İçeriğe geç

Kahve Molası Kitap Alıntıları – İskender Pala

İskender Pala kitaplarından Kahve Molası kitap alıntıları sizlerle…

Kahve Molası Kitap Alıntıları

Zaten kültür kılıca hep galip gelmiştir. Milletleri yıkan, savaşta değil kültürdeki mağlubiyettir.
Halkın emvâlin alıp sonra teselli vermek
Füls-i mâhîyi soyup yağda pişirmek gibidir
Gûsfendânın edip kat’ tarîk-ı nefesin
Ayağından üfürüp sonra şişirmek gibidir
Nabî (ö.1712)

Halkın malını elinden alıp sonra da ona teselli vermek, balığın pullarını soyup yağda kızartmak gibidir. Yahut da bu koyunun önce soluk borusunu kesip sonra ayağından üfürerek şişirmeye benzer.

Değildir hâl-i âlem ber-karar hiç gam yeme ey dil
Bu bâzâra gelen geçen sûd eder gahî ziyân eyler
Haşimî

A gönül! Hiç üzülme; dünya oldum olası hep kararsızlık üzeredir. Onun için bu pazara gelenler bazen kâr ederler bazen ziyan.

İnsan kendi karanlığında boğulurken başkalarına nasıl ışık dağıtır? ”
Neşv ü nemâ bulamaz düşmeyicek hâke nebât
Mütevazı olanı rahmet-i Rahmân büyütür
Laedrî

Tohum, büyüyüp gelişmek için önce toprağa düşmek zorunda. Öyle ya, her mütevazı olanı Allah’ın rahmeti büyütür.

Bin yıl yaşasak yine cihân bu
Gerdiş bu, zemin bu, asuman bu..

( Gerdiş: Feleğin dönüşü )

Hayat, hiç şüphe yok ki bir komedyadır; fakat içinde çoğumuz ağlarız.
Hayat budur sevgilim, geçenler unutulur,
Şeriatta şu senindir, bu benim
Tarikatta hem senindir, hem benim
Hakikatte ne senindir, ne benim
Adı meçhul kalmış bir şair, zamanındaki yöneticilerin anlayışsızlıkları hakkında şöyle buyurmuş:
Îma ile mümkün mü olur maksadı ifhâm
Bilmez misin ol tâife tasrîhi güç anlar

Maksadı ima yoluyla anlatmak ne mümkün! Sen de bilirsin ki bu adamlar detaylı bir açıklamayı bile güç anlarlar.

Okuma disiplini olmayan bir coğrafyada yaşıyoruz ve insanımız öğrenmek yerine eğlenmeyi tercih ediyor nedense. Belki öğrenmeyi eğlenceli biçime getirerek bu süreci tersine çevirebilir ve kendi kültürüne yabancı veya düşman nesiller yerine dünya insanı olmayı hedeflemiş gerçek aydınların sayısını çoğaltabiliriz. Bunun için en önemli şartlardan birisinin toplumda sağlam bir tarih bilinci uyandırmak olduğunu bilelim yeter.
İnsan kendi karanlığında boğulurken başkalarına nasıl ışık dağıtır?
Okuma disiplini olmayan bir coğrafyada yaşıyoruz ve insanımız öğrenmek yerine eğlenmeyi tercih ediyor nedense.
Sizce kitap sevgisi nasıl anlaşılır?
Kitabı örselememek, yıpratmamakla mı? Satırlarını çizmemek, kenarlarına bir şeyler yazmamakla mı? Onu güzel raflarda, göze hoş görünecek şekilde muhafaza etmekle mi? Dostlarından bile kıskanmak, kimseye ödünç vermemekle mi?
Sözünün önünü ardını gözet; ince düşünüp onda birini söyle. Öyle değirmen gibi kalbine her ne gelirse hemen öğütme!..
Tanrım! (Bakmasını bilince), dünya denen şu mektep ne güzel bir okuldur ki her bir yaprağında binlerce maarif dersi okunur.
Muhatabınız kim olursa olsun, ona değer verdiğinizi gösteriniz ve lâyık oldukları ölçüde davranınız. Ne dalkavukluk ediniz, ne küçümseyiniz. Bunu başarmak sözünüze ve kişiliğinize değer katacaktır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İyi veya kötü, dünyada herkes ettiğini bir gün bulur; cezayı kendi çekmese bile evlâdına miras kalacağına şüphe yoktur.
Kimsesiz hiç kimse yok, var herkesin bir kimsesi
Kimsesiz kaldım meded ey kimsesizler kimsesi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ne güzel bir hayattır o, cismin gider dünyadan da adın hep yaşar. Toprak altındaki bedeni ölü ama gönlü diri kişi, yüreği ölmüş ama vücudu diri kişiden daha iyi değil midir?
Ne dersiniz?!..
Okuma disiplini olmayan bir coğrafyada yaşıyoruz ve insanlarımız öğrenmek yerine eğlenmeyi tercih ediyor nedense. Belki öğrenmeyi eğlenceli biçime getirerek bu süreci tersine çevirebilir ve kendi kültürüne yabancı veya düşman nesiller yerine dünya insanı olmayı hedeflemiş gerçek aydınların sayısını çoğaltabiliriz. Bunun için en önemli şartlardan birisinin toplumda sağlam bir tarih bilinci uyandırmak olduğunu bilelim yeter.
Daima Hakk’ın rızasına teslimiyet dergahında ikamet et.
Çünkü bir kişiyi muradına erdirmek için “hizmette devamlılık” isterler.
İnsan kendi karanlığında boğulurken başkalarına nasıl ışık dağıtır?
Zaten kültür kılıca hep galip gelmiştir. Milletleri yıkan, savaşta değil kültürdeki mağlubiyettir.
Kimsesiz hiç kimse yok, var herkesin bir kimsesi
Kimsesiz kaldım meded ey kimsesizler kimsesi
Bir milletin konuştuğu dile karşı gösterdiği saygısızlık, kendisini yönetenlerin tutumuyla doğru orantılıdır.
Alparslan sorar:

– Hiç tarih okur musun?

Diyojen şaşırarak cevaplar: – Hayır okumam; neden?

– Çünkü tarih okumayan ve tarihini bilmeyen bir milletin sonu, senin sonun gibi olur.

Şeriatta şu senindir, bu benim
Tarikatta hem senindir, hem benim
Hakikatte ne senindir, ne benim
Şikayet etmez idik cevr-i çerh ü ahterden
Şematet eylemese şâd olup adûlarımız
Koca Ragıp Paşa
(Düşmanlarımız mutluluktan dört köşe olup ortalığı şamataya boğmasalardı, feleğin ve yıldızımızın bize ettiği eziyetten asla şikayette bulunmazdık.)
Adını değiştirip kıraathane (okumaevi) desek de kahvehaneler hep kumarın, Kötü alışkanlıkların ve zaman israfının merkezi olarak yaşamaktadır. Çare, bir yol ile, buradaki halkın eğitilmesi ve topluma kazandırılmasıdır.

(Artık nargile kafeler var bunun yeni yetmesi oradakiler bir de eğitimli güya )

Galiba Osmanlı, Yemenli o esmer dilbere (kahve) değil de onun çevresindeki potansiyel fitneye karşı çıkmıştı. Benim şaştığım, işsizlik takımından yeniçeri ocağının haşarı mensuplarına her gruptan insanı araya getirip dedikodu kumkumasına çeviren ve düzensizliği zaman zaman İstanbul sokaklarına da yayılan kahvehaneleri tarih boyunca bir türlü faydalı biçimde kanalize edemeyişimizdir. Bugün dahi kahvehaneler kayıp ekonominin, ruh çöküntüsünün ve heder edilmiş hayatların mekanıdır.
Hak tecelli eyleyince her işi âsan eder
Halk eder esbâbını bir lahzada ihsân eder
Osmanlı Devleti’nde ihtida eden veya değişik sebeplerle öyle görünen toplulukların bazıları dil konusunda çok inatçı davranır ve Türkçe konuşmamakta direnirlermiş. Hatta zaman zaman bu inadı yeni kuşaklarına Türkçe öğretmemeye kadar götürenler de çıkmıştır . Aşağıdaki fetva, Girit veya diğer adalar gibi Rumca konuşulan yerlerle ilgili olsa gerektir.

Mesele: Bir kasabanın müftüsü olan Zeyd, meclisinde olan müslimin ile bilā zaruretin kefere lisanı üzere tekellüm eder olsalar, Zeyd’e ve ol kimesnelere şer’an ne lâzım olur?
el-Cevap : Tazir ile zecr ve men olunur!..

[Soru : Bir kasabanın müftüsü makamındaki kişiyle meclisinde bulunan Müslümanlar, hiçbir zorunluluk yokken yabancı bir dil ile konuşsalar müftü ile diğerlerine kanunen ne lâzım gelir? Cevap : Şiddetli azarlamaya çarpıtılıp yaptıklarından kesinlikle engellenirler.]

Bu fetvada ilginç olan taraf, müftünün de kefere lisanı konuşmakta israrcı olmasıdır ki bu da Osmanlı içindeki gayri müslim unsurların ve dönmeliğin nerelere vardığını gösterir. Müftü ki dini koruyacak adamdır, aşağıdaki fetvaya bakılırsa onu kamu adamının korumasına havale edecek kadar yozlaştırmıştır.

Mesele: Suret-i mezburede ol kasabanın hâkimi olan Bekr, Zeyd’e ve ol kimesnelere bilā zaruretin kefere lisanı üzere niçün tekellüm edersüz, hatadır, dedikte; Zeyd ve ol kimesneler, ecdadımızın lisanıdır, bize helâldir deseler, Zeyd’e ve ol kimesnelere şer’an ne lâzım olur?
el-Cevap: Tazir, istiğfar ile taşir- i lisan.

[Soru : Bu sırada o kasabanın kanunî yetkilisi olan zat, müftü ve yanındaki Müslümanlara, Mecbur olmadığınız hâlde neden kâfir diliyle konuşuyorsunuz, bu yaptığınız yanlış değil mi?” derse ve onlar da “Bu bizim atalarımızın dilidir, bize helâldir, deseler, müftü ve yanındakilere kanunen ne gerekir?
Cevap: Şiddetli azarlama tövbe ettirme ve dillerini temizletme gerekir.

Fetvanın sonundaki “dillerini temizleme (taşir-i lisan) ifadesi dikkatinizi çekti mi bilmiyorum!

Taşir-i lisan, “Mecbur kalmadıkça Türk dilinden başka bir yabancı dil ile konuşup devlet dilini kirletmeyeceğine dair mahkeme huzurunda yemin etmek”tir.

Osmanlılar, Batılı milletlerce konuşulan dillerin tamamına birden “lisan-ı kefere (gayrimüslim lisanı)” demişlerdir.
Bu tanimlamanın mefhum-i muhalifinden , atalarımızın Türkçeye de lisan-ı İslâm gözüyle baktıkları anlaşılmaktadır. Nitekim fikih bilginlerinin aşağıdaki türden fetvalar vermeleri de bunu gösterir (fetvalar Fetava-yi Abdürrahim Efendi’de kayıtlıdır) :

Mesele: Zeyd-i müslim, min gayri zaruretin kefere lisanı tekellüm eylese zeyde ne lâzım olur?
el-Cevap: Tazir.

[Soru Müslüman bir kişi, hiçbir mecburiyeti yokken yabancı dil ile konuşursa ne lâzım gelir? Cevap: Şiddetli azarlama!]

altındaki bedeni ölü ama gönlü diri kişi, yüreği örmüş ama vücudu diri kişiden
daha iyi değil midir? Ne dersiniz?!..
Allah cömerte darlık, cimriye varlık
göstermesin.
Önün ardın gözet fikr-i dakîk et onda bir söyle
Öğütme kalbine her ne gelirse âsiyâb-âsâ
Veysî (ö.1622)
Biz cüz’e dahi kül demeğe muhtacız
Pervaneye bülbül demeğe muhtacız
Bu arsada mukteza-yı âdâb budur
Hâr ise bile Gül demeğe muhtacız
Nabî (ö.1712)
İsmi var cismi velî na-peydâ
Sîmyâ ile cihânda Ankâ
Nabî(ö.1712)
Cemâlin zeyn eden hep dilber olmaz
Her âyîne yapan İskender olmaz
Cem Sultan (ö.1512)
Değildir hâl-i âlem ber-karar hiç gam yeme ey dil
Bu bâzâra gelen geh sûd eder gahî ziyân eyler
Haşimî
Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler
Hayalî (ö.1557)
İnsan kendi karanlığında boğulurken başkalarına nasıl ışık dağıtır? ”
İnsafın o yerde namı yok mu?
Adı meçhul kalmış bir şair, zamanındaki yöneticilerin anlayışsızlıkları hakkında şöyle buyurmuş:
Îma ile mümkün mü olur maksadı ifhâm
Bilmez misin ol tâife tasrîhi güç anlar
(Maksadı ima yoluyla anlatmak ne mümkün. Sen de bilirsin ki bu adamlar detaylı bir açıklamayı bile güç anlarlar.)
Dil şuuru asla edebiyat demek değildir ki! Varsayalım öyle olsun, edebiyat yalnızca Türkçe öğretmenlerine mi lâzımdır? Bir mühendis niçin roman okuyamaz?Bir kasabın şiirden anlaması çok mu garip olur? Güzel deneme yazan marangozu ne zaman yetiştireceğiz?
Oysa bir öğretmen ister tarih okusun, ister fizik, dili fevkalade güzel kullanmak zorundadır.
Hayat nedir?
Her halde şimdi ;
Bilmeyecek ne var;hayat
diye şaşıp kaldınız.Öyleyse bırakalım Cenap Şahabettin cevap versin:
-Hayat, hiç şüphe yok ki bir komedyadır;fakat içinde çoğumuz ağlarız.
– Hayat, hiç şüphe yok ki bir komedyadır; fakat içinde çoğumuz ağlarız.
Okumak yerine ahkam kesmekle yetinen bir milletiz.
Çünkü okumak yerine ahkâm kesmekle yetinen bir milletiz!
Evladım! Rızkını iyilerle paylaş.
Çünkü iyiler arkadaşsız yemek yemezler!
(Kelâm-ı kibar)
Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder
Halk eder esbabını bir lahzada ihsân eder!
( laedrî)
Gönül ne kahve ister ne kahvehane gönül sohbet ister kahve bahane:-)
Bülbülün seherdeki çığlıklarını duymadan asla açılmayan bir gülün sadakati mi büyüktü yoksa şakımak için gül mevsiminin gelmesini bekleyen bülbül mü, ayırt edemedim.
Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devrân bî-sükûn
Derd çok, hem-derd yok, düşmen kavî, tâl’i zebûn (Fuzûlî)
(Dost pervasız, felek merhametsiz, devranın işleri dönüp durmakta. Dert çok, dert ortağı kalmamış, düşman zorlu ve talih de düşkün!..)
Medeniyet, biraz da kelimelerimizle yükselir ve kültür kelimelerle zenginleşir.
Milletleri yıkan, savaşta değil kültürdeki mağlubiyettir.
Sultan III. Selim devrinde dürüstlüğüyle bilinen fakir bir âlimi kadı tayin etmek isterler. Paşalardan biri onu görünce:
-Böyle ayağına giyecek ayakkabısı bile olmayan adam nasıl kadı tayin edilir, deyince şu cevabı alır:
-Biz hükümlerimizi ayağımızla değil kafamızla veririz.
Bu dünya arsasında edebin gerektirdiği şudur ki; nice dikenlere gül demeye muhtacız.
İstenmediği müddetçe öğüt vermeyiniz, fikriniz sorulmadan başkalarını yönlendirmeye kalkmayınız.
İyi veya kötü, dünyada herkes ettiğini bir gün bulur; cezayı kendi çekmese bile evlâdına miras kalacağından şüphe yoktur.
Günümüzde sadakat sözleri moda haline geldi ama hırsızlıklar çoğaldıkça çoğaldı.
Okuma disiplini olmayan bir coğrafyada yaşıyoruz ve insanımız öğrenmek yerine eğlenmeyi tercih ediyor nedense.
Tarihin ara sokaklarında dolaştığım uzun yıllar boyunca pek çok insanla karşılaştım. İtiraf etmeliyim ki ne sefere giderken üzümünü kopardığı asmaya akçe kesesini bağlayan atama rastlayabildim, ne de harem havuzunun çevresinde yarı çıplak cariye kovalayan sultana.
..okumak yerine ahkâm kesmekle yetinen bir milletiz.
-Hayat, hiç şüphe yok ki bir komedyadır; fakat içinde çoğumuz ağlarız.
Benim rastladığım o genç kızlar mutlaka bütün ideolojilerin, bütün dayatmaların, bütün beşeri fikirlerin ve tabii bütün sıcakların, bütün ateşlerin önüne imanlarını koymuşlardı ve bunun için mücadele ediyorlardı. Aksi takdirde nemli gözlerinden yayılan merhamet ve hoşgörü bu kadar kuşatıcı olabilir miydi ?

Onlar tam beş kişiydiler!..
Tramvayın içinde bir serinlik olup girdiler!..

Rızka mani olanın rızkını Allah keser.
İyi veya kötü, dünyada herkes ettiğini bir gün bulur; cezayı kendi çekmese bile evlâdına miras kalacağından şüphe yoktur. Ziya Paşa
kahvehaneleri tarih boyunca bir türlü faydalı biçimde kanalize edemeyişimizdir . Bugün dahi kahvehaneler kayıp ekonominin, ruh çöküntüsünün ve heder edilmiş hayatların mekandır. Adını değiştirip kıraathane (okumaevi) desek de kahvehaneler hep kumarın, kötü alışkanlıkların ve zaman israfının merkezi olarak yaşamaktadır. Çare, bir yol ile, buradaki halkın eğitilmesi ve topluma kazandırılmasıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir