İçeriğe geç

Kahperengi Kitap Alıntıları – Hande Altaylı

Hande Altaylı kitaplarından Kahperengi kitap alıntıları sizlerle…

Kahperengi Kitap Alıntıları

Geçmişle hesaplaşmanın bir yolu yoktu; çünkü geçmiş geçiyordu. Kalan sendin.
İnsan ne kadar basarmiş gorünürse görünsün kaybedilmiş savaşların izini taşıyordu
Öldüm kızım ben o gün. Ölü nefret eder mi? dedi adam.
Narin ilk defa kelimelerin çatır çatır kırılıp yere düştüğüne şahit oldu .
Hayat, doğrularla yanlışlar arasında bir sarkaç gibi sallanıp dururken, insanlar da onunla birlikte bir o yana, bir diğer yana savrulur.
Hayat, doğrularla yanlışlar arasında bir sarkaç gibi sallanıp dururken, insanlar da onunla birlikte bir o yana, bir diğer yana savrulur.
Kafamızı dağıtalım dedik, cenazeye denk geldik.
Değmez, vallahi değmez!
elinden geleni ardına koyma! Koymayacağım, kendini hazırlasan iyi edersin
Kızım biz de kör değiliz!
Hayatımı mahvettin, o ayrı.
Seni düşünmeden duramıyorum. Ne olur geleyim!
Hayır, bu çok zalimce.

Âşıklar zalim olur.

Bana uyar.
O zaman bana da uyar
Son haftalarda kendini iyice koyuvermiş, işleri akışına bırakmıştı.
Burada insanı kullanır kullanır, sonra da fırlatıp atarlar. Ne olduğunu bile anlamazsın. Duydun mu beni?
Seni görmek çok güzel yazdı
Seni de.
Ne yapacağız? diye sordu..
Bilmiyorum diye cevap verdi..
Bize ne onlardan? Bak şöyle düşün: Sadece biz gerçeğiz, tamam mı! Başkaları sadece figüran.
Biraz yalan, biraz doğru
Geçer derler sadece bilmiş bir tavırla, geçer merak etme.
Kusura bakma ama ben bu işten bir bok anlamadım.
Dağınık masasında her şeyinin yerini bilen insanlar kadar rahattı,
acımasız cümlelerle vuruştular,
Beni suçluyorlar. Ben de kendimi suçluyorum zaten ama bu onlara yetmiyor.
Sadece seviştik Büyütülecek bir şey değil
Hayat, doğrularla yanlışlar arasında bir sarkaç gibi sallanıp dururken, insanlar da onunla birlikte bir o yana, bir diğer yana savrulur.
Asansör var mı burada?
Yok!
Delisin anladık ama bak senden daha delisi de var
Ne yapacağız peki?
Deniz kenarında bir balıkçıya götüreceğim seni ”
Bu soğukta deniz kenarında mı oturacağız? Kapalı yeri var, merak etme!
İyi o zaman, rakı da vardır umarım.
Uzun bir öpüşmeydi. Bir anlık gaflet, boş bulunma ya da nasıl oldu bilmiyorum la açıklanamayacak kadar uzundu.
Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Yıldızların bile görünmez olduğu bu şehirde bir toz tanesiydi.
Tıpkı güneşin hiçbir zaman Bugün tadım yok, doğmayayım dememesi gibi, kuşlar da günleri iyi kötü diye ayırmıyorlardı.
Kimsenin hayatı kolay değildi. Şanslı doğmak diye bir şey yoktu. Doğan her insan şanssızdı ve sabırla bunu öğreneceği günü bekliyordu
İnsan ne kadar başarmış görünürse görünsün, kaybedilmiş savaşların izlerini taşıyordu.
Ne kadar değişmiş burası. İnsan tanımakta zorlanıyor.
Nasıl davranmak istiyorsan öyle davran. İçinden geldiği gibi
Annem evlendi, senin annen de evlendi, hatta bak bu mahalledeki bütün karılar evli. Söyle bana, hangisi kurtuldu evlenince?
Ne kadar okuyacakmışım daha? Ölene kadar mı?
Şartlar bazen insanı, istemese de yalan söylemek zorunda bırakırdı. Onun durumu da bundan ibaretti. Zoraki bir yalancı ya da daha arabesk bir söylemle, kader kurbanıydı.
Bütünden kopmak istiyorsa, insan niye böyle büyük bir şehirde yaşardı ki?
Her yüzün arkasından başka yüz, her günün arkasından başka gün çıkıyordu.
Zamanın kıvamı insanı daima şaşırtır, akıcılığı andan ana değişiklik gösterirdi. Bazen boza kadar koyu, bazen su gibi seyreltilmiş olurdu. Tüy gibi hafifleyebilir, taş gibi ağırlaşabilirdi. Göl kadar durgunlaşabilir ya da grizu gibi patlayabilirdi. Hatta canı isterse durabilirdi bile.
..çünkü duyduklarını anlamıyordu, kulaklarında sadece annesinin bazen mırıldandığı bir türkü vardı:
İki keklik bir kayada ötüyor,
ötme de keklik derdim bana yetiyor,
aman aman yetiyor
Onlar çok uzun zaman önce öldüler.
Buraya geldiğini kimseye söyledin mi?
Hayır, söylemedim.
Aferin, söyleme!
Söylemem.
Gün boyunca aynada uzun sarı saçlarını düzeltti ve elbisesinden belli olan kabarıklıklarını inceledi. Kendine güveni yerine geliyordu. Fırat memelerini okşamak isterse izin verecekti.
..biri birkaç ay önce, seks yapan kadınlarla erkeklerin çırılçıplak fotoğraflarının bulunduğu bir kâğıt getirmiş, o kâğıt bütün mahalle gençlerinin arasında lime lime oluncaya dek elden ele gezmiş ve özellikle erkek çocukların nefsini kabartmıştı..
Dakikalar hızla geçsin mi, yoksa durdukları yerde dursunlar mı, ne istediğini bilemiyordu.
Gelsene, biraz yürüyelim.
Bir şey içmiyor musun?
Halini tavrını görmüyor musun? Geri zekâlı gibi bir şey!
Biz parti vermek istiyoruz, içki içmek istiyoruz, sarhoş olup Cartier saatlerimizi kaybetmek istiyoruz
Senin için fazla büyük.
Sorun değil.
Yoksa yıllar geçtikçe güçleneceğine, zayıflıyor muydu insan?
..baktım yabancı gibi davranıyorsun, devam ettirdim. Anlayacağın, konuyu senin inisiyatifine bıraktım.
Darmadağın oldun!
Hepsi muzaffer görüntülerinin altında tıpkı diğer tüm insanlar kadar çaresiz ve yaralıydı.
..ve hayalleri olan insanların kimseye zararı dokunmazdı.
Her bokun en doğrusunu sen bilemezsin!
Duygular gibi hatıralar da karşılıksız çıkabiliyordu. Aynı günler herkeste farklı izler bırakıyordu ve aynı hikâyeye herkes farklı filmler çekiyordu. Ya da daha kötüsü, çok iyi tanıdığın biri sana boş gözlerle bakıyordu.
..bütün dikkatini düşmeden yürüyebilmek için kullanıyordu.
Her şeyin mümkün olduğu bir âlemde yaşadığını uzun zaman önce öğrenmişti.
Unutulmuş biri olmak kötüydü, unutulmuş ama unutamamış biri olmak ise korkunçtu.
Biri gittiğinde arkasında bir yol bırakıyordu. Yürüyüp ona varabileceğin bir yol
Yalnızlık tek başına kalmak değil, tek başına kalmaktan kaçmaya çalışmaktır.
Kâbuslar sadece rüyalarda olmuyordu, en korkunçlarını gözleri açıkken yaşıyordu insan; çünkü hayatın hayal gücü, insan beynininkinden çok daha kuvvetli ve acımasızdı.
Yeni sınırlar çizecekse neden sınırlar aşıyordu insan?
Anneleri susuyor diye kızları da susuyordu.
İçinde fırtına gibi esen hissin tek bir ismi var. MUTLULUK.. Yanlış insana aşık olmuş birinde rastlanmaması gereken duyguların birincisidir.
Kimsenin hayatı kolay değildi. Şanslı doğmak diye bir şey yoktu. Doğan her insan şanssızdı ve sabırla bunu öğreneceği günü bekliyordu. Artık bütün zenginlerin mutlu olduğunu sandığı çocukluk günleri geride kalmıştı.
Geçmişin asla sandığımız kadar uzakta kalmadığı gerçeğiyle yüzleşmek, yeteri kadar uzağa gidemediği kaygısını doğuruyordu. Yoksa yıllar geçtikçe güçleneceğine, zayıflıyor muydu insan? Olgunlaşacağına koflaşıyor, dayanıklılığını yitiriyor muydu? Öğreneceğine unutuyor, bildiklerinden şüpheye mi düşüyordu? Geride bıraktığı onca şeyden ve onca yıldan sonra böyle yaprak gibi titremek, kendini başa dönmüş gibi hissetmesine yol açıyordu. Yürümüş, yürümüş ama hiçbir yere gidememişti. Belki de dünyanın yuvarlak olması, daima başladığın yere, yani kendine döneceğin anlamına geliyordu.
Aile gibi değildik biz, aynı koğuşta yaşamaya mecbur bırakılmış mahkumlar gibiydik. Birbirinden nefret eden, o evden kurtulmak için gün sayan insanlar .
Allah sanki cennet ve cehennem gibi yan yana koymuştu bu iki haneyi. Narin küçücük yaşında hem cenneti
hem de cehennemi görmüştü.
Kimsenin gücü bütün bir ömrü sırtında taşımaya yetmezdi.
Narin de küçük yaşında hem cenneti hem de cehennemi görmüştü. Kim ne derse desin, o biliyordu, ikisi de bu dünyadaydı. Yan yana, omuz omuza
Bazen başladığın yere dönebilmek için dünyayı dolaşman gerekiyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir