İçeriğe geç

Kalemimin Sapını Gülle Donattım Kitap Alıntıları – Ferhan Şensoy

Ferhan Şensoy kitaplarından Kalemimin Sapını Gülle Donattım kitap alıntıları sizlerle…

Kalemimin Sapını Gülle Donattım Kitap Alıntıları

Kimi güzellikleri sadece çok parası
olanların görebilmesi biraz saçma. Bok gibi parası olanlar
da, parasızlardan ve herkesten uzak özgün bir yerde olabilmek
için gerektiğinden fazla para ödüyorlar bu excelsior
ve royal ve palace mekanlara. Zenginin durumu yoksulunkinden
saçma!
Bir kız bulup aşık olacağım, en salak halim gelip yüzüme
yerleşecek, yaşamak bir başka heyecan ve boyut kazanacak.
Kıza şiirler düzeceğim, o bana umut verecek, ya
da bana öyle gelecek, orası önemli değil.
Geceleri düşüncelerimi salıyorum mavi ışıklı yatakha­nenin penceresinden Beyoğlu’na. Gece neonlar altında çı­rılçıplak, pırıl pırıl dolaşıyorlar. Vitrinlerde kendilerini sey­ redip uzun uzun, utanıyorlar, kanat çırpıp geri dönüyorlar yatakhaneye. Kocaman bir deniz Beyoğlu, düşüncelerim geceleri orada gizlice yüzüp yüzüp ıpıslak geri dönüyorlar yatağıma.
Bana bak aslanım, Magic Circus tiyatro filan değildir, çok özel bir olaydır.
Orada tanıyacağın 25 kişinin hepsi değişik milletlerden olup birbirinden çok değişik delilerdir.
Magic Circus bir kültür bulamacı ne kadar çok milletin kültürü bir araya gelirse o kadar evrensel şeyler oluyor.
Sen de kendi kültüründen bir soluk getireceksin bize.
– Tiyatronun kapıcısını Hitler rolünde oynatabilirmiyiz ?
Acayip benziyor.
– Bilmem Parinettiye sormak gerek. Oyuncu değil o kapıcı.
– Hitler tamamen kapıcı gibi bir herif zaten.
Cami insana Allah’ı öğretmez.
İnsanı bilen bilir Allah’ı.
Bunu öğretmek gerek insanoğluna.
Salçakafa Faruk’un ablasına bayılıyorum. Faruk çok bozuluyor.ben bayılmasam başka biri bayılmayacak sanki kıza
Ankara’dan müfettiş geliyor. Sınıfa sokmuyor müfettişi Alangu,

arkadaşlarımla edebiyat görüşüyoruz edebiyatın teftişi olmaz çok ayıptır diyerek yol ediyor.

Fransızca Motor Salih’in notu kıt mı kıt kıt ! Sıfır da bir değer olduğuna göre size sıfır da vermeyeceğim çocuğum! diyor.
çünkü bugünlerde bende biraz sen varsın. Ben iki kişiyim biri sana çok yakın.
Deniz’in fotoğrafları var gazetelerde. Asılmak umurunda değil.
-Ben sizin mahkemenizi tanımıyorum! diyor mahkeme heyetine.
Fuhuş, zina kavramlar çok gelişmemiş onlarda, bunu bir bedensel kavuşma olarak görüyorlar ve bedenleri isteyince kavuşuyorlar. Zaman ya da yer ve koşullar çok önemli bir engel oluşturmuyor onların bu organcıl buluşmalarına.
Uyumak güzel de kitle halinde uyuyunca sıkıntı büyük oluyor…
İnsan bir güzelliğin farkına varamıyorsa o güzelliği hak etmiyor demektir.
Ben beklemesini bilen bir adamım ya da şöyle; her gün bir şey öğrenmiyor muyuz, beklemeyi de öğreniriz.
ilk intihar düşünceleri filizleniyor bulaşık teli kafamın içinde. kendimi çok fazla sevdiğimi hemen kavrayarak uzaklaşıyorum bu düşünceden. herşey yaşanılacak. gibisiz bir sıkıntı işte. akşam mıdır, nedir?
Fırçam ve renk renk boyalarım var. Alev alev dolanıyor içimi çizme isteği. Aslolan çizmek değil, özlem. Bir yol çiziyorum, giderek daralan.
Gerilla grubumuzun adı: Nazım Hikmet Sokak Tiyatrosu! Benim fanatikliğimden değil, fransızlar bu isimde ısrar ettiler. Nazım’ın memleketimden insan manzaraları nın frenkçe çevirisi yeni yayınlanmış, herkesin el kitabı. Sokak tiyatromuzun isminden özel bir gurur duyuyorum.
Yüreğim ünlü fransız şairi Paul Fort’dan farklı çarpmıyor, onun dediği gibi: Eğer bütün insanlık el ele vermeyi isteseydi, bütün dünya birlikte dansedebilirdi.
Öpemediğin eli bükersin.
Sonra bir gün içimizden birilerini dolma parmaklarıyla göstererek:
– Sen, sen, sen! Sizler yazar olacaksınız, bu işin peşini bırakmayın Çok okuyun! Günlük tutun mollalar! diyor.
Tahir Alangu’nun parmakla gösterdiğinde, utanarak önüne bakan, yüzü kızaran bu küçük çocuklar, Nedim Gürsel, Selim İleri, Mahir Şaul, Engin Ardıç, İzzet Yasar, Ferhan Şensoy
bir ırmak kıyısında doğdum ben
bir ırmak romandır bu
hem el yazması
elle tutulan
elde var birinci cilt.
Yalnızlığı duymasa kulaklarım. Köpekler ulumasa. Bir yıkasam şu belleğimi. Bu düşünmek olmasa. Yatınca uyuyabilsem, tavanlar konuşmasa.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Nazım Hikmet bu okulda dirsek çürütmüş mü? Evet. Türkiye’nin en büyük şairi mi? Efendim? Peki niye okunmuyor? Komünist diye mi? Kominizmin öcü değil de bir dünya görüşü olduğunu derste okutuyorsunuz bize. Papaz Dubois marksist felsefeyi anlatıyor frenkçe. E biz herşeyi çakıyoruz. Hem herşeyi öğretiyorsunuz hem de Nazım’ı sansür ediyorsunuz. Olmuyor Mekteb-i Sultani, senin duvarların bana giderek kalın geliyor.
Çantasından bir çift temiz çorap ve makyaj malzemeleri çıktı. Ceplerinde para yoktu, yalnızca nüfus kağıdı, güzel bir kadının Beyoğlu’nda Foto Bella’ da çekilmiş bir fotoğrafı, bir de Ziraat Bankası’nın 1938 yılına ait, cildi dağılmış eski püskü bir cep ajandası Eski türkçe bir şeyler yazılıydı ajanda da, her sayfası doluydu. Evirdi çevirdi ajandayı, çöp sepetine attı eski türkçe bilmeyen komiser. O defterin başta Ahmet Fehim Efendi olmak üzere, bir sürü eski ustadan derlenmiş ortayunu kanevaları ve kolpolarıyla dolu olduğunu nerden bilebilirdi? Bilse atmaz mıydı sanki!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İstanbul’a bahar gelmiş, hoşgeldin nezle, biz baharcılarız.
Kendin yarat dertleri, kendin üzül, delikanlı bir felsefe.
bir kıza aşık olacağım, en salak halim gelip yüzüme yerleşecek. yaşamak başka bir heyecan ve boyut kazanacak. kıza şiirler düzeceğim, o bana umut verecek ya da bana öyle gelecek, orası önemli değil.
Birinin ukelâ velisi, müfredat programını uygulamıyor diye şikayet etmiş hocamızı Milli Eğitim bakanlığına. Ankara’dan müfettiş geliyor. Sınıfa sokmuyor müfettişi Alangu:
– Arkadaşlarımla edebiyat görüşüyoruz edebiyatın teftişi olmaz, çok ayıptır!
Mektebi Sultani’yle çelişkilerimiz giderek artıyor. Niye okunmuyor Nazım? Hani okulumuz en ilerici, batıya açılan cumba yok efendim rumba! Niye okunmuyor? Komünist diye mi? Komünizmin öcü değil de bir dünya görüşü olduğunu, derste okutuyorsunuz bize. Olmuyor Mektebi Sultani, senin duvarların bana giderek kalın geliyor.
İyi ki boynumuzu bükmesini ögretmişler bize, yoksa sığar mıyım bu meyhaneye?
Aradan bir sürü altmış saniye geçiyor. Ağzımda pipom heykel oluyorum pencerede.
Heybetim aşkımdan mıdır bilinmez.
Söyle ben saçlarımı kestirsem ne olur? Bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur Turgut Uyar.
Ben iki kişiyim biri sana çok yakın.
İkimiz dört kişiyiz.
Üçümüz içmeliyiz.
Labirent bir delikanlı gönlü bu, içine gömdüklerim var, içinde yitirdiklerim var, beni kandırıp içine girmeden çıkan var
Ders çalışmak nasıl oluyor da bir adam için en önemli olay ya da anafikir haline gelebiliyor?
Manitu çok büyük, çünkü insanı yaratmış ve fakat insan da pek ufak değil yani, durup dururken manituyu yaratmış.
Benim adım okunmuyor. Alfabematik sırasıyla mı çağırıyorlar? Başvuru sırasına göre mi çağırıyorlar? Bir de gelemeyen var, sabahtan beri arasıra onun adı ünleniyor:
-Mösyö Fernand Sansua! Mösyö Fernand Sansua!
Kimse o tip yok, gelmemiş.
( )
Öğleden sonra sürüyor sınav. Giderek azalıyoruz bahçede, benim adım ünlenmiyor. Akşam oldu, yedi kişi kaldık bahçede, hala beni çağırmıyorlar, kendimi kötü hissediyorum. Karnım ağrıyor. Türk olduğum için mi sona bıraktılar beni? Hiç mi şansım yok yani? Aslında yok, Fransa’dayız. Çekip gitsem mi şurdan? Ağlamak istiyorum. Her çıkandan sonra ısrarla o gelmeyen inek ”Fernand Sansua ” nın adı okunuyor. Yok kardeşim, adam gelmemiş, allahallah, beni çağırın artık! Bayılmak üzereyim.
Kanada polisi. İçinde uyuşturucu olup olmadığını irdeliyor, sazı tartıyor, ölçüyorlar, biçiliyorlar. Sonunda karnını yarıp içine bakmaya karar veriyorlar. Şeytan bunun neresinde ?
Bir gün tutuyor Ayşen elimi, ben sanıyorum ki aşkını itiraf edecek.
– Ben Murat’ ı seviyorum!
diyor. Murat kim , bilmiyorum.Çok sinirleniyorum Murat’a. Kim demiş, erkekler ağlamaz diye? Kim konuşmuş hepimiz adına hepimizden önce? Buyrun meyhaneye , ağlamazsam erkek değilim. İyi ki boynumuzu bükmesini öğretmişler bize, yoksa ben sığar mıyım bu meyhaneye? Bir çok yorumcuyum, folu da yumurtayı da kendim yaratırım, bulutlardan yanayım. Beynin dalgın bir anında ağzın azat ettiği sözlerde, ne kinâyeler bulurum , ne cinaslar tüketirim, herşey mecazdır bize.Olmasa da nem, ben kaparım.
Ayşen’i seviyorum.Radyosu hiç susmayan bir yalnız adamım, don gömlek çay yaparım, kahveler yaparım, çamaşır yıkarım ve yığarım bulaşıkları bir kenara. Yarın Allah kerim.Kerim’i seviyorum.Ne Kerim’ i? Kerim kim ? Ayşen’ i seviyorum. Yanı başımda şarap şişem, başımda kuşlar uçar, ağzımda pipom, daha sınava girmeden Mekteb-i Nefise’nin havasına girmişim. Gece yarıları şiirler düzüyorum, gündüzlerin yarısı yok. Sevmek , içmek, çaydanlık, şiir, çamaşır, cezve , Ayşen, artık hepsini birbirine karıştırıyorum.Kerim diye birini tanımıyorum.
Barda okurum gazetemi. Yanımda sakallı bir tip, önce gazetemle ilgilenir, göz göze geliriz, Türkçe bakıştığımızın farkına varırız ikimiz aynı anda.
Sonra bana doğal olarak :
-Türk müsünüz?
der.
-Evet derim, Cumhuriyet gazetesi irdeleyen tip olarak.
-Merhaba Ben Ruşen, bu da Edip siz de Cumhuriyet okuduğunuza göre, doğru dürüst biri olmalısınız.
Elbette fişle priz gibisiniz. Akrep kadınla, Balık yükselen Akrep erkek müthiş bir cinsel uyum demektir.
Paranın bu denli önemli olabileceğini yeni yeni algılıyorum. Parasız mutlu olmak elbette olası, fakat dünya her gün biraz daha satın alınabilirleşiyor.
Komünistler köylerde tiyatro oynuyormuş!
diye yükseliyor sesler. Milli Eğitim müdürlüğünce yasaklanıyor oyunumuz, sanki biz Milli Eğitim’ in tiyatrosuyuz.
– Kimmiş bu komünistler?
diye soruyor babam.
– Sizin oğlan falan
diyorlar. Gülümsüyor babam.
-Oynadıkları köylere komünizm gelmiş mi?
diye soruyor. Herkes gülüyor.
– Bu kış gelecekmiş! Celal Bayar da söyledi ya Cemil ağbi!
diye gevrek gevrek kahkaha atıyor Halk Partili İrfan.
Göğsümün kafesinde bir yerlere sokuyorum Si Bemol’ü , içim deniz mavisi.
Kim taktı saatin yelkovanına bu püfür yelkenleri ?
Bir kız bulup aşık olacağım, en salak halim gelip yüzüme yerleşecek, yaşamak bir başka heyecan ve boyut kazanacak.Kıza şiirler düzeceğim, o bana umut verecek, ya da bana öyle gelecek , orası önemli değil.Bir gün gel! diyeceğim, gelmeyecek, ben saldıracağım içkiye, onurunuza kavak ağaçları!
Ben müziksiz yaşayamam, müziğim sensin. Ne yapacağız?
İdare’den çağırdılar, gelemiyecem, idare edin diye haber gönderdim.
Eskiden buralarda şiş mi yapıyorlarmış, adam mı şişliyorlarmış, niye buranın adı Şişhane?
Film kopmuştur artık. Kaçıncı şişe, kaçıncı bardak bilmezim.Tükenir şarabım.Üşenmem, giyinirim. Niye üşeniim? Ayşen’i seviyorum. İnerim sokağa. İyidir başladığım işi bitirmek. İçince böyle içeceksin. Kasımpaşa iskelesindeki büfe sabaha kadar açık.
Bir kız bulup aşık olacağım, en salak halim gelip yüzüme yerleşecek, yaşamak bir başka heyecan ve boyut kazanacak. Kıza şiirler düzeceğim, o bana umut verecek, ya da bana öyle gelecek, orası önemli değil. Bir gün gel! diyeceğim, gelmeyecek, ben saldıracağım içkiye, onurunuza kavak ağaçları! Selamün-hello Çarşamba’nın baharı.
Tiyatronun büyüsüne kaptırmışım kendimi, aşk ile izliyorum bütün oyunları
Niye okunmuyor Nazım? Hani okulumuz en ilerici, batıya açılan cumba, yok efendim rumba! N’oluyor peki bütün bu sarı – kırmızı edebiyatı? Nazım Hikmet bu okulda dirsek çürütmüş mü? Evet. Türkiye’nin en büyük şairi mi? Efendim? Peki niye okunmuyor? Komünist diye mi? Komünizmin öcü değil de bir dünya görüşü olduğunu, derste okutuyorsunuz bize
İnsan okula gitmeyince, kimse gitmesin, istiyor. Bir gün hiç kimse gitmese, ne öğretmenin anlamı kalacak, ne karatahtanın. Bir şeyi herkes birlikte yapabilince birden anlamı değişiyor.
Bak Ferhan’a makinalı tüfek gibi yazıyor çocuk
-Ben kıza mektup yazıyorum oğlum. Benim sevgilim var. Engin’in öyle bir durumu yok!
Diyorum gülerek. Hayvan Engin sinirlenip :
-Hassiktirin Ulan!
-Kadıköy’de Kefere Doğan’ın tanıdığı bir doktor varmış, parayla rapor veriyormuş.
-Vay adi vay! Hep beraber gidelim o zaman o doktora .
-Bence ayrı ayrı gidelim, topluca gidersek hafif dikkat çekeriz!
-Topluca gidersek indirim alabiliriz, doktoru kandırmaya gerek yok, herif Hipokrat yemini ederken bir ayağını havaya kaldırmış! Raporu, imzasını, şahsiyetini parayla satıyor!
-Puştun biri yani!
-Evet ağbicim, fakat Allahtan böyle Puştun birileri var!
Biz mi liseyi tüketeceğiz lise mi bizi tüketecek, bu konuda aşırı kararsızız.
İstanbul’a bahar gelmiş,hoşgeldin nezle, biz baharcılarız.
Labirent bir delikanlı gönlü bu içine gömdüklerim var, içinde yitirdiklerim var, beni kandırıp içine girmeden çıkan var İçimde yoğun bir trafik yaşanıyor, içim içim denetleyemez bir durum. Elektromangal bir delikanlı gönlü işte
Sen! Sen! Sen! Sizler yazar olacaksınız, bu işin peşini bırakmayın Çok okuyun! Günlük tutun mollalar!
Diyor Tahir Alangu’nun parmakla gösterdiğinde, utanarak önüne bakan, yüzü kızaran bu küçük çocuklar, Nedim Gürsel, Selim İleri, Mahir Şaul, Engin Ardıç, İzzet Yasar, Ferhan Şensoy
Hem de bütünlemesiz falan, haşırt diye bitirmişim ortaokulu.
Mihrimah Sultan Camii’nden Türkçe ezan başladı:
-Tanrı uludur! Tanrı uludur!
Saime hanım gülmesini tuttu:
-Allah günah yazmasın ama, bir türlü alışamadım şu Türkçe ezana gülesim geliyor.
Fransız cumhurbaşkanının boyu iki metreyi mütecaviz, bizim müdür ise boy olarak bir metrenin ırzına geçmek istiyor , fakat ortada öyle gözle görülen bir tecavüz yok. Sahnede yanyana 1/2 kesirli konumda duruyorlar.
herif Hipokrat yemini ederken bir ayağını havaya kaldırmış!
Makbul adamsın Gül Baba , hoşlaştım senden. Bu ıssız ormanda vaktün neye göre ayarlarsın? Namazun neye göre kılarsın?
– Gökyüzüne bakarum, anlarum ben zamanı Kasvet bulut günlerde bellü olmaz vakit, öyle günlerde namaz kılmam , saz çalarım.
– Bir cami istemez mü yani bu yerlere?
– İsterdi amma, camiden önce başka şeyler gereklü.
– Bre camiden önde gelen ne ola ?
diye kaldırdı kaşını meraklı soruların sahibi adam.
– Cami insana Allah’ı öğretmez, insanı bilen bilür Allah’ı, bunu öğretmek gerek insanoğluna.
Geceleri düşüncelerimi salıyorum mavi ışıklı yatakhanenin penceresinden Beyoğlu’na. Gece neonlar altında çırılçıplak, pırıl pırıl dolaşıyorlar.Vitrinde kendilerini seyredip uzun uzun , utanıyorlar, kanat çırpıp geri dönüyorlar yatakhaneye. Kocaman bir deniz Beyoğlu, düşüncelerim geceleri orada gizlice yüzüp yüzüp ıpıslak geri dönüyorlar yatağıma.
Fuhuş, zina kavramlar çok gelişmemiş onlarda, bunu bir bedensel kavuşma olarak görüyorlar ve bedenleri isteyince kavuşuyorlar. Zaman ya da yer ve koşullar çok önemli bir engel oluşturmuyor onların bu organcıl buluşmalarına..
Yirmialtibuçuk ekim. Konak sinemasi. Ellerin. Yürümek. Yagmur damlalarinin sesi. Çay bahcesi. Agacimiz. Duvarimiz. Yagmur. Dudaklarin. Ve sabah olusurken ortaya çikan acayip güzelligin.

Altınuçuk ekim. Bir buçuk gece bekçisi. Bütün saatlerin altıya on oluşu

Bir ırmak kıyısında doğdum ben
Bir ırmak romandır bu
Hem el yazması
Elle tutulan
Elde var birinci cilt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir