İçeriğe geç

Kalp Hayatı – 1 Kitap Alıntıları – Haris El Muhasibi

Haris El Muhasibi kitaplarından Kalp Hayatı – 1 kitap alıntıları sizlerle…

Kalp Hayatı – 1 Kitap Alıntıları

Sizi ‘ daha sonra’ ya karşı uyarırım.
Şeddad b. Evs.

Yorumum : Hayatın her anında hem maddi hem manevi anlamda birçok şeyin engelleyicisi ve kemalatın manisi bu söz değil mi ? Her sonra o işin, niyetin , hedefin katlidir

Hâlbuki, gizli yapılmak istenen birçok ibadetin nefsin aldatmasıyla yapılmadığı tecrübeyle sabittir.

Soru: şimdi açıktan yapılan mı sevap yoksa gizliden yapılan mı oluyor ? Azim hangisinde olmalı ? ( Hakikatler çok vecheli olup, tek tercihlidir )

Haram yoldan mal kazanıp haram yolda harcamak, yetimi soyup dul kadını giydirmeye benzer.
Ebud Derda
Bir kısım insanlar da nafile bir işi yapmak için vacibi terk eder oysa tam aksine nafileyi terk etme pahasına vacip yapılmalıdır. Mesela hadis ilmini tahsil etmek için ailesini rızkını yollarda harcar, onları aç bırakır, perişan eder. Ya da anne babasının ihtiyacı olduğu ve izin vermedikleri halde ilim tahsili için onları öylece bırakır ve gider veya uzaklaşması gereken kişilerle mesela gıybet ve benzeri hususlardan ötürü onu günaha sokacak kimselerle arkadaş olup hadis ilmini tahsile gider veya ailesini perişan bırakarak ya da anne babasının rızasını almadan nafile hacca veya gazveye gider. Ya da anne babasının rızası olmadığı halde hiç uyumadan zikreder ya da üzerinde Hakkı olanları fakir bırakarak mücahitlere, hacca gidenlere, eşe dosta malını harcar. Bütün bunları elindeki mal sadece harcadığı kadar olduğu halde yapsa, Allah’ın koyduğu bir vacibi terk etmiş ve vacip olmayan bir yolda harcamış olur. Üzerinde yaptığı haksızlıktan ötürü vermesi gereken bir borcu olduğu ve alacaklılar sıkışık olup istedikleri halde borcunu vermeyip parasını hadis ilmini tahsil ve benzeri nafileler için kullanması da bunun gibidir.

Not: Israrla teşvik edilen ve bir dönem çok matah bir faziletmiş gibi pazarlanan bu durumun aslında yanlış olduğunu çok güzel ifade etmiş.

. Günahın farkına vardırdığı için de Allah’a hamd etmelidir.

Yorumum. Demek bu da Allah’ın ihsanı ve rahmeti oluyor. Zira çok sonra da olsa o günah için bir tevbe imkanı oluyor. Hem de Allah’ın unuttuklarından olmamış olduğunu anlayabilir insan (allahu a’lem)

Şayet bir iki günlük sıkıntı, en güzel yemeğin tadını kaçırıyorsa, Allah’tan ve cemaline bakmaktan utanmanın yanısıra, ebedi bir hayat boyu çekilecek azap, elbette günahtaki geçici lezzeti kaçırmalıdır.
Nefsine, Şayet ebediyyen affedilmeyecek olsaydı kalbine korku girmez, tevbeye yanaşmazdı..

Müthiş bir tespit, tevbe kapısının açık olması ve havf ve reca dengesine çok güzel bir izah. Aynı zamanda ne yapayım kaderim böyle diyenleri de susturan bir cevap.

Öyle ise, seni yüzüstü ebedi cehenneme götürecek günahtan alıkoyan tefekkürden sıkılma ! Cehennemdeki sonsuz hapisten kork ve sonsuz kurtuluş için geçici olan bu azıcık şeyi yüklen ! Azabı düşünmek seni sıkıyorsa, ya içine girmek seni ne hale getirir ? Halbuki, düşünmek içine girmekten çok basittir.

Sorum : Bu tür tefekkür veya hisler çok çabuk yerini gaflete bırakabiliyor. Şu halde süreklilik ne ile ve nasıl sağlanabilir. ?

Allah’ın yapılmasını emrettiği amellerin büyük bir kısmı kalbi bıktırır, organları yorar ve ona ağır gelir.

Yorumum: usanma ve gevşeme hatta sıkılma fıtridir. Yani insan bu haline bakıp, benim yaptığım da ibadet mi dememeli ? Çünkü fıtratında usanma, bıkma ve sıkılma var. Aslında bu hallerle birlikte götürebilmek insanın ayağını sağlamlaştırıyor.

Bunlar (böyle bir ayak sürçmesinden) sonra, tertemiz, şehvetin arız olmadığı, zevklerin onu harama götürüp de arkasından günah işletemediği, günah paslarıyla kasvetin galebe çalamadığı bir kalbe dönerler.

Tersinden okursak; Günah işleme ve günaha götüren psikoloji ve bunu normalleştirme ve zamanla kalpte yerleşip günahkar olma süreçlerinin izahı olmuş.

Araplar yaptığın gibi muamele görürsün derler. Yani o şekilde hesaba çekilirsin.

Bizdeki ne ekersen onu biçersin gibi. Aslında bunun karşılığı şöyle bir düstur olarak var. (El cezau min cinsil amel)

Şayet sen, aklın, heva-i nefse galip olmasını istiyorsan, neticelerini tahmin edinceye dek, arzularını yerine getirmekte acele etme. Çünkü, arzulanan şeyi yapma neticesinde meydana gelen pişmanlığın kalpteki etkisi, arzunun kalpte kalmasından daha fazladır.

(Galiba bu teenniye çıkıyor Bir cihette; vera,takva ve havf reca dengesini de özetler bir düstur)

Taatın aslı vera’, vera’nın aslı takva, takvanın aslı, nefsi hapsetmek, nefsi hapsetmenin aslı da havf ve recadır.

Anladığım : taat verayı, vera takvayı, takva da ubudiyetin zirvesi olan havf ve reca dengesini getiriyor. Bunlar bir basamak gibi veya birbirini gerektiriyor. Bir tanesi bile nihayetinde kuvvetli mertebeler.

Sermayesini tamamlamadığı halde karla uğraşan tüccar, akıllı ve maharetli sayılmaz.
Allah’ın, yardım ve desteğiyle yanında bulunduğu kişi, zulüm ve terkedilmişiğe uğrar mı ?

Güzel bir teslim ve tevekkül tarifi, dolayısıyla tevhid vurgusu.

Muhakkak ki bunda kalbi olan yahut şahit olarak kulak veren kimse için bir öğüt vardır (Kaf 50/37) Mücahid: kalbi ile şahit olmak kişinin kendi nefsi ile konuşup düşünceye dalmaması ve konuşulan şeyin farkında olması, mânâsına geldiğini söyler.

Yorumum: Kalbiyle şahit olmayı vicdan olarak anlıyorum. Zira insan vukua gelen her olay için bir şahittir veya bir başkası için şahittir. Şu halde, karar verme veya iradesinde, akıl- kalp terazisini vicdanıyla kurarsa kalbiyle şahit olmuş olmaz mı ?

Bütün sözlerden, istek ve heveslerden önce, Allah’a hamd ederim.

Yorumum: Çok naif bir giriş, zira insanın haddini bilmesi ve daha işin başında rızayı gözetmesi gerekiyor. Ta iş berekete ve hayra yönlensin. Hamd bir arzuhaldir.

.
Dedim ki;
Takva nedir?
Dedi ki;
Allah’ın hoşuna gitmeyen şeyden sakınmaktır.
.
.
Hz. Ömer’in Allah’ın, Fırat nehri kenarında kaybolan bir oğlağın hesabını benden sormasından korkuyorum! dediğini hiç duymadın mı?
.
.

İlmin başı güzel dinlemedir. Sonra anlama, sonra hıfzetme, sonra onunla amel etme ve sonra da onu yayma gelir.

.

Geçen ömrümde hep şunu yaptım : söylediğim bir şeyin hata olduğu sonradan ortaya çıkınca ondan hep dönmüşümdür. Eğer hatamda ısrar etseydim kıyamet gününde halim ne olurdu? Hatamı öğrenmeden ölmekten de çok korkuyorum. Böyle bir hal ile ölürsem başkalarını kurtarayim derken kendimi helâk etmiş olurum.
Muaz b. Cebel, Hz. Peygamber’den şu hadisi rivayet etmektedir: Allah, ‘Ey gençliğini benim için harcayan, şehvetini benim için terk eden genç! Sen yanımda bazı meleklerim gibisin’ demektedir.
Ben derinliğine tefekkür edip, uzun uzun düşünerek, hidayete ulaştıracak bilgi aradım. Daha sonra Allah’ın Kitabı, Resûlü’nün sünneti ve mü’minlerin icma’ından anladım ki, haris olmak insanı körleştirir ve böylece
onu hak yolu aramaktan engeller, neticede de batıla düşürür.
Bu düşünce onu, kendisine Muhâsibî adı vermeye neden olan muhâsebe yapmaya ve riyâzetle birlikte ahlâki dönüşüme sevk etti. Gördü ki, hak ve kurtuluşa götüren yol Allah korkusundan (havf), O’nun emirlerine tâbi olmaktan, O’na tam ihlâsla ibadet etmekten ve Resûlü’nün sünnetine tâbi olmaktan geçer.
Kıyâmet günü bir münâdî seslenir:
Ey Allah’ın kulları! Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Bütün insanlar başlarını kaldırarak: Biz Allah’ın kullarıyız. derler. Münâdî Âyetlerimize inanıp Müslüman olanlar ifadesini ekleyince, kâfirler başlarını eğerler, tevhid ehlinin başları kaldırılmış olarak kalır. Sonra Münâdî İman edip takva sahibi olanlar kaydını ekler. O zaman kibirliler de başlarını eğerler, muttakiler kalır.
Zikretmeyen kalbe gelen duyguyu, kalp hemen kabul edebilir. Çünkü, ne ahiret zikrinden neşet eden nura ne de Allah’la meşgul olmaktan doğan güce sahiptir.
Allahım! Halkın gözünde alenî olarak yaptıklarımın süslü, halvette, kendi başıma gizli yaptıklarımın çirkin olmasından sana sığınırım.
kötü bir sonla dünyadan ayrılmanın mümkün olduğunu unutma.
sen günahlarından ötürü başkasından değil kendinden endişe etmeye memursun. sana düşen, kendinden korkmandır çünkü kendi günahlarının azabını çekeceksin başkasının değil. unutma ki, belki de Allah sana gazap etmiştir oysa sen başkasından korkmaktasın! sonunun nasıl olacağını da bilmiyorsun.
insan böyledir. kibirlenir, böbürlenir sanki aslı toprak ve meni, küçüklük, zillet, meskenet, çeşit çeşit hastalıklar değilmiş gibi..
“kötülük yaygınlaşır insanlar da onu değiştirmezlerse hepsini kapsayan bir azabın gelmesi yakın demektir”
sen günahlarından ötürü başkasından değil kendinden endişe etmeye memursun. sana düşen, kendinden korkmandır çünkü kendi günahlarının azabını çekeceksin başkasının değil. unutma ki, belki de Allah sana gazap etmiştir oysa sen başkasından korkmaktasın! sonunun nasıl olacağını da bilmiyorsun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir