İçeriğe geç

Kadının Görünmeyen Emeği Kitap Alıntıları – Gülnur Acar Savran

Gülnur Acar Savran kitaplarından Kadının Görünmeyen Emeği kitap alıntıları sizlerle…

Kadının Görünmeyen Emeği Kitap Alıntıları

Cinsiyete dayalı iş bölümü kadınları az gelir getiren işlere ve kadın rolüne uygun olduğu düşünülen görevlere yerleştirir. Öğretmenlerin, sosyal hizmet işlerinde ve sağlık alanında çalışanların büyük çoğunluğu kadındır. Kadınların bu işlerde oynadığı bakıcılık rolleri düşük statülü işlerdir, çünkü kapitalizm toplumsal gereksinimleri karşılamak için kişisel bağımsızlığı ve özel girişim yeteneğini vurgular; kolektif olarak sağlanan toplumsal hizmet gereksinimi bu vurguyla çelişir. Bakıcılık görevlerinin toplumsal önemi, bu işleri kadınlar yaptığı için küçümsenebildiği sürece, mübadele değerinin sermaye için taşıdığı önceliğin, bir kullanım değeri talebiyle karşı karşıya gelmesinden kaçınılabilir. Böylelikle, işçi sınıfını bölen ve zayıflatan feminizm değil, cinsiyetçiliktir.
Bizim toplumumuzda çocuklar, genellikle toplumsal olarak erkeklere göre aşağı konumda tanımlanıp böyle kabul edilen kadınlar tarafından evde yetiştirilirler; oysa erkekler ancak nadiren ev içi tablosunda belirirler. Bu biçimde büyütülen çocuklar genellikle toplumsal cinsiyete dayalı hiyerarşideki yerlerini iyi öğrenirler. Ancak bu sürecin merkezi alanları, patriarkal davranışların öğrerildiği ve kadınların aşağı konumda tutulduğu ve bu konumlarının pekiştirildiği ev dışı yerlerdir: Kiliseler, okullar, spor kulüpleri, sendikalar, ordular, fabrikalar, bürolar, sağlık merkezleri, medya, vb.
Öyleyse patriarkanın maddi temeli, yalnızca ailede çocuk yetiştirmeye değil, erkeklerin kadın emeğini denetlemesine izin veren bütün toplumsal yapılara yaslanır.
Patriarkanın dayandığı maddi temel, erkeklerin, kadınların emekgücü üzerindeki denetimleridir. Erkekler bu denetimi, kadınların kimi temel öneme sahip üretken kaynaklara (örneğin kapitalist toplumlarda geçimi sağlayacak kadar ücret getiren işler) ulaşmalarını önleyerek ve kadınların cinselliğini kısıtlayarak sürdürürler. Tek eşli heteroseksüel evlilik, erkeklerin bu her iki alanı denetlemelerine izin veren görece yakın tarihli ve verimli bir biçimdir. Buna karşılık, kadınların kaynaklara ulaşmasını ve cinselliklerini kısıtlamak, erkeklerin, kadınların emekgücünü denetlemelerini sağlar, hem pek çok kişisel ve cinsel yönden erkeklere hizmet verilmesi amacıyla hem de çocukların yetiştirilmeleri amacıyla. Kadınların erkeklere verdiği ve erkeklerin hoş olmayan pek çok görevi (tuvalet temizleme gibi) yapma zorunluluğundan kurtaran hizmetler, aile ortamının içinde olduğu kadar dışında da yer alır. Aile dışındaki hizmetlere ilişkin örneklere, kadın işçilerin ve öğrencilerin erkek patron ve profesörler tarafından taciz edilmelerinin yanı sıra, kişisel ayak işlerini yapmak, kahve hazırlamak ve seksi ortamlar yaratmak konusunda yaygın olarak sekreterlerin kullanılması da dahildir.
Kadınların emeğinden kim yarar sağlar? Elbette ki kapitalistler, ama aynı zamanda koca ve baba olarak evde kişiselleşmiş hizmetlerden yararlanan erkekler. Bu hizmetlerin içeriği ve uzandığı alan sınıf, etnik ya da ırksal gruba göre çeşitlilik gösterebilir ama bu hizmetten faydalandıkları gerçeği değişmez. Erkeklerin lüks tüketim, boş zaman ve kişiselleşmiş hizmetler anlamında kadınlardan daha yüksek bir yaşam standardı vardır. Maddeci bir yaklaşım yaşamsal öneme sahip bu noktayı göz ardı etmemelidir. Bundan şu sonuç çıkar, kadınların ezilmelerinin sürdürülmesinde erkeklerin maddi çıkarı vardır. Erkeklerin çoğu patriarka içindeki hiyerarşinin yok edilmesinden yararlanabileceklerine göre, uzun dönemde bu yanlış bilinç olabilir. Ne var ki kısa dönemde bu, başka insanların emeği üzerinde denetim, erkeklerin gönüllü olarak vazgeçmeyecekleri bir denetim anlamına gelir.
Bugün Fransa’da 7 milyon kadın faal nüfus içinde, yani üretime katılır durumda gösteriliyor. Bu 7 milyon kadının 1 milyonu aile yardımcısı statüsündedir, yani emeklerinin karşılığı ödenmez; emeklerinin karşılığı ödenmeyen bu kadınların yaklaşık onda sekizi tarımda istihdam edilirler. Aile yardımcısı statüsü aile-içi sömürünün onaylanmasıdır; çünkü emeğinin karşılığı ödenmeyen üreticiler olgusunu, yani onların yaptıkları üretimden elde edilen kârın tümüyle akraba, erkek arkadaş veya babanın hanesine geçirilmesini kurumlaştırır.
Kadınlar evde karşılıksız emek harcadıkça güç yitirir, politikadan, kültürden dışlanır; düşük ücretli, güvencesiz işlere razı olmak zorunda kalırlar. Dolayısıyla karşılıksız emek, kadınların ekonomik olarak bağımsızlaşmalarının önünde bir engel oluşturur; onları evlilik ilişkisine, yani (bir kez daha) karşılıksız emeğe mahkûm eder.
Kadınların ezilmesini ya da ideolojik olarak değersizleşmesini devlet başlatmadığı halde, devletin gelişimi kadınların gelişimini birçok bakımdan kötüleştirdi. İlk olarak adaletin, politik iktidarın ve emek yükümlülüklerinin dayatilmasini tekelleştirmeyi ve merkezileştirmeyi başardığı ölçüde devlet yalnızca klanların erkek reislerine yardımcı olarak da olsa, çoğu kez kadınları da içeren eski otorite hiyerarşisini empoze etti.
Yeniden bölüşüm şölenlerinde erkeklerin başarı için kadınlara bağımlılığı, kadınların hor görülerek bir kenara atılmaktan çok, sürekli bir tehlike kaynağı olarak görüldükleri anlamına gelir. Bu kesinlikle karın laneti korkusunu arttırmış olmalı.
Kadınlar evlenip kocalarının yerine gittikten sonra bile doğdukları grupta, ortak mülk sahibi olarak kalırlardı
Çok karılık potansiyel bir kadın kıtlığı yarattı, çünkü bazı erkeklerin pek çok kadını tekeli altına almasına izin veriyordu. Bazı erkeklerin başka erkekler üzerindeki iktidarı, bütün erkeklerin karıları üzerindeki iktidarının artmasının sonucu olarak arttı.
Komünal ya da soya dayalı birlik toplumlarındaki kadınlar erkekleri bir grup olarak ava gitmeye zorlayabilir, ama bir kadın bütünüyle kendi kocasının hareketlerine bağımlı değildir. Karısı bahçe işleriyle uğraşmayı, yemek pişirmeyi, toplamacılık yapmayı reddeden bir erkek aç kalabilirdi
Cinsel egemenliği açıklayan en önemli değişken, ekonominin türü değil, evliliğe bağlı ikamettir.
Ücret farklılıkları, kadının işini erkeğinkine göre ikincil olarak tanımlamaya yardımcı olacak, aynı zamanda da kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığının fiilen sürmesini gerekli kılacaktır.
Cinsiyetler-arası ilişkiler, en basit toplayıcı toplumlarda en eşitlikçi görünmektedir; toplumsal tabakalaşmanın, özel mülkiyetin ve devletin ortaya çıkmasıyla, kadının durumu kötüleşmiştir.
Dışarıdaki işi, kendisini ev işlerinden muaf kılmadığı gibi, bu ev işlerine zarar da vermemelidir. Dolayısıyla kadın, belirli bir ekonomik bağımsızlık elde edebilmenin karşılığında iki işi birden yürütme özgürlüğüne sahiptir ancak.
Cinsiyetler arası ilişkiler, en basit toplayıcı toplumlarda en eşitlikçi görünmektedir; toplumsal tabakalaşmanın, özel mülkiyetin ve devletin ortaya çıkmasıyla, kadının durumu kötüleşmiştir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kadınların görünmeyen emeği, cinsiyete dayalı iş bölümü ve toplumsal cinsiyet ilişkileri çerçevesinde harcanan bir emek biçimidir ve patriarkal yapının en temel dayanaklarından birisini oluşturur. Bu emek görünmeyen emektir, çünkü birincisi doğallaştırılmış emektir.
Toplumumuz bir patriarkadır. Ordunun, sanayinin, teknolojinin, üniversitelerin, bilimin, politik makamların, maliyenin kısacası, toplum içindeki her iktidar aracının, polisin zorlayıcı gücü de dâhil olmak üzere, bütünüyle erkeklerin elinde olduğu hatırlanırsa bu gerçek derhal açıkça ortaya çıkar.
Patriarkanın maddi temeli,erkeklerin,kadınların emekgücü üzerindeki denetimidir. Bu denetim kadınların ekonomik bakımdan gerekli üretken kaynaklara ulaşmalarını engelleyerek ve kadınların cinselliğini kısıtlayarak sağlanır.( ) Patriarkanın şu anda yaşadığımız biçimiyle en önemli öğeleri şunlardır:
Heteroseksüel evlilik (ve bunun sonucunda homofobi),çocuk yetiştirme ve ev işinin kadın işi olmasi,kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığı,devlet,erkekler arasındaki toplumsal iliskilere dayanan cok sayıda kurum; kulüpler,spor tesisleri,sendikalar,meslekler,üniversiteler,kiliseler, şirketler ve ordular.Eğer patriarkal kapitalizmi anlamak istiyorsak bütün bu öğelerin incelenmesi gerekir.
Ev içi eşitliğin olanaklı olmasi için ,kadınların erkeklerle eşit temelde çalışabilmeleri ve bunun sonucu olarak,kadınlar icin iş olanaklarının artması ve kadınların ayrıcalıklı bir erkek ücretine bağımlılıklarınin ortadan kalkması gerekir.
Erkeklere aile ücretinin ödenmesi genellikle cinsiyete dayalı iş bölümüne başvurularak gerekçelendirilir ve geleneksel olarak bu,her iki cinsiyetin birbirlerini tamamlayıcı hale gelmesini sağlayan adil bir sorumluluk bölüşümü olarak görülür.ne var ki,cinsiyete dayalı iş bölümü salt teknik bir iş bölümü değildir çünkü ayrıcalık ve ayrımcılık yapılarını yaratan hakimiyet ve tabiiyet ilişkilerini dayatır. Bunun kadınlar açısından birbiriyle iç içe girmiş olan ev içi ve ev dışı uzantıları vardır.Kadinlar ücretli kesimde çalışsalar bile evdeki sorumluluk onların sırtına yüklenir;ücretli kesimde çalıştıklarında çoğu en düşük ücretli ve en durağan işlere dağılmış durumdadır.Ev içi görevlerine bir de ücretli islerin doyurucu olmayışı eklendiğinde bu,kadınların ev dışında çalışmalarının önünde önemli bir engel haline gelir ve kadınları bu konuda cesaretsizlendirebilir.Boylece emek piyasasının kendisi,kadınların ev içi alandaki konumları ile ev dışındaki varoluşlari arasında dolaysız bir bağlantı kurarak onların yeniden üretimdeki rollerini tamamlar ve pekiştirir. Bu yüzden de kadınların toplumdaki durumlarının yalnızca ev içi alanındaki konumları tarafından belirlendiğini düşünmek yanlıştır; kadınların emek piyasasındaki güçsüz konumlarinin ev içindeki tabiiyetlerini pekistirici bir etkisi vardır.
Ama biz onların bilinçlerini yükseltsek bile,
erkekler potansiyel kayıplara karşı potansiyel kazançları değerlendirip statükoyu seçebilirler. Erkeklerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri de vardır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Öğretmenlerin, sosyal hizmet işlerinde ve sağlık alanında çalışanların büyük çoğunluğu kadındır. Kadınların bu işlerde oynadığı bakıcılık rolleri düşük statülü işlerdir, çünkü kapitalizm toplumsal gereksinimleri karşılamak için kişisel bağımsızlığı ve özel girişim yeteneğini vurgular; kolektif olarak sağlanan toplumsal hizmet gereksinimi bu vurguyla çelişir. Bakıcılık görevlerinin toplumsal önemi, bu işleri kadınlar yaptığı için küçümsenebildiği sürece, mübadele değerinin sermaye için taşıdığı önceliğin, bir kullanım değeri talebiyle karşı karşıya gelmesinden kaçınılabilir. Böylelikle, işçi sınıfını bölen ve zayıflatan feminizm değil, cinsiyetçiliktir.
Marksistler patriarkanın gücünü ve esnekliğini azımsamakla kalmadılar, sermayenin gücünü de abarttılar.
Bilinen bütün toplumların paylaştığı bir toplumsal buluş olan cinsiyete dayalı katı iş bölümü, çok ayrı iki toplumsal cinsiyet ve kadınlarla erkeklerin ekonomik nedenlerle bir araya gelmeleri gerekliliğini yaratır. Böylelikle onların, cinsel gereksinimlerini heteroseksüel olarak karşılamaya yönelmelerine ve biyolojik yeniden-üretimi güvence altına almaya yardımcı olur.
Toplumumuz bir patriarkadır. Ordunun, sanayinin, teknolojinin, üniversitelerin, bilimin, politik makamların, maliyenin kısacası, toplum içindeki her iktidar aracının, polisin zorlayıcı gücü de dahil olmak üzere, bütünüyle erkeklerin elinde olduğu hatırlanırsa bu gerçek derhal açıkça ortaya çıkar.
Mitchell, bizce de doğru olarak şunları söyler:
Sorun olarak görülmesi gereken şey kesinlikle sosyalizmle ilişkimiz değildir, sorun; (Marksist yöntem dediğimiz) bilimsel sosyalizmin, ezilmemizin özgül doğasını ve böylelikle devrimci rolümüzü çözümlemede bir yöntem olarak kullanılmasıdır. Böyle bir yöntemin, bence daha önce geliştirilmiş, sosyalist kuramlar kadar, radikal feminizmi de anlaması gerek.
Engels’in yazdığı gibi:
Maddeci anlayışa göre, tarihteki belirleyici etken, son çözümlemede, maddi yaşamın üretimi ve yeniden-üretimidir. Bunun da ikili bir karakteri vardır: Bir yandan varoluş, giyinme ve barınma araçlarının üretimi ve bu üretim için gerekli aletlerin üretimi, öte yandan da bizzat insanların üretimi, türün üremesi. Belirli bir tarihsel dönemde, insanların içinde yaşadığı toplumsal örgütlenme her iki türden üretim tarafından belirlenir
Kârlar, kapitalistlerin, emek gücünü sömürmelerinin, emekçilere ürettiklerinin değerinin altında ücret ödemelerinin sonucunda ortaya çıkar.
Marksistlerin asıl vurguladığı şey, kadınların evdeki sürekli tabiiyetlerinden çok, kapitalizmin patriarkal ilişkileri erozyon a uğratmasının taşıdığı ilerici karakterdi; sosyalizmde ev işi de kollektifleştirilecekti ve kadınlar çifte yüklerinden kurtulacaklardı.
Bu ilk Marksist yaklaşımın politik göndermeleri açıktır. Kadınların kurtuluşu öncelikle, kadınların erkekler gibi ücretli işçi olmalarını, ikinci olarak, kapitalizme karşı devrimci savaşımda erkeklere katılmalarını gerektirir. İlk Marksistlere göre, tıpkı genelde işçilerin sömürülmesinin nedeninin sermaye olması gibi, sermaye ve özel mülkiyet kadınların özgül ezilmelerinin nedenidir.
Patriarkal ve kapitalist çıkarlar arasındaki gerilimleri ortaya koyarken, sermaye birikiminin hem kendisini patriarkal toplumsal yapıya uyarladığını hem de bu toplumsal yapının sürekliliğine yardımcı olduğunu öne sürüyoruz. Bu bağlamda cinsiyetçi ideolojinin, patriarkal ilişkilerin kapitalizmi desteklemek eğiliminde olduğunu göstererek, günümüzde kendine özgü kapitalist bir biçim edindiğini öne sürüyoruz. Kısacası, patriarkayla kapitalizm arasında bir ortaklığın geliştiğini savunuyoruz.
Bu, kadınların iş gücüne erkeklerle eşit olarak katılmalarını engelleyici bir rol oynar; basit bir biyolojik iş bölümü(doğurma), büyük ölçüde kısıtlayıcı bir toplumsal ilişkiler matrisine gömülü hale gelir. Kitle iletişim araçları, eğitim ve aile beklentileri, gençlik yılları boyunca kadınları evliliğe ve evlilik içinde de özgül olarak annelik rolüne yönlendirir.
Kadınlar, ücretli emeğe katılmadan önce ev işini geçimleri karşılığında yaparken, ücretli emeğe katıldıklarında artık hiçbir karşılık almadan yapmaktadırlar, çünkü kendi geçimlerini ücretli kesimde sağlarlar. Bu durumun sürmesine yol açan, çoğu kadının yaşamının bir noktasında yaptığı evlilik sözleşmesidir. Kadınlar, evlilik aracılığıyla, kendi emeklerini denetleme haklarından yoksun bırakılırlar, çünkü artık bu emeği satma özgürlükleri yoktur. Emeklerini nasıl harcayacakları, emeklerinin ürünlerini nasıl kullanacakları kocalarının iradesine tabidir. Dolayısıyla, erkekler kadınların emeğini sömürürler ve böyle olduğu için de, kadınları sınıfsal olarak ezen onlardır.
Kadınların çok küçük bir azınlığı kapitalist sınıf içinde yer alırken, çalışan kadınların büyük bir bölümü proleterler sınıfına dâhildir. Kadınların bu sınıfın içinde aşırı sömürülmüş bir “kast” oluşturdukları iyi bilinen bir olgudur.
Bu aşırı sömürülme, onların kadın olarak tabi oldukları özgül sömürüyle sıkı sıkıya bağlantılıdır.
Mülk sahibi sınıftan bir erkekle evlenmek bir kadının yaşam düzeyini yükseltse bile, onun bu sınıfa dâhil olmasını sağlamaz. Çünkü kendisi üretim araçlarına sahip değildir. Dolayısıyla kadının yaşam düzeyi, proleterlerle arasındaki sınıfsal üretim ilişkilerine değil, kocasıyla arasındaki kölelik üretim ilişkilerine bağlıdır.
Tarihsel ve etimolojik olarak aile, bir üretim birimidir. Latince’de Familia, aile babasının iktidarına (o zamanlar mülkiyetle eş anlamlıydı) tabi kılınmış toprak, köle, kadın ve çocuklar toplamı anlamına gelir. Bu üretim biriminde aile babası egemendir: Otoritesi altında bulunan bireylerin emeği ona aittir veya başka bir ifadeyle aile, emeklerini bir “reise borçlu olan bireyler toplamıdır.
Egemen sınıflar, üretken emeği, boyundurukları altında tuttukları sınıfları çalıştırarak gerçekleştirirler.
“Sosyalist” toplumlar da dâhil olmak üzere, mevcut tüm toplumlar, çocukların yetiştirilmesi ve ev içi hizmetlerinde kadınların karşılıksız emeğine dayanırlar. Bu hizmetler ancak bir bireyle (koca) kurulan özel bir ilişki çerçevesinde sunulabilir ve mübadele alanından dışlanmış oldukları için de değer taşımazlar. Bunların karşılığı ödenmez. Bu hizmetlerin karşılığında kadınların ellerine geçen, yaptıkları işten bağımsızdır ve onun karşılığı olarak sunulmaz; yani yapılan işin karşılığı olarak hak edilen bir ücret gibi değil, bir bağış gibi verilir. Kocanın tek yükümlülüğü -ki bu da kuşkusuz kendi çıkarınadır- karısının ihtiyaçlarını karşılamak, başka bir ifadeyle onun emekgücünün bakımını sağlamaktır.
Cinsel eşitsizlik sosyoekonomik tabakalaşmanın öyle bir dayanağı olmuştur ki onu ayakta tutan patriarkayla karşı karşıya gelmeden sınıf hâkimiyetine saldırılamaz. Aynı zamanda, kapitalizmin politik ve yasal cinsel eşitlik vaatlerini karşılayamamasıyla da görüldüğü gibi, ekonomik eşitsizliğe ve sınıflı toplumun politik yapılarına saldırmaksızın patriarkayı kökünden söküp atmak da olanaksızdır. Kadınların tabiiyetinin alt sınıftan erkekleri denetlemek ve manipüle etmek için de kullanılması gerçeği, ekonomik ve cinsel eşitsizliğe karşı iç içe geçmiş bir mücadeleyi başlatabilmek için bir çıkış noktası olabilecek nesnel bir çıkar ortaklığını sağlamaktadır.
Kamusal ve özel alanların ayrılması ve kadınların henüz yeni yaratılmış olan ve güçsüz ev içi arenayla, devletin çok sıkı denetimi altında olduğu için kamusal alandan çok daha az prestijli olan ev içi arenayla ilişkilendirilmeleri kadının toplumsal statüsünü çökertti. Bu ev içi alanda, üst sınıftan kadınların meşru varisler üretme rolüyle kısıtlanmalarına yönelindi; bu arada, alt sınıftan kadınların emeği çoğu kez kocalarının emeği içinde gizli kaldı. Kadınların üretici ve yeniden-üretici rolleri, sınıf ilişkilerinin kalıcılaştırılmasının görünmez arka planını oluşturdu ve kadınlık, toplumsal bir kategori olarak iktidarsızlıkla, bağımlılıkla ve üretken olmamakla daha da yakından özdeşleştirildi.
İnka kralı, devlet hizmetlerince kendisi için dokunmuş değerli bir kumaşı aldı ve nasıl o kumaşın sahibi olacaksa, tıpkı kendisi gibi her şeye hükmedeceğini belirterek kumaşı karısına verdi. Karşılık olarak karısı krala, kendi elleriyle dokuduğu bir giysi verdi. Buradaki simgesellik çok açıktır. Kadın, kocasına yapacağı kişisel hizmetin karşılığında kralın hak ettiği kamusal saygınlıktan payını alır. Kendi etkinliklerinin meyvaları krala gittiği sürece, kadın, kralın hakimiyetinin otoritesini paylaşacaktır.
Çokkarılılık potansiyel bir kadın kıtlığı yarattı, çünkü bazı erkeklerin pek çok kadını tekeli altına almasına izin veriyordu. Bazı erkeklerin başka erkekler üzerindeki iktidarı, bütün erkeklerin karıları üzerindeki iktidarının artmasının sonucu olarak arttı.
Anasoylu anayerli toplumların, günümüzde toplumsal karmaşıklığın, zenginliğin ve üretkenliğin alt ucunda yoğunlaşmasının, yerel soyun kendisini bağımsız olarak zenginleştirmesi için daha az fırsat ya da özendirici sunan toplumsal ilişkilerin bir sonucu olduğunu öne sürüyoruz. Soy düzeyinde böyle eşitsiz bir zenginleşme ve bunun sonunda da rekabet olmayınca, bir topluluğun boş zamandan vazgeçip üretimi geçimlik düzeyin üstüne çıkartması için toplumsal bir özendirici yoktur. Bu gibi toplumlar istikrarlı kalırlar ve yayılmacı olmazlar. Eski anayerli toplumlar da, büyük olasılıkla benzer biçimde yayılmacı olmayan toplumlardı. Örneğin, Çatal Höyük tabakalaşma, topluluk artığı ya da askeri yayılma bakımından yoksunluğuyla dikkate değerdi. Ama bu gibi topluluklar, yayılmacı babayerli komşularından zarar görmeye çok açıktı. Anayerliliğin dağıtıcı etkisini yenebildikleri ve yerel soy ya da hane düzeyinde servet farklılıkları geliştirebildikleri durumlarda, muhtemelen o zaman, yakın tarihte olduğu gibi, babayerli ya da yeniyerli ikamete doğru bir eğilim ortaya çıkmıştı.
Kadınların tabiiyetinin kaynağının, erkelerin kadınlara saldırısında değil, belirli akrabalığa dayalı birliklerin hem kadın hem de erkek üyelerinin, başkalarıyla rekabet koşullarında, emeği biriktirme ve denetleme çabalarında yattığını öne sürüyoruz. Baba-yerli toplumlarda bu tür bir denetimi uygulamak için daha çok özendirici ve fırsat vardı ve onların çabaları, evlendiğinde kocasının yanına taşınan kadınlara yönelikti; bunun sonuçları ise bütün kadınlara yansıdı.
Böylelikle akrabalık bağına dayalı toplumlar, Neolitik Devrim olarak bilinen bir dizi dönüşümle ortaya çıkacaktı.
Komünal topluluklardaki esnek iş bölümünü kadın emeğinin sömürülmesine dönüştürülebilecek süreçlerin ortaya çıkışının, akrabalık bağına dayalı mülkiyetin ve bunun temsil ettiği toplumsal ilişkilerin gelişmesinden kaynaklandığına inanıyoruz.
Childe, Neolitik çağdaki iş bölümünün, kadınların ekin ve geçimlik imalatla, erkelerin de sürü gütme, avcılık ve gerektiğinde (oldukça seyrek) savaşma gibi işlerle ilintili olduğunu öne sürer.
İş bölümü, kadınları hareketsiz ya da yerleşik kılmadı. Bazı Batı Afrika toplumlarında, kadınlar oldukça uzak mesafelere ticaret yapmaya gidiyorlardı; pek çok avcı-toplayıcı toplumda çocuksuz kadınlar avda erkeklere eşlik ediyorlardı; göçmen gruplarda kadınlar, erkeklerle birlikte hareket edip üzerlerine düşen işleri yapıyorlardı. Toplama etkinlikleri çoğu zaman çok geniş alanları kaplar ve kadınlar çocuklarını boyunlarına asarlardı. Çocuk orada saatlerce durur ve kadın yürürken o da beslenir veya uyuklardı. Ancak şu da çok açıktır: Bazı üyelerinin daha sık aralıklarla eve yakın olmasını (toplayıcılık ya da bitki yetiştirme gibi), öbürlerininse beklenmedik, uzun mesafeli uğraşlarla meşgul olmasını gerektiren bir iş bölümünün geliştirildiği bir toplumda, ev civarındaki işleri kadınlara, öbürlerini erkeklere verme eğilimi vardı. Bu, erkeklerin kadınlardan daha iyi avlanabileceklerini gösteren, biyolojik bir temelde belirlenmiş bir iş bölümü değil, toplumsal bir kolaylıktı.
Kapitalizmi tahlil ederken, sermaye ilişkisinin yol açtığı fetişizmi eleştiren, toplumsal ilişkileri burjuva ideolojisinde onlara atfedilen doğallıktan arındıran Marx, yeniden üretim alanı söz konusu olduğunda patriarkal ideolojinin doğallaştırıcı bakışının ufkuna hapsolur. Doğurma kapasitesinin yanısıra, doğallıktan ibaret olmayıp bir doğa-insan ilişkisi olan çocuk doğurmayı, çocukların beslenip büyütülmesini, patriarkal kapitalizmde yeniden üretim biçimi olan karşılıksız emeği doğallaştırır; böylelikle görünmeyen emeği görünmez bırakır. Dolayısıyla görünmeyen emek kavramı, Marx’ın yapıtının feminist eleştirisinin omurgasını oluşturmaktadır.
kadınların çalışmasına ilişkin bazı tezler ileri sürüyor:
1) Kadınların aile içinde harcadıkları emeğin ekonomiye, önemi her zaman kabul edilmemekle birlikte vazgeçilmez bir katkısı olmuştur. Tarihte kadınlar, hemen her zaman, ev işine ek olarak, yine karşılığı ödenmeyen başka işler de yapmışlardır. Bu, ailenin üretim birimi olduğu durumlarda, örneğin büyük çiftliklerde, perakende ticarette ve atölyelerde özellikle geçerlidir; Fransa’da bugün bile, aileye destek , yani ücretsiz işçi olarak sınıflandırılan, çoğu tarım kesiminde olmak üzere milyondan fazla kadın vardır.
2) Sanayileşmenin gelişmesi ve geçimlik tarımın gerilemesi sonucunda, kadınların emeği aile içinde sonuna kadar sömürülebilir olmaktan çıkmıştır; bu yüzden, bazı kadınlar ücretli emek alanına çekilmiş, geri kalanlar ise piyasa için üretime katılma olanağından da yoksun bırakılarak, tam gün ev kadınlığına mahkum edilmişlerdir Ancak, iki nedenden dolayı, kadınların ücretli emeğe katılımı genel durumlarında önemli bir değişikliğe yol açmamıştır: İlkin, ev dışında çalışsınlar çalışmasınlar, bütün kadınlar karşılığı ödenmemiş ev emeği harcamaya devam etmişlerdir; ikincisi, kadınların ücretli emeğe katıldıkları ücretleri büyük bir olasılıkla kocaları tarafından ve (çocuk bakımı ve çamaşır gibi) geçmişte kadınların sundukları hizmetleri karşılamak üzere kullanılıyordur. Öyleyse, aradaki tek fark şudur: Kadınlar, ücretli emeğe katılmadan ev işini geçimleri karşılığında yaparken, ücretli emeğe katıldıklarında artık hiçbir karşılık almadan yapmaktadırlar, çünkü kendi geçimlerini ücretli kesimde sağlarlar.
3) Bu durumun sürmesine yol açan, çoğu kadının yaşamının bir noktasında yaptığı evlilik sözleşmesidir. Söz konusu sözleşmedeki bu ortak konum kadınların ortak sınıfsal durumlarının temelini oluşturur. Kadınlar, evlilik aracılığıyla, kendi emeklerini denetleme haklarından yoksun bırakılırlar, çünkü artık bu emeği satma özgürlükleri yoktur. Emeklerini nasıl harcayacakları, emeklerinin ürünlerini nasıl kullanacakları kocalarının iradesine tabidir. Dolayısıyla, erkekler kadınların emeğini sömürürler ve böyle olduğu için de, kadınları sınıfsal olarak ezen onlardır. Delphy bu tezlerden teorik ve politik olarak iki temel sonuç çıkarıyor: İlkin, günümüz toplumunda iki üretim tarzı olduğunu ileri sürüyor: kapitalist mülkiyet ilişkilerinin ve kapitalist sömürünün tanımladığı bir sınai üretim tarzı ve patriarkal aile-içi üretim ilişkilerinin ve patriarkal sömürünün (yani kadınların erkekler tarafından sömürülmesinin) tanımladığı bir patriarkal üretim tarzı. Kapitalist ilişkilerin ilgasının kadınların ezilmesinin ortadan kalkmasına yol açmamış olmasından da görüldüğü gibi, bu tarzlar birbirinden ayrı ve özerktirler.
Delphy ayrıca, bu ikinci, yani patriarkal üretim tarzı açıından kadınların başlı başına bir sınıf oluşturduklarını ileri sürüyor; kadınların sınıf birliği erkekler tarafından ezilmeyi paylaşmalarından kaynaklanır ve bu sınıf aidiyeti kadınların kendi ev-dışı işlerinden ya da kocalarının sınıfsal konumundan bağımsızdır. Yazar buradan, patriarkayı ve onun içinde yer aldığı toplumu yıkmak üzere kadınların özerk olarak harekete geçmeleri gerektiği sonucuna varıyor.
patriarkal sömürü kadınların ortak, özgül ve temel ezilmişliğini oluşturur:
– Ortak ezilmişlikleridir, çünkü bütün evli kadınlar için geçerlidir (belli bir anda kadınların yüzde 80’i):
– Özgül ezilmişlikleridir, çünkü ev içi hizmetlerini karşılıksız yerine getirme yükümlülüğüne yalnızca kadınlar maruz kalırlar:
– Temel ezilmişlikleridir, çünkü kadınlar dışarıda çalıştıklarında bile, bundan doğan sınıf aidiyetleri kadın olarak sömürülmeleri tarafından koşullanır:
a) Üretim araçları üzerinde mülkiyet hakları, evlilik hukukuku düzenlemeleri (1968’e kadar) ve miras uyaulamalarıyla engellenmiştir (kadın işverenlerin çoğu ya tek kız çocuklar ya da dullardır);
b) Kazançları, karşılıksız hizmetlerinin yerine geçmek üzere satın almak zorunda oldukları hizmetlerin değerinin oranında kesintiye uğratılarak iptal edilir;
c) Mesleklerini uygularken tabi oldukları maddi koşullar onlara patriarkal sömürü yoluyla dayatılmıştır. Çünkü:
– Çalışma imkânları bile aile yükümlülükleri nin öncelikli olarak yerine getirilmesi koşuluna bağlıdır; bunun sonucunda da dışarıda çalışmaları ya olanaksız kılınmış ya da ev işlerine eklenmiştir;
– Kadınları dışarıda çalıştıkları işlerde sömürebilmek için kapitalizm, bu aile yükümlülüklerini önlerine birer engel ve bahane olarak diker.
Aynı iş için, söz gelimi üç çocuğun yetiştirilmesi karşılığında bir isçinin karısı ile bir yöneticinin karısının bakımına ayrılan miktar arasındaki fark on kata kadar çıkabilir. Aynı bakım karşılığında kadınlar kocalarının ihtiyaçlarına bağlı olarak çok farklı hizmetler sunarlar. Nitekim burjuvaların karıları, kendilerine ev emeği karşılığı verilen miktarın sosyal statü için verilen miktar lehine kısıldığına tanık olurlar. Aldıklarının, sundukları hizmetle hiçbir ilgisi bulunmadığından, bu kadınların kendi yaşam düzeylerini yükseltmek için, sundukları hizmetleri iyileştirme çabasına girişmelerine olanak yoktur ve dolayısıyla onlar için tek çözüm yolu aynı hizmetleri daha zengin bir erkeğe sunmaktan geçer. İşte onların emeklerinin değer taşımayışının mantıksal sonucu da zengin koca kapma yarışıdır. Ama mülk sahibi sınıftan bir erkekle evlenmek bir kadının yaşam düzeyini yükseltse bile, onun bu sınıfa dahil olmasını sağlamaz. Çünkü kendisi üretim araçlarına sahip değildir. Dolayısıyla kadının yaşam düzeyi, proleterlerle arasındaki sınıfsal üretim ilişkilerine değil, kocasıyla arasındaki kölelik üretim ilişkilerine bağlıdır. Evlilikleri sona eren burjuva karıları yaşamlarını artık -bu çok büyük bir çoğunlukla böyle oluyor- ücretliler olarak kazanmak zorunda kalırlar. Bu durumda, potansiyel proleterlikleri – üstelik bu kez yaş engeli ve/veya mesleki formasyon eksikleri nedeniyle- somut proleterliğe dönüşüverir.
kadınların emeğinin mübadele alanından dışlanması, onların üretiminin doğasının bir sonucu değildir; çünkü onların karşılıksız emeği;
1. Piyasaya sunulan ve orada mübadele edilen (tarımda, zanaatkârlıkta, esnaflıkta) mal ve hizmetlerin üretiminde,
2. Aile dışında üretildiklerinde karşılığı ödenen, aile içinde ise karşılığı ödenmeyen mal ve hizmetlerin üretiminde harcanır ve bu, doğası ne olursa olsun, aile içinde yapılan bütün üretimler için geçerlidir
Ama biz onların bilinçlerini yükseltsek bile,
erkekler potansiyel kayıplara karşı potansiyel kazançları değerlendirip statükoyu seçebilirler. Erkeklerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri de vardır.
Kadınlar, devrimden sonra erkeklerin onları kurtaracaklarına güvenmemelidirler; kısmen, bunu nasıl yapacaklarını bildiklerini düşünmek için hiçbir neden olmadığından, kısmen de bunu yapmak için hiçbir zorunlulukları olmadığı için.
Feminizmin konularının incelenmesinden ve uygulanmasından vazgeçilirse sermayeye ve patriyarkaya karşı mücadele
başarılı olamaz. Yalnızca kapitalist ezme ilişkilerine yönelmiş bir mücadele başarısız olacaktır çünkü bu durumda bu ilişkileri alttan alta destekleyen patriyarkal ezme ilişkileri gözden kaçacaktır.
Sanayi temelli patriyarkal ilişkiler çeşitli biçimlerde dayatılır. Kadınlara daha düşük ücretler, daha az hak ve daha az ilerleme fırsatları tanıyan sendika sözleşmeleri, yalnızca atalardan kalma artıklar -cinsiyetçi bir davranış ya da erkek egemen ideoloji örneği- değildir; bunlar patriyarkal sistemin maddi temelini korurlar.
Örneğin bir toplum, kapitalizmden sosyalizme bir geçiş yaşayabilir ve patriarka kalabilir.
Patriyarkayı, yararlı bir biçimde, maddi temeli olan ve hiyerarşik olsa da erkekler arasında, onların kadınlara egemen
olmalarını sağlayan bir karşılıklı bağımlılık ve dayanışma kuran ya da yaratan erkekler arası toplumsal ilişkiler dizisi olarak
tanımlayabiliriz.
Toplumumuz bir patriyarkadır. Ordunun, sanayinin, teknolojinin, üniversitelerin, bilimin, politik makamların, mâliyenin
kısacası, toplum içindeki her iktidar aracının, polisin zorlayıcı gücü de dâhil olmak üzere, bütünüyle erkeklerin elinde olduğu hatırlanırsa bu gerçek derhal açıkça ortaya çıkar
“Kişisel olan politiktir”, Zaretsky’nin anladığı
gibi, öznellik hakkının savunulması, insanın kendisini daha iyi hissetmesi için bir savunma değildir; erkeklerin iktidarının ve
kadınların tabiiyetinin toplumsal ve politik bir gerçeklik olarak tanınması için bir taleptir.
Kadınların ev işi yapması, erkekler için emek harcaması, patriyarkanın varlığını sürdürebilmesi için yaşamsal öneme sahiptir.
Kadın hareketi, kadınların mücadelesinin öneminden hiçbir zaman kuşkulanmamıştır. Çünkü feministler için hedef, yalnızca kadınların mücadelesiyle elde edilebilecek olan kadın kurtuluşudur.
Zaretsky, kadınların erkekler için çalışıyor göründüğünü gerçekte ise bu çalışmanın sermaye için olduğunu düşünürken biz, kadınların aile içindeki çalışmalarımız -aynı zamanda kapitalizmi açıkça yeniden üretse de- gerçekten de erkekler için olduğunu düşünüyoruz.
Marksizmle feminizmin “evliliği”, kocayla karısının İngiliz örfi yasasında tanımlanan evliliği gibi olmuştur. Marksizmle feminizm tek bir şeydir ve o bir şey de Marksizmdir.1
Ev içi eşitliğinin olanaklı olması için, kadınların erkeklerle eşit temelde çalışabilmeleri ve bunun sonucu olarak, kadınlar için iş olanaklarının artması ve kadınların ayrıcalıklı bir erkek ücretine bağımlılıklarının ortadan kalkması gerekir.
Yüksek işsizlik oranının hüküm sürdüğü ileri kapitalizm koşullarında, köktenci biçimde müdahaleci bir devlet yönünde bir değişiklik yapılmadan, kadınları ev içi alanından özgürleştirecek koşulları yaratmak son derece sorunludur, çünkü emek piyasasında onların emmeye yetecek sayıda iş yoktur.
kadınların emek piyasasındaki güçsüz konumlarının ev içindeki
tabiiyetlerini pekiştirici bir etkisi vardır.
Ev işini kapitalist üretim tarzına özümleme çabası çoğunlukla, Marx ve Engels’in yapıtlarında ev işinin sistematik bir tahlili
bulunmadığına göre bu teoriyi onlar için geliştirmek gerektiği biçiminde gerekçelendirildi. Ev emeği ile kapitalizm arasındaki ilişki üzerine bir teorinin olmayışı, bazı yazarlarca, tarihsel
maddeciliğin kurucularının cinsiyetçi ihmallerine atfedildi.Kimileri ise, teorinin merkezini oluşturan konular söz konusu
olduğunda bile, Marx’ın birçok kavramının yeterince geliştirilmemiş olduğunu ve daha fazla geliştirilmesi gerektiğini ileri
sürüyorlar
Ailenin üretim birimi olduğu durumlarda bile, ev içi tüketimine yönelik olarak harcanan ev emeği (örneğin, yemek, temizlik, çamaşır, dokuma, dikiş) ve çocuk yetiştirme ile piyasada mübadeleye ya da takasa yönelik olarak harcanan ev emeği arasında hep bir farklılık vardır. Bu farklılık teknolojik olarak en az gelişmiş toplumlarda görülür; başka bir deyişle, ev
emeği (özelleşmiş ev emeği bile) ve cinsiyete dayalı iş bölümü kapitalizm-öncesinde vardır ve evrensel olduğu söylenemese bile neredeyse öyledir.
Kuşkusuz, gerçekte ev işini yapanlar sadece kadınlar değildir; bekâr erkekler, çocuklar ve başkaları da ev işi yaparlar ve bazı evlerde ev işi, hane üyeleri arasında paylaştırılır. Ama iş görüldüğü sürece, sermaye bu işin hangi toplumsal ilişkiler içinde ve kimler tarafından yapıldığı konusunda, kuşkusuz, oldukça ilgisizdir.
Ev işi, bir yandan kadınları iş gücünün dışında tutarak erkek işçilerin
pazarlık gücünü yükseltir, öte yandan da aynı pazarlık gücünü düşürme potansiyelini taşıyan bir yedek kadın sanayi ordusu yaratır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir