İçeriğe geç

Kadın ve Aile Kitap Alıntıları – Karl Marx

Karl Marx kitaplarından Kadın ve Aile kitap alıntıları sizlerle…

Kadın ve Aile Kitap Alıntıları

Yürekli teyzeler gibi mırıldanmak yok, savaşçı kadınlar olarak yüksek sesle, açık konuşmalı!
Yasa önünde eşitlik henüz yaşamda eşitlik değildir. Çalışan kadın yalnız yasa önünde değil, tersine yaşamda da erkekle hak eşitliğini kazanmalıdır. Bu amaçla, çalışan kadınların kamusal düzenlemenin yönetimine ve devlet yönetimine gittikçe daha çok katılmaları zorunludur.
Biraz tarih bilen herkes, büyük toplumsal devrimlerin kadınsal maya olmaksızın gerçekleşmeyeceğini de bilir.
İnsanlar ancak hayvana yaraşabilecek bir duruma düşürülürse, onlara başkaldırmaktan ya da hayvanlaşmaktan başka hiçbir şey kalmaz.
Analık hukukunun çökmesi, kadın cinsinin dünya tarihinde yenilgisi idi. Erkek evde de yönetimi ele alıyor, kadın aşağılanıyor, uşaklaştırılıyor, erkeğin arzularının kölesi ve yalnızca çocuk yetiştirme aracı oluyordu.
Lenin için belirleyici anlamı olan sivrilmiş tek tek kadınların parlak başarıları değildi, daha çok milyonlarca kadının, en yalın ve en alçak gönüllü milyonlarca kadının o görünmeyen günlük çalışmalarıydı.
Bir yığın hastalık sadece burjuvazinin iğrenç para hırsından doğmaktadır!
Bu iki kızkardeş, milyon sahibeleri, kadınlara özgürlük ve özellikle “özgür aşk” savunucuları, resmen Enternasyonale girdiler. 9 numaralı şube bayan Claflin’in, 12 numaralı şube bayan Woddhull’un kılavuzluğunda oluştu; bunu hemen Amerika’nın çeşitli kesimlerinde, kızkardeş çiftin yandaşlarınca oluşturulan yeni şubeler izledi. Yürürlükteki tüzüğe göre her şubenin New York’ta toplanan merkez komitesine bir delege gönderme hakkı vardı. Sonuç, başlangıçta Alman, İrlandalı ve Fransız kadın işçilerinden oluşan bu federal meclisin her çeşit ve heriki cinsten Amerikalı bir sürü burjuva serüvenciyle dolup taşması oldu. İşçiler arka plana itildiler, spekülasyoncu iki kızkardeşin yengisi kesin görünüyordu. O sırada 12 numaralı şube ön plana geçti ve Amerikan Enternasyonalinin kurucularına gerçekten neyin sözkonusu olduğunu açıkladı.
Dinsel yasalara karşı savaşırken son derece dikkatli ilerlenmelidir; bu savaşımda dinsel duyguları yaralayan kimse, büyük zararlara yolaçar. Savaşım propaganda, aydınlatma yoluyla yürütülmelidir. Savaşımı sert yöntemlerle yürütürsek, yıǧınları kendimize karşı kışkırtabiliriz; böyle bir savaşım yıǧınların ayrılıǧını din ilkesine göre derinleştirir, oysa bizim kuvvetimiz birliktedir. Dinsel önyargıların en derin kaynakları yoksulluk ve bilgisizliktir; bu hastalıklarla da savaşmalıyız.
Bizi, ana-babaların çocuklarını sömürmesine son vermeyi istemekle mi kınıyorsunuz? Bu suçu kabul ediyoruz.
Ama, evsel eǧitimin yerine toplumsal eǧitimi koyarak en sevgili ilişkiyi ortadan kaldırdıǧımızı söylüyorsunuz. Ve sizin eǧitiminiz de toplumca belirlenmiyor mu? Içinde eǧitim yaptıǧınız toplumsal ilişkilerle, toplumun doǧrudan ya da dolaylı işe karışmasıyla, okul aracılığıyla vb. belirlenmiyor mu? Toplumun eǧitime etkisini komünistler yaratmıyorlar; Yalnızca onun niteliǧini deǧiştiriyorlar, eǧitimi egemen sınıfın etkisinden kurtarıyorlar. Aile ve eǧitimle, ana-babalar ve çocuklar arasındaki sevgi ilişkisiyle ilgili burjuva deyimiyle, büyük sanayi yüzünden proletarya için aile baǧları parçalandıkça ve çocuklar basit ticaret nesnelerine ve emek araçlarına dönüştürüldükçe, daha da iǧrençleşiyor.
Burada, şimdi, işçiyi burjuvaziye karşı muhalefetten alıkoyan ve ona belki de burjuvaziye para getirecek buluşlar yapma yolunu açacak doǧal bilimler öǧretiliyor – oysa doǧal bilimler işçiye şimdi gerçekten hiç yararsızdır, çünkü işçi kendi büyük kentinde ve uzun işgününde doğayı çoğu zaman bir kez bile görememektedir; Burada putu serbest rekabet olan ulusal ekonomi vaaz edilmelidir ki, bunun işçi için biricik sonucu, sessizce haklarından vazgeçip açlıktan ölmekten daha akıllıca hiçbir şey yapamayacağıdır; burada eğitim, egemen politikaya ve dine karşı uysallığa, boyun eğmeye, hizmete yöneltilmiştir, öyle ki bu eğitim işçi için yalnızca sessiz itaatin, edilgenliğin, yazgısına boyun eğmenin sürekli bir vaazıdır.
Bir yıǧın hastalık yalnızca burjuvazinin iǧrenç para hırsından doǧmaktadır! Kadınlar doǧuramaz hale gelmekte, çocuklar çarpık çurpuk gelişmekte, erkekler zayıf düşmekte, kollar ve bacaklar ezilmekte, bütün kuşaklar bozulmakta, ve bütün bunlar yalnızca burjuvazi kesesini doldursun diye olmaktadır! Ve gün boyu acımasızca çalışan işçilerin yataklarından nasıl çırılçıplak çıktıkları, çocukların, giysileri kollarında, tekme tokat nasıl fabrikalara koşturulduǧu, tokatlanarak nasıl uyandırıldıǧı, buna karşın işbaşında nasıl uyuyakaldıǧı, uyuklayaduran zavallı bir işçinin gözetici bağırınca sıçrayıp, durmuş olan makinesini kapalı gözlerle nasıl çalıştırdıǧı okunursa; eve gidemeyecek kadar yorgun düşen işçilerin uyumak için kurutma odasındaki pamukların altına nasıl gizlendiǧi, ve ancak kayışlarla dövülerek fabrikadan çıkarılabildiǧi, yüzlerce çocuğun, işçinin uykusuzluktan ve iştahsızlıktan yemek yiyemeyecek kadar bitkin bir halde her akşam eve nasıl döndüǧü, ailesinin onları yataklarının yanında dua ederken diz çökmüş durumda uyuyakalmış bulduǧu okunursa; insanseverliǧi ve fedakârlıǧı ile çalım satan, oysa biricik amacı kesesini doldurmak olan bu zalim burjuva sınıfına içerlememek, öfkelenmemek elden gelir mi?
Ama fabrika işinde bir de özellikle yan etkileri olan birkaç çalışma kolu daha vardır. Pamuk ve keten ipliǧi fabrikalarındaki birçok odada, özellikle havlama ve tarama odalarında göǧüs darlıǧına yolaçan bir yıǧın lifli toz uçuşmaktadır. Buna bazı bünyeler dayanır, öbürleri dayanmaz. Ama işçinin seçme hakkı yoktur, göǧsü saǧlıklı olsa da olmasa da, nerede iş bulursa o odada çalışmak zorundadır. Solunan bu tozun bilinen sonuçları kan tükürme, güç ve ıslıklı soluma, göǧüste aǧrılar, öksürük, uykusuzluk, kısaca en kötü durumlarda akciğer veremiyle biten astımın bütün belirtileridir.
Bu yetmiyormuş gibi, bütün fabrika işlerindeki kadınlar topluca genel zafiyet çekmekte ve, gebe iken, doǧma saatine kadar fabrikalarda çalışmaktadırlar -elbette, çalışmayı daha önce bırakırlarsa yerlerinin kapılmasından ve işlerine son verilmesinden ve ücretlerini yitirmekten korkmaktadırlar. Ertesi sabah doǧum yapan kadınların akşam hâlâ çalıştıkları sık sık görülmektedir, fabrikalarda makinelerin arasında doǧurmaları bile hiç de seyrek görülen bir durum deǧildir. Ve burjuva beyler bunda olaǧanüstü hiçbir şey görmüyorlarsa da, gebe bir kadını doğum yapacağı güne kadar günde oniki-onüç (eskiden daha çok) saat ayakta durup sık sık eǧilerek çalışmaya dolaylı olarak zorlamanın bir zalimlik, alçakça bir barbarlık olduǧunu kendi eşleri herhalde kabul edeceklerdir. Ama hepsi bu kadar da deǧil. Doǧumdan sonra ondört gün çalışmaları gerekmeyen kadınlar bundan pek memnun kalmakta ve bu süreyi uzun saymaktadırlar. Kimileri daha sekiz, hatta üç-dört gün sonra, bütün çalışma zamanını tamamlamak için, gene fabrikaya gelmektedirler
-birinde bir fabrikacının bir ustaya şöyle sorduǧunu işittim: Falanca ve filanca kadınlar işe hâlâ başlamadı mı? – Hayır. – Doǧuralı kaç gün oluyor? – Sekiz gün. – Ama çoktan işe başlayabilirdi. Şuradaki kadın yalnız üç gününü evde geçirdi. – Elbette; işten çıkarılma korkusu, açlık korkusu, onu halsizliǧine karşın, acılarına karşın fabrikaya sürüklüyor; işçisinin hastalık yüzünden evde kalmasına patronun çıkarı gözyummaz, işçiler hasta olamaz, hastalanınca yataǧına sıǧınamaz – yoksa fabrikacının, patronun makinelerini durdurması ya da o yüce başının geçici bir deǧişme yüzünden aǧrıması gerekir; ve bunu yapmaz, rahatsızlanmaya kalkışınca işçilerine yol verir.
Toplumsal düzenin nimetlerinden yararlanmaksızın onun bütün sakıncalarını göǧüslemek zorunda olan bir sınıftan, bu toplumsal düzenin yalnızca düşmanlıǧını gören bir sınıftan, bu toplumsal düzeni sayması hâlâ istenmeli midir? Bu, gerçekten çok şey istemek olur. Ama işçi sınıfı, bu toplumsal düzen varoldukça ondan kurtulamaz ve tek başına işçi ona başkaldırırsa, en büyük zararı görür. Böylece toplumsal düzen aile yaşamını işçi için hemen hemen olanaksızlaştırır; Gece barınmaya elverişsiz, kötü döşenmiş ve çoǧu zaman damı akan ve ısıtılmayan, oturulmaz, pis bir ev, insan dolu odada nemli bir hava; erkek, belki kadın ve büyük çocuklar da, hepsi bütün gün ayrı yerlerde çalışmakta, birbirlerini yalnız sabahları ve akşamları görmekte – konyak içmeye (alkol) sürekli ayartılma bu yüzdendir; bu koşullarda aile yaşamı olabilir mi? Işçi gene de ailesini bırakamaz, ailesiyle yaşamak zorundadır, ve bunun sonuçları yetişkinlerin de çocuklarının da en büyük ölçüde ahlaksızlaşmasına yolaçan, ardı arası kesilmeyen aile dertleri ve evsel anlaşmazlıklardır. Bütün evsel ödevlerin savsaklanması, özellikle çocukların yüzüstü bırakılması, Ingiliz işçileri arasında çok fazla yaygındır ve toplumun varolan kurumlarınca zorla yaratılmaktadır. Ve böyle yabanıl bir tarz da, ana-babalarına olduklarından daha çok ilgili oldukları ahlaksızlaştırıcı ortamda yetişen çocuklar daha sonra hâlâ iyi ahlaklı olabilirler mi? Kendini beǧenmiş burjuvanın işçiden istediǧi gerçekten aptalca, bencilce deǧil mi?
Ispirtolu içkilere düşkünlüǧün yanında seksüel ilişkilere düşkünlük birçok Ingiliz işçisinin başlıca kusurudur. Ama bu da, bu özgürlükten yararlanma aracı olmayan, kendi haline bırakılmış bir sınıfın durumundan zorunlu olarak doǧan bir sonuçtur. Burjuvazi onlara bir yıǧın yorgunluk ve acı yüklerken, yalnız bu iki hazzı bırakmıştır, ve bunun sonucu, işçilerin yaşamdan bir şeyler almak için, bütün hırslarını bu iki hazda yoǧunlaştırmaları ve kendilerini onlara aşın ve eh kuralsız tarzda vermeleridir. Insanlar ancak hayvana yaraşabilecek bir duruma düşürülürse, onlara başkaldırmaktan ya da hayvanlaşmaktan başka hiçbir şey kalmaz. Ve üstelik burjuvazinin namuslu kesimi bile sokak kadınlarının dolaysız artmasına yardım ederse -her akşam Londra caddelerini dolduran 40.000 zevk kadınından kaçı erdemli burjuvalarla yaşıyor?- bu kadınların kaçı, yaşamak için vücutlarını yoldan geçenlere satmak zorunda olmalarını, bir burjuvanın baştan çıkarmasına borçludur? Demek ki, onların hiç deǧilse işçileri seksüel kabalıklarından ötürü kınamaya elbette hakları vardır.
Londralı bütün işçilerin yukarıdaki üç aile kadar yoksulluk içinde yaşadıklarını öne sürmüyorum; çok iyi biliyorum ki, birinin toplumda böylesine kıyasıya ayaklar altına alındıǧı yerde, onun durumu daha iyidir – ama, çalışkan ve namuslu Londra’nın bütün zenginlerinden daha namuslu ve saygıdeǧer binlerce ailenin bu bir insana yaraşmayan durumda bulunduǧunu ve her proleterin, hiç istisnasız, kendi suçu olmadan ve bütün çabalarına karşın aynı talihsizliǧe uğrayabileceğini öne sürüyorum .
Bir yığın hastalık yalnızca burjuvazinin iğrenç para hırsından doğmaktadır! Kadınlar doğuramaz hale gelmekte, çocuklar çarpık-
çurpuk gelişmekte, erkekler zayıf düşmekte, kollar ve bacaklar ezilmekte, bütün kuşaklar bozulmakta, ve bütün bunlar yalnızca burjuvazi kesesini doldursun diye olmaktadır!
Kapitalizmde kadın; yatak odası, çocuk odası ve mutfağa hapsedilmiş köledir.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
“Kadının kölelik içinde tutulmasından hiç kimse erkekten daha çok suçlu değildir.”
Boşanma özgürlüğü, aile bağlarının demokratik temeller üzerinde sürekli pekiştirilmesi demektir. – Lenin
“Tekeşlilik büyük servetlerin bir elde hem de erkeğin elinde toplanmasından ve bu servetleri başkasının çocuklarına değil de o adamınkilere kalıt bırakma gereksiniminden doğdu.Bunun için erkeğin değil, kadının tekeşliliği gerekliydi, öyle ki kadının bu tekeşliliği erkeğin açık ya da gizli çokeşliliğini asla engellemiyordu.Ama yaklaşan toplumsal devrim, kalıt bırakabilen sürekli servetlerin üretim araçlarının hiç değilse en büyük bölümünün toplumsal mülkiyete dönüştürülmesiyle, bütün bu kalıt bırakma kaygılarını en aza indirecektir.Tekeşlilik ekonomik nedenlerden doğduğuna göre, bu nedenler yitince ortadan kalkacak mıdır? Hiç haksız olmayarak şu yanıt verilebilir: O kadar az ortadan kalkacaktır ki, daha çok ancak o zaman tümüyle gerçekleşecekti r.”
Kadın hakları hanımcıklarının bizden kadın severlik istemelerini kabul etmiyorum: insan hakları istiyorlarsa , kendilerine de erkeklere olduğu gibi davranılmasını kabul etsinler
“Tekeşlilik büyük servetlerin bir elde hem de erkeğin elinde toplanmasından ve bu servetleri başkasının çocuklarına değil de o adamınkilere kalıt bırakma gereksiniminden doğdu.Bunun için erkeğin değil, kadının tekeşliliği gerekliydi, öyle ki kadının bu tekeşliliği erkeğin açık ya da gizli çokeşliliğini asla engellemiyordu.Ama yaklaşan toplumsal devrim, kalıt bırakabilen sürekli servetlerin üretim araçlarının hiç değilse en büyük bölümünün toplumsal mülkiyete dönüştürülmesiyle, bütün bu kalıt bırakma kaygılarını en aza indirecektir.Tekeşlilik ekonomik nedenlerden doğduğuna göre, bu nedenler yitince ortadan kalkacak mıdır? Hiç haksız olmayarak şu yanıt verilebilir: O kadar az ortadan kalkacaktır ki, daha çok ancak o zaman tümüyle gerçekleşecekti r.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir