İçeriğe geç

Kahveler Kitabı Kitap Alıntıları – Salâh Birsel

Salâh Birsel kitaplarından Kahveler Kitabı kitap alıntıları sizlerle…

Kahveler Kitabı Kitap Alıntıları

Dinamo’nun burada tek tesellisi şair doğup, şair ölebileceğidir. Doğrusunu ararsanız, o parasız olduğuna pek üzülmez. Çünkü İkbal Kahvesi için yazdığı şiir şöyle biter:
Tok şairin zekası vardır.
Aç şairin dehası.
Orhan Kemal ve arkadaşlarının içtikleri ilk çayların adı sabahiyye dir.
Yahya Kemal de büyük boy bir kahve kuşudur. O, Madrit’e elçi olarak gittiği vakit de ilk, kahveleri dolaşır. Ne var, Madrit kahvelerindeki yaygara hiç de içini açmaz:
Madrit’te kahvehaneyi gördüm ki havradır, Bir yerdeyiz ki söz dediğin şey palavradır!
– Bu ne yanık geçmiş özlemi!
Çay içen limon istedi mi Hacı kendisine hakaret edilmiş sayar.
Florinalı Nazım’ın Ahmet Rasim için yazdığı ağıtı da bir kağıda gerip cebimize yerleştirmeliyiz:
Ey çok sevimli, ince İstanbul ‘un çocuğu! Yaşamaktan bezince Gökte aldın soluğu
Gözlerden uçsan da sen, Gönüllerde yerin var. Gül dudaklarda gezen, Yanık bestelerin var.
Pierre Loti İstanbul’ a son gelişinde bir gün Beykoz Çayırı’nda yağmura tutulunca bu kahveye sığınmıştır. O gün oradakiler Loti ‘yi tanımış, kendisine yakınlık göstermiştir. Loti: Dünyada şükran duygusunu bu kadar derinden duyan hangi ulus vardır? sözünü de o gün söylemiştir.
Kuşların insanlara güven duyması, yuvalarını onların burunları dibinde yapması Gautier’yi çok duygulandırmıştır. Gautier,
Türklerin, Avrupalılar gibi gürültülü ve yüksek sesle konuşmamalarını da onların hayvanları tedirgin etmek istemeyişlerine verir. İnsanlara karşı çokluk hunharca davranan Doğu’lular hayvanlara karşı çok yumuşaktırlar, onlara kendilerini sevdirirler der.
Bu sürekli sessizlik içinde, etrafınızda her zaman sanki göze görünmekten kaçınan bir kalabalık seziliyor. Ortalıkta, efendisinden saklı kalmak isteyen bir uşağın durumu var. Sanki Türkler dünyaya ve bu şehre sadece alışveriş etmek, sonra da ölmek için gelmişler gibi bir hal göze çarpıyor. En çok karşılaştığınız şey alışveriş yapılan pazarlar ve her mahallede bol bol bulunan mezarlıktır
Eyüp tepelerinden görünen İstanbul manzarasına doyum olmaz. Güneş altında pırıldayan cami kubbelerinin altın alemleri ve gökyüzüne boy atmış beyaz minareleriyle ulu şehir Lord Byron’un dediği gibi, bu güzel memleket için Tanrı’nın neler yarattığını görmek ne hoş.
Ama yazarken bilsen ne terler döküyorum.
Ama okurken bilsen ter kokusu hiç mi hiç duyulmuyor.
Kahveler günün 24 saati soluk alır, soluk verir.
Çünkü onlar da canlı varlıklar gibi, doğar, büyür, sevdalanır, mutlu-mutsuz günler geçirir ve ölürler.
Ama yazarken bilsen ne terler döküyorum.
Ama okurken bilsen ter kokusu hiç mi hiç duyulmuyor.
Neşe ile üzünç arasındaki yol çok kısadır.
Gönül ne kahve ister, ne kahvehane
Gönül ahbap ister, kahve bahane.
Orhan Kemal o günleri de şöyle anlatır:
Arada Sait Faik düşerdi. Akları kanlı gözleriyle ürkek, çoğu zaman hırçın, bol küfürlü konuşmaları, çevreden saklamak istercesine kısık kahkahasıyla, ama yine de rahat Evet Sait Faik Meseret’ te belki de çok yerden rahat bulurdu kendini. Nicelerine nice küfürler sallamıştı. Ama en çok da Yaşar Kemal’ e tutulurdu: ‘Nerden getirdin bunu ulan?’ Çünkü Yaşar takılırdı ona. Patavatsızlık ederdi. Oysa Yaşar o zamanlar şimdiki Yaşar Kemal değildi. Kara-kuru, ince, uzun. Şimdiye benzeyen tek yanı, o her zamanki coşkunluğu.
Ya bu kadın delidir, yahut da ben çıldırmışım,
Ben ki birçok kereler kırılmışım, kırmışım
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı;
Birden onun yüzüne haykırmak ihtiyacı
Alev alev tutuştu yangın gibi,
Bir dakika kendimin olamadım sahibi
Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım dedim,
Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim.
Nazım, insanı gök gürültüsü gibi sarsar.
-Bir balıkçı düğümü atmanın öyle önemli bir şey olmadığını sananlara acırım. Hayat insanı, yazıcılıktan balıkçılığa, balıkçılıktan yazıcılığa getirip götürdüğü zaman bu, daha iyi anlaşılır. Çayına oynanmış bir tavla partisinden bir sağlığın kazanılabileceğini söylersem bana siz de, doktorlar da inanmayacaksınız. Doktorlar inanmasa bile, siz inanın yeter.
‘ ‘ Tok şairin zekâsı vardır.
Aç şairin dehâsı. ‘ ‘ *
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
‘ ‘ O gözlerin soylu, zeki, kimi zaman utangaç ve
hâlbilir bakışlarını hiç mi hiç unutamam. ‘ ‘
‘ ‘ şikeste-reng-i sefâlet (yoksulluğun yenik yüzü) ‘ ‘
‘ ‘ ( )Kimileri onlara frenksever anlamına gelen efrençperest adını takıyor, kimileri de Yeni Edebiyatıcedideciler diye onları sarakaya alıyordur. Nedir, en yaygın ad Ahmet Mithat Efendi ‘nin yakıştırması dekadan sözüdür. ‘ ‘
‘ ‘ Çaycı dükkânında çay bulunur, su bulunmaz. ‘ ‘
‘ ‘ Bir balıkçı düğümü atmanın öyle önemli bir şey olmadığını sananlara acırım. Hayat, insanı yazıcılıktan balıkçılığa; balıkçılıktan yazıcılığa getirip götürdüğü zaman bu daha iyi anlaşılır ‘ ‘ *
‘ ‘ Sait, bir balıkçı oltasının düğümlerini atmayı insana hiçbir okulun öğretemeyeceğini ama bir balıkçı kahvesinde, nasırlı bir balıkçı elinin iki dakikada bunun üstesinden geleceğini de belirtir( ) ‘ ‘ *
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
‘ ‘ Anadolu köyünün gerçek tapınağı kahvedir. Kahveci, tapınağın teşrifatçısı; kahve, er meydanıdır. Mahsullerin gidişi kahvede konuşulur. Kız kaçırma haberi kahveye gelir. Filanın vurulduğu kahvede duyulur. Vergi memuru kahveyi ziyaret eder. Tefeci kahvede işini uydurur. Muhtar kahvededir. Tarihte tekkelerin biricik ciddi rakibi kahveler olmuştur. 1940 Savaşı, Türk köylüsü tarafından kahvenin
hoparlörlerinden dinlendi. Haber saati yaklaşınca çömelip dünyada olup bitenleri dinledikten sonra köylü tarlaya gider. Kahve harman zamanı, ekin zamanı boşalır. Kahveci çokluk hem berber hem şairdir. Lafın kısası kahve köyün stratejik merkezi.
Divan edebiyatı – Halk edebiyatı savaşında kahve halk sanatının saraya karşı kalesi olmuştur. Tanzimat’tan beri Âşık tarzı (saz şiiri) kahvede dinlenirdi. ‘ ‘
XIX. yüzyılda, İstanbul’da, kahve yirmi paraya içilir. Kırk para verenler çokça bir saygı görür. Ama bu saygı kimseden esirgenmez. Denilebilir ki, Türkler kadar insansever, Türkler kadar demokrat ruhlu insan azdır şu yeryüzünde. Theophile Gautier yırtık pırtık giysili serserilerin kahvede şıkırdım giyinişli kişilerin yanına gelip peykelere kurulduğunu görünce çok şaşırmıştır. Hele kendi altın işlemeli kollarını yanındakinin yağlı kolundan kaçırmayan insanların tutumu onu iyiden iyiye büyülemiştir. Gautier, Türklerin yabancılara gösterdiği saygı üzerinde de durur. Ona göre, Paris’teki cakası bol kahvelerden birine gidecek olan bir Türk orada alaylı taşlamalar, kaba davranışlarla karşılanır. Oysa Türk kahvelerinde yabancılara terbiye dışı hiçbir davranışta bulunulmaz.
Neyzen;
Dünkü fırsatları kaçırdığına diz dövenlere, bugünün tasasına perişan olanlara, yarının telaşına düşenlere şaşmaya bile gerek duymuş kullardan değilim. Neden derseniz, boşunadır da ondan. Neden boşunadır derseniz, şimdiye değin kim alınyazısını değiştirebilmiş. Zaman, ahval, dışımızı kaplayan nesneler kimseye boyun eğmiş değildir. Dünyayı ele geçiren adamlar bile tarihin ağzına sakız olmuşlar, oradan oraya saldırırken ense köklerinden doğru bir şaplak yemişler, dünyaya gelmemişse dönmüşler Komşunun tavuğu keçi doğurmuş diye yemeden içmeden kesilenlere , hayıflananlara acırım. Herkes ancak elinden geleni yapar da ondan..
Çünkü yıllar, inanmayacaksınız, günlerden de çabuk geçiyor
Nedir, eskiden Loti’nin buradan gordüğü manzarayı görmek olanğı yoktur. 23 mart 1974 günü Halit Eskişar ve Sabahattin Batur eşliginde buraya durum saptaması için son bir kez gelen Salah Birsel eciş bücüş bina ve fabrikalarla dolmaya başlayan Haliç’in 1948 yılındaki manzarayı bile arattığını içi tıp ederek görmüştür. Oysa, bu manzara XIX. yüzyılda yalnız Loti’yi değil, bütün yabancıları büyülemiştir.
Son yüzyılın Eyüp kahveleri arasında Eyüp iskele Gazinosu
önde gelir. Gündüz kahve, gece gazino olan bu yerde ramazan
geceleri karagöz de oynatılır.
Kimi kahvelerde de bu gibi konuşmalarla vakit oldürülmez
kitap okunur. Çokluk da müşterilerden biri okur, ötekiler dinler.
Kahveci kitap okuyan müşteriden de kahve parası almaz.
Ressam Hoca Ali Rıza’nın 25 temmuz 1909’da yaptığı bir resimden, zorunluk halinde su sürahisinin de nargile gövdesi olarak kullanıldığı çıkarılmıştır.
Kuru mizaç sahiplerine, hele sevdavi mizaca çokluk elverişli
değildir, belki de aykırıdır. Çok içilmesi uykusuzluğa ve sevdavi kuruntulara yol açar. İçilecek olursa sarhoş iken içilmeli.
Ama mizacı rutubetli olanlara, hele kadınlara çok uygundur.
Sana ey canımın canı efendim
Kırıldım, küstüm, incindim, gücendim.
Bir taş attım dereye
Kız geldi pencereye
Kız Allah’ı seversen
Al beni içeriye.
Güzelim dersen, senin gibi heriflerin yüzüne ancak sadaka olarak bakarlar.
Gördünüz mü benim
Cılı bılı cılı bılı cılı bılı cılı bılı
Cılı bıldırcını mı?
Uçtu elimden
İnsan ‘alâka’dan usanmaz imiş.
Gönül alemi bu, neler olmaz neler olmaz!
Sana ey canımın canı efendim
Kırıldım, küstüm, incindim, gücendim.
Kışın kimse, keçileri kaçırmadığı için, yağmur altında, sokakların çamuru içinde fink atmaya yanaşmaz.
Gözlerden uçsan da sen,
Gönüllerde yerin var.
Gül dudaklarda gezen,
Yanık bestelerin var.
Ey çok sevimli, ince
İstanbul’un çocuğu!
Yaşamaktan bezince
Gökte aldın soluğu
Yıllar, inanmayacaksınız, günlerden de çabuk geçiyor.
Kalabalıkta söverler, üzerine vardın mı kaçarlar.
Hanım etme bu nazı. Gel bize bazı bazı.
Pire itte, bit yiğitte.
Sanki Türkler dünyaya ve bu şehre sadece alışveriş etmek, sonra da ölmek için gelmişler.
Kalenderdir. Gönül insanıdır.
.. bu güzel memleket için Tanrı’nın neler yarattığını
görmek ne hoş.
Denilebilir ki, Türkler kadar insansever, Türkler
kadar demokrat ruhlu insan azdır şu yeryüzünde.
Bana kalırsa, sonbahar ramazanı hoştur. Havalar orta. Günler kısa. Sebze ve meyve bol.
Kuru mizaç sahiplerine, hele sevdavi mizaca çokluk elverişli değildir, belki de aykırıdır.
Çok içilmesi uykusuzluğa ve sevdavi kuruntulara yol açar.
Kahveyi uzun sure sadece Araplar kullanmışlardı. Onun Suriye, Mısır, İran ve Hindistan’a yayılması bir yüzyıl sonradır.
Kahvenin ( ) üstelik şehveti kesmesi de Yemen halkının, şeyhlerin ve sufilerin arasında kısa zamanda yaygınlaşmasına yol açmış.
Çelebi, kahve ağacının kiraz ağacına da benzetir ve kahvenin Yemen dağında yaşayan dervişlerce bulunduğunu anlatır. Dervişler bir ağacın üzerinde bir yemiş bulmuşlar kalb ve bün dedikleri taneleri dövüp yemişler ve bundan çok hoşlanmışlar.
Kimileri ise yemişi kavurup suyunu içmiş.
Ne zor iş bu böyle. Sizin aklınızdan zorunuz var galiba. Gidin kendinizi bir akıl doktoruna gösterin.
Kurtuluş Savaşı yıllarında ozanlar ve aydınlar yine Nuruosmaniye ile Sultanahmet kahvelerinde toplaşırlar.
Sultanahmet’te tam köşedeki kahveyi canlandıran, orayı edebiyatçıların uğrağı haline getiren Hasan Ali Yücel olmuştur. Yücel buraya Akademi adını verir. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, ressam Zeki Faik İzer, ressam Elif Naci, Ahmet Kutsi Tecer, Yunus Kânim Köni buraya sık sık gelirler.
1919 yıllarında Halit Fahri, Faruk Nafiz, Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Salih Zeki Aktay, Ömer Seyfettin, Nazım Hikmet, Reşat Nuri hep Kadıköy dolaylarında otururlar. Bunlardan çoğu da akşamları Yoğurtçu Çayırı’nın yukarısında Şifa ya da Bakla Tarlası denilen yerde, Kızıltoprak kıyılarıyla Kalamış Koyu’na bakan bir kır kahvesinde buluşurlar.
İki çingene cellat geldi yanıma,
Anladım kastı var şirin canıma,
Dedim ki: Girmeyin boşa kanıma!
Dediler: Böyleymiş Hakkın kararı.

Ol dem öleceğime ben de inandım,
Kolum bağlı ulu Hakka dayandım.
Meğer rüya imiş, kalktım uyandım.
Cümlenizi ıslah eyleye bari.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir