İçeriğe geç

Kadınların Sınıfı Kitap Alıntıları – Aksu Bora

Aksu Bora kitaplarından Kadınların Sınıfı kitap alıntıları sizlerle…

Kadınların Sınıfı Kitap Alıntıları

‘’Habitus, bireyleri bir tür düzene uyma davranışına yönlendirerek toplumsal ve ekonomik gerekliliği erdeme dönüştürür. Belirli bir durumda belirli bir eylemin başarı şansı, tüm bir sağduyu, deyim, atasözü, ahlaki hüküm (“bizim gibilere göre değil”) vb. bütününün ışığında değerlendirilmesinde çıkar.’’
‘’Bourdieu’ya göre bireylerin ya da grupların arzu ve pratikleri, onların ayrı ayrı habituslarını biçimlendiren koşullara uygun olma eğilimindedir. İnsanların toplumsal hayattaki durumlarına ilişkin olarak “akıllıca” ya da “uygunsuz” diye yargılamaları, habitus damgasını taşır. Habitus, kendisinin üretildiği koşullarla tutarlı eylem, tutum ve algıları yeniden üretme eğilimindedir. Yani bir anlamda, yapılması gerekeni istememizi sağlayan örüntüler bütünü olarak gösterilebilir (ki bu kitaba temel olan araştırmada görüştüğüm kadınların kendi davranış ve tercihlerini açıklarken kullandıkları söylem parçaları, kendi sınıf habituslarının yaratılmasında etkin olmuş büyük
anlatılardan alınma idi).’’
‘’Ev işinin düşük statüsü –ister ev kadını ister hizmetli tarafından yerine getirilsin- bu işlerin fiziksel, ekonomik ve ideolojik görünmezliğine neden olur. Evde yapılan işler ya elle tutulur, somut sonuçlara yol açmaz, ya da çok çabuk tüketilirler; özel alanda gerçekleştirilirler, kâr getirmezler, yalnızca kullanım değeri üretirler. Bu işlerin insan ilişkileri ile sarılıp sarmalanmış olmaları, gerçek bir çalışmadan çok “sevgi emeği” olarak değerlendirilmelerine neden olur.’’
Körler ülkesinde, bir gözü gören kral değil, seyircidir.
Temiz olan kirlenir, kirlenen temizlenir, tekrar ve tekrar, gün be gün.
Yuva işi, nesnelere yaşayan anlamlar ihsan et­mek, onları uzam içinde ait oldukları kişilerin yaşam et­kinliklerini kolaylaştırmak üzere düzenlemektir.
Feminist kuramcılar, kadınların ev içinde harcadıkları görünmeyen emeği görünür kılmaya çalışırken, kadınla­rın erkeklerden farkına daha çok, kendi aralanndaki farkla­ra ise daha az dikkat sarf ettiler. Evin kadınlık deneyiminde­ki kilit önemini vurgulayarak kadınların toplumsal ve siya­sal iktidarın dışında tutulmalarının nedenini de bu deneyimde gördüler.
Simone de Beauvoir 1949’da kadın dogulmaz, kadın olu­nur dediginde, cinsiyete ilişkin sayısız soruyu da içeren, geniş bir tanışma alanı açmış oldu: Kadın olmak ne de­mektir?
Habitus kavramı, kültürel ve toplumsal olarak yerleşmiş davranışın karmaşık ve paradoksal yapısını yakalar. Özgürlügümüzün nasıl belirlendigini ve kendiligimizin nasıl mümkün oldugunu gösterir.
Ev işi, ister ücretli ister ücretsiz olsun, “kadın işi” olarak tanımlanır. Ev hizmetlisinin yaptığı işler, yani “yeniden üretim işleri” onun tarafından yapılmadığında, ev kadınları ve anneler tarafından, ücretsiz olarak yerine getirilir.
Kadınların gerçek deneyimleri ne olursa olsun, her şey­ den önce birer ev hanımı olarak tasarlanmaları, bu tipin bir ideal olarak güç kazanması, her sınıf tan kadının öz­ nelliğinin kurulmasında son derece önemli bir etken oldu.
Ev kadınlığı , her ne kadar kadınların doğal eğilimleri ve özelliklerine bağlansa da, Larihsel bir konumdur. Kapila­ lisL üretim ilişkilerinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla birlik­ ce_ ev ile iş yerinin ayrılması, evin ekonominin dışında bir yer halıi ne gelişi, ekonomi ile ilişkilendirildiğinde de an­ lt; : ak tüketicilik konumu atfedilmesi, son yüz elli- iki yüz yıllık tarihin bir görüngüsüdür.
Sınıfın en temel göstergesi, dışlanmadır. lşçi sınıfından kadınlar da işgücü piyasasından, eğitim sisteminden, kültü­ rel sermaye biçimlerinden dışlanırlar. Bu dışlama, saygın ol­ mayışla birleştirilerek meşrulaştırılır. Dolayısıyla, bu kadın­ lar için sınıfın deneyimlenme biçimi esasen, dışlanma ve aşağılanmadır. Güvensizlik, içerleme ve tereddüt, bu dene­ yimin duygu yapısı nı oluşturur (Williams 1977). Bu yapı, hayatlarının her anında kadınları izler- gündelik yaşanula­ rında, bedeı : ı lerinde, görüntülerinde, evlerinde, çocuklarıy­ la ilişkilerinde, duygusal bağlantılarında, yargılarında Do­ layısıyla, 0rta sınıf kadınlık ideali, onlar için ulaşılması mümkün olmayan bir hedef olarak işlev görür; kendilerini bu idealle değerlendirirler; dışlanmayı hafifletmek, bu ide­ ale yaklaşmakla mümkün olabilir gibi görünür.
Sınıfsal farkın kadınlık deneyimini nasıl fa rklılaştırdığına ilişkin ilk ampirik çalışmalar, feminist tarihçiler tarafından yapıldı. Leonore Davidoff’un VikLorya Çağı lngilteresi’nde aristokrat kadınlarla ev hizmetlerinde çalışan kadınların ya­ şam deneyimlerini ortaya koyan çalışması, bunların yetkin bir örneğidir (Davidof f 1974). Cinsiyetin ve sınıfın birlikte nasıl iş gördüğünü, yeniden ve yeniden nasıl kurulduğunu, nasıl değiştiğini, stratejik araçlar haline gelebildiğini gün­ delik pratiğe bakarak anlamaya çalışan feminist tarih sosyo­ lojisi, toplumsal cinsiyet kavramının tanışılmasına ilişkin önemli bir alan açtı.
Sınıf ve ırk ayrımcılığının (ve heLeroseksizmin) toplum­ sal cinsiyet tahlillerine dahil edilmesinin bir başka boyutu da, sınıf tan ve ırktan söz etmenin, sadece sınıf ve ırk ayrım­ cılığına uğrayanlarla ilgili bir şey olarak algılanması oldu.
Irkı ve sınıfı eklemek, siyah kadınların ve yoksul kadınla­ rın ırksal ve sınıfsal kimliklerinden söz etmek anlamına ge­ liyor; beyaz ve orta sınıf tan kadınlarınkinden değil. Bu yüz­ den, ırkçılık ve sınıf ayrımcılığı, bazı kadınların sürdürül­ mesini sağladığı olgular değil de başka bazı kadınların de­ neyimi gibi algılanıyor (Spelman 1988: 167). Böylece, sınıf ve ırk ayrımcılığına karşı mücadele, feminist mücadele ile kesişebilse bile, bu ancak ayrımcılığa uğrayan kadınların deneyimleri dolayımıyla olabilecek bir kesişme olarak gö­ rüldü; dolayısıyla, kadınların birbirlerinden fa rklılıklarının bir iktidar sorunu olarak kavranabilmesi güçleşti; fa rklı ka­ dın!ıklar, sanki basitçe yan yana durabilen ve iktidar ilişki­ lerinden’ bağımsız fa rkhlıklarmışçasına kavramsallaştırıldı.
Oysa kadınlığın birbiri karşısında kurulan ve birbirini öte­ kileştiren çok sayıda öznelliğe işaret ettiğini düşündüğü­ müzde, bu fa rklılıkların hem iktidar ilişkilerini içerdiklerini hem de kadınlar arasındaki rekabet ilişkilerinin yapısal te­ mellerini oluşturduklarını görmemiz kolaylaşır.
Cinsiyet ilişkileri ile sınıf ilişkilerine ilişkin bir başka açıklama ise sosyalist feminizminkidir: Üretim ilişkileri sı­ nıfsal sömürüye, yeniden üretim ilişkileri ise cinsel ezilme­ ye yol açar. Böylece, bütün kadınlar cinsiyetleri nedeniyle, proleter kadınlar ise bir de sınıf l arı nedeniyle ezilirler. Do­ layısıyla, orta sınıftan kadınlarla alt sınıf tan olanlar arasın­ da ortak bir mücadele alanı vardır: yeniden üretim (ya da cinsiyet ilişkileri).
Feminist kuramda sınıf kavramının ağırlığı esasen, daha önce de belirttiğim gibi, bir hayalet kavram niteliğinde­ dir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Feminizmin erkeklerden fa rklı bir Kadın imgesini temel aldığı ve kadınlar arasındaki fa rklılıkları görmezden geldiği­ ne ilişkin eleştiriler, feminist kuramda zaman zamaıı öne çıksa da genellikle ikincil görülen kadınların sınıfsal aidi­ yetleri konusunu, kadınlar arasındaki başka farklar ve bu fa rkların if a desi olarak görünen kimliklerle birlikte toplum­ sal cinsiyet taruşmalannın odağına taşıdı. Bazı kadınların maruz kaldıkları, başka kadınların ise sürdürücüsü oldukla­ rı ırkçılık ve sınıf ayrımcılığı, tüm kadınların (yalnızca ay­ rımcılığa uğrayanların değil, tümünün) ırkını ve sınıfını ak­ lımızda tutmadığımız sürece feminist kuram içinde kendine bir yer bulamayacaktır (Spelman 1988:112). Ancak, oda­ ğın kadın erkek fa rklılıklarından kadınlar arası fa rklılıklara doğru böyle kayması, toplumsal cinsiyet deneyimlerinin kavranışına bir derinlik ve zenginlik getirmek yerine, cinsi­ yetin tıpkı başka toplumsal kimlikler gibi, kişinin sahip ol­ duğu kimliklerden biri olarak algılanmasına neden oldu.
Böylelikle, sınıfsal fa rk, ırksal fa rk, cinsiyet fa rkı. .. birlikte ama birbirinden kategorik olarak ayrılabilir şeylermiş gibi bir dizi kimliğin dökümü olarak görülmeye başlandı.
Kadınlar, erkeklerden olduğu kadar, birbirlerinden de farklıdırlar
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kadınlar arası farklılıklar, tıpkı diğer farklılıklar gibi, eşit­sizlik ve iktidar ilişkilerini barındırır, bunlara işaret eder.
Toplumsal ilişkiler içinde kurulan cinsiyet fikri, dikkati­ mizi bireylerden ilişkilere yöneltir. Kadın öznelliğinin ku­ rulmasını anlamaya çalışırken, kadınların hem erkeklerle hem de başka kadınlarla ilişkilerine bakmamız, bu nedenle­ dir. Kadınlık, erkeklikten olduğu kadar, başka kadınlıklar­ dan da fa rklılıkla çizilir.
Toplumsal cinsiyet kavramı, cin s iyetin �on derece l lt; arma­ şık toplumsal ilişkiler ağı içinde kurulduğunu, .bu karmaşık ilişkilerin basitçe (ne olduklarının bilindiği varsayılan) bi­ yolojik cinsiyetlerin referans ç�rçevesi olarak kullanılarak anlaşılmasının mümkün olmadığını ifade eder. Kavramın arkasında yatan fikir, cinsiyetin toplumsal bir inşa oldu­ ğudur. Kadınlık ve erkeklik, doğuştan getirilen biyolojik özelliklerden çok, toplumsal birer kurgu olarak ele alınır.
Kadınlığın ve kadın cinsinin ev ve ev içi ile özdeşleştiril­ mesinin doğası nedir?
Ev işi, ister ücretli ister üc retsiz olsun, kadın işi olarak tanımlanır. Ev hizmetlisinin yaptığı işler, yani yeniden üretim işleri , onun tarafından yapılmadığında, ev kadınları ve anneler tarafından, ücretsiz ·öt-arak-yerine getirilir. Ev işi­ nin düşük statüsü -ister ev kadını ister hizmetli tarafından yerine getirilsin- bu işlerin fiziksel, ekonomik ve ideolojik görünmezliğine neden olur. Evde yapılan işler ya elle tutu­ lur, somut sonuçlara yol açmaz, ya da çok çabuk tüketilir­ ler; özel alanda gerçekleştirilirler, kar getirmezler, yalnızca kullanım değeri üretirler, Bu işlerin insan ilişkileri ile sarı­ lıp sarmalanmış olmaları, gerçek bir çalışmadan çok sevgi emeği olarak değerlendirilme l erine neden olur.
Kadınların kendilerini eve bağlayan zincirleri kıra­ bilmeleri için, bu zincirlerin nasıl örüldüğünü anla­ mak zorundayız. Ann Oakley, Tlıe Sociolog y of Housework (Ev işinin Sosyolojisi), 1974.
Güç, kendini başkaları üzerinde ortaya koyar; kimi zaman onları inciterek, kimi zaman yardım ederek.
itaatkar, edilgen, hareketliliği düşük ve yaşam alanı sınırlı kadın ideal tipiyle gerçek kadınların deneyimleri arasındaki fark, tam da toplumsal degişime ilişkin ipuçları barırıdırıyor.
Sevim kendisi ile şişman /mutlu/neşeli (ve zengin) komşu arasındaki farkı böyle koyarken, açıkça söylemese bile, mağdur/iffetli/kahraman kadın olarak kendisi için saygınlık talep ediyordu.
Erkeklerin öznelikleri kadın emeğinin desteğine dayanır ama bu emek aynı zamanda kadını kendi özneliğinden mahrum eder.
Ev kadını, zamanın dışındadır; o hiçbir şey yapmaz; sadece şimdiyi sürükler.
Kadınlar, erkeklerden daha ahlaklı, daha namuslu (ve daha temiz) görülmeye başlandı. Dolayısıyla, onların ataerkil oteriteyi zayıflatabilecek piyasa güçlerinin kötülüğünden uzakta, özel yuvalarında ayrı tutulmaları gerekiyordu.
Sınıfın en temel göstergesi, dışlanmadır. İşçi sınıfından kadınlar da işgücü piyasasından, eğitim sisteminden, kültürel sermaye biçimlerinden dışlanırlar. Bu dışlama, saygın olmayışla birleştirilerek meşrulaştırılır.
kadınlık ile cinsellik arasındaki ayrım en fazla dikkat sarf edilen ayrımdır ve görünüş, bu ayrımın işaretidir: Görünmek, olmaktır. Görüntü ve davranış saygınlığın işaretleridir.
Bütün bu işleri yapan işçi sınıfından kadın için kadınlık hiçbir zaman verili bir şey değildir; ona ve üst sınıftan kadınların otomatik olarak konumlandıkları gibi kadınlık içinde konumlanmazlar. Kadınlık onlar için düzenlenmiş bir şey değildir.
Ev işi, ister ücretli ister ücretsiz olsun, kadın işi olarak tanımlanır. Ev hizmetlisinin yaptığı işler, yani yeniden üretim işleri , onun tarafından yapılmadığında, ev kadınları
ve anneler tarafından, ücretsiz olarak yerine getirilir. Ev işinin düşük statüsü ister ev kadını ister hizmetli tarafından yerine getirilsin bu işlerin fiziksel, ekonomik ve ideolojik
görünmezliğine neden olur. Evde yapılan işler ya elle tutulur, somut sonuçlara yol açmaz, ya da çok çabuk tüketilirler; özel alanda gerçekleştirilirler, kar getirmezler, yalnızca kullanım değeri üretirler. Bu işlerin insan ilişkileri ile sarılıp sarmalanmış olmaları, gerçek bir çalışmadan çok sevgi emeği olarak değerlendirilmelerine neden olur.
Kadınlar, erkeklerden olduğu kadar, birbirlerinden de farklıdırlar.
Kadınlık, içinde yaşadıgımız kültürde, yaş, eğitim, sınıf gibi değişkenlerden bağımsız olarak, esasen ev üzerinden tanımlanır ve yeniden üretilir. Bu nedenle, ev ve ev işleri, kadın öznelliginin kurulmasını anlamak için kilit alanlardan biri olarak karşımıza çıkar.
Kadın doğulmaz, kadın olunur. Simone De Beauvoir
Genel ve anonim etkinliklerden özgül ve kişisel olanlara doğru bir sınır ihlali, işverenler tarafından hemen algılanıyor ve rahatsızlık yaratıyor.
Çocuk doğurup yetiştirmek, aileye bakmak gibi faaliyetlerin tamamını tek bir kategoride sınıflandırıp (yeniden üretim) bunu da tıpkı cinsiyette olduğu gibi biyo­lojinin-doğanın yanıbaşına koymak, Marksist toplum tahli­linin bir mirası ve kadının özel alana, erkeğin kamusal ala­na ait olduğu düşüncesini besliyor. Oysa ki, özel alan do­ğaya daha yakın olmadığı gibi, kadınlara ait de değildir; üstelik, sevginin alanı nın sınırları değişkendir.
Kadınlık ve erkeklik rollerinin çeşitli sebeplerle yerine getirilememesi, bu rollerin değişmesinden çok, hem kadın­lar hem de erkekler için, algılama ve anlamlandırma düzeyinde bir uyumlaştırma çabası ile sonuçlanıyor. Kadınlar, norm al olarak erkeğin üstlenmesi gereken rolü yerine ge­tirdiklerinde, bunu çeşitli biçimlerde telafi etmeye çalışıyorlar: Geri çekilerek, kendi kazançlarını harçlık olarak nitelendirerek, erkeğin aile reisliği rolünü daha çok vurgu­layarak. Benim aldığım anca pazara Ne aldım, ne verdim anlamıyom bile. ( ) Çocukların ihtiyacını görmüyo ki. İşte sene başında burdan verdiler defterini filan da öyle Bu sözün sahibi olan Sevim’in kocası yıllardır işsiz ve beş çocuğunun bakımı tamamen Sevim’in kazancıyla mümkün olabiliyor.
Kandiyoti’nin klasik ata­erkillik olarak tanımladığı model, erkeklerin ailenin geçiminden, kadınların ise evin, erkeklerin ve çocukların bakı­mından sorumlu oldukları bir iş bölümünü öngörür, bu iş bölümünü meşrulaşuran ideolojik ve politik araçları kullanır. Bu model içindeki ataerkil pazarlık , kadınların geçimlerinin sağlanması karşılığında itaat ve cin­sel namus vaadettikleri bir anlaşmadır. Böyle bir model içinde kadınların habitus u her şeyden önce mekansal sı­nırlarla belirlenir: Ev ve en yakın yaşam alanları (mahalle/köy/aile çevresi). Kadınların etkinlikleri de, ücretsiz ça­lışma, bakım başlığı altında ele alabileceğimiz beslenme/düzenleme/rutin gündelik hayatın sürdürülmesi ile tanımlanır. Bu geleneksel model, toplumda yaygın olan Kadın idealini biçimleyen temeli de oluşturur: İtaatkar, edil­gen, hareketliliği düşük, yaşam alanı sınırlı
Üretim ilişkileri sınıfsal sömürüye, yeniden üretim ilişkisi ise cinsel ezilmeye yol açar. Böylece, bütün kadınlar cinsiyetleri nedeniyle, proleter kadınlar ise bir de sınıfları yüzünden edilirler .
Freud/Lacan çizgisini izleyen Irigaray ve Nietzsche/Foucault çizgisini izleyen Butler. Her iki çizginin bütün farklılıklarına karşın ortak yönü, cinsiyet eşitsizliğini bir sorun olarak tanımlamamalarıydı.
Bourdieu’ da sınıfı her zaman inşa edilmiş olarak kavrar. İstatistiki belgeler ve etnografik tanımlamalar kadar görüşmeler, fotoğraflar, reklamların etkileri popüler medya vb. yoluyla da kavramaları gerekir. Bedenin bakımı bile güç, sağlık ve güzelliğe verilen dikkatin gelişmiş biçimlerinde stilize edilir.
Erkekler ulusal politika, ekonomi ve modern sanayi gibi konularda yeni bilimlerde eğitilirken, kadınlar herşeyden önce, ev yönetimi biliminde eğitildiler. Kadının, belirli bir entelektüel ve kültürel bilgiye ulaşmadığı sürece, evini idare edemeyeceği ileri sürüldü.
Maternalizm, kadınlar arasındaki eşitsizliğin ırksal ve sınıfsal boyutlarını vurgularken, mesafeli işçi-isveren ilişkisi de ev hizmetlileri açısından toplumsal kabulün, saygının ve duygusal desteğin en mütevazi biçimlerinin bile reddedilmesi yoluyla daha ağır bir eşitsizliğin hüküm sürdüğü bir tarzdır.
“Asalak kadın , değişmez biçimde kentli,modern ve zengindir; ancak ayırdedici niteliği bunlardan çok,bu kadının son derece bencil oluşudur. Ailesi ve çocuklarının ihtiyaçları yerine kendi zevklerine öncelik veren “asalak kadın in popüler roman ve filmlerde sıklıkla karşımıza çıkan bir kalıp tip olduğunu söyleyebiliriz. Bu tip, her zaman mazlum/mağdur kadın tipinin karşısına, onun mazlumluğunu ve mağdurluğunu vurgulamak, güçlendirmek üzere konur.(Öztek 2002)
Güç, kendini başkaları üzerinde ortaya koyar; kimi zaman onları inciterek, kimi zaman yardım ederek. Gücün bu biçimi, özellikle köle onun sahibesi arasındaki ilişkide görünür. Nezaket ve yardımseverlik, köle sahibesinin çaresiz alıcı üzerinde merhamet ve ahlâkî üstünlük ile dişil özelliklerini ortaya koymasını sağlar.( ) Maternalizm, bir egemenlik ilişkisidir. Tıpkı bir çocuğu ya da hayvanı koruyup kolladığı gibi, işverenin hizmetliyi koruması, böyle kadınca bir yolla çalışana yetişkin bir işçi olarak saygı duymadığını göstermesidir.
Irigaray’ a göre kadın olan, ayrı kimliği ve tamamen erkek belirleyenlerden ayrılığı ile ortaya konmalıdır.
( ) Pek az iş Sysphus’ un işkencesine sonsuzca tekrarlanan ev işleri kadar benzer. Temiz olan kirlenir, kirlenen temizlenir, tekrar ve tekrar, gün ve gün . Ev kadını, zamanın dışındadır; o hiçbir şey yapmaz, sadece şimdiyi sürükler.
Üretim ilişkileri sınıfsal sömürüye, yeniden üretim ilişkileri ise cinsel ezilmeye yol açar. Böylece bütün kadınlar cinsiyetleri nedeniyle ezilirler . Dolayısıyla, orta sınıftan kadınlarla alt sınıftan olanlar arasında ortak bir mücadele alanı vardır: yeniden üretim (ya da cinsiyet ilişkileri)
Erkeklik,egemen bir konum olarak, kadınlıktan farklılaşarak kurulurken ve erkekler arasındaki hiyerarşi kadınlığa mesafeye göre(de) belirlenirken, kadınlık, kendini “erkek olmayan olarak değil, “cahil olmayan , “ iffetsiz olmayan , “ bedensel olmayan gibi başka kadınlardan ayıran farklarla kurulur.
Kadınlık ve erkeklik, doğuştan getirilen biyolojik özelliklerden çok toplumsal birer kurgu olarak ele alınır.
Sınıflar, kendilerini üyelerinin belirli beğenileri içselleştirmeleri ve sergilemeleri ile yeniden üretilirler. Bu beğeniler, toplumsal ayrımların işaretlerine dönüşür. Bu beğenilerin kaynağında, beden ve ev vardır.
Ücretsiz ev işi değersizlestirildiği ve görmezden gelindiği için, ücretli ev emeği de öyle yapılır; üstelik ev işlerini yapanların kendileri bile bu değersizleştirmeye katılırlar. Ev kadınından farklı olarak hizmetlinin işyeri kendi özel alanı değil, işvereninkidir. Bu nedenle de özel (ev) ve kamusal(iş) alanlar arasında, iki arada bir derede kalır.
Kadınların kendilerini eve bağlayan zincirleri kırabilmeleri için, bu zincirlerin nasıl örüldüğünü anlamak zorundayız.

Anna Oakley ,The Sociology of Housework ,1974

Yıldız, ev hanımı olmasına karşın , evlendiğinden beri haftada üç gün temizlikçi aldığını anlattı. Bu ilişkide kendisini en çok sıkan şey sabahları temizlikçi ile birlikte kahvaltı yaparken sohbet etmekmiş. Eşi ve oğlu genellikle evden erken çıktıkları için, kahvaltıda yalnız oluyorlarmış ve kadın her türlü sorununu anlatıyormuş. Bazen bir bahane
buluyorum, alışveriş filan diyorum, çıkıyorum dedi. Ancak, temizlikçiyi küçümsediği için böyle yapmadığını tekrar
tekrar vurgulamayı da ihmal etmedi ve tabi o da deşarj olmak istiyor, haklıdır. Ama her zaman böyle sorun sorun . . .
Anık televizyon dizisi gibi oldu, düğmesine basınca kapalamıyorsun
ki . .. dedi .
Bir gün baktım gittiğim hanımın beyi yemek yapıyor. Sen de bana aynısını yap. Hayatım kalk çay yap ben de masayı kurayım de. Yok mümkün değil. Tamam hayatım çayı koydum dese, o gün için mutlu olurum. Hayal müşterektir.
Benden yardım bekliyosan sen de bana yardımcı ol.
Kadın dediğin biraz becerikli olacak, çoluğunu
çocuğunu başına toplayacak, sırasında onlara babalık da
yapacak. Eteği belinde olacak (Selcan).
Elif de çalışmaya başladıktan sonra kocasına faizle para
vermeye başlamış: Şimdi eşime faizle para veriyom. Mesela
15 milyon para veriyom, fazla parası yoksa·, 2 milyon faizini
alıyom mesela.
Benim yaptığım görüşmelerde de kocalarını sorumsuzluk la suçlasalar bile, para kazanıyor olmak onlara evlilik ilişkisinde doğrudan bir güçlenme sağlamıyor gibi görünüyordu.
Şiddetin her türlüsü, hayatlarının bir parçası haline gelmişti. Birten, kocasının sol örgütlerle bağlantılı bir geçmişi
olduğunu anlattıktan sonra, onun kadınların evin dışına çıkması, serbestçe dolaşması konusunda tam bir yobaz
olduğunu söyledi ve ekledi: Benim eşim dışarıya solcu. Baksana Deniz Gezmiş’in resmi ney. Ben demokratım diyen insan bu şeyi evde yapmaz. Evde başka, dışarıda başka
Sevim’in kocası yıllardır işsiz ve beş çocuğunun
bakımı tamamen Sevim’in kazancıyla mumkün olabiliyor. Olamadığında da yine Sevim, belediye ya da
SHÇEK yardımına başvurmak gibi yolları deniyor. Ancak,
kalabalık ailesinin yaşamını sürdürmesini mümkün kılan
kazancını anca pazar parası diye niteliyor. Güllü de uzun
süredir işsiz olan kocasının iş bulabileceğinden umutlu değil;
şöyle söyledi: O gün çocuk hastaydı. Hastaneden geldik.
Evde çay, şeker bile yok. Kız dedi ‘anne çay yok, şeker
yok’. Para da yok getirtmeye. Kara kara düşünmeye başladık.
O arada Belediyeye başvurmuştum. Melih Gökçek’e.
Bi de baktım, kamyon geldi. Allah razı olsun, beş karton yiyecek
geldi.- Demek ki kul bunalmayınca Hızır yetişmez.
Ama çocuklarının evleneceği kişilerin seçimi, kendisinin
çalışıp çalışmaması gibi konularda kocasının son sözü söylediğini
vurguladı ve yeri geldiğinde kocasından dayak
yediğini de anlattı
Selime de kocasının çalışmasını engellemeye çalıştığını, ama kendisinin kararlı davrandığını, bunun üzerine kocasının da tavrını değiştirdiğini anlattı: Bundan 26 sene önce. Dedim bu böyle olmayacak. Ama o da her türlü eziyeti esirgemedi sağ olsun.

İşte biraz erken gelsem niye erken geldin, azıcık geç kalsam niye geç geldin, mesai mi yaptın . . . (. . . ) Sonra biraz paraya
alışınca şöyle bir rehavet geldi. Sonra bana ‘hadi kalk, işe geç kalacaksın’ demeye başladı

Komşuları ya da akrabaları olan çalışmayan kadınlarla
kendilerini karşılaştırırken kullandıkları ifadelerin özgürleşme
ya da kendi ayakları üzerinde durmaktan çok, esas
olarak çocuklarının ihtiyaçlarını daha iyi karşılayabilmeye
yoğunlaşması, onların öznelliklerini kuruşlarına ilişkin
ipuçları içeriyor ve geleneksel yuvayı yapan dişi kuş tanımında
bir dönüşüme işaret ediyor.
Canan, boşanmış bir kadın
olarak komşularının kendisi hakkında dedikodu yaptıklarını,
ama kendisinin bunlara aldırmadığını anlattı: kızın
gösterisi varmış, buna bir kıyafet diktirdik Provaya çıktık
gidiyoz, bunlar balkondan ‘orospu yine süslenmiş gidiyo’
diye laf attılar. Yanımda kız olmasa, ağızlarının payını veririm
ama çocuk utanıyor, sıkılıyor, baktım böyle ağlamaklı
olmuş, yürüdüm gittim.
lki de kapalı işverenle görüştüm. Onların bu konudaki
görüşleri de açık olanlardan farklı değildi; kendilerinin
örtünmesi ile evlerine gelen temizlikçinin örtünmesi arasında
bir paralellik kurmam ikisinin de hoşuna gitmedi
Gul Özyegin (2004:36) de benzer bir noktadan hareketle şöyle der: Ücretli ev emeği hem sınıf hem de cinsiyete bağlı geleneksel iş bölümünün yeniden üretilme süreçlerine temel oluşturur. Orta sınıfın kadınlarına ev işlerinden kaçmalarını ve hane içinde cinsiyete bağlı geleneksel iş ayrımını görmezlikten gelmelerini sağlar
Her şeyden önce, ücretli ev işçisi, hanımının yaptığı işleri yapsa bile, bu ilişki içinde işler tamamen farklı biçimde
yapılanmaktadır. İster temizlikçi, ister dadı ya da aşçı olsun,
ücretli ev hizmetlisi (ona ve üst sınıftan) kadın işvereninin toplumsal statüsünu yeniden üreten bir rol oynamaktadır
Feminist kuramcılar, kadınların ev içinde harcadıkları görünmeyen emeği görünür kılmaya çalışırken, kadınların erkeklerden farkına daha çok, kendi aralarındaki farklara ise daha az dikkat sarf ettiler.
Sınıfın en temel göstergesi, dış\anmadır. lşçi sınıfından
kadınlar da işgücü piyasasından, eğitim sisteminden, kültürel
sermaye biçimlerinden dışlanırlar. Bu dış\ama, saygın olmayışla
birleştirilerek meşrulaştırılır. Dolayısıyla, bu kadınlar
için sınıfın deneyimlenme biçimi esasen, dışlanma ve
aşağılanmadır. Güvensizlik, içerleme ve tereddüt, bu deneyimin
duygu yapısını oluşturur (Williams 1977). Bu yapı,
hayatlarının her anında kadınları izler- gündelik yaşantılarında,
bedenlerinde, görüntülerinde, evlerinde, çocuklarıyla
ilişkilerinde, duygusal bağlantılarında, yargılarında . . . Dolayısıyla,
orta sınıf kadınlık ideali, onlar için ulaşılması
mümkün olmayan bir hedef olarak işlev görür; kendilerini
bu idealle değerlendirirler; dışlanmayı hafifletmek, bu ideale
yaklaşmakla mümkün olabilir gibi görünür.
lşçi sınıfından kadınlar kuşaklar boyu sağlıklı, güçlü ve kaba saba olarak tanımlanmışlardır. Bu tanımlama, aynı zamanda, ”kadınlık tanımının dışında kalmak anlamını da taşır. Böylece, orta sınıftan kadınların sahip oldukları nazik,
kırılgan ve güçsüz bir kadınlık imgesi, kendi ötekisini bir başka sınıftan kadınlarda, işçi sınıfı kadınlarında bulur. işçi sınıfın’dan kadınlar, bu hayvansılıklarıyla kültürün sınırlarında
(doğaya yakın) ol.arak kodlanırken, aynı zamanda, hastalık ve enfeksiyonların kaynağı olarak da görülürler.
Marksist ve radikal feministier tarafından,
kadın’arın tıpkı proleterya gibi bir sınıf oluşturdukları ileri sürüldü.10 Ev işlerinin (ya da cinselliğin) emek ve sömürü
kavramlarıyla tahliline dayalı bu yaklaşımlarda, evde harcanan emeğin (ya da cinsel ilişkinin ve anneliğin) kadınları
bir toplumsal sınıf haline getirdiği düşünülür. Dolayısıyla, cinsiyet ilişkileri birer sömürü ilişkisi olarak nitelenir
Nasıl toplumsal cinsiyet kültürel olarak çeşitleniyorsa, cinsiyet farkları da toplumdan topluma değişir. Örneğin Nepal’de, kadınlık ve erkekliğin tıpkı el ve kemik gibi, bütün insanlarda farklı derecelerde bulunduğuna inanılır. Dolayısıyla, dişil ile eril olan arasında
bizim alışageldiğimiz biçimde katı bir ayrım yapılmaz. Her ikisi de bedensel gerçekliğin bir parçasıdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir