İçeriğe geç

Kaçan Ayna Kitap Alıntıları – Giovanni Papini

Giovanni Papini kitaplarından Kaçan Ayna kitap alıntıları sizlerle…

Kaçan Ayna Kitap Alıntıları

Bu akşam bir insan yaşamına öyle çok gereksinim duyuyorum ki! Kimseden para dilenmek istemiyorum, ama bir yaşam öyküsü di­leneceğim, üstelik zorla koparıp alacağım onu.
Benimle ilgili her şey bel­leklerden silinmişti. Artık başkalarında değil, yalnızca kendimde yaşıyordum.
bü­yük bir kentin orta yerinde yalnızdım; bir kala­balığın arasında beni iten, yadsıyan, yaşamların­dan dışarı atan insanların ortasında yalnızdım 🙂
çünkü ben öyle biriyim ki , hiçbir zaman sahip olamayacağım bir şeye sahip olmak istiyorum. Kendim olmamak istiyorum, çünkü hiçbir zaman kendim olmamayı başaramayacağımı biliyorum.
Hep kendi kendimle yaşamaktan yoruldum artık. Yirmi dört yıldır kendi kendimin eşliğinde yaşıyo­rum.
Ama uyanıklığın dünyası, somut gerçekliklerin dünyası benim dünyam de­ğil.
Ama daha şimdiden, ölüme daha yakınım, bu yüzden de, mutluluğa, yaşamda, yaşamın hiçbir zaman veremeyeceği şeyleri arayanlardan çok daha yakınım
Yaşamı seviyordum, olabilecek en yüce, en güzel yaşamı, ama onu çevremde gör­müyordum, başkalarına göre hali vakti iyi olan­larda bile.
Bir arkadaşım bana çiçek getirdi, beklemesini, onları mezarımın üstüne koymasını söyledim ona.Gülümsedi gibi geldi bana, ama insanlar hiçbir şey anlamadıkları zaman hep gülümserler. 🙂
yaşamın gizleri hakkındaki derin bilgisiz­liği, sonunda beni sıkmaya başladı; içimde yavaş yavaş itici, küçümseyen bir acıma duygusu uyan­dırdı.
İnsanlar; yaşamı ölüm için yitiriyoruz, gerçek olanı, imgelemsel olan için tüketiyoruz, günlere, salt bizi onlara benzer başka günlere taşımaktan başka bir değeri olmayan günlere götürdükleri için değer veriyoruz İnsanlar; yaşamınızın tümü, sizin kendi kendinizi lanetlemek için tasarladığı­nız korkunç bir oyundur; sizin bu kaçan aynaya doğru koşuşunuza yalnızca şeytanlar güler!
Kendini dünyada yapayalnız, bilinmeyen bir utancın ya da suskun bir yargılamanın ağırlığı altında, bir anda her şey tarafından bırakılmış bir halde duyumsamak ölümden çok daha korkunç, çok daha gizemli bir şeydi. Artık insanlar için yoktum ben. Yalnızdım, lanetlenmiştim. Ben aynıydım, ama diğerlerinin bana karşı davranış­ları değişmişti. Yalnızdım, ama bir adada ya da sal üzerinde, bir kurtarıcının beklendiği ya da dönüş umudu olan Robinson’un ya da bir kazaze­denin yalnızlığı gibi bir yalnızlık değildi bu, bü­yük bir kentin orta yerinde yalnızdım; bir kala­balığın arasında beni iten, yadsıyan, yaşamların­dan dışarı atan insanların ortasında yalnızdım.
Hep kendi kendimle yaşamaktan yoruldum artık.
Kendi kendimden baş­ka biri olamayacağımın bilincine vardım. Hiç­bir zaman -hiçbir zaman, anlıyor musunuz? Hiçbir zaman kendim olmaktan vazgeçemeyece­ğimin ayrımına vardım.

Belki de yeterince açıklayamadım. Bakın: Ben değişmek istiyorum. Ama ciddi olarak değişmek -anlıyor musunuz?- baştan başa, tümüyle, kök­ten değişmek. Kısacası, bir başkası olmak. Be­nimle hiçbir ilişkisi olmayan, benimle en küçük bir iletişimi bile olmayan, hatta beni hiç tanıma­yan, hiçbir zaman tanımamış olan bir başkası olmak.

Bir arkadaşım bana çiçek getirdi, beklemesini, onları mezarımın üstüne koymasını söyledim ona. Gülümsedi gibi geldi bana, ama insanlar hiçbir şey anlamadıkları zaman hep gülümserler.
..ama insanlar hiçbir şey anlamadıkları zaman hep gülümserler.
Geleceğin aynası olmasa, güncel gerçeklik aşağılık, iğrenç, anlamsız görünürdü. Yeniden karşılaşmalara, utkulara, yükselişlere, terfilere, çoğalışlara, ele geçirmelere, unutmalara umut bağlatan yarın olmasaydı, insanlar yaşamaya razı olmazlardı. Yarının uzak kokusu olmasa, bugünün kara ekmeğini yemezlerdi.
Yüzümü biraz tanıyordum, ruhumu ise çok daha az.
Yalnızdım, ama bir adada ya da sal üzerinde, bir kurtarıcının beklendiği ya da dönüş umudu olmayan Robinson’un ya da bir kazazedenin yalnızlığı gibi bir yalnızlık değildi bu, büyük bir kentin orta yerinde yalnızdım; bir kalabalığın arasında beni iten, yadsıyan, yaşamlarından dışarı atan insanların ortasında yalnızdım.
Hep kendi kendimle yaşamaktan yoruldum artık. Yirmi dört yıldır kendi kendimin eşliğinde yaşıyorum.
Yaşamın tümü çabalardan oluşur: Artık hiçbir şey için, hiçbir biçimde çaba harcamazsak, yaşam boşalır, kendiliğinden söner, böylece her şeyi kabul etmekle her şeyi reddetmek denkleşir, birbiriyle kaynaşır, tek bir şey olur.
Onca kulak var, ama beyin çok az!
“Gizim, yirmi iki yaşımdayken başladı.”
“…saçma şeylerle sizin ka­dar ilgilenen başka bir adam daha bulacağımdan emin değilim ”
“Gelecek, gelecek olarak var değildir; gelecek, bir yaratıdan, şimdinin bir parçasını oluşturmaktan başka bir şey değildir; bu yaşama, bu tedirgin, bu hüzünlü, bu acılı yaşama, günden güne kaçan, uzaklaşan bu gelecek uğruna katlanmak, bu saçma sapan yaşamın en acı saçmalığıdır.”
“Bu­günün bütün değeri yarındaydı, yarın da yalnızca bir başka yarın için bir değer taşıyordu, böylece en son bugüne, kesin bugüne ekleniyordu, bütün yaşam gün gün, saat saat, an an, hiçbir zaman gel­meyecek olana hazırlanmakla geçip gidiyordu.”
“Geleceğin aynası ol­masa, güncel gerçeklik aşağılık, iğrenç, anlamsız görünürdü. Yeniden karşılaşmalara, utkulara, yük­selişlere, terfilere, çoğalışlara, ele geçirmelere, unutmalara umut bağlatan yarın olmasaydı, insan­lar yaşamaya razı olmazlardı. Yarının uzak kokusu olmasa, bugünün kara ekmeğini yemezlerdi.”
“Otuz üç yaş benim için kutsal yaştır, tanrısal yaş, kusursuz yaş. Bana göre, bir insan o ana dek büyüklük yeteneği olduğunu gös­termemişse, bin yaşına dek ölümden yakasını sı­yırsa bile, hiçbir zaman iyi bir şey yapamaz. Otuz üç yaşında dehalarının bilincine varamayanlar ya da yakın bir gelecek için belirli bir vaatte bu­lunamayanların belirgin ve korkunç bir görevleri vardır.”
“Boşunaydı. Her çaba uygunsuzluğu artırıyor gibiydi.”
“Bu akşam bir insan yaşamına öyle çok gereksinim duyuyorum ki! Kimseden para dilenmek istemiyorum, ama bir yaşamöyküsü dileneceğim, üstelik zorla koparıp alacağım onu.
“Yalnızdım, ama bir adada ya da sal üzerinde, bir kurtarıcının beklendiği ya da dönüş umudu olan Robinson’un ya da bir kazaze­denin yalnızlığı gibi bir yalnızlık değildi bu, bü­yük bir kentin orta yerinde yalnızdım; bir kala­balığın arasında beni iten, yadsıyan, yaşamların­dan dışarı atan insanların ortasında yalnızdım.”
“İşte saçmanın sınırına vardım. Ne söylediğimi, ne istediğimi hiç kimsenin bilemeyeceği ana ulaştım. O korkulu anlarda içimde ne olduğunu hiç kimse bilemez. Hiç, ama hiç kimse.”
“Bir zamanlar benim için öylesine değerli olan, onca bollukla beslediğim, onca gösterişli biçimde donattığım pek çok başka şey buluyordum ruhumda. Ama hep benim ruhum’du o: Geçmişte olup bitenlerden kalan bir şey hala içindeydi, hiçbir şey hiçbir zaman o şeyi hiç olmamış kılamaz.”
“Kaç kez kendim de zavallı ruhumu özene be­zene fırçaladım, kaç kez beynime yeni bir renk verdim! Kaç kez yüreğimin karışıklıklarına ye­niden düzen verdim!”
“Kendi kendimden baş­ka biri olamayacağımın bilincine vardım. Hiç­ bir zaman -hiçbir zaman, anlıyor musunuz?­
Hiçbir zaman kendim olmaktan vazgeçemeyeceğimin ayrımına vardım.”
Bugünün bütün değeri yarındaydı, yarın da yalnızca bir başka yarın için bir değer taşıyordu..
“Hiçleşmenin dinlendiriciliğine erişmek için her şeyi denedim; görünürdeki yaşamımın hüzünlü güldürüsünü yarıda kesmek, beni insanlara benzer kılan bu gülünç larvayı yok etmek için her çareye başvurdum!”
“Beni düşleyen kişi kimdir? O birisi, tanımadığım, malı olduğum, beni yorgun zihninin karanlıklarından bir anda çıkaran, uyandığında, birden bir esintiyle sönen bir mum gibi, beni bir anda söndürecek olan o bilinmeyen varlık kimdir?”
“…yaşam ağır bir ölümdür.”
“Ruh her şey olabilir, ruh her şeydir, istemdir, dünyanın efendisidir.”
“Yaşamın anlamının ölümde, yalnızca ölümde olduğunu anlamıyor musunuz? Ancak her kim ölmek isterse, her kim hu yaşamda şu andan başlayarak çoktan ölmüş olursa, yaşamdan haz duyar, onun tadını çıkarır, onu tanır!
“…içimde hep yaşam düşüncesi vardı. Her zamanki şeyler: Ezbere bilirsiniz. Bu nedir? Niçin? Nereye gidiyoruz? Yaşamaya değer mi? Vb. vb. Akşamları dışarı çıkacak yerde, bütün kitapları okuyor, hiçbir insanın yanıtlayamayacağı şeyi soruyordum onlara. Yaşamı seviyordum, olabilecek en yüce, en güzel yaşamı, ama onu çevremde gör­müyordum, başkalarına göre hali vakti iyi olan­larda bile.”
“Annem İtalyan, hala sağ, hiçbir şey anlamıyor – bütün anneler gibi.”
“…hiç kimsem yoktu. Onca kulak var, ama beyin çok az! Hele burada!
…Acınacak bir durum!”
“İlk anlarda beni eğlendiren saf gururu, deneyimsizliği, yaşamın gizleri hakkındaki derin bilgisiz­liği, sonunda beni sıkmaya başladı; içimde yavaş yavaş itici, küçümseyen bir acıma duygusu uyandırdı.”
“Yaşamak istemeyen, kısa bir şimdiyi, uzun ve güvenli bir geleceğe yeğ tutmuş olan İnsanlar. Leo­pardi onaylardı bunu: Ama bunlarin budanmış yaşamlar olduğunu kim yadsıyabilir?”
“…hiçbir arkadaşıma, eğer arkadaşım olduğunu söyleyebilirsem, ruh kaçakçılığı için çıktığım yolculuklardan, olmayacak şeylere duyduğum gönüllü tutkularımdan söz et­memiştim.”
“Be­ni anlayabilen biriyle, hala yüreği sımsıcak, yaşam dolu kentlerden gelen, bütün yakınmalarımı dinle­yen, itiraflarımı anlayışla karşılayan biriyle konu­şabilmekten öylesine mutluyum ki.”
“Elimi adama uzattım, sıktı, sonra ona şöyle dedim:
Senin ben olduğunu biliyorum – bir süredir geçmiş olan bir ben, ölü olduğuna inandığım bir ben, şimdi onu burada bir kez daha, bıraktığım gibi hiçbir görünür değişiklik olmaksızın yeniden gö­rüyorum. Geçmiş olan beni , şimdiki benden ne istediğini bilmiyorum, ama ne dilersen dile, belki de esirgemeyeceğim senden.
Yalnızdım, ama bir adada ya da bir sal üzerinde, bir kurtarıcının beklediği ya da dönüş umudu olan
Robinson’un veya bir kazazedenin yalnızlığı gibi bir yalnızlık değildi bu, büyük bir kentin orta yerinde yalnızdım;bir kalabalığın arasında beni iten, yadsıyan, yaşamlarından dışarı atan insanların  ortasında yalnızdım.
Varoluşunuzun kaba dayanışması arasında kendimi öylesine rahatsız duyumsuyorum ki! Benim yaşamım, uykuya dalmış yaratıcımın ruhunda yavaş yavaş akan bir yaşam..
Yaşamı seviyordum, olabilecek en yüce, en güzel yaşamı, ama onu çevremde görmüyordum..
Her insan, yalnızca öngördüğü, beklediği, umduğu şey için yaşar. Bütün yaşamı, öyle bir biçimde kurulmuştur ki, her anın onu izleyen bir anı hazırladığını, her saatin ondan sonra gelecek bir saati, her günün, ardından gelecek bir günü hazırladığını bildiği ölçüde onun için bir değeri vardır. Bütün yaşamı, düşlerden, ideallerden, tasarılardan, beklentilerden oluşur -bütün şimdiki zamanı, geleceğinin çevresindeki düşüncelerden oluşur. Olan, şimdi var olan her şey belirsiz, karışık, yetersiz, ikincil görünür bize, kendi kendimizi ancak bütün bu şimdi var olan
şeylerin bir önsözden, geleceğin güzel romanının
uzun, sıkıcı bir önsözünden başka bir şey olmadığını düşünerek avuturuz kendimizi. Bütün insanlar, bilerek ya da bilmeyerek, bu inançla yaşarlar. Ansızın biri onlara bir saat içinde tümünün öleceğini söyleyecek olsa, yaptıkları, yapmış oldukları her şeyin onlar için hiçbir hazzı, hiçbir tadı, hiçbir değeri olmazdı.
Bizim insanlarımız, hep bugünü yarına adarlar, geçmekte olan her günü, geçecek olan yarına feda ederler
Şu anda, saat gecenin yarımında, odamda, soluklarla, çok hafif vuruşlarla dolu bir sessizliğin ortasında oturmuş yazarken de, insanların arasında, dünyanın orta yerinde yalnız olduğumu duyumsuyorum, onulmaz bir biçimde yalnız: Evrenin merkezinde tek başına bir can. Gerçekten de
Ben, başkalarının kendisi için var olmadıkları biriyim. İnsanların bana karşı bu körlüğü, bu unutkanlığı, başka hiçbir biçimde kazanamayacağım bir sınav oldu benim için.
Kimsin sen? diye sordum en sonunda kendi
kendime, bu sorunun ağırlığını, büyüklüğünü duyumsar duyumsamaz da, geri kalan her şey yok oldu. Ne aşağısamaları, ne gülmeleri anımsadım, ne de herkesin beni bıraktığını. Başkalarından ayrılınca, kendi kendimi karşıma aldım; alışkanlıkların, başkalarının düşüncelerinin ruhumu dönüştürdükleri her şeyi unutmak istedim.
Gelecek hakkında hiçbir şey bilemiyordum, geçmişten bana kalan, üst üste konmuş soluk anı bloklarıydı yalnızca.
Artık başkalarında değil, yalnızca kendimde yaşıyordum. Ruhum budanmış, bana yalnızca bir parçacığı, hala Ben adını verebildiğim küçük bir nokta kalmıştı.
büyük bir kentin orta yerinde yalnızdım.
hiçbir zaman kendim olmaktan vazgeçemeyeceğimin ayrımına vardım.
Onca zamandır kurtuluşumu bekliyorum! Tekdüze bir parçasını oluşturduğum bu aptalca düşün sonunu öylesine istekle bekliyorum ki!
Sizin düşlerinizin yapıldığı kumaştan yapılmışım ben! Varım, çünkü beni düşleyen biri var; uyuyan, uykusunda düş gören, benim devindiğimi, yaşadığımı gören, şu anda benim bütün bunları söylediğimi düşünde gören biri.
Başkaları için gökyüzü olan şey, benim için yalnızca bir pencere, tüm yeryüzü, okyanuslarıyla birlikte, bir kuleye tırmanan en üst basamak yalnızca, başka bir şey değil;
Başkaları için hiçbir şey değilim – yemiyorum, okumuyorum, eğlenmiyorum, sevmiyorum, oynamıyorum, kazanmıyorum: Daha şimdiden yarı ölüyüm. Ancak soluk alıyor, deviniyorum
Her gün, her saat öldürüyorum kendimi, ama sık sık, en beklemediğim bir zamanda, direnişin şeytanca içgüdüsü, isteğin çılgın dürtüsü her zaman su yüzüne çıkıp, geriye, canlıların arasına, her şeyin arasına itiyor beni.
Yaşamak için hiç durmadan isteriz, ölmek
içinse hep daha az istemek, yalnızca istememek
gerekir. Yaşamın tümü çabalardan oluşur: Artık
hiçbir şey için, hiçbir biçimde çaba harcamazsak, yaşam boşalır, kendiliğinden söner, böylece her
şeyi kabul etmekle her şeyi reddetmek denkleşir,
birbiriyle kaynaşır, tek bir şey olur.
Onca kulak var, ama beyin çok az! Hele burada!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir