İçeriğe geç

Kadın ve Manzara Kitap Alıntıları – Stefan Zweig

Stefan Zweig kitaplarından Kadın ve Manzara kitap alıntıları sizlerle…

Kadın ve Manzara Kitap Alıntıları

Bekledim,bekledim Ama hiçbir şey olmadı.
Her şey beni kendine çekiyor ve acı veriyordu.
Ölümden geri dönmüş gibiydim.
bir tabutun önünde durur gibi yılgınlık gelmişti üzerime
her şey düşünülmüş ve hayal edilmişti
“Her şey bana acı veriyordu ola ki acım zirve yapmıştı.”
Yaşam durmak istiyor muş gibiydi; Her her şey sessizdi, hayvanlar bile gürültü yapmıyordu .
Tıpkı gökyüzü. Ve toprak gibi artık birbirimize tamamen uzak ve yabancıydık.
Hiç bir şey bana Şaşırtıcı gelmiyordu.
İçimdeki her şey hiç duyulmamış olanı duymaya çalışıyordu.
Onun bakışları benim varlığımın derinliklerinde hala canlıydı.
Düşman cennetle yeryüzü arasındaki ürkütücü kavgasını hala sessiz sürdürüyordu
Her şey bir anda yok olmuştu. Sessizliğe bürünmüş doğanın içerisinde tek başıma kalmıştım.
Bekledim bekledim ancak hiçbir şey olmadı.
Gökyüzü ve yeryüzü gibi tekrar birbirimize uzak ve birbirimize yabancı olmuştuk
Onun bakışları benim varlığımın derinliklerinde hâlâ canlıydı.
Tıpkı gökyüzü ve toprak gibi artık birbirimize tamamen uzak ve yabancıydık.
Onun bakışları benim varlığımın derinliklerinde hâlâ canlıydı.
Başladı,başlamıştı.
Nereye baksam içimdeki ile aynı tepkiyi görüyordum
Dünyanın üzerine rüzgar gelmişti
Gökyüzü ve yeryüzü gibi tekrar birbirimizden uzak ve birbirimize yabancı olmuştuk.
acıların sakince izlenerek dinlenemeyeceklerine, bunun bir saklanma, garip bir merakın gizlenmesi olduğuna emindim.
Mısır’ın bitmez tükenmez gecelerini hatırlamak ona bu kükürt sarısı gecelerin dehşetini yaşatıyor, sonsuz bir suskunluk ve adı konamayan bir tehdidin içine çekiyordu. Kurtulması mümkün olmayan bu terk edilmişlik yüreğini sarmıştı.
Ona göre her şey katı, odunsu ve ağırdı. Zorlukla düşünüyor ve yavaş kavrıyordu. Her yeni düşünce kendi içindeki duyguların katı eleğinden geçerek damlıyordu ama yeni bir şey benimsediğinde de sonuna kadar hırsla ona sarılıyordu.
Aslında kendimden utanıyordum. Bir masal perisi gibi fakir insanların evine ayak basmış, bir körü görüp bir saat için yumuşak başlılıkla bir aldatmacayı yardım hizmeti olarak sunmuş ve utanmazca yalan söylemiştim. Gerçekte hirpani ruhsuz bir adam olarak, birkaç değerli parçayı birisinden almak için gelmiş, ama daha fazlasına sahip olmuştum: Hayatta bir kere saf bir coşkuyu sıkıntılı, neşesiz bir zamanda hissedebilmiştim.
Dehşet içinde kollarını bana doğru kaldırmıştı ve onun uyanık bakışında sadece sınırsız kin vardı. Gök gürültüsüyle üstümüze düşen karanlıkta onu anlamak ve sakinleştirmek, ona bir şey açıklamak istemem boşunaydı, gözyaşlarına boğulmuş, yeni bir şimşeğin gösterdiği kapıyı iterek açıp kendini dışarı atmıştı ve kendiliğinden kapanan kapıyla birlikte, bütün gökyüzü yeryüzüne düşmüş gibi gök gürültüsünün muazzam sesi gelmişti.
Duygularımın hepsini alev sarmıştı.
Öyle karanlık ve boş bir bakıştı ki bu, adeta gökyüzünün derinliklerinde dibini göremediği bir kara deliğe bakar gibiydi.
Yine o bakış mıydı bu, içimde o kan kırmızısı deliliği yaratan manzara mıydı?
Onun bakışları benim varlığımın derinliklerinde hâlâ canlıydı.
Hava alevden ve tozdan safran sarısı yanıyordu
Bir şey var. İçinden çıkamadığım belki de içimden çıkaramadığım.
Gökyüzü ve yeryüzü gibi tekrar birbirimizden uzak ve birbirimize yabancı olmuştuk.
Bütün duyularımla bedenime uzandım ancak kendimi bulamadım.
“Gökyüzü ve yeryüzü gibi tekrar birbirimizden uzak ve birbirimize yabancı olmuştuk.”
“ .kimdi? Nereden gelmişti? Kime aitti?
Onun hakkında hiç bir şey bilmiyordum.
Ve onu bana bağlayan hiçbir şey olmadığını hissediyordum sürekli..”
Güçlüydüm çünkü içim de beklediğini alamayan tüm doğanın susuzluğunu ve hasret çeken koca bir dünyanın umudunu taşıyordum.
Geceden daha kara olan gözlerini hissettim.
Bu yeni, karanlık ve büyülü hisse kendimi bıraktım, hissettiğim yalnızca gece ve geçmişten gelen bir bakıştı;bir kadın ve içinde kaybolmanın tatlı bir haz vereceği manzara vardı sadece.
Her şeyi hissediyordum ve hissettiğim her şey canımı yakıyordu.
Bir an bana sanki tabiat nefes alıyormuş, bir yerlerden sıcak özlem dolu bir iç çekiş geliyormuş gibi geldi.
Ben doğanın bu taşkınlığında dünyaydım, kasırgaydım, yağmurdum, geceydim, tabiatın ta kendisiydim.
Kendimi bütün diğer türlerin arasından sıyrılan, yanıp kavrularak benliğimden ayrılan gizemli, canlı bir öz gibi hissediyordum.
“Aydınlık yüzü bir kalp gibiydi.”
Her bakış,
Her mimik,
Bana bakıyordu,
Ve ben aç değildim çünkü;
İnsan istemiyordum.
“Yüreğin bir dünya idi benim için.”
“Her şeyi algılıyordum ve algıladıklarım acı dolu olup sen doluydu.”
“Her şey bana acı veriyordu ola ki acım zirve yapmıştı.”
“Bekledim, seni bekledim ama hiç bir şey olmadı.”
Artık yağsana yağmur,
Öyle vahşi;
Ve öyle kurşuni.
Güçlüydüm çünkü içimde, beklediğini alamayan tüm doğanın susuzluğunu ve hasret çeken koca bir dünyanın umudunu taşıyordum.
Tıpkı gökyüzü ve toprak gibi artık birbirimize tamamen uzak ve yabancıydık.
Beni hatırlamıyordu, aramızda geçenler o büyülü karanlığa gömülüp yok olmuştu. Yer ve gök misali birbirimize yabancıydık yine
Kendimi sonsuz yorgun hissediyordum.
Belleğimin derinlerindeki bakışı hala canlıydı.
Kendimi sonsuz yorgun hissediyordum.
Yer ayaklarımda kaybolmuş. Bu baş döndüren düşmenin bütün tatlılığını algılamıştım.
Bir kitap okuyordu ama ben kitap okuduğuna inanmıyordum.
Benim gibi hissettiğine, bu bunaltan dünyanın anlamsız ızdırabına, acı çektiğine
Acıların, sakince izlenerek dinlenemeyeceklerine, bunun bir saklanma garip bir merakın gizlenmesi olduğuna emindim.
Onun yüreğindeki de dünya değildi yanan yalnız bendim.
Dünyanın yangınından kopmak istemeyen tek insanı görmüştüm ve onunda kardeşliğimizden haberdar olmasını istiyordum.
Artık neden heyecanlandığımı ve dünya da neler olduğunu bilemiyordum.
Dünyayla benim aramdaki duygunun ince zarı parçalanmıştı.
Her şey sadece hayal kırıklığını galeyana getirmişti.
Gökyüzü ve yeryüzü gibi tekrar birbirimizden uzak ve birbirimize yabancı olmuştuk.
Bir şey var. İçinden çıkamadığım belki de içimdem çıkaramadığım.
Bu insanların yüzlerini görmek zorundaydım ve onları mutlu,çok huzurlu,yemeklerini keyifle yediklerini gördüğüm zaman hepsinden nefret ettim.Susamış dünyaya karşı sessiz bir halde,hiç öfkelenmeden,dünya acı içerisinde olmasına rağmen huzurlu ve güvenle oturuyor olmalarını kıskandım.Onlara hiçbir şekilde sempati duymayan biri olsaydım,her birine saldırabilirdim,ama şu anda o kadar donuk ve o kadar umursamaz görünüyorlardı ki..
İnsanları görmek istemiyordum,ama buradaki yalnızlıkta çok korkunçtu.
Güçlüydüm çünkü içimde, beklediğini alamayan tüm doğanın susuzluğunu ve hasret çeken koca bir dünyanın umudunu taşıyordum.
Her şeyi hissediyordum ve hissettiğim her şey canımı yakıyordu
Tıpkı gökyüzü ve toprak gibi birbirimize tamamen uzak ve yabancıydık
Sabırsızlıktan yanıp duran kalbim bir anda soğudu.
İnsanların bu boğucu yakınlığı bana nefes aldırmıyordu.
Bir kitap okuyordu, ben kitap okuduğuna inanmıyordum.
Güçlüydüm, çünkü içimde beklediğini alamayan tüm doğanın susuzluğunu ve hasret çeken koca bir dünyanın umudunu taşıyordum
Bu benim kişisel deliliğim miydi yoksa dünya mı delirmişti?
Pencereden dışarı bakarken kendi duygularıma ayna tutulmuş gibi hissettim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir