İçeriğe geç

Jean-Christophe 2 Kitap Alıntıları – Romain Rolland

Romain Rolland kitaplarından Jean-Christophe 2 kitap alıntıları sizlerle…

Jean-Christophe 2 Kitap Alıntıları

“Cesaret! Hayat acı çekmeye değer, bir çift dost göz bizimle ağladıkça”
Tarih, politikanın hoşuna gidip benimsediği bir dava için gerekli bütün delilleri sağlamaya her zaman hazırdır
Bizi ölülerimize yaklaştıran en güvenli yol ölmek değil, yaşatmaktır. Onlar biz yaşadığımız sürece yaşar, biz ölünce ölürler
Dünyada yalnızca bir tek hakikat vardır: sevmek
İnsanları sevebilmesi icin onları çok görmemesi gerekirdi
En sade şeylerin ince görkemi
Seven insan, farkında olmadan kendini sevdiğinin ruhuna uydurur
Sen benimsin ve ben şimdi buldum kendimi, hiçbir zaman bulmadığım kadar…
Öyle anlar vardır ki, insanın mutlaka mahvolması gerekir sanki: birinin gelip size yardım etmesinden korktuğunuz sanılır; öğütleriyle sizi kurtaracak olanlardan kaçarsınız, gizlenirsiniz, durmak elinizde değilmişçesine acele edersiniz, rahat rahat ölebilmek icin
Kim bu çiçeklerin bir kere daha açmayacağını söyleyebilirdi?
Kitap sevenler gönüllü birer fetişisttir. Sayfalar kirli, leke içinde olsa bile içinden rüyaların kaynağı fışkırdığından kutsaldır bu sayfalar onlar için
Tanımadan sevdiğim sizler, hepiniz! Hayatın solduramadığı sizler, imkansız olduğunu bildiğiniz büyük şeyleri düşleyen sizler, sizler ki düşman bir dünyaya karşı boğuşuyorsunuz, hepinizin mutlu olmasını istiyorum, o kadar iyi bir şey ki mutlu olmak !
Kötü adamların da budalaların da varlığını kabul ediyor, bir dünyayı meydana getirebilmek için herkes gerekli, diyordu
“Aşk işi aylakların ve zenginlerin işidir”
İnsan yapmadan önce, yaptığını başkalarına hiç söylememeli. Böyle olmazsa sonuna kadar gitme cesareti gösteremez. Çünkü, artık bu onun öz düşüncesi değil, kendinde göreceği, başkalarının zavallıca düşünceleridir
Yürek diye bir şey var insanda. ister istemez yüreği hangi ortamda olursa olsun, bir şeylere, birilerine bağlanmak zorundaydı: zira bağlanmazsa, yaşayamaz
Yalnız olmak daha iyidir. Hiç olmazsa insan yalnız kendi acısını duyar
Sonsuzdu bu sevgi, yalvarıcıydı, mutlaka karşılık bekleyiciydi. Her şeyi veriyordu gelgelelim her şeyi de istiyordu
Vatan yetmez olmuştu artık,kendisinde o bilmeyen kuvveti hissediyordu; kuşlarda, tıpkı denizin gelgiti gibi, belli zamanlar dayanılmaz bir güçle birdenbire uyanan o esrarengiz kuvvetti: büyük göçler içgüdüsünü
Christophe için en ezici şey insanların düşmanlığı değildi. Onların şekilden ve muhtevadan yoksun tutarsız yaratılışlarıydı
Belki de iyimser yalan gerekliydi zayıf insanların yaşaması için
Dünyada güzel olan ne varsa kucaklayacak kadar engindi gönlü
Güzel bir kitap ruhun sessizliğinde mırıldanılan bir sırdı onlar için.
Bir bıkkınlık sarıyordu Christophe’un içini, bu hummalı ve kısır dünyadan, bu bencillik mücadelelerinden, bu seçkin insanlardan, kendilerini dünyanın aklı sanan, ama aslında onun bir kabusu olan hırslı ve boş gururlu insanlardan bir bıkkınlık Şimdi Christophe, hangi ulustan olursa olsun, sessizlik içinde, iyilik, inanç ve fedakarlık alevleriyle yanıp tutuşan sade insanların sevgisini duyuyordu yüreğinde.
Talihsizliğe bakınız! Talihsizliğe bakınız ki Yahudisiniz!
Mooch gülümsedi, hüzünle karışık müstehzi bir dille, sakin sakin, İnsan olmak daha büyük bir talihsizlik dedi.
Dertlenme dedi Oliver gülümseyerek. İstemeden, kötülükten çok iyilik etti bize. Ideal alevimizi yeniden tutuşturan sizsiniz, bizde bilim ve inanç ateşini yeniden canlandıran sizsiniz, bizim Fransamızı okullarla donattıran sizsiniz. Pasteur’un yaratma gücünü şahlandıran sizsiniz.
Ey, iyilik getiren bozgun diye tekrarladı Oliver. Felakete şükürler olsun. İnkar etmeyeceğiz onu. Çocuklarıyız onun.
Sevgili Christophe dedi Oliver, Çok acı çektirdi senin Almanyan bize.
Kendinize gelin yahu! Tanrının ya da bir Napoleón’un yardımınıza gelmesini beklemeyin! Kalkın, birleşin. Hepiniz iş başına! Evinizi süpürün.
Stoacılık iyi bir şeydi ama dişleri dökülmüş olanlar için.
İnsanları sevebilmesi için, onları çok görmemesi gerekirdi.
Artık rüya görmekten başka bir şey yapabildiğiniz yok. Az zaman sonra rüya bile göremeyeceksiniz.
– Ne öğretmenliği?
– Ahlak.
– Amma da budalalık ha? Okullarınızda ahlak öğretiliyor, öyle mi?
– Evet öyle.
– Bu konuda on dakikadan daha uzun anlatılacak ne buluyorsunuz ki?
– Haftada on iki saat dersim var.
– Çocuklara kötülük yapmayı mı öğretiyorsunuz?
– Neden?
– Iyiliğin ne olduğunu bilmek için bu kadar konuşmaya gerek yok da ondan.
– Ya da hiç bilmemek için.
– Evet, doğru, dediğim gibi: Hiç bilmemek için. Bu da onu yapmak için en kötü yol değil. İyilik bir bilim değildir, bir eylemdir. Ahlak üzerine yalnızca sinirleri zayıf olanlar çene çalar. Bütün ahlakların ilk şartı da sinirleri zayıf olmamaktır. Ne ukala şeyler! Bana yürümeyi öğretmeye kalkan kötürümler bunlar!
Bütün bu telaşlı hayvanlar bir yerlere ulaşma isteğiyle yanıp tutuşuyor gibiydiler. Ama nereye? Bilmiyorlardı bunu. Nereye olursa olsun! Bir yerlere
Hem vahşi olduğu hem de bundan zevk aldığı için yalnızdı.
En çok kızdığı, toprağında bunca güzel çiçekler açmış, kahramanca şiirler yaratılmış olan Fransa’yı bu çorak hale getirmiş olanlardı.
Taş taş aşındırıyorum o duvarı ama kendim de aşınıyorum.
İçinde yaşadığı yabancı çevrede büyük bir yer tutan bütün bu şeyleri saygılı bir şekilde küçümsüyordu.
İçinde çırpındığı gerçek hayatla bu lüks hayatın can sıkıntısından doğan zevklerini ve uydurma zahmetlerini karşılaştırmaktan kendini alamıyordu.
Senli benli olmadan, sessizce ve vefakarca bakıyordu Christophe’a. Aralarındaki sınıf farkını unutmayarak, hizmetçilikten gelen çekingenliğini elden bırakmıyordu.
Hayvanları bağırtarak kamçısını şaklatmaktan büyük bir sevinç duyuyor ve içindeki hayvan koleksiyonunun zenginliğini daha iyi anlıyordu.
Tezgahları en çok dolu olanlar uyuşturucu ot satıcılarıydı, felsefe lafçılarıydı bunlar, ucunda toplumsal cennet bulunan genel fikirleri bol bol karıştırıyorlardı.
Ezilenlerin aşağılıklarının ezenleri hoş görmek için bir sebep olacağını kabul etmiyordu.
– Sizi ilgilendirmeliydi, aşk olmasa bile sanat.
– Söz edilmez bu şeylerden, bu şeyler yapılır.
– Ya peki yapılamıyorsa?
– O zaman bırakın bunu başkalarına. Herkes sanatla uğraşamaz.
– Aşkla da mı?
– Aşkla da.
– Susacak mısınız siz! Azıcık olsun saygınız yok!
– Evet, azıcık bile yoktur!
Artık bir eserden iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, akıllıca ya da budalaca diye söz edilemez olmuştu.
Sert bir ışıktan, sert hareketlerden, sözcüklerden, tutkulardan, hayattan nasıl da korkuyorlardı Hayat öyle çıtkırıldım değildi. Hayat öyle eldivenle tutulmaz.
Anlamadıkları şeylerden söz edenlerden daha serbest düşünceli olamaz kimse.
Şiir den, sanat için sanat tan dem vuruyorlardı. Ama bu para şıngırtısı arasında sanat için sanat , para için sanat diye şıngırdıyordu.
Bütün övünenler içinde, milliyetiyle övünen tam anlamıyla budalanın biridir.
Bir zamanlar coşkunca duygularına ve kinlerine sebep olan şeylere ilgisizdi şimdi.
Her şey geçip gider: konuşmaların, öpüşmelerin, kucaklaşmaların anısı Her şey. Ama çarçabuk kaybolan şekiller kalabalığı arasında bir defa birbirine dokunup birbirini tanıyan ruhların bu temasının izi hiçbir zaman silinmez.
İnsanların çoğunun, gençlerin hayallerine karşı duydukları alaycı düşmanlığın temelinde, kendilerinin bundan yoksun olmalarının verdiği acı duygu yatar.
Kimi insanlar, kendini çalan birinin bulunmaması yüzünden kutusunun içinde ebediyen kapalı kalan güzel bir keman gibidir. Buna karşılık, bu kemanı çalabilecek kabiliyette olan kişiler de ömürleri boyunca kötü kemanları gıcırdatmak zorunda kalmışlardır.
Ah! Sizi anlayabilen tek kişi bulunmaz, işte en büyük felaket bu!
Seven insan, farkında olmadan kendini sevdiğinin ruhuna uydurur. Onu incitmemek, o nasılsa öyle olmak için öyle büyük bir istek duyar ki, esrarlı ve birdenbire uyanan bir sezgiyle onun içinde geçen en belirsiz duyguları okur. Dost dosta karşı şeffaftır, birinin benliği ötekinin olmuştur. Yüz çizgileri yüz çizgilerini, ruhları ruhlarını taklit eder, -ta ki, benliklerinin derinliğinde yatan soylarının cini, onları birleştiren sevgi kabuğunu yırtana dek.
İnsan istediği kadar içine kapansın, günün birinde değiştiğini görecektir.
Mutluydu, işte o kadar!
Sanıyor musun ki, ben döneceğim yolumdan?
Ne istiyorsunuz güzelim?
Şöyle çirkin bir koca mı?
Güzel bir kitap ruhun sessizliğinde mırıldanılan bir sırdı onlar için.
Müzik de, inanç gibi, günün çok keskin ışığından kaçmak için bir sığınaktı.
Ömrünün akşamı gelip çatmıştı ama onda hep yirmi yaşında bir gencin ruhu vardı.
Sevmek, sevmek ve sevmekten başka bir şey yapmamayı ne kadar isterdim!
Bir avuç değersiz kişinin size hakim olmasına, hor görmesine, ayaklar altına almasına göz yumuyorsunuz. Kendinize gelin, yahu!
Acı çekmek, yaşamak demektir!
Yaşasın hayat! Yaşasın sevinç! Yaşasın sevgi! Yaşasın inancımızı tazeleyen dostluk, – sevgiden daha tatlı olan dostluk! Yaşasın gün! Yaşasın gece! Güneş şan, şeref! Hayal ve eylem tanrısına, müziği yaratan Tanrı’ya, Laus Deo!
Sanıyor musun ki, ben döneceğim yolumdan?
Mutluydu, işte o kadar!
Bir avuç değersiz kişinin size hakim olmasına, hor görmesine, ayaklar altına almasına göz yumuyorsunuz. Kendinize gelin, yahu!
Yoksulluk, aşırı çalışma yiyip bitiriyor bizleri. Servetine servet katmaktan başka düşüncesi olmayan politikacılar, ancak satın alabilecekleri emekçilerle ilgileniyorlar. İlgisiz ve bencil burjuvazi ölümümüze seyirci.
Güzel bir kitap ruhun sessizliğinde mırıldanılan bir sırdı onlar için.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir