İçeriğe geç

Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler Kitap Alıntıları – Olga Tokarczuk

Olga Tokarczuk kitaplarından Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler kitap alıntıları sizlerle…

Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler Kitap Alıntıları

Tanrı görür
Zaman kaçar
Ölüm kovalar
Sonsuzluk bekler
Mantar miseli gücünü güneşten alamaz, zira doğası güneşe yabancıdır. Sıcağa ve yaşayana yakınlaşmaz, zira doğası ne sıcaktır ne de canlı. Mantar miseli, ölen, çürüyen şeylerin ve toprağa akan sıvıların kalıntılarını emmesi sayesinde yaşar. Mantar miseli, ölümün yaşamıdır, her ne ölmüş ise onun yaşamıdır.
Hepimizin kız evlada gereksinimi var. Hepimizin kızı olmaya başlasa dünyada barış olurdu.
Sonra en sevdiği yerler silindi, sonra en sevdiklerinin yüzleri, sonra isimleri ve sonunda tüm insanlar unutulmaya teslim olmuşlardı.
Zira dünya insana dost değildi ve yapılacak tek şey, insanın kendisine ve sevdiklerine bir kabuk bulup özgür bırakılana kadar burada kalmasıydı.
İnsan acısını zamana koşar. Geçmiş yüzünden acı çeker ve acıyı geleceğe sürükler. Bu biçimde kederi yaratır.
”Senden nefret ediyorum. ” demişti kadın dişlerinin arasından ve yüzüne tükürmüştü.
”Çok güzel. Nefret de aşk kadar güçlüdür. ”
Savaş sonsuza kadar sürer. İnsanlar her yerde olduğu gibi doğar, umutsuzca aşık olur ve ani bir ölümle kısa sürede ölürler. Ancak yaşam ne kadar fazla acı getirirse, onlar da o kadar fazla yaşamak isterler.
Genowefa, Izydor’u sakat bir köpek, çaresiz bir hayvan gibi sevdi. Bu sevginin en saf insan şefkatiydi.
Sonra talan edilmiş evinde yatağına uzanıp, ”Bu dünyaya kötülük nereden geliyor ki ? ” diye düşünmüştü. ”Tanrı o kadar iyiyse kötülüğe neden izin veriyor ? Belki de Tanrı iyi değildir. ”
İnsan öğrenmek zorunda olan aptal bir yaratıktır. Bu nedenle kendine bilgi yükler, onu bir arı gibi toplar, daha fazlasını ekler, kullanır ve işler. Ancak içinde aptallık vardır ve öğrenmeye gereksinir , işte bu değişmez.
“Sanki evler inşa etmek, göklerin ve dünyanın doğasına zıttı, sanki duvarlar dikip birbirinin üstüne taşlar dizmek zamanın akışına karşıydı. Bu düşünceyi dehşet verici bulmuştu.”
“Duygu, hayvanlarda daha temizdir, çünkü düşünceye bulaşmamış haldedir.”
“Bir ağaç öldüğünde, bir anlamı veya etkisi olmayan düşünü başka bir ağaç devralır. İşte ağaçların ölmemesini sebebi budur. Kendi varoluşlarından habersiz, zamandan ve ölümden azat edilmişlerdir.”
“Bedeni, kırılgan insan malzemesinden yapılmış, kırık bir heykelcikti.”
“Hatta ben Slavları severim bile. Bu ırkın isminin, Latincede sclavus yani hizmetçi kelimesinden geldiğini biliyor muydun? Bu, kanında hizmetçilik olan bir millet.”
“Misia, Boskilerin uzun boylu, sarı saçlı oğullarının kilisede kendisine baktığını hissetmişti. Ayinden sonra onu görmek için çıkmasını kapıda beklediğini de fark etmişti. Misia oğlanın gözlerini bedenine uymayan bir giysi gibi hissetmişti üzerinde. Rahat rahat hareket edip derin nefesler almaktan korkmuştu. Oğlan onu utandırmıştı.”
“Florentynka hiç belli etmeden çıldırdı. Önce başı ağrıdı, geceleri uyuyamadı. Aydan rahatsız oluyordu. Komşularına ayın kendisini gözlediğini, dikkatli bakışlarının duvarlardan, camlardan içeri sızdığını, ışınlarının aynalarda, camlarda ve sudaki yansımalarında onun için tuzaklar kurduğunu anlatıyordu.”
“İnsan acısını zamana koşar. Geçmiş yüzünden acı çeker ve acıyı geleceğe sürükler. Bu biçimde kederi yaratır.”
Değiştin, dedi yavaşça.

Tabii ki değiştim. Şaşırıyor musun bir de? Dünya çok kötü. Sen de gördün. Bu dünyayı yaratan Tanrı’ya ne demeli, ya kendisi kötü ya da işi kötü yapmış. Ya da her şeyi birbirine karıştırmış.

“Sepetler içindeki kutsanacak yiyecekler, Jeszkotleli Meryem Ana’nın kenardaki altarının önüne konurdu. O bir kadın olarak yemeklerle ilgilenmek zorundadır -hem pişirilmesiyle hem de kutsanmasıyla. Erkek olan Tanrı’nın aklında daha önemli düşünceler vardır: Savaşlar, fela ketler, fetihler ve uzak seferler. Kadınlar yemek işleriyle ilgilenirler.”
“Bu dünyaya kötülük nereden geliyor ki? diye düşünmüştü. Tanrı o kadar iyiyse kötülüğe neden izin veriyor? Belki de Tanrı iyi değildir?
İnsan acısını zamana koşar. Geçmiş yüzünden acı çeker ve acıyı geleceğe sürükler. Bu biçimde kederi yaratır.
Eğer birisi severse elindekini tereddüt etmeden verir gibi geliyordu ona.
Ne de olsa yaratmak Tanrı’nınsa, adlandırmak da insanın işidir.
Tanrının insana olan sevgisi karşılıksızdı.
Bu dünyada, Kabil, Habil ile tarlada karşılaşmış ve ona demiş ki: Yasa ve yargıç yok! Öteki dünya yok, doğrular için ödül ve kötüler için ceza da yok. Bu dünya isteyerek yaratılmadı, sevecenlikle yönetilmedi. Neden senin kurbanın kabul edilsin de benimki edilmesin? Habil demiş ki, Benimki kabul edildi, zira ben Tanrı’yı seviyorum, seninki reddedildi, zira sen Ondan nefret ediyorsun. Senin gibileri hiç var olmamalı. Ve Habil, Kabil’i öldürmüş.
Ay, seni affediyorum. Bana yaptığın tüm hatalar için seni affediyorum!
Sadece uyuyacaksan neden dünyaya geldin ki?
‘Bana geri dön. Dünya korkunç, seni yok edebilir. Depremlere, volkanik patlamalara, yangınlara ve sellere bak.’ diyerek yağmur bulutlarının içinden gürlemişti.
‘Bırak beni. Üstesinden gelirim’ diye cevap vermişti ve gitmişti insan.
Tanrı görür. Zaman kaçar. Ölüm kovalar. Sonsuzluk bekler.
Tanrı öyle bariz bir şekilde vardı ki, Izydor onu anlamayı nasıl atladığını düşünmüştü.
Tanrı görür
Zaman kaçar
Ölüm kovalar
Sonsuzluk bekler.
Işık, kendi içinde hareket edip patlamıştı. Bir ışık sütunu, karanlığı yırtmış ve burada sonsuza kadar hareketsiz maddeyi bulmuştu. İçindeki Tanrı’yı uyandırana kadar, tam güçle ona çarpmıştı. Hâlâ kendinde olmayan Tanrı, etrafına bakmış ve kendinden başka hiç kimseyi göremediğinden, Tanrı olduğunu düşünmüştü. Ve kendince adı konulmadığından, kendince anlaşılmaz olduğundan, kendini tanıma arzusu hissetmişti. Kendine ilk defa yakından baktığında, sözcük ortaya çıkmıştı -bilmek Tanrı’ya adlandırma gibi görünmüştü.
Zamanın sınırlarının ötesinde olan Tanrı’nın, kendini zamanın içinde ve dönüşümlerinde göstermesi gariptir. Eğer Tanrı’nın nerede olduğunu bilmiyorsanız değişen ve hareket eden, bir şekle uymayan, dalgalanan ya da ortadan kaybolan her şeye bakmalısınız: Denizin yüzeyine, güneşin halesinin dansına ve depremlere, nehirlerin denize akmasına, tohumların filizlenmesine,annesinin karında gelişen fetüse, mezarda çürüyen bedenlere..
Tanrı, her süreçte mevcuttur. Tanrı, her dönüşümde atan bir nabızdır. Bir vardır, bir daha az vardır, bazen de hiç yoktur. Ancak yokken bile, Tanrı kendini açıkça gösterir.
İnsan acısını zamana koşar. Geçmiş yüzünden acı çeker ve acıyı geleceğe sürükler. Bu biçimde kederi yaratır.
Yaşıyor, dedi Başak. Ama önce hep ölünür.
En iyi sohbetler kendinizle yaptığınızdır.
En azından bir yanlış anlaşılma olmaz.
Bir insan neyin peşine düşmeli, nasıl yaşamalı,ne yapmalı ve ne yapmamalıdır?
Tanrı görür. Zaman kaçar. Ölüm kovalar. Sonsuzluk bekler.
İnsanlar ileri doğru yolculuk yaptıklarında geride kalan görüntüler gibi aynı şekilde mi gitmişlerdi, ancak diğerlerinin görmesi için, hala bir yerlerde olmalı ve orada kalmalılar mıydı? Belki de zaman tüm izlerini silmeyi, geçmişi toza çevirmeyi ve sonsuza dek yok etmeyi yeğliyordu.
Kış, yazın bir parçasıdır, sonbahar ise ilkbaharın. Soğuk, sıcağın parçası, ölüm doğumun parçasıdır. Ateş, suyun parçasıdır ve yeryüzü, havanın parçasıdır.
Bu, günbegün ondan uzaklaşan, somut, elle tutulur bir yaşamdı.
Dünyanın değirmeni durmuştu, mekanizması kırılmıştı.
Savaş sonsuza kadar sürer. İnsanlar her yerde olduğu gibi doğar, umutsuzca aşık olur ve ani bir ölümle kısa sürede ölürler. Ancak yaşam ne kadar fazla acı getirirse, onlar da o kadar fazla yaşamak isterler.
Ne de olsa yaratmak Tanrı’nınsa, adlandırmak da insanın işidir.
Aman uyuyun, zıbarana kadar uyuyun. Uyuyacaktınız da ne diye doğdunuz?
ancak insan nankör çıkmıştı.
inanmanın bir bedelinin olmadığı doğru değil.
“Bu dünyaya kötülük nereden geliyor ki?”
Her şey boş ve umutsuzdu.
Ve buna çare yoktu.
Bir yaşam harcanırken diğeri dünyaya geliyor.
Kadimzamanlar kenti evrenin merkezinde bir yerdir.
Hani, kadınların erkeklerden, anaların babalardan, karıların kocalardan önce öldüğü zamanlardı bu zamanlar.
Üçüncü Dünya’da ne Tanrı ne de insan vardı.
İki tür öğrenme vardır. İçeriden ve dışarıdan. Birincisi en iyi, hatta yegâne yöntem olarak kabul edilir. İnsanlar uzak yolculuklarla, izlemekle, okumakla, üniversitelerle ve derslerle öğrenirler –onların dışında olup bitenlerden öğrenirler. İnsan öğrenmek zorunda olan aptal bir yaratıktır. Bu nedenle kendine bilgi yükler, onu bir arı gibi toplar, daha fazlasını ekler, kullanır ve işler. Ancak içinde “aptallık” vardır ve öğrenmeye gereksinir, işte bu değişmez.
İnsan acısını zamana koşar. Geçmiş yüzünden acı çeker ve acıyı geleceğe sürükler. Bu biçimde kederi yaratır.
Tanrı görür
Zaman kaçar
Ölüm kovalar
Sonsuzluk bekler.
Seven, sürekli kendinden verir
Ağaca göre dört özellik bir çırpıda var olur.Kış,yazın bir parçasıdır,sonbahar ise ilkbaharın. Soğuk,sıcağın parçası,ölüm,doğumun parçasıdır. Ateş,suyun parçasıdır ve yeryüzü,havanın parçasıdır.
Düşünmek için zamanı yutmak;geçmişi,şimdiki zamanı,geleceği ve sürekli değişimi içselleştirmek gerekir.Zaman;daima insan aklının içinde çalışır. Dışında asla yer almaz.
Düşlemek,özünde yaratıcıdır;madde ve ruhu uzlaştıran bir köprüdür. Özellikle yoğun ve sık yapıldığında.Sonra imge bir madde damlasına dönüşür ve yaşamın akımlarına katılır. Bazen yolu boyunca,içinde bir şey çarpıtılır ve değişir. Böylece yeterince güçlüyse,tüm insan arzuları gerçek olur ancak her zaman tamamen beklendiği gibi olmaz.
Hepimizin kız evlada gereksinimi var. Hepimizin kızı olmaya başlasa dünyada barış olurdu.
O büyüdükçe dünya daha berbat gözüküyordu
Çok okudu ve bir günlük yazmaya başladı. Biriyle konuşmak istiyor ama etrafındaki herkes klişe ve ilgisiz görünüyordu. Bu yüzden kütüphanedeki kitapları getirtti ve yenilerini postayla sipariş etti
Bu dünyada , Kabil , Habil ile tarlada karşılaşmış ve ona demiş ki : Yasa ve yargıç yok ! Öteki dünya yok , doğrular için bir ödül ve kötüler için ceza da yok . Bu dünya isteyerek yaratılmadı , sevecenlikle yönetilmedi . Neden senin kurbanın kabul edilsin de benimki edilmesin ? Habil demiş ki , Benimki kabul edildi , zira ben Tanrı’yı seviyorum , seninki reddedildi , zira sen Ondan nefret ediyorsun. Senin gibileri hiç var olmamalı. Ve Habil , Kabil’i öldürmüş.
Eğer birisi severse elindekini tereddüt etmeden verir gibi geliyordu ona .
Hepimizin kız evlada gereksinimi var. Hepimizin kızı olmaya başlasa dünyada barış olurdu .
Tanrı görür
Zaman kaçar
Ölüm kovalar
Sonsuzluk bekler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir