Murat Menteş kitaplarından Kaosa Mütevazı Bir Katkı kitap alıntıları sizlerle…
Kaosa Mütevazı Bir Katkı Kitap Alıntıları
Makineler her ne kadar kölelerin yerini tutan becerikli eşyalar olarak sunulsalar da hayatın bütün yönlerinde trafiği tıkayacak derecede çoğalarak insana ve onun amaçlarına hükmetmeye başladı.
Yaptığı iyiliği denize atmayı beceremeyecek kadar zayıf olanlar zavallıdır!
Bir gün sıkı bir yağmur yağacak ve bütün bu pislikleri alıp götürecek!
“Kelle koltukta cenk etmek için hiçbir haklı gerekçesi bulunmayan çünkü haklılığın bir gerekçe sayılmadığı çağımızın beyni deterjan reklamlarıyla yıkanmış bireyleri, koltuğa ‘gömülmüş’ gövdelerinin üzerindeki kuru kafalarıyla, toplumda kendilerine yer açmayı başarmış teneşir kargalarını andırıyorlar.”
“Ayaklarımızı yerden kesebilmek için ürettiğimiz arabalar, bize adım atacak yer bırakmadığında Mars’a göç edeceğiz ne de olsa.”
“Aşırılığın normalizasyonu, varoluşu yok oluşa intikal ettirdi.”
Eşkali belirsiz iktidar karşısındaki haklı ve tutarlı her itiraz, budalaca bir kapris diye nitelenip küçümsenecek bir tarafı yoksa kamçı efektleriyle bastırılır.
“İstisnalar da kaideyi bozamadı çünkü kaide zaten bozuktu.”
Binlerce yıl sonra Sigmund Freud da homoseksüelliği çocukluğun aşamalarından birini aşamamaya (anal dönem saplantısına) bağlı bir sendrom olarak tanımladı.
Haddizatında cinayet kurbanlarının çoğu kendi silahlarıyla öldürülürler.
Dünya artık eskisinden daha yuvarlak.
Peru köpeğiyle yatan İspanyol bitiyle kalkar.
İyi bir infazı kötü bir evliliğe yeğ tutarım.
Shakespeare
Kendi adıma doktorların bizim hangi hastalıklarımızı tedavi ettiklerini bilmiyorum, fakat bize en uğursuzlarını verdiklerini biliyorum: Alçaklık, ödleklik, salaklık, ölüm korkusu. Vücudu iyileştirseler de cesareti öldürüyorlar.
J.J. Rousseau
Günden güne hepimize yeni biriciklik kalıpları veriliyor; kalıbımızın ya da kalıpçımızın adamıyız. Sahici bir kişisel meselemiz bile yok.
Kozmetiğin, estetik cerrahinin ve/yahut kopyalanmış jest ve mimiklerin yardımıyla kendi bedeninden kurtulma çabası doğal bir eğilime dönüştü.
bir sinekle bir devlet adamı arasındaki benzerlik nedir? sorusunun cevabı 19. yüzyıldan hazırdır. ikisini de gazeteyle öldürebilirsin!
Günde 1500-2000 defa reklam ifritleri tarafından tokatlanan bireyin seçme özgürlüğünü sevsinler.
Medya, sosyal ilişkileri bozuk insanların çoğalması için çalışır; bu sayede korkaklaşan, tedirginleşen kitlenin uysal, itaatkar, mıymıntı, pısırık, budala ve nevrotik yaratıklar haline gelmelerine yol açar.
Kapitalist toplumda üretim, insanların gereksinimlerinin ve yeteneklerimin bağımsız gelişimini baltalar; bu toplumda barış, ancak sürekli savaş tehdidiyle ayakta durabilir.
Topluma uyum sağlamanın gizil birinci koşulu tv. seyretmek ise bu koşulun koşulu da olup biten her şeye seyirci kalmaktır.
Bilinmeli ki faydasız, zararlının ta kendisidir.
Bir sinekle bir devlet adamı arasındaki benzerlik nedir? sorusunun cevabı 19. yüzyıldan hazırdır.İkisini de gazeteyle öldürebilirsin!
Ayaklarımızı yerden kesebilmek için ürettiğimiz arabalar, bize adım atacak yer bırakmadığında Mars’a göç edeceğiz ne de olsa.
Metropollerde veya dünyanın diğer mahrumiyet bölgelerinde açlıktan bayılan hatta ölen insanlar [ihtiyarlar, kadınlar, çocuklar, bebekler -modern dünyanın okunmayan parantezlerinde mahsur kalmış olanlar-] için şişmanlık bir gündem maddesi [veya bir alınganlık vesilesi] değil.
Günümüzde insan ömrü tastamam iç karartıcı bir reklam arasına dönüşmüştür ve ‘az sonra’ olacakların sorumluluğu nezleli gulyabanilere aittir!
Kalite hiçbirşeydir, istismar ve taciz herşey
Sadece reklamı değil, kapitalizmin herhangi bir unsurunu dürüstçe kınamak, dönüp dolaşıp, onu savunmak anlamına gelir. Yani minik fillerin illüzyondan ibaret olduğunun ispatı, onları besler.
Reklamlar da kitleyi medyatik hipnozla güden iktidarın değirmenine kan taşıyor; gerçeği ifade etmeyen içerikleriyle yalanı [kim bilir kimin lehine normalize ederken, niteliksiz fakat şaşaalı bir yaşam tarzının da propagandasını yürütüyorlar.
Sanırım [yani umarım] aramızda Selpak havlularında sağa sola dökülen sıvıları hortumlayan minik pembe fillerin gizlendiğine inanan ya da ‘Sevinç nedir?’ sorusunu ‘Calve mayonezi paylaşmaktır!’ diye cevaplayacak biri yoktur
Günde 1500-2000 defa reklam ifritleri tarafından tokatlanan bireyin seçme özgürlüğünü sevsinler.
Topal tazı ava giderken geberdi! Yeterince kan varsa intikamın mayası 120 saniyede tutar ve yıllar süren hırlaşma boşa çıkar!
Medya kulakları sağır, gözleri kör eden şiddetiyle, hain seslerin yükselmesini engeller.
Medya, sosyal ilişkileri bozuk insanların çoğalması için çalışır; bu sayede korkaklaşan, tedirginleşen kitlenin uysal, itaatkar, mıymıntı, pısırık, budala ve nev-rotik yaratıklar haline gelmelerine yol açar.
Mafya ile politik iktidar odakları arasındaki ilişkiye ‘Partito’ denir. Politik güçlerin korumasına karşılık mafya da onları destekler.
Palavra ile medya öylesine içiçe geçmiş ki hangisi hangisini kapsıyor bilemiyorum.
Gazeteler her gün bizim için yazılan şantaj mektuplarıdır. Medya, iktidarın üstü kapalı talimatlarını yurttaşlara iletirken, toplumsal varlığımızın kişiliksizleşmemize bağlı olduğu mesajını verir.
nıarjinalli-ğin bünyesi, ruhunu teslim etme ya da satma durumuna düşenlerin son nefeslerinden başka bir şeycik içermez. Bu son nefes [unutulmaya elverişli] bir çığlık olsa ne yazar?
Kapitalist toplumda üretim, insanların gereksinimlerinin ve yeteneklerinin bağımsız gelişimini baltalar; bu toplumda barış, ancak sürekli savaş tehdidiyle ayakta durabilir.
Sağ gösterip, solu da gösterip dil çıkaran medyanın kuru gürültüsü; nasihat kılığına girmiş musibet, tabiat kılığına girmiş kurt ya da vaiz kılığına girmiş kola şişesini andırır.
Tecrübenin önemini törpüleyen ve kendisine bir tecrübe süsü veren gevezelik, vakit öldürmenin en canice biçimidir.
Konuşan ya da susan hayvan olmaktan kurtulun-madıkça güdülmekten dekurtulunmaz.
iyi ile kötü, güzel ile çirkin, faydalı ile faydasız [bilinmeli ki faydasız, zararlının ta kendisidir] arasındaki farkın ortadan kalkması ve böylelikle sessizliğin bile yozlaşmasına varır.
Sürüleşmiş halkın sözcüsü, lanetli bir büyünün tesiri altındaki politik bir yük hayvanı edasıyla geviş getirerek vaziyeti idare etmekte
Aciliyet asabiyetinden doğan panikle tozutanların iletişimi, bacasından çıkan dumanlar içinde kalarak görünmeden ilerleyen bir treni, öküzlerin gözünün bir yerlerden ısırması gibi zorlu bir belirsizliğe mıhlanmıştır.
Dünyayı dev bir sinek olarak algılayan birileri, onu ellerindeki katlanmış gazetelerle “Şırrraaaaak!” diye kendi çöplüklerinin karanlığına yapıştırmaya hazırlanıyor.
“Bir sinekle bir devlet adamı arasındaki benzerlik nedir?” sorusunun cevabı 19. yüzyıldan hazırdır: “İkisini de gazeteyle öldürebilirsin!”
Hak değil çıkar gözeten bir bencilliğin toplumun iliklerine işlediği önyargısının motive ettiği sosyo-politik ezicilik, medyatik söylemin hunharlığına da geçerlilik kazandırır.
Karton politikacıların, kukla sanatçıların, kurmalı öğretmenlerin, oyuncak tamircisi doktorların, kuş dili konuşan hukukçuların ve numaralandırılmış işçilerin; sosyal hiyerarşik yapı dahilinde sergiledikleri göz kamaştırıcı dayanışma avuntusu içinde, vicdanlarından geriye kalan son kırıntıları da ithal yetim kanlarıyla ıslatarak yumuşattıkları modern dünya karşısında, su tabancası işlevi gören ve haklı nedenleri olan bir küçümseme, hattâ [neden olmasın?] bir terkedip gitme eylemi işe yarar mı acaba? Belki.
bireysel kılık kıyafet devrimi yapmış narsi-sist züppelerle dolu bir gezegende yaşamak; sürekli ve aralıksız olarak bize eşlik eden ve eli kalem tutan meleklerin arasında bulunmaktan daha çok işimize gelir, hoşumuza gider.
Teknolojik kesinliklere[!J tam teslimiyetin doğurduğu ‘tabii’ boşlukta sallanırken, ölümcül bir münasebetsizlikle Azrail’i ve onun etkinliğini inkara ya da itfaya yeltenişimizin bilançosunu uzmanlara imzalatırız.
Tevafuktan kaçarken felakete toslayacağımızı aklımıza getirmediğimiz için eşyaya uygunsuz sıfatlar yakıştırarak frapan imajlar oluşturur ve bu arada kendi görüntümüzün silikleşmesine göz yumarız.
Militanca bir hırsla dünyaya kazık çakmaya uğraşırken Mars’taki sessizlik kulağımıza hoş gelir ve uzaydaki çıkarlarımızı hesaplarken bilgisayar yardımına başvururuz.
Jelleşmiş beyninde binlerce zehirli kıymık taşıyan biz şehirliler, yerli-yerleşik [‘yerli yerinde’ demiyorum] olana bayılırız
“Toplumsal vidalar suçun tornavidasıyla gevşetildikçe, adaletin kontrol kalemiyle sıkılacaktır!
Her suç, topluma sorulmuş bir sorudur.
Ne sözün ne de sessizliğin kabul edilebilir olmadığı bir zaman
Düşünmek hatadır, hele ki vergi vermekle mükellefseniz.
—“Nerelisin?”
—“Huzurluyum.”
—“Huzurluyum.”
Geçmişte kaldı bütün bunlar. Bana bugünden bahset Sezar!
Gerçeğin cesedini soyanlar, kendileri hakkındaki gerçeğin ortaya çıkmasını istemezler elbette.
Bir gün sıkı bir yağmur yağacak ve bütün bu pislikleri alıp götürecek.
İntihar, yanlış bir özeleştiri biçimidir.
Ciddi olduğumuzu ispatlayabilmemiz için ölmemiz gerekiyor.
Zihinsel yetersizlik sebebiyle ahlakın işsiz kalmasına ne diyeceğiz?
Memleketin manzarasına halkın her hareket ve sözündeki, çürükler hükmediyor.
Yaşadığımız hayat, söylediklerimizin anlaşıldığını görüp ferahlayabileceğimiz kadar uzun değil artık.
Bakınız ve görünüz.
Haksızlık etmekte haklısınız..
İstisnalar kaideyi bozamadılar çünkü kaide zaten bozuktu.
Medya sağır, entelektüeller dilsiz, politikacılar katatonik!
Her an her birimiz elimizi, kolumuzu, gözlerimizi, aklımızı kaybedebiliriz.