İçeriğe geç

Kafirun Kitap Alıntıları – Ahmet Tezcan

Ahmet Tezcan kitaplarından Kafirun kitap alıntıları sizlerle…

Kafirun Kitap Alıntıları

Görmüyorsan yürek yangınımı
Sina’ya git
Musa şahit
Tur’a sor

Tecellisi aşkın ne imiş gör
Nedir sevda
Ne süveyda
Nur’a sor

Öptüğüm ölümümdü gözlerinde
Azrail’e
İsrafil’e
Sur’a sor

Yeter kanıt değilse şayet sana
Mahşeri bekle
Bir melekle
Huzur’a sor

Sıçradığın yerden bakınca,düştüğün yer görünmüyor.Düştüğün yerde sıçradığın yeri unutuyorsun.
Unutuyor musun?Hakikaten? Unutabiliyor musun?
Sıkıntılı bir şeydi bu.
Suya bakıpta kendi aksini görememek gibi.
Yahut
MERECEL BAHREYNİ YEKTEKIYAN
BEYNEHUMA BERZEHUN LA YEBGIYAN
(RAHMAN SURESİ 19/20)
Rahman suresi’ndeki gibi
Tatlı su,acı su Hayvaniyet,insaniyet Üst bilinç,alt bilinç
Devletin dilinde irtica ve komünizm,vatana ihanet ile eş anlamlıydı.Bu ikisinde de birinci dereceden suç unsuru;kitap yazmak ve okumak idi.. Baskınlarda ilk bakılan yer bodrumdan,ahırlar değil kitaplıklardı.Emniyet depolarında silah,uyuşturucudan çok kitaplarla mecmualar,Devletin mapusanesinde ise katillerle hırsızlar değil,yazarlar ve okurlar tutuluyordu.
ana demek, yürüyen dua demekti.
sevda, sır ile olurdu
bekir pantolonundaki beyaz lekeler kadar temizdi, ismet’in ise sadece adı ismetti.
ana demek, yürüyen dua demekti.
mezarlığa gitsen, tarlaları deşelesen, gaş altından bahtı, çarşafından gol attı, dodak üstünden gülüş yolladı diye türlü türlü mahanaynan kesilip doğranmış büssürü avrat ölüsü bulmaz mıydın?
Memlekette ya iş çokluğundan, yahut iş yokluğundan bunalıp, üzüm ile narı, hoşaf ile pilavı aynı kefede tartan savcı da çoktu hakim de.
babasızlığın boşluğunu doldurmak mümkün mü
nereden sevdim o zalim kadını
saçından tırnağına, nefesinden sesine nesi varsa, hepsi birer silah, birer pusu, birer indi.
aşgın ganunu didikleri buydu ellam
Görmüyorsan yürek yangınımı
Sinaya git
Musa şahit
Tur’a sor

Tecellisi aşkın ne imiş gör
Nedir sevda?
Ne süveyda?
Nur’a sor

Öptüğüm ölümümdü gözlerinde
Azrail’e
İsrafil’e
Sur’a sor

Yeter kanıt değilse şayet sana
Mahşeri bekle
Bir melekle,
Huzur’a sor

Baskınlarda ilk bakılan yer bodrumlar, ahırlar değil kitaplıklar, ilk aranan şey ise tabanca, tüfek değil kitaplardı. Emniyet depolarında el konulmuş silah, uyuşturucudan çok kitaplarla mecmualar, Devlet’in mapushanelerinde ise katillerle hırsızlar değil, yazarlar ve okurlar tutuluyordu. Kalemin ve kelamın suç olduğu günlerdi
Kerime Nadir’i, Hüseyin Rahmi’yi, Reşat Nuri’yi, Muazzez Tahsin’i sevdi. Kimi zaman Hıçkırık, kimi zaman Çalıkuşu, kimi zaman ölmüş arkadaşı Necdet’e mektuplar yazan Homongolos’la bir, kelime kelime, satır satır başka hayatlarda nefes almayı sevdi.
Sen bilirsin Yarabbi! diye mırıldandı. Gayrıyı da gaybı da sadece sen bilirsin!
Görmüyorsan yürek yangınımı
Sinaya git
Musa şahit
Tur’a sor

Tecellisi aşkın ne imiş gör
Nedir sevda?
Ne süveyda?
Nur’a sor

Şimdi doğru söyledin savcı bey! Devir öyle devir ki mektebine alim giren zalim çıkıyor, mapusanesine cahil giren alim çıkıyor. Niye böyle olduk biz? Sen ne diyon bu işe?
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Memlekette ya iş çokluğundan, yahut iş yokluğundan bunalıp, üzüm ile narı, hoşaf ile pilavı aynı kefede tartan savcı da çoktu hakim de.
Hayat; aşık atmaktan çok daha fazla ustalık gerektiren bir oyundu zirâ!
“Anasızlık, babasızlığa hiç benzemiyordu. Babası ölen hiç büyümüyordu, ama anası ölen, onun son nefesiyle birlikte çocukluktan çıktığını, bir anda büyüdüğünü, büyüyüp soğuk bir karanlıkta tek başına kalakaldığını görüyordu.”
“Anaların ağlayışı da kendileri gibi güzeldi. Ama babaların ki öyle değildi. Babalar ağlarken kayalar yerinden oynayıp yuvarlanıyor, ağaçlar kökünden sökülüp devriliyor gibiydi. Ürkütücü bir şeydi babaların ağlayışı.”
Sevda, sır ile olurdu o günlerde. Hele bir de karşılıksızsa, yahut imkansızsa, hayat aynası kırılmadan sevda sırrı dökülmezdi.
Kıraç yerde, gece ayazının ortasında çırılçıplak kalıvermek ne ise anasızlık da o olmalıydı.
Ana demek, yüreyen dua demekti.
Memlekette ya iş çokluğundan, yahut iş yokluğundan bunalıp, üzüm ile narı, hoşaf ile pilavı aynı kefede tartan savcı da çoktu hakim de.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir