İçeriğe geç

Kadın – İkinci Cins 3 Kitap Alıntıları – Simone de Beauvoir

Simone de Beauvoir kitaplarından Kadın – İkinci Cins 3 kitap alıntıları sizlerle…

Kadın – İkinci Cins 3 Kitap Alıntıları

Fahişelik yapan kadınlara sapık ya da orospu gözüyle bakılır, ama onları kullanan erkekler hep tertemiz kalmaktadır.
Zorbalığın bulunduğu her yerde
ikiyüzlülük vardır.
Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşıyoruz; kanatlarını kesiyoruz,sonra, uçamıyor diye yakınıyoruz. Geleceği önüne serdiğimiz an , şimdiki zamana çöreklenip kalma zorunluluğunu duymayacaktır elbet.
Erkek birçok zaman kadına yönelik suçlar işleyip tüm bunlardan da alnı ak yüzü pek çıkabilir.
İkiyüzlülüğün en belirgin örneği de erkeğin fahişelik karşısındaki tutumudur. Vücutlarını satarak yaşayan kızlara sapık ya da orospu gözüyle bakılmakta, ama onları kullanan erkekler tertemiz durmaktadır.
Ölmek çözümlerin en mutlağıdır!
Kendini bulmak, kendini kurtarmak için onun varlığında erimeyi seçmiştir ilkin: ancak, yavaş yavaş, gerçekten eriyip gider; bütün gerçeklik öbür cinste (erkekte)dir. Başlangıçta kendine hayranlığın doruğu diye tanımlanan aşk, sonunda, çoğu kez insanı kendi kendini küçük düşürmeye dek iten koşulsuz bir bağlılığın acı zevkleri olur çıkar.
Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşıyoruz; kanatlarını kesiyoruz,sonra, uçamıyor diye yakınıyoruz. Geleceği önüne serdiğimiz an , şimdiki zamana çöreklenip kalma zorunluluğunu duymayacaktır elbet.
Aşk,erkeğin yaşamının yalnızca bir parçası,kadınınkininse tümüdür
Tanrı, ele geçirildiği an bütün tanrısallığını yitirir.
kadınlar hem erkek dünyasında yaşamakta hem de bu dünyayı yadsıyan bir küre içine kapanmaktadırlar; ve tabi bu küreye kapanıp erkek dünyası tarafından da kuşatıldılar sonra hiçbir yere rahatça yerleşememektedirler.
Fahişelik yapan kadınlara sapık ya da orospu gözüyle bakılır, ama onları kullanan erkekler hep tertemiz kalmaktadır
“Zorbalığın bulunduğu her yerde
ikiyüzlülük vardır.”
kadının eğitimi ona bütün başkaldırı ve serüven yollarını tıkamaktadır
salt kendin için ve kendine dayanarak yaşamak
Kadın haklarının genişletilmesine karşı olanlar, bugünkü bağımsız kadının yeryüzünde, önemli hiçbir şey başaramadığını, ayrıca iç dünyasında denge de kuramadığını ileri sürmekteler.
Oysa birer dev olmalarını beklemezseniz erkekler hiç de cüce gibi gelmeyecektir gözünüze.
özellikle Yahudilik, Müslümanlık ve Hıristiyanlık’ta erkek, Tanrı’dan gelme bir hakla efendidir.
Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşıyoruz; kanatlarını kesiyoruz, sonra, uçamıyor diye yakınıyoruz.
Hareme kapatılan köle, gül reçeline, kokulu banyolara hastalık derecesinde düşkün değildir: ama vakit geçirmek zorundadır; kadın böyle tatsız tuzsuz bir haremde —bu ister kapalı bir ev, ister bir kentsoylu konağı olsun —yaşadıkça, mutlaka rahatlık ve kolaylığa sığınacaktır: ayrıca, açgözlüce şehvet peşinde koşusu da, çoğunlukla doyumsuz oluşundan gelir; cinsel yönden doyumsuz ve erkeğin özentililiğine, erkek dünyasının çirkinliklerine mahkûm olduğundan, kaymaklı salçalarla, bir yudumda insanın başını döndüren şaraplarla, kürklerle, suyun, güneşin, bir hanım arkadaşın ya da bir genç âşığın okşayışlarıyla avunur.
Bağımsız kadında güçlüklerin daha çok göz önünde oluşu onun boyun eğmeyi değil de kavgayı seçmiş bulunmasındandır.

Yaşamaya çalışan bir kadın bütün arzularını ve istencini toprağa gömmüş bulunan kadına oranla çok daha dağınıktır elbet. Ama kendisine örnek diye bu yaşayan ölünün gösterilmesini asla kabul etmez.

Yaşayan bir varlık yaptığı işlerden oluşur.
Şu anda köylü kadınları bir yana bırakarak söylersek, çalışan kadınların çoğu, geleneksel kadın dünyasından kurtulamamaktadır; ne toplumdan ne de kocalarından, erkeklerle gerçekten eşit olabilmelerini sağlayacak yardımı görememektedirler.
Bu dünyada dostoyevski’nin deyimiyle, birtakım boş işlerden başka bir şey yoktur zaten: ayakkabı boyamak da, köprü kurmak da aynı derecede boştur, kendini gösterme merakının ürünüdür; böylece toplumsal ayrımlara rağmen kadınla erkeğin birbirlerine eşit kılınmış olmaktadır
Her insan, insan olma gururunu cins ayrılığından değil de, özgür yaşamın binbir güçlükle elde edilen şan ve şerefinden aldığı gün, işte ancak o gün kadın kendi öyküsü, sorunları, kuşkuları ve umutlarıyla insanlığınkini bir sayabilecektir; ancak o zaman, yaşamında ve yapıtlarında yalnızca kendini değil, bütün gerçekliği ortaya çıkarmayı başaracaktır
Kadın güçsüzlüğü değil güçlülüğü içinde, kendinden kaçmak değil kendini bulabilmek, varolmaktan istifa etmek değil, varlığını olumlamak üzere sevebildiği gün, aşk, hem onun hem de erkek için korkunç bir tehlike olmaktan çıkıp bir yaşam kaynağı haline gelecektir.
Erkeğin ne istiyorum sandığı koşulsuz bağlılığa ne de boş gururunu okşayan putlaştırıcı sevgiye ihtiyacı vardır; o bunları sözü geçen bağlılık ve sevginin içerdiği karşılıklı zorunlulukları yerine getirmediği zaman kabul etmektedir. Erkek, kadına durmadan vermeyi öğütlemekte, ama verilen şeyler canını sıkmaktadır.
Yüzüstü bırakılan kadın gençse, iyileşmesi mümkündür: yeni bir aşk onu kurtarabilir, kimi zaman, bu ikinci denemeye daha bir sakınımla girişecektir, çünkü artık tek olmayanın mutlak da olamayacağını bilmektedir, ancak eski yenilgisinin acısını da çıkarmak gerektiğinden, daha büyük bir şiddetle işe girişenler çoğunluktadır.
Sevdiği kadına güvenen bir erkek, hiçbir hoşnutsuzluk göstermeden yanından ayrılmasına, başka işlerle uğraşmasına göz yumar: kendisine ait olduğunu bildiğinden, bir nesneden çok bir özgürlüğe sahip olmaktan hoşlanır.
Gerek sevgi düzeyinde, gerek şehvet düzeyinde kendine eziyet etme eğilimi, doyumsuz kalan, hem karşısındaki hem de kendisi tarafından düş kırıklığına uğratılan kadının tuttuğu yoldur; yoksa mutlu bir istifanın doğal eğilimi değil.
Başlangıçta kendine hayranlığın doruğu diye tanımlanan aşk, sonunda, çoğu kez insanı kendi kendini küçük düşürmeye dek iten koşulsuz bir bağlılığın acı zevkleri olur çıkar.
Toplum içinde hatırı sayılır bir yerleri olan ve kadınların boş gururunu okşamayı bilen erkekler, bedensel çekicilikleri olmasa da, kadınları çılgınca kendilerine aşık edeceklerdir.
Kendini hiçleştirme düşü, aslında, bir varolma susuzluğunu dile getirmektedir. Bütün dinlerde, Tanrı’ya duyulan hayranlık, inanan kişinin kendini kurtarma kaygısıyla karışmaktadır.
Zorbalığın bulunduğu her yerde ikiyüzlülük vardır. Yasak ve kaçakçılık, aşk ve ticaretin ayrılmaz öğeleridir.
Kadının önüne getirilen bir nesneden, bir avdan başka bir şey olmaya hakkı yoktur. Bununla birlikte, kadının bu nesneyi kendisine özgürce getirip vermesini ister: yatakta, sevişmekten zevk almalıdır, evde büyük bir içtenlikle üstünlüğünü ve değerini kabul etmesi gerekir: boyun eğerken bağımsızmış gibi davranması, daha başka zamanlarsa, edilginlik oyununa girişmesi gereklidir.
Erkek kadınının bir nesne olmasını ister: bunun üzerine kadın da nesneleşir; varlık olduğu an, özgür eyleme girişecektir; ilk ihaneti de budur işte; en uysal, en edilgen kadın bile bir bilinçtir; ve kimi zaman, kadın tam teslim olduğu an kendisine baktığını ve yargılandığını farketmesi, erkeğin kendini aldatılmış hissetmesine yeter.
Geçen yüzyılın sonlarında polis, bir buluşma evinde 12 ve 13 yaşlarında iki küçük kız yakalar; kızların da tanıklık ettiği bir dava açılır; kızlar kelli felli beyler olan müşterilerinden söz ederler; kızlardan biri, ağzını açıp bir ad verecek olur. Savcı hemen atılır: Dürüst bir adamın adını lekelemeyin! Yakasında onur nişanı taşıyan bir bey küçük bir kızı kirletirken de dürüsttür çünkü bazı zayıf yanları vardır, ama canım, kimin yoktur ki?
Ateşli de olsa, buluşma ve ayrılma saatlerini, öbür işlerine göre ayarlayan, aşıktır. Kadın, yatakta, erkeğin arzusunun uyanmasını bekler. Kimi zaman büyük bir sabır içinde, doyuma ermeyi bekler. Bütün yapabildiği, sevgilisinin saptadığı buluşmaya geç gelmek, kocanın istediği saatte hazır olmamaktır; böylece kendi işlerinin önemini göstermek ister bağımsızlığa kavuşmak ister, kısa bir süre içinde olsa karşısındakinin edilgin olarak uymak zorunda kaldığı temel varlık durumuna girer. Ama bütün bunlar ezile büzüle yapılmış küçücük öç almalardır; erkekleri direk etmekte ne denli inatçı olursa olsun, erkeğin paşa gönlünü yapmak, yolunu gözlemek, keyfinin gelmesini beklemek için harcadığı sayısız saatleri ödünleyemez.
Kadını hep geç kalmakla suçlayan kadın düşmanları onda zaman kavramı bulunmadığını sanırlar. Oysa, zamanın isterlerine nasıl kuzu kuzu boyun eğdiklerini hepimiz biliriz. Gecikmeleri bilebiledir.
Ancak özgür, kendini zamanın ötesinde olumlayabilen varlık her türlü yıkımı yenebilir; oysa kadının elinde bu yüce sığınak yoktur. Geçmesi için zorladıkları yolları kendisi açmamamıştır: oralara gül oynaya koşmaması çok olağandır. Ona bir gelecek hazırlarsanız, geçmişe dört elle sarılmadığını görürsünüz. Kadınları somut bir biçimde eyleme çağırdığınız, çizilen ereklerde kişiliklerini buldukları zaman, en az erkekler kadar yürekli ve atılgan olurlar.
Öğütcülerin, kocaları tarafından aldatılan, aşıklarınca yüzüstü bırakılan kadınlara verdikleri öğütler, korkunç bir köleliğin izlerini taşımaktadır. Kadın birtakım şirretliklerle kendini tüketmekte, sonra, bir erkeğin önüne atacağı sevgi kırıntılarıyla yetinmektedir.
Bir kez daha belirtmek zorundayız ki; sınırlılığın nedeni gizli bir öz değil, içinde bulunduğu durumdur. Gelecek bütün olanakları ile önündedir.
Gerçekten de yaratıcı olabilmek için kendini eğitmek, yani yaşamına birtakım gösteriler, bilgiler katmak yetmez; kültürün bir aşkınlığın özgür hareketi içinde kavranması gerekir. aklın elindeki bütün zenginliklerle, doldurmakla yükümlü bulunduğu bomboş bir göğe doğru atılması gerekir.
Sanat, edebiyat felsefe dünyayı insanî bir özgürlük üzerinde yeniden kurma denemeleridir: temel alınacak özgürlük yaratıcının özgürlüğüdür.Böyle bir şeye kalkışabilmek için insanın İlkin kendini, ikincisi anlamlılığa yer bırakmayacak biçimde bir özgürlük sayması gerekir. Eğitimden ve törelerden gelen kısıtlamalar Kadının evren üzerindeki etkisini sınırlandırmaktadır.
Bir erkek evine götürdüğü kadından pek korkmaz; biraz gözünü açması her tehlikeyi önleyebilir. Oysa evine bir erkek alan kadın için durum aynı değildir.
Kadından kadın olabilmek üzere kendini hem bir nesne hem de av haline getirmesi, yani yüce, egemen bir varlık olma hakkından vazgeçmesi istenmekte. Erkeğin boyunduruğundan kurtulmuş kadının durumundaki başlıca çelişme budur. Varlığını sakatlamak istemediği için kadınlık rolünü benimsemeye yanaşmamaktadır. Oysa kadınlığını reddetmek de varlığınıza sakatlamaktır. Erkek cinsi olan bir insani varlıktır kadın da aynı biçimde cinselliğini kabul etmiş insani bir varlık olduğu an erkeğe eşit eksiksiz bir birey olabilir ancak. Kadınlığından vazgeçmek insanlığın bir yanından vazgeçmesi demektir.
Toplumsal yapı, kadının toplumsal durumunun evrimiyle pek fazla değişikliğe uğramamıştır. Öteden beri erkeklerin malı olan dünya hâlâ onların kurduğu gibidir. Kadının çalışması sorununu karmaşıklaştıran bu olguları gözden ırak tutmamak gerekir.
Bugün emekçilerin çoğunluğu sömürülen insanlardır.
Kadın için özgürlüğü uğrunda çalışmaktan başka bir çıkar yolu yoktur. Bu kurtuluş ancak topluca olabilir ve her şeyden önce kadının içinde bulunduğu durumun iktisadî yönden evrimini gerektirmektedir.
Zorbalığın bulunduğu her yerde ikiyüzlülük vardır.
Çoğu kez boyun eğmeye razı olmaz;boyun eğdiği şeylere istemeden boyun eğdiğini bilir.
Zorbalığın bulunduğu her yerde
ikiyüzlülük vardır.
Fransa’da her yıl, milyonlarca kadın çocuk aldırmak durumunda
bırakılırken, erkeklerin, nasıl ikiyüzlüce, çocuk aldırmanın suç olduğuna karar verdiklerini görmekteyiz; çoğu kez, koca ya da âşık zorlamaktadır kadınlan çocuk aldırmaya ve yine çoğu kez, kendi kendilerine, bu yolun tutulacağını düşünmektedirler. Kadının suç işlemesini
açık açık beklemektedirler: onun ahlâksızlığı”, erkeklerin saygı duyduğu toplumun uyumu için gereklidir çünkü. Bu ikiyüzlülüğün en be-
lirgin örneği, erkeğin fahişelik karşısındaki tutumudur: bu alanda arz,
talepten doğmaktadır, daha önce, fahişelerin, günaha genel olarak kocaman bir damga vuran, ama kendi kişisel heveslerine alabildiğine
hoşgörüyle bakan saygıdeğer beyleri nasıl tiksintiyle karşıladıklarına
değinmiştim; vücutlarını satarak yaşayan kızlara sapık ya da orospu
gözüyle bakılmakta, ama onlan kullanan erkekler tertemiz durmak-
tadır.
Kadını hep geç kalmakla suçlayan kadın düşmanları, onda zaman kavramı bulunmadığını sanırlar. Oysa zamanın isteklerine nasıl kuzu kuzu boyuneğdiğini hepimiz biliriz. gecikmeleri bile biledir. Bazı hoppa kadınlar böylece erkeğin arzularını kamçılayacaklarını, varlıklarının değerini artıracaklarını düşünürler ama kadın özellikle erkeği böyle birkaç dakika ya da birkaç saat bekletmek ile uzun bir bekleme olan yaşamı karşısında duyduğu tepkiyi açığa vurmaktadır. Bir bakıma bütün varoluşu bir bekleyiştir çünkü o içkinliğin, olumsallığın ve belirsizliğine hapsedilmiştir.
Yadsımanın son sınırına gelmiş bir kadın için tek bir kurtuluş yolu kalıyor: intihar. Ancak görünüşe göre kadın bu yola erkekten daha az başvurmaktadır. Bu konudaki rakamlar çok değişiktir: başarıya ulaşan intiharlara bakılırsa canına kıyan erkek sayısı kadınlarınkinden fazla buna karşılık intihar girişimleri kadınlarda daha çok. Bunun nedeni kadınların oyundan daha çok hoşlanmaları olabilir: Kadınlar erkeklere oranla intihar oyununu daha sık oynamakta ama onu gerçekleştirmeyi pek ender istemektedirler. Genel olarak bakılınca, burada da, yukarıda sözünü ettiğimiz ikili durumla karşılaşırız: kadın nefret ettiği şeyden kaçmaya çalışmaz, ayrılıyormuş gibi oyun oynar ama sonunda kendisine acı çektiren adamın yanında kalır kendisini canından bezdiren yaşamdan kaçıyormuş gibi yapar ama canına kıydığı pek enderdir. Kesin sonuçlardan hoşlanmaz erkeğe, yaşama, içinde bulunduğu duruma karşı çıkar ama bunlardan kaçıp kurtulmaz.
Kadın hep diken üstünde yaşamaktadır. Hayal gücünde bütün olasılıklar aynı gerçekliğe sahiptir: tren yoldan çıkabilir, ameliyat başarısızlığa uğrayabilir, iş bozulabilir; kadının ardı arkası gelmeyen karamsar düşlerinde büyü ile başından sarmaya çalıştığı şey kendi güçsüzlüğüdür aslında.
Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor sonra da ufkunun darlığına yaşıyoruz kanatlarını kesiyoruz sonra uçamıyor diye yakınıyoruz; geleceği önüne serdiğimiz an şimdiki zamana çöreklenip kalma zorunluluğunu duymayacaktır elbet.
Zorbalığın bulunduğu her yerde ikiyüzlülük vardır.
vücutlarını satarak yaşayan kızlara sapık ya da orospu gözüyle bakılmakta, ama onları kullanan erkekler tertemiz durmaktadır
olağanüstü bir yazgının kurbanı olan bütün kadınlarda ortak bir yan vardır: kendilerini anlaşılmamış hissetmektedirler
Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşıyoruz; kanatlarını kesiyoruz, sonra, uçamıyor diye yakınıyoruz.
Varoluşunun sorumluluğunu yüklenecek yerde, gözlerini göğe çevirip alınyazısı denen soyut fikri seyretmekte, eylemde bulunacak yerde, düşsel alanda kendi heykelini dikmektedir; sözün kısası, kadın, düşünecek yerde düş kurmaktadır. Varlığını böylesine “bedene bağladığı” halde bunca yapay oluşu, ayağı böylesine yere bastığı halde bunca hafif oluşu işte bu yüzdendir.
Gerçekte, erkek de tıpkı kadın gibi etten kemikten yapılmış, dolayısıyla edilgin, hormonlarının ve türünün oyuncağı, arzularının kurbanı, kaygılı bir varlıktır; ve kadın da tıpkı onun gibi, aşk ateşinin göbeğinde yalnızca bedensel bir kabullenme, bile bile kendini sunuş ve etkinliktir; ikisi de, kendi başlarına, kendilerine özgü bir biçimde insan vücudu haline gelmiş varlığın garip iki anlamlılığını yaşamaktadırlar o anda. Birbirleriyle çatıştıklarını sandıkları kavgalarda, her biri, kendisinde nefret ettiği yanları karşısındakine yansıtarak, aslında kendi kendisiyle savaşmaktadır; kadın da, erkek de içinde bulunduğu durumun iki anlamlılığını yaşayacak yerde, pislikleri karşısındakine yükleyip, şanları şerefleri kendisine ayırmaktadır. Oysa ikisi de insanlık durumunu alçakgönüllü bir açıkgörüşlülükle yüklenebilse, birbirlerinin karşısına benzer yaratıklar olarak çıkacak, cinsel dramı dostluk içerisinde yaşayacaklardı. İnsan olmak, insanları birbirinden ayıran bütün benzersizliklerden çok daha fazla önemlidir; insanlara üstünlük sağlayan, hiçbir zaman doğanın verdiği şeyler değildir: eskilerin deyimiyle ‘’erdem’’, bize bağlı olan şeylerle ölçülür. Her iki cinste de aynı bedensel ve akılsal dram, aynı bitimlilik ve aşkınlık dramı oynamaktadır; zaman ikisini de aşındırmakta, ölüm yollarını gözlemekte, birbirlerine aynı temel ihtiyaçla bakmaktadırlar; özgürlüklerinden aynı derecede gurur duyabilirler; bir kez bu özgürlüğün tadını alsalar, bir daha öyle aldatıcı ayrıcalıklar için çekişmezlerdi; ve işte o zaman gerçek bir kardeşlik doğardı aralarında.
kölede insanlık onuru diye bir şey olamaz; postunu kurtarabilirse ne mutludur.
– (…) Kadın, yalnızlığından, cemiyetten koparılmışlığından, hayatının benzersizliğini çıkarır.
Yeryüzündeki kaderini bildiğinden, ruhunun ve bedeninin yaşayabileceği serüvenlerle ilgilenir
Kadın ozanlar da çıkacak elbet! Kadının sonsuz köleliği sona erdiği, salt kendisi için ve kendisine dayanarak yaşadığı gün, bugüne dek ona hayvanca davranan erkek, hakkını teslim ettiği gün, kadın da ozan olacaktır.
Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşırıyoruz; kanatlarını kesiyoruz, sonra, uçamıyor diye yakınıyoruz.
Kadın,denir,duygularıyla yaşar ,kendiliğinden var olan şeylerle yetinir gider;iyi ama,önce başkaları tarafından buna mahkum edilmiştir de, onun için böyle yaşar.
“Bugün,ruhumdan ve onun uyum getiren güçlerinden aldığım destekle,içimden geldiği gibi yaşadığımı öne sürebilirim artık.”
Erkeğin giyimine kuşamına özenmesi gerekmez. Giysiler rahat etkin yaşamına uygundur. Binbir titizlikle seçilmeleri zorunlu değildir, kişiliğinin küçük bir parçasıdır; o kadar. Ayrıca hiçkimse erkekten üstüne balona bakmasını istemez, iyi yürekli ya da ücretli bir kadın onu bu yükten kurtarmaktadır. Kadınsa dışarıdan bakan gözlerin, kılık kıyafetiyle kişiliğini birbirinden ayırmadıklarını bilmektedir; giyim kuşamına göre yargılanmakta, sayılmakta ve arzulanmaktadır. Giysileri daha başından yarı kötürüm etmiştir onu ve çağlar boyunca hep böyle dayanıksız olagelmişlerdir; çoraplar kaçar topuklar bozulur açık renk bluz ve entariler tez kirlenir öbürlerinin katları açılır ve bu kusurların çoğunu kendisinin gidermesi onarması gerekir; öteki kadınlar meleksi bir iyilikseverlikle yardımına koşmayacaklardır; ayrıca kendisinin yapabileceği birtakım işler için bütçeyi zedelemek de istemez; yaptırılan saçlar, düzgünler, yeni giysiler epey pahalıya patlamaktadır zaten.
Kadını götürüp mutfağa kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşıyoruz. Kanatlarını kesiyoruz, uçamıyor diye yakınıyoruz.
Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşıyoruz; kanatlarını kesiyoruz, sonra uçamıyor diye yakınıyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir