka insanların haykırışlarına duyarsız kılıyor, ne kadar sevimli olsalar da temelsiz sabun köpükleri içinde yaşamamıza sebep oluyor. Başkalarına karşı kayıtsızlıkla sonuçlanan uçucu ve boş bir hayal sunuyor, hatta kayıtsızlığın küreselleşmesine yol açıyorlar. Bu küreselleşen dünyada küresel bir kayıtsızlığa düşmüş durumdayız. Başkalarının acı çekmesine alışık hale geldik: Beni etkilemiyor, beni ilgilendirmez, benim işim değil!

23

Masaldaki tavşanlar diğer hayvanların zulmüne öylesine maruz kalırlar ki nereye gideceklerini bilemezler. Ne zaman yanlarına bir hayvanın yaklaştığını görseler oradan kaçarlar. Bir gün vahşi bir at sürüsünün çılgınca üstlerine geldiğini gördüklerinde, bütün tavşanlar panik halinde göle atlar; sürekli bir korku halinde yaşamaktansa boğulmaya kararlıdırlar. Ancak gölün kıyısına yaklaştıkları anda tavşanların yaklaşmasından korkan bir kurbağa sürüsü kaçarak suya atlar. Aslında der tavşanlardan biri, “işler göründüğü kadar da kötü değilmiş. Korku içinde yaşamanın yerine ölümü seçmeye gerek yokmuş. Ezop’un masalının hissesi dolambaçsızdır: Her zaman kendisinden daha kötü durumda biri olduğu keşfinden dolayı tavşanın hissettiği tatmin, gündelik eziyetin ümitsizliğine verilen hoş bir mola.
Diyebiliriz ki kendi mantığı ve devinimi içinde yoksul ve zengin ülkelerin nüfusları bileşik kaplardaki sıvı gibi davranacaktır. Küreselleşen gezegenin hem gelişmiş hem de gelişmekte olan (?) kısımlarının refah düzeyleri eşitlenene kadar, göçmenlerin sayısı bir dengeye doğru artmak zorunda. Ne var ki böyle bir sonuca varmak, tarihsel yazgının ön görülemeyen dönüşleri hariç tutulsa bile, her halükârda on yıllar alacaktır.
İstediğimiz kadar sandalyemizi kumsala koyup, yaklaşmakta olan dalgalara bağıralım, ne gelgit dinleyecek ne de deniz geri çekilecektir. (R. Winder)
Savaşların ya da despotizmlerin canavarlığından veya açlık ve beklentisiz bir varoluş yüzünden kaçan mülteciler modern zamanların başlarından bu yana diğer halkların kapılarını çalıyor. Bu kapıların ardındaki insanlar için, onlar şimdi olduğu gibi her zaman yabancı.
Kamusal kaygı ve korkuların odak ve çıkış noktaları olagelen televizyon haberleri, gazete başlıkları, politik konuşmalar ve internet tweet’leri bugünlerde göç krizi ne referanslarla dolup taşıyor; görünüşe göre Avrupa’yı istila ederek, bildiğimiz, uyguladığımız ve el üstünde tuttuğumuz yaşam şeklinin çöküşü ve ölümüne işaret ediyor. Bu kriz, an itibariyle, kanaat oluşturucuların açtığı insan zihni ve duygularını işgal etme ve tabi kılma yönündeki daimi savaşın politik doğrucu bir tür kod adıdır. Bu savaş alanından yapılan haber yayınının etkisi hakiki bir ahlaki paniğe neden olmaya başlıyor.
Robert Winder’ın zekice belirttiği gibi,
İstediğimiz kadar sandalyemizi kumsala koyup, yaklaşmakta olan dalgalara bağıralım, ne gelgit dinleyecek ne de deniz geri çekilecektir. Göçmenleri kendi arka bahçemiz”den uzak tutmak için duvarlar inşa etmek, gülünç şekilde antik filozof Diogenes’in eski Sinop’un sokaklarında içinde yaşadığı fıçıyı bir o yana bir bu yana yuvarlaması hikâyesine benziyor. Bu tuhaf davranışının nedeni sorulduğunda, Diogenes komşularının kapılarına barikat yapmak ve kılıçlarını keskinleştirmekle meşgul olduğunu gördüğünü ve Makedonyalı İskender’in yaklaşan askerleri tarafından işgal edilmesine karşı şehrin savunmasına katkı yapmak istediğini söyler.
❝Kötü haberleri dünyanın uzak bir köşesinden kapılarımıza taşıyor❞
Bizi şekillendiren dünya, doğamızın içinde biçimlendiği dünya budur?” “İnsanların sizin dilinizi konuştuğu, sizin yasalarınızı paylaştığı ve masanızdaki yemeği yetiştiren insanları hiç tanımadığınız toplumlarda yan yana yaşama’yı bir şekilde başaralı çok uzun süre geçmedi, aslına bakılırsa insanlık tarihi açısından çok kısa bir süre oldu. Yeryüzünde ikamet eden diğer 7 milyar insanla iletişime geçmeyi gerçekçi bir şekilde hayal ettiğim bir noktaya ancak birkaç yüzyılda geldik.”
(Toplumsal konumuna değil ama akıntıya göre gelişen ahlaki kanaatlerine uymak ya da onları neredeyse bir gecede unutmak için hiç kimsenin inançlı bir Nazi olmasına gerek yoktur (s. 54).
Zarara yol açabilecek yabancıları görmenin yarattığı içgüdüsel korku, insanlığın sefaletiyle karşılaşıldığında ortaya çıkan ahlak duygusuyla çatışıyor. İstenci ikna etmeye çalışan ahlakın işi hiç bu kadar zor olmamıştı; gene ahlakın emirlerine kulaklarını tıkamak isteyen istencin işi bu kadar çetin olmamıştı.
Böylelikle, bugünlerde herkesin herkese karşı savaşta olduğu, yeniden dirilmiş Hobbesçu bir dünyanın içinde yaşadığımızı görüyoruz. Belki tam olarak bu durumda olmayabiliriz; fakat sanki öyleymiş gibi hissediyoruz. Korkunun birden fazla gözü, tehlikenin ise birden fazla kapısı vardır. Duvarlarımız deliklerle dolu; betondan ya pılmış surlardan ziyade delik deşik ağlar kadar güvenliler. Hayatı çirkin ve yabani algılıyoruz; böyle hissettikçe bu çirkinlik ve yabanilik daha da uzun sürüyor.
Kılcal damarların canlı bedenin bütünlüğüne yaptığı gibi, tüm bir yaşam düzeninin ve yaşama uğraşlarının bütünlüğünün içine sızan ve nüfuz eden yaygın, dağınık ve saçılmış korkuyla tükenen insanlar kendi kaynaklarına terk edilmiş durumda; varoluşsal sorumlulukların büyük lüğü karşısında cılız ve acınası derecede çürük kaynaklar
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Hayatı çirkin ve yabani algılıyoruz; böyle hissettikçe bu çirkinlik ve yabanilik daha da uzun sürüyor. Facebook arkadaşlığı beraber bağırmak için muhteşem bir şey; fakat konu beraber hareket etmeye gelince maalesef sıfıra yakın bir etkisi var.
Bırakın uyumakta olan ahlak yatmaya devam etsin.
Akıntıya göre değişen ahlaki kanaatlere uymak ya da daha önce hararetle savunduğu değerleri bir gecede unutmak için bağnaz bir Nazi olmaya gerek yoktur. (Hannah Arendt
Kamuoyunda bir kez geleceğin teröristleri kategorisine sokulduklarında, göçmenler kendilerini ahlaki sorumluluk alanının ötesinde, sınırları dışında buluyorlar; bunun da ötesinde, merhamet ve ilgi dürtüsünün alanının dışına çıkıyorlar.
Kimse gözyaşı döktü mü? Bugün dünyamızda hiç kimse gözyaşı döktü mü?”
Sadece kendimizi düşünmemize sebep olan konfor kültürü bizi başka insanların haykırışına duyarsız kılar.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Koşullu bir refleks, mantığın ışıklarından güvenli bir mesafede, güven içinde üzerine düşünülmeden kalır. Politikacıların kavramın ikircimine başvurmaktan memnun olmalarının nedeni budur: İşlerini kolaylaştırır ve eylemlerinin -vaat edilen etkiyi göstermeseler bile- a priori halk onayından geçmesini garanti eder, politikacıların kendilerini destekleyen grupları, yakınmalarını ciddiye aldıkları ve bu yakınmaların gerektirdiği varsayılan zorunlulukların acilen yerine getirildiği yönünde ikna etmelerine yardımcı olur.
Keyfi şiddet düzeni yüzünden evlerini ve kıymetli mülklerini terk etmeye itilen mültecilerin, ölüm tarlalarından kaçarak sığınak arayan insanların akını, çorak topraklardan çimlerin yeşil olduğu yerlere gitme insani arzusuyla hareket eden ekonomik göçmenlerin sabit akışını aştı: Gelecek vaat etmeyen, verimsizleştirilmiş topraklardan fırsat bolluğu içindeki hayal diyarlarına.
Mültecilerin ve sığınmacıların kitlesel akınına hınçlanmanın müstesna (yani, zamansız yabancılara güvensizliğin normal inin ötesine geçen) bir nedeni daha var; daha çok toplumun farklı bir kesimine, doğmakta olan “prekarya”ya hitap eden bir neden: El üstünde tuttukları ve kıskanılası başarılarını, mülklerini ve toplumsal konumlarını kaybetmekten korkan, yani bunları zaten kaybetmiş ya da bunlara zaten sahip olma şansı bulamamış Ezop’un tavşanlarından farklı insanlar.
Sadece kendimizi düşünmemize sebep olan konfor kültürü bizi başka insanların haykırışına duyarsız kılar.
Telefon, tablet veya laptop ekranlarının başında duran ve sadece, “viral” ötekilerle etkileşime giren insanlar ahlaklarını uykuya yatırıp, normalde kontrol altında tuttukları duyguları serbest bırakıyor.Elbette, internet, sayıları gitgide artan ahlaken kör ve sağır internet kullanıcılarının tek sebebi değil fakat bu artışı hızlandırıcı ve güçlendirici bir etkisi olduğunu da belirtmek gerek.
Bu çarpık mantık, yarattığı zihniyet ve açığa çıkardığı duygular pek çok oy avcısını iştahlandıran hayli bereketli ve besleyici otlaklar sağlıyor. Gitgide daha fazla sayıda politikacının bu şansı kaçırmaya gönlü elvermiyor. Ücretleri ve zaten artmak bilmeyen maaşları daha da düşürmelerinden ve (işe yaramasa da) kısıtlı sayıda iş için girilen tiksindirici şekilde uzun kuyruğu daha da uzatmalarından korktuğumuz yabancı akınından kaynaklanan kaygıyı sermayeye çevirmek, görevi başındaki çok az politikacının direnebileceği bir baştan çıkarma.
Savaşların ya da despotizmlerin canavarlığından veya açlık ve beklentisiz bir varoluş yüzünden kaçan mülteciler modern zamanların başlarından bu yana diğer halkların kapılarını çalıyor. Bu kapıların ardındaki insanlar için, onlar şimdi olduğu gibi her zaman yabancı.
Politika, yılanlar kadar bilge olasın , derken, ahlak buna sınırlayıcı bir koşul ekler ve güvercinler kadar saf. Eğer bu iki öğüt bir buyrukta uzlaşmaz haldeyse, o halde politika ve ahlak çatışma içinde demektir; fakat eğer bu iki niteliğin her zaman bir arada olması gerekiyorsa ki tersi düşünce saçmadır ve ahlakla politika arasındaki çatışmanın nasıl çözüleceği sorusu bir sorun olarak dahi ileri sürülemez.
[senatör Bernie] Sanders’in Georgetown Üniversitesi’nde demokratik sosyalizm üzerine yaptığı 19 Kasım 2015 tarihli konuşmadan hemen önce yapılan bir New York Times/CBS News araştırmasında, Demokrat seçmenlerin yüzde 56’sı sosyalizmle ilgili olumlu hisler beslerken, sadece yüzde 29’u olumsuz hisler besliyordu. Bu da araştırmaya katılanların çoğunun kapitalizmi eşitsizlik, yüksek öğrenci borçları ve durgun bir emek piyasasıyla ilişkilendirdiğini varsaymamıza izin veriyor. Sosyalizmi daha eşitlikçi ve adil bir toplum olarak görüyorlar.
İstediğimiz kadar sandalyemizi kumsala koyup, yaklaşmakta olan dalgalara bağıralım, ne gelgit dinleyecek ne de deniz geri çekilecektir. Göçmenleri kendi arka bahçemiz”den uzak tutmak için duvarlar inşa etmek, gülünç şekilde antik filozof Diogenes’in eski Sinop’un sokaklarında içinde yaşadığı fıçıyı bir o yana bir bu yana yuvarlaması hikâyesine benziyor. Bu tuhaf davranışının nedeni sorulduğunda, Diogenes komşularının kapılarına barikat yapmak ve kılıçlarını keskinleştirmekle meşgul olduğunu gördüğünü ve Makedonyalı İskender’in yaklaşan askerleri tarafından işgal edilmesine karşı şehrin savunmasına katkı yapmak istediğini söyler.
gelecek vaat etmeyen, verimsizleştirilmiş topraklardan fırsat bolluğu içindeki hayal diyarlarına.
Anlama “ufukların kaynaşması”ndan geçer.
Kaderin yüzü yoktur ama çoğu zaman ona bir yüz vermeye çalışıyoruz.
Hayatı çirkin ve yabani algılıyoruz; böyle hissettikçe bu çirkinlik ve yabanilik daha da uzun sürüyor.
Korkunun birden fazla gözü, tehlikenin ise birden fazla kapısı vardır.
Bırakın uyumakta olan ahlak yatmaya devam etsin.
Toplum başarısız olduğunda millet nihai güvence olarak ortaya çıkar.
Büyük yalanlar, büyük güçlü adamlara büyük kazançlar getiren büyük korkular üretir.
İnsanlık krizde ve bu krizden insanlığın dayanışmasından başka çıkış yolu yok.
Dibe vurduklarından şüphelenen toplum dışına itilmiş kişiler için, kendilerinin itildiği dibin de altı olduğunun keşfi, ruhu koruyan, onlara yeniden insan onuru kazandıran ve öz-saygılarından geriye kalan ne varsa kurtaran bir olay.
Ne bizim eserimiz ne de bizim kontrolümüzde olan bir durumun nasıl devam edeceğini ve bununki nasıl baş edeceğimizi bilmemek kaygı ve korkunun en büyük nedenidir.
Öngörülebilir gelecekte uluslararası göç bir dengeye kavuşmayacak: Büyük ölçekte bir dengesizliğin başlangıcını gözlemliyoruz.
Ben bu sözleri yazarken, nasırlaşmış bir duyarsızlık ve ahlaki körlükten doğan başka bir trajedi gelip çatmak için pusuda bekliyor. Kamuoyunun, reyting açgözlüsü medya ile işbirliği içinde “mülteci trajedisinden bıkkınlık” noktasına doğru gitgide ve durmaksızın yaklaştığına dair işaretler birikiyor. Boğulmuş çocuklar, aceleyle dikilmiş duvarlar, dikenli teller, aşırı kalabalık toplama kampları ve göçmenlere baş belası muamelesi etme konusunda birbirleriyle rekabet eden hükümetler, kıl payı kurtulma ve güvenlik için seyahatin sinir bozucu tehlikeleri; tüm bu ahlaki rezaletler hiç olmadığı kadar az haber niteliği taşıyor ve gittikçe daha seyrek olarak “haberler”de yer alıyor. Ne yazık ki, şokların kaderi normalinin rutinine dönüşüyor; kendini tüketen, gözden kaybolan ve unutulma örtüsüne sarılarak vicdanlardan kaybolan ahlaki paniğin rutinine.
“Hükümetler vatandaşlarının kaygılarını hafifletmekle ilgilenmiyorlar.Bunun yerine geleceğin belirsizliği ile daimi her yerde hazır ve nazır güvensizlik hissinden kaynaklanan kaygıyı güçlendirmekle ilgililer.”
Kitlesel göç hiçbir şekilde yeni bir fenomen değil; modern döneme başından bu yana eşlik ediyor.
Hayatı çirkin ve yabani algılıyoruz; böyle hissetdikçe bu çirkinlik ve yabanilik daha da uzun sürüyor.
İnternet, sayıları gitgide artan ahlaken kör ve sağır internet kullanıcılarının tek sebebi değil fakat bu artışı hızlandırıcı ve güçlendirici bir etkisi olduğunu da belirtmek gerek.
Ahlaklı olmak demek özünde iyi ve kötü arasındaki farkı ve onlar arasında nerede bir çizgi çözüleceğini bilmek demektir. Aynı zamanda onları eylem halinde izlerken ya da hüküm sürmelerini seyrederken birbirlerinden tefrik edebilmektir. Dolayısıyla, bu aynı zamanda kişinin iyiliği teşvik etmek ve kötülüğe direnme sorumluluğunu tanımaktır.
Tarih hayatın öğretmenidir. Hayatta kalmak adına, bu öğretmene kulak verelim.
Kamuoyunda bir kez geleceğin teröristleri kategorisine sokulduklarında, göçmenler kendilerini ahlaki sorumluluk alanının ötesinde, sınırları dışında buluyorlar; bunun da ötesinde, merhamet ve ilgi dürtüsünün alanının dışına çıkıyorlar.
Büyük yalanlar, büyük güçlü adamlara büyük kazançlar getiren büyük korkular üretir.
Kimse gözyaşı döktü mü? Bugün dünyamızda hiç kimse gözyaşı döktü mü?
Bugün dünyamızda hiç kimse kendisini sorumlu hissetmiyor, erkek veya kız kardeşlerimize karşı sorumluluk duygumuzu kaybettik Sadece kendimizi düşünmemize sebep olan konfor kültürü bizi başka insanların haykırışlarına duyarsız kılıyor. Bu küreselleşen dünyada küresel bir kayıtsızlığa düşmüş durumdayız. Başkalarının acı çekmesine alışır hale geldik.
Bir kurtarıcıya, bir adam ya da kadına umutlarını bağlayan başarısız toplumlar sadık, militan ve hırçın şekilde milliyetçi birilerini ararlar: Küreselleşen gezegene kendini kapatma, çok zaman önce menteşelerinden çıkmış ve dolayısıyla işe yaramaz hale gelmiş kapıları kapatma sözü veren birilerini.
Çoğunluğu erkek Eritreli, Etiyopyalı, Afgan ve Sudanlıları tasvir etmek için kullanılan dil bile en iyi ihtimalle mekanik, en kötü haliyle ise insandışılaştırıcı.
GÜÇLÜ ADAMLARIN YA DA KADINLARIN PEŞİNDE.
Politika, yılanlar kadar bilge olasın , derken, ahlak buna sınırlayıcı bir koşul ekler ve güvercinler kadar saf.
Hayatı çirkin ve yabani algılıyoruz; böyle hissettikçe bu çirkinlik ve yabanilik daha da uzun sürüyor.
– ( ) Sadece kendimizi düşünmemize sebep olan konfor kültürü bizi başka insanların haykırışlarına duyarsız kılıyor
– ( ) Ne bizim eserimiz ne de bizim kontrolümüzde olan bir durumun nasıl devam edeceğini ve bununla nasıl baş edeceğimizi bilememek kaygı ve korkunun en büyük sebebidir
– ( ) Ne yazık ki, şokların kaderi, normalliğin rutinine dönüşüyor; kendini tüketen, gözden kaybolan ve unutulma örtüsüne sarılarak vicdanlardan kaybolan ahlâkî paniğin rutinine
bir kurtarıcıya, bir adam ya da kadına umutlarını bağlayan başarısız toplumlar sadık, militan ve hırçın bir şekilde milliyetçi birini ararlar.
İnsanlık krizde ve bu krizden insanlığın dayanışmasından başka çıkış yolu yok.
“Facebook arkadaşlığı beraber bağırmak için muhteşem bir şey; fakat konu beraber hareket etmeye gelince maalesef sıfıra yakın bir etkisi var..”

Zygmunt Bauman, Kapımızdaki Yabancılar, s. 89-90

“Tarihçi William McNeill ‘atalarımızın, ilk insan olduklarında av peşinde zaten göçebe olduklarını varsaymak makuldür.’ diyor.”

Zygmunt Bauman, Kapımızdaki Yabancılar, s. 59

“Göçmenler daha da aşağıda, yerli sefillerin sevk edildiği ve görevlendirildiği dibin daha da altında konumlanan, aranan o dibi temsil eder, kişinin yazgısını bir parça daha az alçaltan, dolayısıyla biraz daha az şiddetli, dayanılabilir ve hoş görülebilir bir dibin daha da altını. Göçmenlere günlerinin sayılı olduğu söylenmelidir ki en azından Fransızlar kendilerini iyi kötü yurtlarında hissedebilsin.”

Zygmunt Bauman, Kapımızdaki Yabancılar, s. 18-19

Hayatı çirkin ve yabani algılıyoruz; böyle hissettikçe bu çirkinlik ve yabanilik daha da uzun sürüyor. Facebook arkadaşlığı beraber bağırmak için muhteşem bir şey; fakat konu beraber hareket etmeye gelince maalesef sıfıra yakın bir etkisi var.
Başkaların acı çekmesine alışık hale geldik: Beni etkilemiyor, beni ilgilendirmez,benim işim değil.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir