İçeriğe geç

Kadın Özgürlüğü Kitap Alıntıları – Aytekin Yazar

Aytekin Yazar kitaplarından Kadın Özgürlüğü kitap alıntıları sizlerle…

Kadın Özgürlüğü Kitap Alıntıları

Kadınların bilinçsizce yaptıkları maganda tercihi, elbetteki bir süre sonra ağır sonuçlar doğra bilmektedir. Kadınlar yüzeysel olarak ortaya çıkan duygu yoğunluğu içinde, bu duygularının peşinden sürüklenmek yerine, düşünce sistematiğini ve bilincini geliştirmeye dönük çaba içine girmedikleri sürece, ister istemez kendilerini bu tür vahim olayların içinde bulacaklardır. Bu durum her açıdan üzücü ve trajik bir durumdur.
Bizim hiç boş lıklarımız dan dolayı, ve bu boşluklarımızı gidermek amacıyla veyahutta çevremizdeki kişilere iyi görünmek için öznel bir çabayla yaptığımız iyi! şeyler, iyilik anlamına gelmez.
Yaşamsal zenginliklerden soyutlanarakça kişi kendi içine dönük bir şekilde kendini merkez durumuna getirerek, sadece ve sadece kendisini dinlemeye başlar. Evrenin sonsuzluğunda kendisini bir merkez gibi görmesi karşı karşıya olduğu problemlerin de o derece çözümsüz ve büyük problemler olduğu algısına doğrur. Oysaki hiç kimse evinin merkezi olmadığı gibi dünyada evrenin merkezi değildir. Evrenin sonsuzluğu bir tarafa bizim galaksimizde, güneş sistemimizde Dünya en küçük gezegenlerden birisidir.
Bir kez daha vurgulamakta yarar var ki dünyayı ve gerçeklikleri bütün yönleriyle anlama çabası içinde olmadan, anlamadan kendi kendimizi anlayabilmemiz mümkün değildir.
Baba ve abi figürü ile baskılanmışlık oldukça tahribat yaratan bir durumdur. Bu baskıdan kurtulma yolu olarak evlilik tercihleri olabildiği gibi, normal şartlarda ortaya çıkan evliliklerde de baba baskısından kaçıp koca baskısıyla devam eden bir süreç vardır. Yeterince zaten hasara uğramış bir şekilde evliliğe adım atılması ile oluşan evlilikte yeni bir baskı süreci başlar. Kendi ailesinin baskısı altında ezilen kadın koca baskısı altında sindikçe siner.
En iyi niyetli bir şekilde bir kadına karşı yapılmış duyarsızlık suistimal, tahakküm anlayışı dünyanın başka bir yerinde başka bir erkeğin bir kadına tecavüz etmesinin, eziyet etmesini zeminini ve alt yapısını oluşturur, bu diyalektik etkileşimin yasalarının bağlamından hiçbir erkek kendisini kurtaramaz.
Dünyanın hangi yerinde olursa olsun, bir kadının uğradığı işkence, tecavüz, saldırı, her türlü canice ortaya çıkan olayların ortak sorumlusu ve taşıyıcısı erkeklerdir.
Gerçek anlamda uygarlaşmanın, evrensel değerler bağlamında bir toplumsal sistemin oluşumunun temel ve asli unsurunun kadın olduğu gözardı edilmektedir. Tali unsur ise erkektir. Çünkü uygarlaşmanın özgürlük ve eşitlik ve buna bağlı diğer çeşitlendirilmesi unsurları, ancak ve ancak kadın tarafından ve kadının özgürleşmesine bağlı olarak ortaya çıkacak unsurlardır.
Kadınları özgürleştirici bir ortam en üst seviyedeki evrensel değerlerin yaşandığı koşulların, toplumsal sistemin gerçek anlamda tam ifadesidir. Bu nedenledir ki kadınların kurtulmadığı bir toplum kurtulmuş değildir ve bir toplumun kurtuluşu kadınların kurtuluşuna bağlıdır.
Salt iki insan ilişkisi deyip geçmemek lazım. Görüldüğü üzere o iki insan ilişkisini belirleyen o ilişkinin biçimine yön veren o kadar çok etken arasından ve bağlamından koparıp irdelemek mümkün değildir.
Geleceği oluşturan şey bugün yaptıklarımızdır, yarına ertelediğimiz şeyler bugün için canlı bir hayatın içinde yer bulmuyorsa, unutmamalı ki o yarına ertelediğimiz şeyler de hiç gelmeyecektir.
Bireyin psikolojik olarak iç bağımsızlığını gerçekleştirmesi özgür olabilmesine veya özgürlük yönünde adım atmasının en belirleyici olgusu dur. Korku ve kaygılarından arınmak, saplantı ve ön yargılarından kurtulmak, toplumsal ataerkil değer yargıların baskısına aşmak, dolayısıyla kendisini birey olarak düşünsel, duygusal anlamda ve yetenek ilgi ve hedefleri doğrultusunda kendisini gerçekleştirme süreci özgürlük sürecidir.
P. Freire’nin deyişiyle, “Özgürleşme ne bir armağandır ne de kendi kazanacağımız bir şeydir, karşılıklı bir süreçtir.” O bu nedenledir ki özgürleşme süreci tek başına bizim ortaya koyabileceğimiz bir şey olmasının yanında, bizim özgürleşmemize katkıda bulunabilecek gerçek ilişkilerde ve gerçek insanlarla birlikte bu mücadeleyi vermekten geçer.
“Aşk iki özgür insanın, düşünsel, duygusal , bedensel bütünleşmesidir.”

Özcan KÖKNEL

Mutluluğu insanlar elde ettikleri nesnelere göre belirlemeye çalıştıkları için yani illaki verilen çabanın sonunda bir şey elde etme durumuna bağladıkları için mutluluğu hiçbir zaman bulamamaktadırlar.
Özgürleşme sürecini gerçekleştirmeden mutluluk arayışı sonuç vermeyen bir arayıştır.
“İnsan Ay’a benzer bir yüzü hep karanlıktır.”

A. GIDE

Sosyal çevresiyle doğru iletişim kuramayan insanlar kendi iç özellikleri bakımından bir takım sorunlar taşıdığı bir gerçekliktir. Bu kişiler yüzeysel olarak bizi etkileme tutum ve davranışları sergileyebilirler. Fakat gerçekte taşıdıkları özellikler bu doğrultuda değildir.
“Aşk bir kişi ile geri kalan herkes arasındaki farkın çok fazla abartısıdır.’’

G . B. SHAW

Değmeyecek hiçbir kişi için hayatından bir şeyler vermenin bir anlamı yoktur. Zaten doğal olarak gerçekten değecek bir kişi için bir şeyler kaybetmiş görünseniz de aslında kaybetmiş sayılmazsınız. Kayıplar sadece karşılığı olmayan dersi şeyler adına yapılan fedakarlıklardır. Eğer ki gerçekten anlamlı ve değerli olan şeyler için yaptığımız bir takım şeyler var ise bunlar bizim için birlik veya kayıp değil, yaşamımızı zenginleştiren ve bizi güçlü kılan duygusal değerlerdir.
Sizin tarafınızdan konuşma talebi gelmesine rağmen geçiştirmeye çalışıyor, işim var sonra konuşuruz gibi gerekçeler ileri sürerek zaman uzatıyor ise bu durum sizi hiç önemsemediği anlamına gelir. Bu kesin bir durumdur. Bunun yanında kaldıki normal şartlarda sizden bir konuşma talebi gelmesi de sizdeki oluşan ruh halinden dolayı mutlaka ona tutum ve davranışlarınızda ilgili bir takım şeyler yansıtacaktır. Buna rağmen hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya devam edip bir yerde oralı olmuyor ise veya gerçekten de sizin durumunuzu fark edemiyor ise bu durumdada aslında sizi önemsemiyor demektir
İletişim bozukluğu derinleştiren en önemli yanlışlardan birisi konuşulması gereken konunun dışına çıkmak ve ayrıca konuyu kişilik sorgulamasına dönüştürmeye çalışmak en büyük hatalardan birisidir.
Konuşmaya çalıştığınız bir kişi siz konuşurken göz teması kurmayarak arkasına yaslanıyor ise ve başını sağa sola çeviriyor ise o kişiye bir şey anlatamazsınız. Siz konuşurken kollarını bağlıyor, bacak bacak üstüne atıyor ve sizi dinlemiyor demektir.
Arkadaşlık ve dostluk düzeyinde iletişim kuramayan paylaşım içinde olamayan kişilerin sevgili ve eş olarak iletişim kurmaları mümkün değildir.
Erkeklerde ortaya çıkan problemlerin kaynağına, omuzlarına yüklenilen ataerkil değerleri taşıyamamanın, taşıma zorunluluğunun getirdiği ağırlık vardır. Erkek olmanın getirdiği güç algısı, para ve cinsel güç algısı ile orantılı. Ataerkil toplumda erkek paraya sahip olduğu oranda ve adeta damızlık erkek görüntüsü verdiği oranda güçlüdür ve erkektir! Ne kadar çok kadınla beraber olduysa oranda erkekliğini kanıtlamış olur.
Aslında estetiğin özü de kişisel özelliklerle ilgilidir. Yani kişinin ne kadar gelişmişlik seviyesinin olduğunu gösteren şey, içsel özelliklerin de oluşturduğu ve ortaya koyduğu temel evrensel değerlerdir.
Stresin ve depresyonun temel kaynağı özünde aile, evlilik ve ağır ekonomik sıkıntılardır.
Gerçek bir iletişimin olabilmesi için iki tarafında ön yargılarını öne çıkarmadan sadece kendini ifade etmek değil karşı tarafı da anlama çabası içinde olması gerekir.
İnsanın en temel özelliklerinden birisi bulunduğu ortamda anlaşılabilir olmak, anlayabilmek ve kabul görmektir. Bunu sağlayan çevresi ile kurduğu iletişim ile alakalıdır. İnsanın bireyci bir anlayış içinde sadece kendisi için ve kendi özellikleriyle var olabilme durumu söz konusu değildir.
“Hayatta en zor şey insanın kendi kendisini tanımasıdır.”
THALES
Aslında kadın meramını tam olarak anlatamaz. Erkek bunu fırsata çevirir. Kadının rahatsızlık duyduğu konularla ilgili olarak değişeceğini çaba göstereceğini ifade eder. Süreç içinde biçimsel bir takım değişim adımları gözlenir fakat uzun vadede değişen hiçbir şey olmaz. Yapısal sorunlar gözden uzak tutulur. Bir erkeğin bu yapısal problemlerle ilgili olarak değişim göstermesi zaten pratikte mümkün olmayan bir durumdur.
Sevdiğin kişinin mutlu olmak için atmak istediği adımları da ona yardımcı olacak şekilde bir tutum ve yaklaşım içinde olmak gerekir. Bir başkasının mutsuzluğun üstüne mutluluk inşa edilemez çünkü. İki tarafta aynı yöne bakabildiği sürece mutlu olabilirler. İlişki bu temel bağlamından kopmuş ise bir arada olmanın da nesnel koşulları ortadan kalkmış demektir. Biçimsel olarak bir arada olmanın bir anlamı da kalmamıştır.
İlişkilerin başlangıcında genellikle insanlar, özellikle erkekler sahip olmak istedikleri kadını etkileri altına alabilmek için onu memnun edecek tutum ve davranışlar içinde olurlar. Bir yerde iki tarafta birbirine rol yapar. Bu konuda erkekler daha maharetliler. Maharet nedir, istediklerini elde ettikten sonra birlikte yaşam koşulları oluşunca süreç içinde gerçek yüzler ortaya çıkar. Genellikle bu durum evlendikten sonra karşındaki kişi değişti gibi algılanır. Oysa değişen bir şey yok. Sadece gerçekle yüzleşme durumu vardır.
Aşk büyük işlerin kanatlarıdır.

GOETHE

Sağlıksız bir ilişkinin ortaya çıkması, beraberinde kişinin öz benliğine değer kaybına yol açması ve akabinde buna bağlı psikolojik bozuklukları beraberinde getirir. Bu durum artık sürekli bunalım ve mutsuzluk halidir.
Elbetteki hiçbir ilişki sonsuza kadar devam etme koşulu taşımaz. Fakat ideal olan bitmesi gerektiği yerde insiyatif kullanarak hasar almadan, bedel ödemeden ve geleceğe dönük tahribatları bünyesinde oluşturmadan bir ilişkiyi bitirebilmek ve yine sağlıklı bir ilişki oluşturabilecek psikolojik ve kişilik özelliklerini koruyabilmektir.
Eğer ki ataerkil erkekler dünyası iyi niyetlerini göstermek istiyorlar ise kadınların özgürleşmeleri yönünde çaba içinde olurlar. Aşkı ve sevgiyi kadınları köleleştirmenin bir aracı, silah olmaktan çıkarırlar.
Bir yerde kimin yarasına kabuk olursan ol iyileştirdiğinde düşersin.
Hayal kırıklıkları ile sonuçlanan ilişkilerin genel durumu da tek taraflı beklentiye dayanan bir durum vardır. Kendi içimizde oluşturamadığımız mutluluğu birilerinin gelip bize bahşetmesini bekler durumuna geliriz. Hayatın doğal akışına uygun olmayan bu beklentinin hayal kırıklıkları ile sonuçlanmış olması gereken bir sonuçtur.
Eğer ki mutluluğumuzu birilerinin bizim için bir şey yapmasını endeksliyor isek, bu durum bizim bir şeyler yapabilme yönündeki dirimsel özelliklerimizi kaybetmiş olduğumuz anlamına gelir. Haliyle bu durumda bizim kendimiz için yapmamız gereken şeyleri başkalarından bekler duruma geliriz. Mutluluğumuzu o kişilerin insafına bırakmış oluruz.
Zeka diye tanımlanan şey aslında, algılama, zihinsel özümseme ve ifade etme şekli de ortaya çıkan çevre ile kurulan etkileşim bağlamında oluşan, zamana ve mekana göre farklılık gösterebilen hareketli ve canlı bir mekanizmadır.
Olumlu iletişim ve doğru yaklaşım biçimleri düşünce sistematiği, hayata bakış açısı, yaşadığı dünyayı anlama doğrultusunda bir değişim olmadığı sürece ortaya konulamaz. Ne kadar iyi niyetli olunursa olunsun yanlış yöntemlerle doğru sonuçlar elde edilemez.
Birey olma özellikleri gelişmemiş birisine yönelik telkin ve uyarılar hiçbir işe yaramaz.
Kadınlar ataerkil sistemin dayattığı aşk, evlilik ve ilişki biçimlerinin taşıyıcısı olurlarsa bir toplumu değiştirmek o kadar kolay olmaz. Özgürlük korkusunu aşamayan kadın gider kendine gölgesine sığınacağı feodal kafalı bir erkek arar. Sonunda bedel öder ama iş işten geçmiştir.
Kadınların en büyük paradoksu ataerkil değerler silsilesinin kendine giydirmeye çalışmasıdır. Kendi doğasına aykırı olan bir durumu içselleştirme çabası kadının bütün iç dengelerini altüst eder.
Kadınlar her ne kadar da eşitlikçi, kendini özgür kılacak bir erkeğin hayalini kursalar da, yaşamın gerçekliği içinde veya pratikte tercihleri ataerkil değerleri uygun birisi olur. Taşıdıkları değerler bu değerlere uygun birine ilgi duymalarına yol açar. Aşk duygusu da bu doğrultuda oluşur. Çünkü ata erkil yapının onlarda oluşturduğu erkek algısı budur. Uyumaca uygun olmayan birisi onlar için iyi bir arkadaş olabilir ama sevgili olamaz.
“Hataları olmayan insanların erdemleri de yoktur“.

A. LINCOLN

Ekonomik ilişkiler, sosyal yapı şeklinde oluşan bu genel yapının tek tek bireylerdeki görünür hali kişiliktir. Kişilik ise bireyin soyut özellikleri ile birleşerek duygu durumu, düşünce mekanizması ve bununla bağlantılı tutum ve davranış biçimleri şeklinde ortaya çıkar. Buna ise piskoloji diyoruz.
Kadınların kazanımı insanlığın kazanımı olacaktır.
Tarih bize göstermiştir ki kadın doğası, insanın toplumsallaşması ve kolektif bir anlayış içinde var olabilmesi açısından temel bir olgudur.
Benlik duygusu parçalanmış bir kadının anlaşılır olması pek kolay değildir. Kadınları anlamak için onları bu duruma getiren koşulları anlamak lazım. Gerçekte kadınlar doğal özellikleri itibari ile çok mu karmaşıktirler? Bir Çin atasözünde “kadına inanan kendini aldatır, inanmayan sağ kadını aldatır” diyor. Durum gerçekten bu kadar mı karmaşık?
Mutsuz anne ve kadın çocukları için kendini feda ede dursun, süreç hep birlikte mutsuzluğa doğru evrilir. Anne belli etmemeye çalışsa da iç dengelerindeki olumsuzluklar çocuklara yansır. Çocukların algılama düzeyi yüksektir. Ortada yanlış giden bir şeyler olduğunu bilirler. Çocuklar için bu belirsiz durum ürkütücüdür. Çocuklardaki özgüven eksikliği ve anksiyete gibi korku halleri, endişe ve kaygı bozukluğunun kaynağı burasıdır.
Çocuklarda ortaya çıkan bütün gelişim bozukluklarının temelinde, en iyisi olsa bile aile ve toplum düzeni vardır.
Kadınların bir kısmı kendisini annelik özelliğinin içine hapsederek, “çocuklarım için yaşıyorum” algısıylan yaşama tutunmaya çalışırlar. Kendilerini birey olarak feda etme yoluna giderler.
Kadın cinselliği anne olmak ve erkeğin şehvetine gidermekle sınırlı bir durumda yaşamaya yitirmiştir. Kendi cinsel doyum için istekli olması iffetsizlik olarak görülür.
Değişen ve gelişen sosyo-ekonomik koşullar bağlamında üretimde, iş ve sosyal hayatın içinde, bilim, sanat gibi faaliyetlerde yer almaya başlamasına rağmen kadın, kendisine atfedilen tek boyutlu rolü kırmakta başarılı olamamış ve hatta bu şansı hiç olmamıştır. Ataerkil yapının ağır baskısı altında ağır bedeller ödemeye devam etmektedir.
Birey olma bilinci, kendinin farkındalığının artması yanında aynı zamanda başkalarının da birey olduğu bilincinin kavranması demektir.
Kadın veya erkek birey olarak var olamadığında ve sosyal-entelektüel bir varlık olarak kendini oluşturanmadığım da ne kadar çok kişiyle cinsel yaşarsa yaşasın duyum ve bunun sonucu mutlu olmayı başaramazlar.
Kadın açısından özgürlüğün ön koşulu cins olarak cinsel özgürlüğünü de ellerinmiş olması durumu birey olabilmenin de ön koşuludur. Ne var ki ağır yabancılaşma koşulları ve bunu açmadaki zorluk kadın için bir engeldir. İşin Özü özgürlüğün olmadığı yerde ne birey olur ne de mutluluk. Ne de sağlıklı ilişkiler.
Özgürlüğün en temel koşullarından birisi doğa yasalarını ve zorunluluklarını bilip bu nesnel koşullara göre yaşama oluşturmak olduğu kadar bir diğeri de sosyal ve entelektüel bir varlık olarak iş, çalışma ve temel ihtiyaçların elde ediliş biçimi anlamında baskısından kurtulmaktır. Bu iki unsur bir araya gelmeden özgürleşmenin gerçekleşmesi bir hayalden öteye gitmez.
Anaerkil aile biçiminin çağdaş bir şekilde, yeniden tarih sahnesinde yerini alması insanların mutluluğunun tek anahtarıdır.
Çocuklar doğduğu andan itibaren cinsiyetçi bir yaklaşım devreye girer. Oyuncaklar dahil kız erkek kimliğine göre ayrıştırılır. Oysa çocuklarda özellikle sıfır-altı yaş aralığında bu tür bir ayrıştırma yapmak hem doğru değil hem de sakıncalıdır. Düğünlerde, temsillerde kız çocuklarına gelinlik giydirilmesi alışılmış görüntüler arasında yer alır. Daha o yaşta çocuğun karanlık yaşam yolu çizilmiş olur
Aslında itiraz etmeleri ve hatta reddetmeleri gereken ata erkil değerlerin taşıyıcısı olmak kadınlar için ciddi bir çelişkidir ama henüz bunu algılayabilecek bilinç düzeyinde değildirler. Çocuklarını yetiştirirken bile bu ataerkil değerlere göre hareket ederler. Tanımlanan kız erkek rol ve modellerini çocuklarına aktarmaya çalışırlar. Evin babası zaten bu yoldadır. En gelişmiş ailelerde bile erkek çocuğa abartılı bir erkek kimliği giydirilme çabası vardır. Baba evde olmadığında “Evin erkeği sensin” diyerek erkek çocuğa misyon yüklenir, görev tanımlaması yapılır.
Asırlardır devam eden esaret, ezilmişlik, birey olamama durumu kadınlarda kişilik, tutum ve davranışlarda bozulma, algı bozukluğuna ve psikolojik özelliklerinde sapmalara yol açmıştır.
Toplum bireylerin ahlak takibini kendisine görev edinmekten öte özellikle kadınlara özgür ortamı sağlamakla mükellef olmalı…
Hiçbir ilişki ve evlilik veya aşk herneyse sonsuza kadar sürecek diye bir koşul yoktur. Devam etme koşulları maddi-manevi anlamda ortadan kalkmış ise karşılıklı hoşgörü ile bu ilişkiyi sonlandırmak gerekir. Bu konuda kimse kimseye hesap verme durumunda kalmamalıdır
Aldatma olayını yaşayan kadın, durum ortaya çıkmasa da, ortaya çıkma ihtimalinin yarattığı endişe ve kendi içinde yaşadığı çelişkiler ve utanç duygusu nedeniyle ciddi travmalar yaşar. Fiedrich Engels ‘in belirttiği gibi “ gece yaşanılanların gündüz saklanma zorunda kalınması toplumda çarpıklığa neden olur.” Aldatan kadın açısından psikolojik olarak, ortaya çıktığında yüzünün kızarmasına neden olacak bir sır’ın uzun süre taşınması zorunlu bir süre sonra psikolojik ve kişilik çöküşüne yol açar.
Şiddetin esas amacı nedir. Erkek açısından sahip olduğu şeyi veya kadını bir şekilde elinde tutmak ve bunu yaparken ilişkiyi kendi bakış açısı ve beklentilerine göre sürdürmek. Bu doğrultuda her yol mübahtır ona göre. Bunun meşru zemini ve savunması ise aileme sahip çıkıyorum argümanıdır. Daha entelektüel ve kadının da ekonomik olanaklarını olduğu aile yapılarında açık şiddet erkek açısından risk taşır. Buna yasal engeller de eklenebilir. Sosyo ekonomik düzeyi düşük kesimlerde kadınlar uğradıkları şiddet karşısında mevcut yasal haklarını kullanmaktan çekince duyarlar
Kadınların yaşadıkları mutsuzluk ve buna bağlı fiziksel ve ruhsal sorunlarının özünde evlilik veya erkeklerle olan ilişkilerinin doğrudan payı vardır. Erkek tarafı sistemin kendisine sağladığı avantajların sonuna kadar acımasızca kullanır. Kadın ise ekonomik özgürlüğünü almış olsa bile, toplum baskısını açmakta zorlanır ve evliliği sürdürmek için kendinden verdikçe verir.
Azgelişmiş toplumlarda ise kadınlar toplumsal baskı ve feodal değer yargılarını çok yoğun bir şekilde hissederler. Aile içinde hareket alanları oldukça sınırlıdır. Ahlak ve namus değerler açısından hedef tahtasıdırlar. Bu çerçevede toplumsal şiddet ve bireysel erkek egemen şiddetin çok acı bir şekilde mağdurudurlar.
Kadınlar açısından gelişmiş burjuva topluluklarında durum daha da elverişlidir. İşçi sınıfının güçlü olması, kadın örgütlenmelerinin etkili olması itibari ile bir çok diğer konularla birlikte daha ilerici demokratik haklara sahiptir ler. Aynı zamanda kadınlar ayrı içinde daha geniş bir hareket alanına sahiptir. Toplumsal baskı ve feodal topluma özgü değer yargıları asgari düzeye inmiştir.
Bütün kötülüklerin temel kaynağı mülkiyet ve mülkiyete dayalı egemenlik ilişkileridir. Dolayısıyla burjuva düzeninde de sınıfsal çelişkilerin yanında kadın erkek ilişkisi de devam eder. Kısmi özgürlüklerin ve hakların elde edilmiş olması kadınların sorunlarını kamufle ettiği gibi ve daha da derinleşmesine yol açıyor. Köleci ve feodal toplumda kadının konumu ve aile kurumu içindeki pozisyonda pek bir değişiklik olmadığını söylemek mümkün.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir