İçeriğe geç

Jacopo Ortis’in Son Mektupları Kitap Alıntıları – Ugo Foscolo

Ugo Foscolo kitaplarından Jacopo Ortis’in Son Mektupları kitap alıntıları sizlerle…

Jacopo Ortis’in Son Mektupları Kitap Alıntıları

Dünyaya niçin, nasıl geldim, dünya nedir, ben neyim bilmiyorum. Bunu araştırayım desem, büsbütün korkunçlaşan bir cahillikle şaşkına dönmüşçesine elim boş dönüyorum. Vücudum duyularım, ruhum nedir, bilmiyorum. Yazdığım şeyleri düşünen; her şeyin ve kendi kendisinin üzerinde kafa yoran ve benim bir parçam olan kısım nedir, asla anlaşılamayacak. Etrafımı saran kainatın uçsuz bucaksız genişliğini boşuna ölçmiye yelteniyorum. Kendimi, akıl erdiremediğim genişlikteki bir köşeye sıkışmış, kalmış sanıyorum. Neden oraya değil de buraya gelmişim bilemiyorum. Oluşumun bu kusa zamanı Ebediyetin geçmişteki veya gelecekteki dakikalarına değil de neden bu dakikasına bağlanmıştır, kestiremiyorum bir türlü. Dört bir yandan, beni bir zerrecik gibi içine alan sonsuzluktan başka bir şey seçemiyorum..
Bedbaht! Bir dakika daha yaşasam çok yaşamış olacağım.
Ya ümit? – Neye yarar? Günlerimi eline bırakmam için geleceği biliyor muyum yoksa? Ne yazık ki insana mukadder olan bu bilmemezlik ihtiraslarımızı okşayıp insanoğlunun talihsiz olmasına çalışmaktadır.
Ölüm! Sana bakıyor ve soruyorum: eşyanın kendisi değil, görünüşüdür, bizi ürküten. Sayısız insan var ki seni çağırmaya cesaret edemiyor ama gözlerini bile kırmadan pekala sana karşı koyuyorlar! Sen lüzumlu bir unsurusun Tabiat’ın. Senden korkmuyorum artık. Dinlenlmeyle geçen bir günün akşamı uyanan uykuya benzetiyorum seni.
Herkes birbirinin düşmanıdır.
İnsanlar doğmak, yaşamak ve ölmek zorundadırlar. İşte bunlardır senin kuralların! Ne zaman olacak, nasıl olacak, ne önemi var?
Hakikat şu ki insanlar, birbirlerini yoketmek için yaradılmışlardır.
Metin olmak gerek. – Önünde alev alev yanan kömürlerle silmesine dolu bir mangal duruyor. Daldır elini içine, cızlata cızlata yak etlerini. Dikkat et: bir ah bile çıkmasın dudaklarından. – Neye yarar! – Kahramanlık göstermişsin ne çıkar? Bana bir faydası dokunmayacak olduktan sonra?
Pervasızlık değil, bu; öyle bir karar ki uzun uzun düşündükten sonra alınmıştır. Böyle, ölümle karşı karşıya geçip sakin sakin konuşmabilmemiz için ne fırtınalar kopmadı ki!
Bütün dertlerimizi bir bir elimizle tutmasına tutuyoruz ama bir türlü bir çaresini bulamıyoruz.
İşte nihayet sakinleştim! – Sakinleşmek mi? Bitkinlik, mezar uyuşukluğu.
Kimden medet umayım? Kendimden değil, insanlardan değil, insanlardan değil. Arzı ben kana boyadım, Güneş ise kapkara.
Hayır dedim mezardan başka bir şey göremiyorum ben.
Ey benim ümitlerim! Hepsi de yokolup gidiyor ve ben burada ıstırabımın sessizliği içinde unutulmuş bir halde kalıyorum.
Bahtsızlar, acı ekmek yedikleri, gözyaşı ile karışmış su içtikleri bu dünyadan başka bir dünyaya muhtaçtırlar. Bu dünyayı hayal yaratıyor, insan da onunla avunuyor. Burada talihsizlikten asla başkaldıramayan fazilet, bir ödüle konarım ümidiyle dayanıyor. Fakat bedbahttır o kimseler ki cani olmamak için dine muhtaçtırlar.
Üzerime saldıran, beni yakan, yokeden, fakat ne çare ki öldüremiyen bu bu gazap bilmezdim ki benim içimde çöreklenmiş olsun. Tabiat hani nerede? Nerede kaldı o muazzam güzelliği?
Hayır! Ölüm acı değildir. Biri çıkıp da mezarımı eşecek, ateşli ihtiraslarımı, düşüncelerimi ve ihtimal cinayetlerimi koynunda yattıkları geceden çıkarmak için kemiklerimi parça parça edecek olursa, hayır, beni sakın savunma, ona sadece de ki: İnsandı ve bahtsızdı.
Seyyahın biri şöyle demiş: Bütün hayatım tabiatın gelgitlerinin idaresi altındadır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bilmem dünyaya dikkat ettiği var mı hiç, Tanrının? Şayet ettiği olmuşsa bazı kere (hiç değilse insan ırkının kaynaşmıya başladığı ilk gün), ben öyle sanıyorum ki ezeli kitaplara Kader şöyle yazmıştır:
İNSAN BEDBAHT OLACAKTIR
Dünyanın neresinde, hangi yılda olursak olalım, Güneş hep aynı felaketleri, aynı musibetleri aydınlatıyor yeryüzünde!
Şan, şeref, bilgi, gençlik, server, vatan (birtakım hayaletler ki şu ana kadar benim güldürüde rol almışlardır) artık hiçbir şey söylemiyor bana. İndireceyim perdeyi. Her dakika kısalan, buna rağmen o zavallı insanların, ölümsüzlüğüne kendilerini inandırmaya çalıştıkları bir hayatın acılarını hafifletmek, zevklerini artırmak için bırakacağım öteki ölümlüler didinsinler.
Heyhat! Hayatımız o kadar çok ıstırapla dolu ki, onu elden kaçırmamak için kör ve zalim bir içgüdüye lüzum oluyor. Tabiat ondan kurtulmıya yarayan araçları önümüze serse bile, biz bu içgüdü yüzünden hayatımızı çokluk zillet, gözyaşı ve bazan hatta cinayetle satın almak zorunda kalıyoruz!
İnsan hayatı mı? Bir rüya, aldatıcı bir rüya. Buna rağmen biz ona çok büyük kıymet veriyoruz.
Bana sorarsanız, ben bütün insanların karanlıkta giden, bazısının gözkapaklarını güç bela kaldıran ve sendeliye sendeliye içinde yürümek zorunda oldukları zulmetleri seçtiklerini vehmeden körler olmadıkların şüphe ediyorum.
Fakat toplumun, insan zeka ve duygularına karşı koyduğu engelleri; aşırı hürriyet veya istibdat idaresinde olduğu gibi her şeyin gaile, menfaat, yalan düzen olduğunu düşünüyorum da, beni köleliğin her türlüsüne düşman bir huyda yaratarak bana talihi yendiren ve terbiyemin üstüne çıkmayı öğreten Tabiata, önünde rükua vurup şükürler ediyorum.
Hatta Allah bile her zaman haşmetli sükunetini muhafaza etmez; rüzgarla karışır, kasırgalarla dolaşır.
Zevk tükendin mi, hemen acıya başvuruyor.
Talihin haksızlıklarından daha doğrusu insanların nankörlüklerinden dert yanacak değilim; o nankörlükler ki beni bir dilen olarak mezara yollamak zaferini kazanmayı murat etmişti.
Bütün insanların ilim ve doktrin adı altında yüzyıllardır yazmış ve basmış oldukları delilikler en çok bin cildin içine sığdırılsa, bana öyle geliyor ki ölümlülerin kuruntusu buna bir şey demez ve hep bu kabil sözler.
Güzellik manzarası biz bahtsız ölümlülerin bütün acılarını dindirmeye yetiyor mu yoksa? Benim için bir hayat kaynağı: şüphe yok ki biricik ve kimbilir, belki de ölümcül bir kaynak! Ruhumun mütemadi fırtınalar içinde çarpınıp çırpınması mukadderse, hepsi bir değil mi?
Fakat üzerelerinden, tarihin ihtişamı ve eski çağların saygısı kaldırılınca ne eski, ne yeni zaman insanlarıyla, ne de kendimle korkarım, fazla övünemeyeceğim! Hepsi insan soyu!
Vatanından ve kendimden ümit kestim ben, bunun için de zindanı ve ölümü sükunetle bekliyorum.
Ah, sevilmiş olduğunu bilmenin o ilahi mutluluğu her acıyı nasıl da tatlı kılıyor!
Biliyorsun: seni ben kutsal bir şeye tapar gibi sevdim. Ey sevgilimin ilâhi tasviri.
Ey Ölüm! Sana bakıyor ve soruyorum: eşyanın kendisi değil kendisidir bizi ürküten.
Kendimi lüzumlu saymak!
Ne kibir, ne azamet bu böyle! Yaşadığım yıllar, zamanın sonsuzluğu içinde fark edilmeyecek kadar küçük bir andan ibaret.
Bilmem, kim bilir?
Uzun yıllar kalırsın bu dünyada bensiz.
Mantık bana ha bire mezarı işaret ediyor.
Mezardan ne farkı var bu yalnızlığın?
Kafam bilgi dolu, kalbim mağrur, fakat kollarım faydalı hiçbir işe yatkın değil.
Verebileceğim tek teselli, sana olan merhametimdir.
Ümitsizliği perçinliyorsun sen benim yüreğime.
Derin bir uykuya dalıp uzun uzun uyuyabilsem, öyle sanıyorum kendimi daha az hasta hissedeceğim.
Hele insan gerçekten severse!
Yakında öleceğim önsezisi ile, gözlerim otların örttüğü toprak kümbeltileti altında şehrin eski büyüklerinin uyudukları mezarlığa çevrildi: Huzur içinde yatın, ey ziynetsiz yâdigarlar.
Kâmil insan olmak isteyen bir kimsede pişmanlık daima geç kalır.
Bütün hayatım tabiatımın gelgitlerinin idaresi altındadır.
Asûdelik, sessizlik içinde çarpan kalp, üzüntülerini, kaygılarını unutur yavaş yavaş. Asûdelikte, hürlük te, sade, münzevî tabiattan hoşlanır da obdan.
Bir kimsenin acılı olduğunu ve ağladığını görürsen, ağlama.
•Epiktetos
İnsan hayatı mı ? Bir rüya, aldatıcı bir rüya. Buna rağmen biz ona çok büyük kıymet veriyoruz.
Her şey insanın kalbine tâbidir.
Hatta Allah bile her zaman haşmetli sükûnetini muhafaza etmez; rüzgarlara karışır, kasırgalarla dolaşır.
-Tevrat’tan alınmış bir mısra
Öyleyse bilmediğin şeyler hakkında nasıl fikir yürütebilirsin?
Ben talihsiz kimselerle her zaman mükemmelen anlaşıyorum, çünkü aslında talihlilerde ne olduğunu bilemedigim kötü bir şeyler bulmaktayım.
Benim bu sefil hayatımın hepsi senin!
Mesut değilim.
ben, beni yakıp tutuşturan hissi yumuşatmaktan; zayıf cümleler içinde eritmekten başka bir şey için çabalamıyorum.
Sakin yaşıyorum, mümkün olduğu kadar sakin.
Dünyaya niçin, nasıl geldim, dünya nedir, ben neyim bilmiyorum. Vücudum, duyularım, ruhum nedir bilmiyorum. Yazdığım şeyleri düşünen; her şeyin ve kendi kendisinin üzerinde kafa yoran ve benim bir parçam olan kısım nedir, asla anlaşılamıyacak. Etrafımı saran kainatın uçsuz, bucaksız genişliğini boşuna ölçmeye yelteniyorum. Kendimi akıl erdiremediğim bir köşeye sıkışmış, kalmış sanıyorum. Neden oraya değil de buraya gelmişim, bilmiyorum. Oluşumun bu kısa zamanı ebediyetin geçmişteki veya gelecekteki dakikalarına değil de neden bu dakikasına bağlanmıştır, kestiremiyorum bir türlü. Dört bir yandan, beni bir zerrecik gibi içine alan sonsuzluktan başka bir şey seçemiyorum.
İnsanlar doğmak, yaşamak ve ölmek zorundadırlar. İşte bunlardır senin kuralların! Ne zaman olacak, nasıl olacak, ne önemi var?
Arzı ben kana boyadım. Güneş ise kapkara.
Olasıya talihsizsin sen; can çekişmeleri içinde yaşıyorsun, ama yoksunsun ölümün huzurundan.
Gözyaşlarım serpilsin tek başına!
Sen başını alıp gitsen..
Toprak kısırlaşır;
Hayvanlar birbirinin düşmanı kesilir;
Güneş ölüm saçan ateş olur;
Dünya gözyaşı, dehşet ve evrensel bir harabe olup çıkar.
..ben öyle sanıyorum ki ezeli kitaplara kader şöyle yazmıştır:
İNSAN BEDBAHT OLACAKTIR.!
Şüphe yok ki kuşlar çok daha cana yakın arkadaş oldular benim için.
..bir yerde ki din bir milletin kanunlarına, adetlerine işlememiştir.
Beni herkes yüzüstü bıraktı.!
Baban sana hırsızlık etmeyi mi gösteriyor.?
Bayım, size inan olsun, herkes böyle yapıyor.
Ey hürriyet, işte sana bir kurban daha!
.. yaşamakta olduklarından emin, ama hayatın tatlı ışığına kavuşmaktan ümitsiz aç biilaç.
..alçaklıkla, sürgünle elde tutulmaya değer mi bu hayat?
Öğrendim. Teresa evlenmiş. Susuyorsun, kalbime gerçek yarayı açmamak için. Fakat hasta ölümle pençeleşirken inler, ölüme yenildiği zaman değil.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir