İçeriğe geç

Kant’ın Felsefesi Kitap Alıntıları – Heinz Heimsoeth

Heinz Heimsoeth kitaplarından Kant’ın Felsefesi kitap alıntıları sizlerle…

Kant’ın Felsefesi Kitap Alıntıları

Şeylerin fiyatı vardır; kişilerinse onuru .
Saygı, halis bir ahlâk duygusudur.
Kendisini bize gösteren dünya, sadece bir görünüş dünyasıdır.
Başka bir dünya vardır diye mi iyi ve erdemli olmalıyız? Eylemlerimiz, kendi başına, kendi için iyi ve erdemli olursa, bize mutlu olmak için daha çok hak kazandırmaz mı?
Değer biçen yargılar, yaşanan duygulara dayanırlar.
Erdemli olmak, mutlu olmaya hak kazanmaktır, ona yaraşır olmak demektir.Erdem, arzu etmeye değer görülebilecek herşeyin mutlu olmaya hak kazanmayı da içine alan herşeyin en yüksek koşuludur. Bu yüzden erdem, en yüksek iyidir
İyiyi isteme, iyi niyettir, yani insanın kendisini, kişiliğinde ahlaklı olma onurunu taşıyan bir varlık olarak görmesine dayanan bir irade.
Eğer insan özgür olmasaydı, pratik objektif yasaların( ahlak yasalarının) hiçbir anlamı olmazdı.Özgürlük ve ahlak yasaları birbirlerini temellendirirler.Özgürlük idesine uymaktan başka türlü hareket edemeyen her varlık, pratik bakımdan(teorik kanıtlara dayanmadan) gerçekte özgürdür. Özgürlük bir gelişigüzellik değildir
Görünmeyen ben in kendisi, gerçekten sonsuz olan bir dünyada, ancak anlama yetisinin fark edebildiği bir dünyada ortaya çıkar
Şeyleri fiyatı vardır; kişilerinse onuru; çünkü kişiler aklın sujesidirler.Her kişi kendi başına bir değerdir
Tanrı idesi, insan aklının zorunlu bir idesidir, ama insan, duyular dünyası ve deneyim alanını aşan bu ide hakkında, bir obje karşısında olduğu gibi, bilgi sahibi olamaz.
İnsan bilgisi doğanın derinliklerine ne kadar inerse, ne kadar genişlerse; kavranamaz ölçüde büyükten, gözle görülemeyen küçüğe kadar her yerde, bir düzenin, bir birliğin egemen olduğunu görür. Doğanın bu insanı şaşırtan, hayran bırakan, bu akıl almaz düzeni insanı bu uyumun yaratıcısını sormaya zorlar.
Algısız kavramlar boş, kavramsız algılar kördür
İnsanca yer açmak için bilgiyi kaldırmak zorunda kaldım
Dünyada iyiyi istemekten başka kendi başına iyi olabilecek bir şey düşünmek olanaksızdır. Sadece irade, kendi başına iyidir.
Beni üzerinde düşünüp araştırdığım zaman hayranlık ve yücelik duygusu ile dolduran iki şey var: Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası.
“ insan kendisini – bu sözü kullanmada bir sakınca yoksa – yaratmadığından ve kendi kavramını a priori değil, deneysel olarak edindiğinden; kendisi hakkında da iç duyuyla, dolayısıyla da ancak doğal yapısının görünüşüyle ve bilincinin uyarıldığı tarzda bilgi edinebilmesi doğaldır. Ama aynı zamanda kendi öznesinin yalnızca görünüşlerden oluşturulmuş yapısının ötesinde, onun temelinde bulunan başka bir şey daha, kendi yapısı nasıl olursa olsun bir beni, zorunlu bir şekilde kabul etmeli ve sırf duyumları algılaması ve duyması bakımından kendisini duyular dünyasından, ama onda saf etkinlik olan (duyuların uyarılması aracılığıyla değil, doğrudan doğruya bilincine vardığı) her şey bakımından ise kendini düşünülür dünyadan saymalıdır. (
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kant’a göre insanlarda, ödev karşısında eğilimlerin üstün gelmesi; duyulardan gelen isteklerin, ahlak buyrukları karşısında ağır basması eğilimi vardır.
Beni, üzerinde düşünüp araştırdığım zaman hayranlık ve yücelik duygusu ile dolduran iki şey var: Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası.
Immanuel Kant
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Önlerine kattıkları hayvanlarını önce
sersemleştirip aptallaştırdıktan sonra, bu sessiz yaratıkların kapatıldıkları yerden dışarıya çıkmalarını
kesinlikle yasaklarlar; sonra da onlara, kendi kendilerine yürümeye kalkışırlarsa başlarına ne gibi tehlikelerin
geleceğini bir bir gösterirler. Oysa onların kendi başlarına hareket etmelerinden doğabilecek böyle bir
tehlike gerçekten büyük sayılmaz; çünkü bir kaç düşüşten sonra bunu göze alanlar sonunda yürümeyi
öğreneceklerdir, ne var ki bu türden bir örnek insanı ürkütüverir ve bundan böyle de yeni denemelere
kalkışmaktan alıkoyar. Demek oluyor ki her birey için nerdeyse ikinci bir doğa yerine geçen ve temel bir yapı
oluşturan bu ergin olmayıştan kurtulmak çok güçtür. Hatta insan bu duruma seve seve katlanmış ve onu
sevmiştir bile; işte bu yüzden o, kendi aklını kullanma bakımından gerçekten de yetersizdir; çünkü onun
böyle bir deneyi gerçekleştirmesine asla izin verilmemiştir, o aklını kullanmayı denemeye hiç bir zaman
bırakılmamıştır. Dogmalar ve kurallar, insanın doğal yetilerinin akla uygun kullanılışının ya da daha doğru bir
deyişle kötüye kullanılmasının bu mekanik araçları, erginleşme ve olgunlaşma için sürekli bir ayakbağı
olurlar. Biri çıkıp yürümeyi köstekleyen bu zincirleri atsa da, en dar hendekten bile hemen öyle pek kolayca
atlayamaz; çünkü o henüz kendisine güven duyarak bacaklarını özgürce hareket ettirmeye daha
alışamamıştır. İşte bundan dolayı da ruhlarını, zihinsel yanlarını kendi başlarına işleyip kullanarak ergin
olmayıştan kurtulan ve güvenle yürüyebilen, pek az kişi vardır. Oysa buna karşılık, kitlenin kendi kendisini
aydınlatması daha çok olanak taşır; hatta ona özgürlük, yani özgür olma hakkı tanınırsa bu durumun önüne
geçilemez de. Çünkü yığının içinde, kamuda -vasiler arasında bile- bağımsız düşünebilen bir kaç kişi her
zaman bulunacaktır; bunlar önce kendi boyunduruklarını atacaklar, sonra da’ insanın kendindekini akıllıcâ
değerlendirmesi yanında bağımsız düşünmenin kişi için bir ödev olduğu anlayışını çevrelerine yayacaklardır.
Ama eskiden kitleyi boyunduruk altına sokan ve kendileri de aydınlanmaya öyle pek layık olmayan ve hak
kazanmayan gözeticilerden bir kaçı şimdi çıkıp da kitleyi boyunduruktan kurtulmaları için kışkırtırlarsa, öteki
gözeticiler bunları ‘boyunduruk altında kalmaya zorlarlar; önyargıları yerleştirmenin işte böyle zararları
vardır, ve bu önyargılar kendilerini yayanlardan sonunda öçlerini alırlar.
Kötüyü sadece iyinin eksikliği saymak, ahlaka aykırı bir görüştür.
Bir zamanlar, bilgili olmanın, insanlığın bir onuru olduğuna inanıyordum. Bilgisiz halk takımını aşağı görüyordum.
Rousseau benim gözlerimi açtı; bende, ki aldatıcı üstünlük duygusu kayboldu; insanlara karşı saygı duymayı öğrendim. Eğer
felsefe araştırmalarımın başka insanlara, ‘insanlığın haklarını’
yeniden duyurmak için bir anlam taşıyabileceğine inanmasaydım, kendimi gelişigüzel bir iş yapandan daha yararsız bulacaktım.
Ahlak bakımından,
sevilmesi gereken bir şeyi sevmemek ile ondan nefret etmek
arasında, sadece bir derece farkı vardır; çünkü kaynağını, insanın varlık-yapısında bulan sevmelisin! buyruğuna, sevmemek
de, nefret etmek gibi aykırıdır.
Ahlak alanı, duygu değil, akıl alanıdır; aklın pratik alanda kullanılmasıdır.
Dünyada iyiyi istemekten başka kendi başına iyi olabilecek bir şey düşünmek olanaksızdır.
Başka bir dünya vardır diye mi iyi ve erdemli olmalıyız? Eylemlerimiz, kendi başına, kendi için iyi ve erdemli olursa, bize mutlu olmak için daha çok hak kazandırmaz mı? Şöyle düşünmek, İnsanın gerçek varlığına ve ahlak bakımından halis olmaya daha uygun gelir: insanın iyi eylemler yapması, başka bir dünyayı ummasına dayanmamalı; başka bir dünya hakkındaki umutlar ve beklemeler, sağlam yapılı bir ruhun duygularına dayanmalıdır.
Artık Kant’ın hayatında yeni bir dönem başlamıştır; şimdi onun hayatını sadece kendi felsefe çalışmaları, araştırmaları doldurmaktadır. Fakat o, bu çalışmalarını hemen yayımlamıyor; tam tersine, susuyordu. Hiçbir şey yayımlamama, susma tam on yıl sürer. Bu yıllar onun düşünce hayatında büyük çarpışmaların, didişmelerin olup bittiği yıllardır.
Deneyim, duyu verilerinin yığınından, bir araya toplanmasından fazla bir şeydir. Duyu verileri, deneyimin sadece maddesini oluştururlar.
Hakikat olarak geçerliliği, deneyimlerin bir araya getirilmesini ya da deneyler yaparak kanıtlamayı gerektirmez -zorunluluk ve genellik bu bilginin özündedir.
Eylemlerimiz, kendi başına, kendi için iyi ve erdemli olursa, bize mutlu olmak için daha çok hak kazandırmaz mı?
Metafizik, insan aklının sınırlarını araştıran bir bilgidir.
İnsanın gerçekten gereksindiği bir bilgi varsa, o da insana, yaratılışında verilmiş olan yeri doldurmayı, yani insan olmak için ne yapması gerektiğini öğreten bilgidir.
Rousseau’ya göre vicdan ve duyma, ahlak kurallarının içimizdeki temelleridir.
Beni üzerinde düşünüp araştırdığım zaman hayranlık ve yücelik duygusu ile dolduran iki şey var: Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası.
kötüyü sadece iyinin eksikliği saymak, ahlaka aykırı bir görüştür.
Kant yazılarında Tanrı sorunu üzerine şöyle der: Bütün bilgilerin en önemlisi, Tanrı’nın bir olduğu bilgisidir.
Kant’a göre olayların, kendilerinden önce gelen başka türden nedenler tarafından yönetilmesiyle, insanın kendi görüşüne dayanan eylemlere karar vermesini birbirinden kesin olarak ayırmak gerekir. Kant, dışarıdan değil, içten yönetilmeye özgürlük der.
Kant’a göre düzenlerin salt rastlantılarla, akıl yolu ile varılan akıl-dışı bir şeyle yönetilmesi olanaksızdır
Düşünüp görülerek değil de, yakıştırılan, uydurulan kelimelerle, kelime ‘yaratma’larla yapılmaya, geliştirilmeye çalışılan dil, birliğini ve anlamını yitirir.
Doğulu için bilim ve felsefe ezberlenen, yüklenilmesi gereken içi boş kavramlar yüküdür; onların dünyayla, hayatla ilgisi yoktur. Üniversitelerde gençler bilim ve felsefe yapmayı değil, bilimi ve felsefeyi öğrenirler; yani ezberlerler.
”İnsanın gerçekten gereksindiği bir bilgi varsa, o da, insana, yaratılışında verilmiş olan yeri doldurmayı, yani insan olmak için ne yapması gerektiğini öğreten bilgidir. ”
Kant dünyanın ışığı değil, pırıl pırıl parlayan güneş sisteminin bütünüdür.
‘Varolma’ şeylerin nitelikleri arasındaki bir ilinti (relation) değil, kendi başına mutlak bir şeydir.
“Beni üzerinde düşünüp araştırdığım zaman hayranlık ve yücelik duygusu ile dolduran iki şey var: Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası.”
Metafizik alandaki dogmatizm, yani salt aklın hiçbir kritiğe gerek görmeden istediği yere kadar ulaşabileceği önyargısı, ahlaka karşı olan inançsızlığın kaynağı olmuştur. Gerçekten, her çağdaki inançsızlık, kaynağını dogmatizmde bulur.
– (…) Zaman içinde olup biten bütün değişiklikler, değişmeyen bir şeyin var olmasını gerektirir
– (…) Bir şeyin bilgisi, o şeye bazı şeyler yükler, bazı şeyleri de ondan ayırır
– (…) Beni üzerinde düşünüp araştırdığım zaman hayranlık ve yücelik duygusu ile dolduran iki şey var:
Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlâk kanunu
– (…) Kant der ki: Kâinatta ki bir yapının çökmesine, ”tabiatın bir kaybı gözü ile bakıp üzülmemeliyiz; çünkü tabiat cömertliğini, bir tür israfla da göstermek ister
Sonuç olarak denebilir ki: Zaman ve mekanın mutlak bir gerçekliği (realitesi) yoktur. Zaman ve mekan ideal, düşünsel varlıklardır. Buradaki ideal varlık teriminin anlamı, zaman ve mekanın sadece insanın görü yetisinde bulunmasıdır.
Dıştan gelen hiçbir veri yoktur ki, mekana bağlı olmasın. Aynı şekilde, içten gelen hiçbir veri yoktur ki bunun algılanması, örneğin bir ağrının duyulması, zaman akışı içinde yer almasın.
İnsan aklının sınırlarını çizmek; insan aklına kendi varlığında neyin verilmiş olduğu sorusu; insan varlığındaki amacın ve anlamın ne olduğu sorusu ile iç içedir.
Ben doğuştan araştırıcıyım, bilgiye karşı büyük bir susuzluğum var. Bilmek için, içimde beni bunaltan bir hırs duyuyorum. İleriye doğru attığım her adım da beni sevindiriyor. Bir zamanlar, bilgili olmanın, insanlığın bir onuru olduğuna inanıyordum. Bilgisiz halk takımını aşağı görüyordum. Rousseau benim gözlerimi açtı; bendeki aldatıcı üstünlük duygusu kayboldu; insanlara karşı saygı duymayı öğrendim.
Beni üzerinde düşünüp araştırdığım zaman hayranlık ve yücelik duygusu ile dolduran iki şey var: Üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası.
Kant şunu görmektedir: Duyulara şimdi gerçek ola­rak verilmiş olan algı bilgisinden apayrı bir bilgi türü vardır. Bu bilgi, salt bir kavrama ve bilmeye dayanır;
geneldir ve zorunluluk taşıyan bir bilgidir.
Gerçekten, her çağdaki inanç­sızlık, kaynağını dogmatizmde bulur.
Metafizik sorular alanında başıboş kalan akıl, tarihin gösterdiği gibi, bizi hem dogmatik tanrı ka­nıtlarına, hem de atheist sonuçlara, tanrının yadsınmasına götürmüştür; hem insanın özgür bir varlık olduğuna, hem de determinizme (Kant buna, fatalizm der) aynı rahatlık­la ulaşmıştır.
İnsan aklı sadece teorik bir akıl değildir;
yani sadece el altında bulunanı kavrayıp, onun ne oldu­ ğu hakkında teoriler kuran teorik bir akıl değildir. Aklın bir de pratik yanı vardır. Hatta salt pratik bir yanı vardır.
O, kendisinde, insanın ne yapması gerektiği hakkındaki bilgiyi de birlikte taşır ve bunu insana gösterir.
Şimdi Kant iki cephede çarpışacaktır. Bunlardan bi­rincisine Kant dogmatism adını vermiştir. Buradaki dogmatismin kilisenin dogmatismi ile ilgisi yoktur. Kant, bu adı, hiçbir eleştirinin rahatsız etmediği, dokunmadığı ak­lın, her türden varlığın özünü kavrayabilecek güçte oldu­ğuna inanan rationalistIere ve onların felsefelerine veriyor. Aklın kendisine bu kadar güvenmesini çok abartmalı bu­luyor.
Doğa bilimlerinin bilgisi, mundus sensibilis’in, deneyim dünya­sının bilgisidir. Bu alandan elde edilen bilgi, hakikat olan bir ‘bilgidir. Bu bilgi, hakikat olmak bakımından, hiçbir zaman salt kavramlara dayanan bir bilgiden geri kalmaz..
Şu nokta açık olarak görülmelidir: Doğa bilimleri zaman -mekân ilkelerine dayandığı, bundan dolayı da görünüş alanındaki bağlılıkların bir bilgisi olduğundan, açık ve seçik bir hakikat taşırlar; metafizikle ilgileri yoktur. Du­yularımızla bize verilen, içinde bulunduğumuz deneyim dünyası,mekân içindeki dünya, mundus intellegibilis’ten saf anlayış alanından, kendi başına varolan dün­yadan başka bir obje alanı, başka bir bilgi alanıdır.
Mekân (aynı şekilde zaman) bir bütün­dür (totum). Algılanan her şeyi içine alan bu bütün, ya­lın öğelerin bir araya gelmesi, bir birliği değildir. Bu bütün, sonsuza kadar bölünebilen bir bütündür. Yani za­man ve mekân sonsuza ulaşan kontinuum’lardır(kesinti­sizlik); buradaki parçalanma ve birleşmelerin sonu yok­tur. Halbuki evren, varlık, salt kavram olarak düşünü­lürse, zaman ve mekânın yalın son öğelerden oluşmuş bir bütün olması gerekir. Fakat somut tasavvur ve algılar, kavramın gerektirdiği bu durumu yanlışlar.
Zaman da, mekân gibi, mutlak ve sonsuz bir ilkedir; değişikliklerin kavranmasının ve bütün algıla­rın önkoşuludur.
Doğada, özel olandan kalkılarak tanrısal olana varılamaz: tersine, kurulmaları kendi kendilerine* bırakılan sistemlerin, düzenlerin bir bütünü olan doğa bütününden, tanrısal evrene, temele gidilebilir.
Kant’a göre, düzenlerin salt rastlantılarla; akıl yolu ile varılan akıldışı bir şeyle, yönetilmesi olanaksızdır.
Eğer hayvanda akıl eksikse yahut bir insanda keskin bir akıl eksikse; bu, sadece, eksiklikten gelen bir kötülüktür; çünkü her varlık, her şeye sahip olamaz; her varlığın, başkalarında bulunan bir çok şeyi eksiktir. Fakat hatanın yapısı bambaşkadır; eksiklikten apayrıdır. Bir şeyi bilmemek, bilgide bir eksikliktir; hata ise hakikat olan bilginin karşısında bulunan karşıt bir durumdur.
Matematik ve fizik alanında olup bitenler, ne sırf çelişmezlik ilkesini ölçüt olarak alan analitik yargılarla kavranabilir ne de mantık yoluyla bu alanda yargılara varılabilir. Bu alandaki yargılar, sentetik yargılardır, yani bu yargılar, deneyim ve algıya dayanırlar.
Kant, verdiği pedagoji derslerinde, çocukların özgür bir şekilde eğitilmesini ister; öyle ki, çocukların gönülleri sevinç dolsun, bakışları güneş gibi parlasın der.
Ben kendime, üzerinde yürüyeceğim yolu artık çizdim; beni bu yolda yürümekten hiçbir şey alıkoyamaz.
Kant der ki: İnsanların işlerinin anlamsız görünen gidişinde, sanki gizli bir plan saklıdır dolambaçlı yollar da sonunda, insan türü için önceden çizilmiş olan amaca çıkar.
Bencil insanın beğeni duygusu olmaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir