İçeriğe geç

Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı Kitap Alıntıları – Salih Suruç

Salih Suruç kitaplarından Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı kitap alıntıları sizlerle…

Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı Kitap Alıntıları

-Muhammed’in dinini terk eder ve atalarının dinine döner

sen seni öldürmeyiz, dediler.

Hubeyb:

– Vallahi hayır! Dinimden asla dönmem. Hatta dünyayı için dekilerle beraber bana verseniz de dönmem, diye haykırdı.

Bu kez küstahça:

– Doğru söyle, dediler. Şimdi senin yerinde Muhammed olsa ve sana bedel O öldürülse memnun olurdun, değil mi? Hubeyb, önce yüzlerine olanca öfkesiyle baktı bir süre. Sonra

tok sesiyle: -Allah’a yemin ederek söylüyorum ki; evimden, ailemden ve

hayatımdan olmayı seve seve göze alırım. Ama Peygamberimin

ayağına bir diken batmasına asla razı olmam, diye haykırdı.

Ya Efendimizin (sav) torununu sevmesi? Onu öylesine severdi ki, her gördüğünde öper, koklar ve omzuna alır gezdirirdi. Sonra da Allahım! Ben onu seviyorum! Sen de sev! Onu seveni de sev! diye dua ederdi. Onun çocuklarına ve torunlarına karşı sevgisi aslında, peygamberlik vazifesinden gelen şefkati idi. Şefkat sev giden yücedir. der hakikat ehli. Sevgi eskir, yok olabilir, ama şefkat asla. Sevdiğini unutanı çok görürsünüz de, evladına karşı şefkatini yitiren anne babayı pek göremezsiniz.
Her şey, Yüce Allah’ın emri ile hareket eder elbet. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir.
O, Ben’den isteyin ki size vereyim der bize.
Yeter ki biz, istemesini bilelim.
Resûl-i Ekrem’in elinde bir kılıç vardı. Üzerinde, Korkaklıkta ar, ilerlemekte şeref ve itibar var! İnsan korkaklıkla kaderden kurtulamaz! meâlindeki beyit yazılı idi..
İman, irfan ve basîretten mahrum bu zavallılar, bir harfin, bir kelimenin, bir kitabın müellifsiz vücud bulmayacağını biliyorlardı da, içinde bin bir türlü esrar ve hikmeti muhafaza eden Kâinat Kitabını sahipsiz ve manasız kabul edecek kadar düşünceden mahrum bir perişanlık içinde kıvranıp duruyorlardı.
Bu sırada Resûl-i Ekrem Efendimiz, gördüğü bir rüyayı ashabına anlattı: Ben kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm. Kılıcım Zülfikâr’ın ağzında ise, bir gediğin açıldığını gördüm. Boğazlanmış bir sığır, arkasından da bir koç gördüm.
Ashab-ı kiram, Bunu ne şekilde tâbir ediyorsun ya Resûlallah! diye sor dular.
Hz. Resúsullah’ın cevabı şu oldu: Sağlam zırh giymek Medine’ye, Medine’de kalmaya işarettir. Kılıcımın ağzında bir gediğin açılmasını görmüş olmam, bir zarara uğramayacağıma işarettir. Boğazlanmış sığır, ashabımdan bir kısmının şehit edileceğine işarettir.
Onun arkasından bir koçun getirilmesine gelince O, askeri bir birliğe işarettir
ki inşallah Allah onları öldürecektir!
Bir başka rivayete göre, Peygamber Efendimiz rüyasını, Rüyamda kılıcı yere çarptım, ağzı kırıldı. Bu, Uhud günü mü’minlerden bazılarının şehit düşeceklerine işarettir. Kılıcı tekrar yere çarptım; eski, düzgün haline döndü. Bu da, Allah’tan bir fetih geleceğine, mü’minlerin toplanacağına işarettir*** şeklinde anlatıp yorumlamıştır. Peygamber Efendimizin bir Cuma gecesi gördüğü bu rüya, ashapla harp hususunda yapacakları istişareye de tesir edecektir.
Hicret’in 3. yılında Resûl-i Ekrem Efendimizi sevindiren bir hadise daha vuku buldu: Torunu Hz. Hasan dünyaya geldi. Hz. Hasan, Peygamberimize torunları arasında en çok benzeyeni idi. Bu sebeple, annesi Hz. Fatima onu se verken, Resûlullah’a benzeyen yavrum! derdi.

Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, torunları Hz. Hasan ile Hüseyin’i son derece severdi. Onları zaman zaman omuzlarına alıp taşır ve Onlar benim dünya da öpüp kokladığım iki reyhanımdır (güzel kokan bir çiçek, fesleğen) bu yurdu. Yine Hz. Hasan’ı zaman zaman omuzuna alıp gezdirir ve Allahım! Ben
onu seviyorum; Sen de sev; onu seveni de sev! derdi..

Bir gün, Hz. Âişe’ye, İnsanların, Resûlullah’a en sevgili olanı kimdi? diye
soruldu. Hz. Âişe, Fâtima idi dedi. Erkeklerden kimdi? diye sorulunca da, Fâtima’nın kocası cevabını verdi.
İslam beş şey üzerine kuruldu: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun Resûlü olduğuna şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek, Ramazan orucunu tutmak.
Hülasa olarak denebilir ki: Peygamber Efendimiz, münafıklar zümresine karşı takip ettiği müsamaha ve ihtiyat esasına dayanan siyasetinin meyvelerini aldı. Bu tarz davranışı sayesinde, onların İslam cemaatinden koparak müşriklerin safına iltihaklarına mani oldu. Müslümanların birliğini korudu. Onların da teşkilatlanarak, Müslümanlara karşı başkaldırmalarını önledi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Bedir Harbi’nden muzaffer olarak Medine’ye do nünce, İslam dini fazlasıyla kuvvet buldu. Düşmanların gözü ise yıldı. Bunun üzerine Medine’deki bir kısım Yahudi, Tevrat’ta sıfatlarını bulduğumuz zât budur! Artık bundan sonra, ona karşı durulmaz! Hep o galip gelir! diyerek iman ettiler. Bazıları ise zâhiren Müslüman oldu. Böylece, Yahudilerden de münafıklar türedi. Yahudi münafıklarının çoğu, Yahudi âlimlerindendi. Şeytani bir zekaya sahiptiler. Diğerlerine nisbetle de daha dessas ve hilekâr idiler. Bunlar, İslam’ı küçük düşürmek, Müslümanların morallerini bozmak, müşriklerin ihtida etmelerine mani olmak için gayret gösteriyorlardı. Peygamber Efendimizi meşgul etmek, akıllarınca müşkil duruma düşürmek, sıkıntıya sokmak maksadıyla birçok karışık ve dolaşık soru sorarlardı.
Kâinatın zerreleri sayısınca salât ve selam Sana, Sevgili Efendimiz(sav)!
(İnsanlar!) ‘ La ilahe illallah ‘ deyin, kurtulun!
Peygamber Efendimiz, ganimet malları arasından, Ebû Cehil’in devesini kumandanlık hakkı olarak aldı. Süvarilere ikişer hisse, piyadelere birer hisse verdi. İzinli olup veya vazifeli bulunup Medine’de kalan sekiz kişi ile Bedir’de şehit düşenlere de hisse ayrıldı.

Münebbih b. Haccac’ın kılıcı Zülfikâr da Peygamber Efendimizin hissesine düştü. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Zülfikâr’ı bilâhare Hz. Ali’ye hediye etmiştir.

Rivayet edilmiştir ki o esnada, benzeri görülmedik, gayet şiddetli bir rüzgâr aktı. Göz gözü görmez oldu. Sonra geçip gitti. Arkasından ikinci bir rüzgâr daha çıktı ve o da geçip gitti.

Bu, Cebrail (a.s.) emrindeki üç bin meleğin gelip Resûl-i Kibriya Efendimi zin yanında, sağında ve solunda yer alışının tezahürü idi.
Melekler, başlarına beyaz sarıklar sarmışlar, sarıkların uçlarını ise arkalana salıvermişlerdi. Yalnız, Hz. Cebrail’in (a.s.) sarığı sarı idi. Meleklerin hepsi
alaca renkte atlara binmişlerdi.

Bir müddet sonra Resûl-i Kibriya Efendimiz, Müjde ey Ebû Bekir! Sana Allah’ın yardımı geldi. İşte, şu, Cebrail’dir. Kum tepeleri üzerinde atının dizginini tutmuş, silahlanmış, emir bekliyor! diye buyurdu.
Kur’an-ı Azîmüşşan, bu vak’ayı da şöyle hatırlatır: Siz, (sayı, silah ve binekçe düşmandan çok) az ve zayıf iken, Allah, size Bedir de kat’i bir zafer verdi. Allah’tan sakının; ta ki şükretmiş olasınız! O vakit sen, mü’minlere, ‘İndirilen üç bin melekle Rabbinizin size imdat etmesi yetişmez mi?’ diyordun. (Âl-i İmrân, 123-124.)
Nitekim hafız olan Ümmü Varaka, Hz. Ömer devrinde biri erkek, diğeri kadın iki uşağı tarafından geceleyin üzerine kadife örtü basılarak şehit edildi. Katiller, yakalanarak, asılmak suretiyle cezalandırıldılar. Medine’de, asılmak suretiyle cezalandırmanın ilkini bu hadise teşkil eder.***
Efendimiz), bu gerçeği hissetmiş, hatta Yüce Allahin göstermesiyle de görmüştü. Hatice’yi sevmesinde bu gerçe ğin önemli rolü olduğu şüphesizdi. Ona göre, yeryüzüne gel miş en hayırlı dört kadından biriydi o. Diğer üçü ise; Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem, kızı Fatima(ra) ve Firavun’un Hz. Musa’ya iman eden eşi Hz. Asiye
Ey dağ! eğer bendeki üzüntü sende olsaydı muhakkak yıkılmış, gitmiştin. Fakat biz Allah’ın bize emrettiğini söyleriz: innâ lillah ve innâ ileyhi râciun
Allahım! Beni bağışla!
Allahım! Beni bağışla!
Her kim Kevser Havuzu kenarında (benimle) buluşmak isterse, elini ve dilini gereksiz şeylerden uzak tutsun.

-Hz Muhammed SAV

Cuma günü, bana salavatı çok okuyun, çünkü o gün okunan salavatlar meşhuddur; melekler ona şahitlik ederler.
Bana salavat okuyan, daha okumasını tamamlamadan salavatı bana ulaştırılır.
Adı üstünde ölümlü dünya ydı ve insan orada konuktu.
Kabrin arkası için çalışınız, hakiki saadet ve lezzet ondadır
Sübhaneke Rabbena ve bihamdike! Allahümmeğfirlî
(Allahım! Seni tenzih eder ve Sana hamd ederim. Allahım! Beni bağışla!)
Efendimizin(), İslam’a gizliden gizliye çağrısı üç yıl sür müştü. Bu dönemde, birçok kimse Müslüman olmuştu. Artık peygamberliğini açıktan açığa halka ilan etme zamanı gelmişti. Uzun süre evinden dışarı çıkmamıştı. Görevinin, ne denli zor olduğunu biliyordu. Nereden başlayacak, nasıl anlatacaktı? Bu kaba, bu sert topluma, ruhlarına, yüreklerine bir sürü çirkin ve kötü adetleri adeta kazıyan bu insanlara mesajını nasıl ulaştıra caku? Kendini beğenmiş, kibir ve gurur yarışına tutuşmuş, para pul ve şehvet arzusuyla delirmiş, ama elleriyle yaptıkları taştan, tahtadan putlar önünde ezilip büzülen ve küçülen bu sözde büyüklere sözlerini nasıl iletecekti? Zordu. Sert kayalar üze rine tohum serpip oradan filizlenmesini beklemek kadar zordu. Makam sahipleri, zenginler, şehrin ileri gelenleri, tıpkı sert birer kaya gibi karşısında duruyorlardı.
Gönül üzülür, göz yaş döker.
Allah’a hamd etmek düşer bize!
Allah’tan başka ilah yoktur
Kazançların kötüsü, faiz kazancıdır.
sözlerin en doğrusu, Allah’ın Kitabı’dır.
Zira kalbi başka, dili başka olanlar da vardı
Ey Ömer! Dünya nimetleriyle beraber onların, ahiret de tüm saadetleriyle bizim olsun istemez misin?
Sıkıntıdan patlayacak gibiydi.
Allahım! Bizi bu ağır imtihandan kurtar!
Rahman’ın takdir ettiği her şey, elbette olacaktır.
Söz bitti. Söz sırası Kur’an’ da.
Üzülmüştü, hatta canı sıkılmıştı.
Biz, Allah Resûlü’nden razıyız! Anamız babamız, her şeyimiz Ona feda olsun!
maddi yönden oldukça fakir, ama iman cihetinden zengindi.
Çömert, Allah’a, cennete ve insanlara yakın, cehenneme uzaktır.
Cimri ise, Allah’a, cennete ve insanlara uzak, cehenneme yakındır.

‘Tirmizi’

Allah, seni hayırla mükâfatlandırsın!
Allahım! Bize, yardımını gönder!
her adımını Allah için attı
Eşhedü Enla İlahe İllallah ve Eşhedü Enne Muhammeden Abduhu ve Resuluhu
yüreğini sevgisiyle okşadı.
Kaderin ona parlak bir gelecek hazırladığından habersiz, mutsuz ve ümitsizdi.
Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan af dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.
Muhakkak ki Allah, her şeyi eksiksiz bilir
Yüce Allah’a(cc) şükür ve hamd ediyordu.
Birden hayaliyle geçmişe döndü
Körlüğün kötüsü, kalp körlüğüdür.
La ilâhe İllallah
Belli ki mutsuzdu.
Ey Allah’ın Resûlü ! Hayvanlara yaptığımız iyilikten dolayı bize ücret de mi var? sorusuna, anlamlı ve dikkat çekici şu cevabı vermişti: Evet, her bir yaş ciğer sahibine yapilan iyilik için ücret vardir.
Eşiydi, sırdaşıydı ve onu çok seviyordu.
Yüce Allah (cc), kalplerin içinden geçeni bilendi.
İnsanoğluna kötülüğü emretmekten son nefesine kadar vazgeçmeyen nefis
Allah’ı devamlı an! Çünkü Allah’ı anmak, umduğuna ermende sana yardımcı olur
Gönlü hep hüzün
Kaderi ancak dua değiştirir.
Allah’tan başka İlâh ve ibadet edilecek yoktur! Bir olan O’dur.
Allah’a inanıp dinini doğrulayan kurtulmuştur, bundan başkası ise helak olmuştur.
Bir dirhem ihlaslı amel, bin batman ihlassız amelden hayırlıdır.
Allahım!
Geleceğin endişesinden, geçmişin tasasından,güçsüzlükten, gevşeklikten, pintilikten, korkaklıktan, bel büken borçtan, zalimlerin ve haksızlık edenlerin (bize) musallat olmasından Sana sığınırım!

(Tirmizi, Sünen)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir