Ayfer Tunç kitaplarından Kapak Kızı kitap alıntıları sizlerle…
Kapak Kızı Kitap Alıntıları
Bu hayatı sürdüremeyecek kadar farklı, hayatını yeni baştan kuramayacak kadar zayıf olduğunu anladığından beri mutsuzdu.
Güvenli bir hayat istemek, ortalama olmak demekti. Hayatın risklerini birçok alana bölüştürmek, hep düşünerek, temkinli adımlar atmak ve bedelini bunaltıcı bir yaşama biçimiyle ödemek.
“Hayatın tek doğrusu yoktu, hayatın birkaç ya da birçok doğrusu da yoktu, hayatın sayısız doğrusu, sayısız yanlışı vardı, her hayat tekti, benzersizdi.”
Anlatmak istediği şey, içtenlikle yaşanmış kısa bir dostluğun, yıllar sonra, çok kısa bir süre için tazelenmesiydi. Herkesin hayatında buna benzer, garip sevince yol açan karşılaşmalar oluyor, ama o sevinç çok kısa sürüyordu. Hayat insanı değiştiriyordu, kimse olduğu gibi kalmıyor, değişiyor, eski arkadaş yeni yola uymuyordu.
Kendini boğacağını sandığı şeyin sadece küçük şehirler olmadığını biliyordu. Yaşadığı hayat beklediği gibi çıkmamıştı, belki bu.
Hayat insanı değiştiriyordu, kimse olduğu gibi kalmıyor, değişiyor, eski arkadaş yeni yola uymuyordu.
Sorun buydu. Suyu berraklaştırmaya çalışırken bulandırmak. Herkes arıyor, ama daha karışık, daha aykırı, daha bulanık şeyler buluyor, aradığından uzağa düşüyordu.
Yazarlar sıradan sandığımız insanları evirip çevirirler, başka bir gözle bakarak onlardan yeni insanlar yaratırlar. Bu yeni gözle biçimlenmiş insanlar, artık bizim için sıradan değildirler, birer kahramandırlar. Gerçek hayatta da gizli bir elin onları alıp yeniden biçimlemesini isteriz. Bir el, deriz, bizi de biçimlese, biz de kendi hayatımızın kahramanı olsak. O el kendi elimizdir oysa.
Hayat insanı değiştiriyordu,kimse olduğu gibi kalmıyor değişiyor ,eski arkadaş yeni yola uymuyordu.
“Binlerce düşünür boşuna mı düşünmüştü bunca yüzyıl? Neden hala hiçbir cevap hayata uymuyordu?”
“Şimdi kendi cümlesini arıyordu: hayattan beklediği şeyleri elde ettiği anda hepsinin budalaca olduğunu anlamış, yalnız bir adam… Belki. Bir cümle olabilir miydi bir hayatı değerli kılan? Yoksa, tek cümleye sığdırılmış hayat çok mu boştu? Hayatın nesi doğruydu, nesi yanlış? Ya da bu türden soruları sormak doğru muydu? Neden soruyordu bunları?”
“Bu hayatı sürdüremeyecek kadar farklı ,hayatını yeni baştan kuramayacak kadar zayıf olduğunu anladığından beri mutsuzdu .”
Iyi aile çocuğu olunca, yanmadan öğreniyorsunuz ateşten uzak durmayı. Ama hiç değilse bir kere yanmak lazım.
. Oysa güvenli bir hayat istemek, ortalama olmak demekti. Hayatın risklerini birçok alana bölüştürmek, hep düşünerek, temkinli adımlar atmak ve bedelini bunaltıcı bir yaşama biçimiyle ödemek
Yazarlar sıradan sandığımız insanları evirip çevirirler, başka bir gözle bakarak onlardan yeni insanlar yaratırlar. Bu yeni gözle biçimlenmiş insanlar, artık bizim için sıradan değildirler, birer kahramandırlar. Gerçek hayatta da gizli bir elin onları alıp yeniden biçimlemesini isteriz. Bir el, deriz, bizi de biçimlese, biz de kendi hayatımızın kahramanı olsak. O el kendi elimizdir oysa.”
“İçime işlemiş geçim sıkıntısı. Unutmak istiyorum. Sade ben değil, annem, babam, ablam da unutsun.”
Büyük şehirlerin merakları bile usturuplu, kapı merceğinden bakmakla yetinecek kadar ölçülüydü.
Bütün bu sohbetler, meyve soyup yemeler, çay içmeler, vakitlice yatmalar, lavanta kokan çarşaflar iyiydi, hoştu. Ama mutluluğu andırmıyordu. Bunların adına dense dense huzur denirdi. Kişiliksiz, sıradan bir huzur. Huzur böyle sıradanlaşınca bir değeri kalmıyordu.
Hayat insanı değiştiriyordu, kimse olduğu gibi kalmıyor, değişiyor, eski arkadaş yeni yola uymuyordu.
Söyle sevgili Sevgili söyle Ne füsun ettin, ruhuma böyle
Zordu insan idare etmek, çok yorucuydu.
Yaşamak bir borçlanma, ölüm de bu borcun ödemesiydi.
Onu unutalım o zaman. En iyisi bu
Unutamayız ki.
Ama unutmuş gibi yapabiliriz
Unutamayız ki.
Ama unutmuş gibi yapabiliriz
“Kendini boğacağını sandığı şeyin sadece küçük şehirler olmadığını biliyordu. Yaşadığı hayat beklediği gibi çıkmamıştı, belki bu. Aslında ona vaadedilenler ile gerçekleşenler arasında hiçbir fark yoktu. Ama o bu vaatleri bambaşka düşlemişti.”
– Onu unutalım o zaman. En iyisi bu.
Unutamayız ki.
Ama unutmuş gibi yapabiliriz. –
Unutamayız ki.
Ama unutmuş gibi yapabiliriz. –
-İçinde birikip acı veren şey çok hafif olsa da, tümüyle yok olmamıştı. Hiçbir zaman tümüyle yok olmayacağını düşündü. İnce bir sızı halinde kalacak, zaman zaman sızlayacaktı. Bu sızıyla yaşamaya alışacağını düşündü.-
-Yaşadığı yıllara bakıyor ve şu dünya üzerinde kendinden başka herkesin, herkesin değilse bile bazılarının, hayatta kan ter içinde kalarak derin damarlar kazdığını, kendisinin de kumun üzerinde hemen kaybolacak bir iz bırakmakla yetindiğini düşünüyordu.-
Öğrendiklerimiz elbette etkiliyor hatıralarımızı, eskisi gibi olmuyor. Ama insan ilk anda coşuyor işte. Sonra bir de bakıyor ki köprülerin altından çok sular akmış.
O bu mükemmel uyuma hiç inanmamış, hepsinden uzak durmuş, her türlü akrabalık ilişkisini kendine göre tanımlamış, sonunda adı yabanıye çıkmıştı.
Bağlar zayıflıyordu, aşk da bağların en dayanıksızıydı. Zaman geçtikçe hayat hayali bastırıyordu.
-Aklı her şeyi unutmak isterken, içinde illet, zehirli bir damar inadına hatırlamak istiyordu.-
Gün geliyor, insan yaşamak oyununun hiç de kolay olmadığını anlıyor, bir zamanlar mükemmel sandığı işleyişte inanılmaz yanlışlar buluyordu.
Başkalarının hikayeleriyle doldurmaya çalıştığım içim bataklığa benziyor benim, dedi, her şeyi yutuyor.
Bazıları bayılırdı felaketin fikrine, burunlarına kadar girsin isterlerdi, ama dokunmadan geçsin.
Karanlığa adım atmaktan, hayata kafa tutmaktan, fırtınalı ruhlardan, cesurlardan, ataklardan… Hep korkmuştum, sesinde çocuksu ama acıtıcı bir tını vardı, yanmaktan çok korktum. Sonunda yanacağımı hissettiğim hiçbir aşkı göze alamadım. Bu yüzden kuru kuru yanıyorum şimdi.
Hayat bir mücadeledir. Dertlerin biri bitti derken öbürü başlar. Zincir gibi.
Büyük adımlar… Kendisi için büyük bir adım tasarlamaya çalıştı Selda. Alıp başını gitmek mesela. Nereye, neden? Sanki bir kilit vardı hayatında bir yerde, bir kırsa… Ne olacaktı peki kırsa? Hiç.
– Rahat biri olmayı isterdim aslında, dedi, hakkımda ne düşünürler demeden, içinden geldiği gibi davranan biri. Ama yapı meselesi… Olmuyor.
– Ben de. Bazı insanların içinde bir çağlayan var sanki, gümbür gümbür yaşıyorlar. Onlara özeniyorum bazen. Hiç öyle olamadım.
– Ben de. Bazı insanların içinde bir çağlayan var sanki, gümbür gümbür yaşıyorlar. Onlara özeniyorum bazen. Hiç öyle olamadım.
Bir şeyler insanı törpülüyor, dedi Ersin, hayatın kendisi mi iş mi bilmiyorum. Ama yıpranıyor insan. Böyle giderse hayat tembeli olacağım diye korkuyorum.
Küçük tasarlarını hemen unutan, daha rahat, daha az sorunlu bir hayat yaşamak için çabalayan insanlar bunun farkında olmadılar için mi küçüktüler? Bu dünyada iyi kötü yaşadıkları ve bir gün ilahi adaletin önünde sıradan hayatlarının hesabını vereceklerine inandıkları için mi huzurluydular? Huzurlu muydular gerçekten? Hayat uzun bir huzur muydu?
-Sorun buydu. Suyu berraklaştırmaya çalışırken bulandırmak. Herkes arıyor, ama daha karışık, daha aykırı, daha bulanık şeyler buluyor, aradığından uzağa düşüyordu.-
Yazarlar sıradan sandığımız insanları evirip çevirirler, başka bir gözle bakarak onlardan yeni insanlar yaratırlar. Bu yeni gözle biçimlenmiş insanlar, artık bizim için sıradan değildirler, birer kahramandırlar.
-Hiçbir şey saf haliyle, rafine haliyle kalmıyordu. Berrak sulara mürekkep damlar gibi bulanıyor, dumanlanıyordu.-
Yanmaktan çok korktum. Sonunda yanacağımı hissettiğim hiçbir aşkı göze alamadım. Bu yüzden kuru kuruya yanıyorum şimdi.
Hayatın tek doğrusu yoktu, hayatın birkaç veya birçok doğrusu da yoktu, hayatın sayısız doğrusu, sayısız yanlışı vardı, her hayat tekti, benzersizdi.
“Hayatını değiştirmeyi düşünmeyen,giderek daha az şeye razı olan,hiçbir şeye itiraz etmeyen biri İşten eve, evden işe yani.Bir gün kendime niye yaşadım ki bunca yılı diye sormaktan korkuyorum.”
Anılar dayanıksızdı. Zamanla unutulabiliyor, yeniler eskileri unutturuyordu.Bu kötü bir şey değildi.
“Pencereden baktı. Tren bir şeyleri geçiyor, arkada bırakıyordu; zaman gibi.”
Hayat insanı değiştiriyordu, kimse olduğu gibi kalmıyor, değişiyor, eski arkadaş yeni yola uymuyordu.
Böylece kendiyle birlikte birçok insanı ve hayat görüşlerini özetlemiş oldu. İşini iyi yapan, iyi yaparken çok sıkılan, ama yine de belirlenmiş hedeflere ulaşmadan hayatını değiştirmeyi düşünmeyen insan. Yolun bir kısmı katedildiğine göre, geri dönmek zarar getirirdi artık.
Kendini boğacağını sandığı şeyin sadece küçük şehirler olmadığını biliyordu. Yaşadığı hayat beklediği gibi çıkmamıştı, belki de. Aslında ona vaadedilenler ile gerçekleşenler arasında bir fark yoktu. Ama bu vaatleri bambaşka düşlemişti. Her şehrin havasını beğenmenin, her şehirde bir güzellik bulmanın da bir türlü tembellik olduğunu düşündü. Kabullenmeyi, razı olmayı kolay kılacak bir yol, kendini kandırmak.
Selda garipsedi bu sözü. Vadesi dolmuş. Ölüme kayıtsız şartsız boyun eğdiğini dile getiren bu insanlar,ölümü itmeyi ,öteye git demeyi hiç düşünmüyor, bu ilk kabulü hiç tartışmıyorlardı. Yaşamak bir borçlanma ,ölüm de bu borcun ödemesiydi. Bu sözde ölünün ölerek oluşturduğu manevi âlemi hiçe sayan ,ölümün kendisini somutlayan fazla soğuk birşey vardı, ölümün mutlaklıgına olan sonsuz inanç.Evet mutlak olmasına mutlaktı ölüm ,ama yine de böyle soğuk bir kabulle dile getirmek, insanın bir bedende varolduğuna değil, o bedende kesinlikle öleceğine inanmaya öncelik tanıyordu.
Hayatın tek doğrusu yoktu, hayatın birkaç ya da birçok doğrusu da yoktu. Hayatın sayısız doğrusu ve sayısız yanlışı vardı,her hayat tekti, benzersizdi.
..,kendini düşündü, benim neyim var hayatta? Hiçbir şeyi yoktu. Kalbini yokladı, kimi sevdim? Boş buldu içini. Boş, çorak, ıssız. Harabe bile yoktu içinde. Sevmekten korkmuştu. Bu da bir tür tembellik işte. Hep, ayrılacak olursa fazla acı çekmeyeceği kişilerle soluk, tatsız aşklar yaşamıştı. Neden? İnsan aşktan neden korkar?
Gün geliyor, insan yaşamak oyununun hiç de kolay olmadığını anlıyor, bir zamanlar mükemmel sandığı işleyişte inanılmaz yanlışlar buluyordu.
Kabullenmeyi, razı olmayı kolay kılacak bir yol, kendini kandırmak.
Bu birbirine benzeyiş, duygularda ve düşüncelerde, hayatı yaşamada birbirinin aynı oluş onu rahatsız ediyor, gelecek günlerin geçenlerden hiç farkı olmayacağını düşündürüyor, korkutuyordu.
Bu, razı olmaktı. Hayatın getirdiklerine razı olmak, onlarla oyalanmak, hatta bir tür tembellik. Uzun, yok edici bir tembellik. Bu insanlar neden muhafazakâr olmasınlar? Belki de sahiden mutluydular, küçük şehirleri aşacak hayalleri yoktu, vardıysa da çoktan unutmuşlardı.
“Hayatın tek doğrusu yoktu, hayatın birkaç ya da birçok doğrusu da yoktu, hayatın sayısız doğrusu, sayısız yanlışı vardı, her hayat tekti, benzersizdi.”
“Düşünce mahremdi, insanın isterse koruyabildiği tek şey.”
“Gün geliyor, insan yaşamak oyununun hiç de kolay olmadığını anlıyor, bir zamanlar mükemmel sandığı işleyişte inanılmaz yanlışlar buluyordu.”
Yazarlar sıradan sandığımız insanları evirip çevirirler, başka bir gözle bakarak onlardan yeni insanlar yaratırlar. Bu yeni gözle biçimlenmiş insanlar, artık bizim için sıradan değildirler, birer kahramandırlar. Gerçek hayatta da gizli bir elin onları alıp yeniden biçimlemesini isteriz. Bir el, deriz, bizi de biçimlese, biz de kendi hayatımızın kahramanı olsak. O el kendi elimizdir oysa.
Böylece gerçek varlıklarını kaybederek kendi hikayelerinin yorgun karakterleri oldular.
“Yazarlar sıradan sandığımız insanları evirip çevirirler, başka bir gözle bakarak onlardan yeni insanlar yaratırlar. Bu yeni gözle biçimlenmiş insanlar, artık bizim için sıradan değildirler, birer kahramandırlar. Gerçek hayatta da gizli bir elin onları alıp yeniden biçimlemesini isteriz. Bir el, deriz, bizi de biçimlese, biz de kendi hayatımızın kahramanı olsak. O el kendi elimizdir oysa.”
Şebnem zihnini meşgul etmeye başladığından beri unutulmak meselesine takılmıştı. O tuhaf telefon konuşmasından sonra unuttuğu insanları bir bir hatırlamaya çalışmış, eski fotoğrafları, okul yıllıklarını çıkarmış, bir zamanlar aynı sıralarda oturduğu insanların artık hiçbir şey ifade etmeyen yüzlerine bakmıştı. Bazılarını hatırlıyordu, ama çoğunluğu zihninde hiçbir şey uyandırmıyor, baktıkça yüzler boş bir kağıda dönüşüyordu.
Hayatın getirdiklerine razı olmak, onlarla oyalanmak, hatta bir tür tembellik. Uzun, yok edici bir tembellik. Bu insanlar neden muhafazakâr olmasınlar? Belki de sahiden mutluydular, küçük şehirleri aşacak hayalleri yoktu, vardıysa da çoktan unutmuşlardı.
Bazıları bayılırdı felaketin fikrine, burunlarına kadar girsin isterlerdi, ama dokunmadan geçsin.
Hayatın tek doğrusu yoktu, hayatın birkaç ya da birçok doğrusu da yoktu, hayatın sayısız doğrusu, sayısız yanlışı vardı, her hayat tekti, benzersizdi.
“Karanlığa adım atmaktan, hayata kafa tutmaktan, fırtınalı ruhlardan, cesurlardan, ataklardan… Hep korktum. Yanmaktan çok korktum. Sonunda yanacağımı hissettiğim hiçbir aşkı göze alamadım. Bu yüzden kuru kuruya yanıyorum şimdi.”
“İnsan büyük adımlar atmak istiyor, ama cesaret bulamıyor kendinde.”
“Bir gün kendime niye yaşadım ki bunca yılı diye sormaktan korkuyorum.”