İçeriğe geç

İtiraf Ediyorum Kitap Alıntıları – Jaume Cabre

Jaume Cabre kitaplarından İtiraf Ediyorum kitap alıntıları sizlerle…

İtiraf Ediyorum Kitap Alıntıları

Öyle güzel resmediyorsun ki, sevgilim, tarihin yüzyıllarının siyahı, beyazı ve parmaklarınla dağılan binlerce grisi oradaydı.
Evdeki çocukluk hayatım Hopper’ın resimlerinin slaytları gibi kafama kazanmış durumda aynı bulaşıcı ve gizemli yalnızlık. Kendimi onun dağınık yatağın üzerinde oturan ve bir pencereden bakan, çıplak bir iskemlenin üzerinde bırakılmış bir kitap ya da temiz bir masanın yanında oturup bomboş duvarı inceleyen kişilerden biri gibi görüyorum.
Ama orada bana acının Tanrı’nın eseri değil, insan özgürlüğünün bir sonucu olduğunu öğretmek istediler.
Pater Fabula, insanların bir ülkede değil bir dilde ikamet ettiklerini söyledi.
Korktuğumuz her şey bize bağışlanmıştır.
Ölüm insanı üşütüyor ve ben gittikçe daha çok ürperiyorum.
Zamanla yaptığım şeyin hiçbir anlamı olmadığını anladım. Sen, karşı konması mümkün olmayan bir aşkla rahiplik hayatı arasında bir seçim yaptın.
Damla damla kaybettim inancımı ve korumayı beceremedim. Sorumlusu benim
Yüreğim benim en azaplı ülke.
– Boğuluyordum. O zamanlar ya ben ya keman diyordum. Kendimi seçtim.
– Mutlu musun?
– Hayır. Ya sen?
Laura’nın mavi gözlerinde senin kaçak kara gözlerini arıyordum, hiçbir kadın bunu affedemezdi.
Felix’in ölümüyle birlikte ne yapacağımı bilemenin ağırlaştırdığı yalnızlık duygusuyla.
– Ne yapacağını bilmiyor muydun? Sadece sevmen gerekiyordu.
– Seni seviyordum, oğlum.
– Uzaktan.
Gerçek sanat hüsrandan gelir. Mutluluktan sanat yaratılmaz.
Umuda karşı günah işledim. Asıl günah çıkarması gereken benim.
– Aman, Tanrı aşkına Ekselansları!
– Tanrı’nın adını yerli yersiz anmayın. Acizliğin sizi hakikatin düşmanı bir hain haline getireceğini bildiğimi bilesiniz.
Sanırım bir gidiş yolumuz oluyor, sonra da başa dönüş. İnsan hayatında hep bir köklere dönüş var. Ölüm araya girmediği sürece.
Gençken kendim olmak için
savaşıyordum;
şimdilerde olduğum gibi olmayı
kabulleniyorum.
Josep Marıa Morreres
İtiraf ediyorum, Tanrı’m. İtiraf ediyorum, suç bende.
Şimdi iyi dinleyin efendim. Felaketin sebebi kıskançlıktır.
Bizim evde sadece babamın sözünün geçtiğini o gün öğrendim.
Yedi sekiz yaşlarındayken, hayatım üzerine kararlar verebildiğimi sanırdım. Aslında en akıllıca kararlardan biri eğitimimi annemin ellerine bırakmak olurmuş.
Kendisi gibi heyecanlı olmadıkları için kaygısız ve mutlu insanların geliş gidişine bakarken saatler geçti.
Laik kıyafetler giyince Roma pek çok kapıyı açıyordu önlerinde; ya da cüppelerin açtığından daha farklı kapılar açıyordu. Cüppeyle girmenin yakışık almayacağı bütün müzelere normal kıyafetlerle girebilirlerdi.
Kendisi gibi heyecanlı olmadıkları için kaygısız ve mutlu insanların geliş gidişine bakarken saatler geçti.
Gerçek ve yapılan birbirine dönüşür.
İnsanların bir ülkede değil bir dilde ikamet ettiklerini söyledi.
Hayatımıza cam parçaları saçılmaya başlıyordu yavaş yavaş, canımız yanabilirdi.
– Seni sevmiyorlar mı?
– Hayır: beni hesaplıyorlar.
Annem: Avukat ol bari.
Ben:Hayır. Hayata düzenlemelerle kural konmasından nefret ediyorum.
Senin istediğin kaçmak. Kimden bilmiyorum ama kaçmak istiyorsun.
Hiçbir diktatör senin hayatından bir buçuk iki yılı talep etme hakkına sahip değildir.
Yüreğimde pek çok yarayla ölüyorum.
Zamanla yaptığım şeyin hiçbir anlamı olmadığını anladım.
Kendinden kaçan ardında hep düşmanının gölgesini görür ve koşar, çatlayıncaya kadar duramaz.
Evet o ailede doğmak pek çok bakımdan hataydı. Babam konusunda beni en çok üzen şey hakkımda sadece onun oğlu olduğumu bilmesiydi. Bir çocuk olduğumu henüz anlamamıştı. Annemse, baba oğul tartışmasında taraf tutmayıp karolara bakıyordu. İşte ben böyle büyüdüm.
Akşamın saat yedisiydi ve ben cehennemin yanı başımda olduğunu bilmeksizin gökyüzüne dokunduğumu hissettim.
Uzayda seyreden bir kayanın üzerinde yaşayan bir topluluğuz. Sislerin ardında ebediyen tanrıyı arıyormuşuz gibi.
Sana yazdığım bu uzun mektup sonuna geldi. Daha kısa bir mektup yazacaktım ama vaktim yoktu.
Büyüklerin neden hep, çünkü beni sevmiyorsun’la huysuzlandığını anlayamıyordu.
-Seni seviyorlar.
-Seni sevmiyorlar mı?
-Hayır: Beni hesaplıyorlar
Babam konusunda beni en çok üzen şey, hakkımda sadece onun oğlu olduğumu bilmesiydi. Bir çocuk olduğumu henüz anlamamıştı.
Kağıdın önünde, bu son şansımın karşısında, ben tek başımayım.
Yükün sadece bana ait olduğu sonucuna vardım. Benim becerilerim ve benim hatalarım, benim sorumluluğum, sadece benim.
“Benim becerilerim ve benim hatalarım benim sorumluluğum, sadece benim. Bunu görmem 60 yılımı almış.”
Kötülüğün aracının adı ve soyadı vardır ama kötülük, kötülüğün esası bunu henüz çözebilmiş değilim.
Gerçek sanat hüsrandan gelir. Mutluluktan sanat yaratılmaz.
Kendinden kaçan ardında hep düşmanının gölgesini görür ve koşar, çatlayıncaya kadar duramaz.
-Seni sevmiyorlar mı?
-Hayır: beni hesaplıyorlar.
En kötüsü emin olamamaktır; dehşet verici olan öyle olduğunu bilmemek. Sana bakar ve sen bakışını çözemezsin. Beni suçluyor mu? Büyük ıstırabından söz etmek istiyor da yapamıyor mu? Benden ne kadar nefret ettiğini anlatmak mı istiyor? Yoksa acaba beni sev mi demek istiyor, onu kurtarmamı mı istiyor?
Daha doğrusu kafasında benim ne halde olduğumu anlamasına yarayacak bir şimşek çaktı, çünkü siz kadınlarda benim hep kıskandığım bir anlama kapasitesi var.
Çünkü hayat yalnızlıkların toplamından yapılmıştır.
Isaiah Berlin kitabı sehpanın üzerine bırakıp, her gün okuyorum ve her gün daha çok okunacak şey olduğunu anlıyorum. Zaman zaman da okuduklarımı yeniden okuyorum, gerçi ancak yeniden okunma ayrıcalığına sahip olanları tekrar okurum.
—Peki bu ayrıcalığa sahip olmayı ne sağlıyor?
—Okuru büyüleyebilme niteliğine sahip olanlar; kendisinde bulunan zihinsel kapasiteyle ve yarattığı güzellikle okuru hayran bırakabilme niteliğine sahip olanlar. Gerçi yeniden okuma, tabiatıyla, kendiyle çelişiyor.
—Ne demek istiyorsun Isaiah?
—Yeniden okunmaya değmeyecek bir kitap aynı zamanda okunmaya değmeyecek bir kitaptır. Fakat okumadan önce yeniden okumaya değer mi bilemeyiz. Hayat böyle zalim işte.
Çünkü kötülük, ne kadar basit olursa olsunlar, bütün mutluluk tasarılarını bozmaya bakar ve çevresinde mümkün olan en büyük yıkımı arzular.
Başkalarına tavsiyede bulunmak ne kolay.
Sebepsiz, öylesine bir suç hayal edebileceğin en insani olmayan şeydir. Otobüs bekleyen bir adam görüyorum ve öldürüyorum. Feci.
Şeylerin ve hayatın gizli gerçekliği sadece, kendisi anlaşılmaz olsa da sanat eserinin yardımıyla, yaklaşık olarak, deşifre edilebilir.
Sanat eserleri sonsuz yalnızlıklardır, diyordu Rilke.
Sanatsal güzelliğin bir kez tadına varıldığında hayat değişir. Monteverdi Korosunu bir kez dinlediğinde hayatın değişir. Vermeer’i yakından bir kez gördüğünde hayatın değişir; bir kez Proust’u okuduğunda aynı kişi değilsindir artık. Neden dersen onu bilmiyorum.
— Ama hep bulunduğun yerden uzakları düşünüyorsun. Hep başka bir yerdesin.
Yüzyıllar boyunca gelip gidip, inen çıkan rahipleri düşünürüm. Yüzyıllar boyu var olmayan tanrıya dua eden.
Büyük ihtimalle bütün ölümlüler gibi mutluluğun yanında olduğunu göremiyor çünkü onun gözlerini yakan, erişemeyecek olduğu.
Edebiyat oyun değildir. Ya da sadece oyun olan ilgimi çekmiyor. Beni anlıyor musun?
Hastalar ilerisini gerisini hesaplamaz. Zaaf onları pençesine almıştır.
Büyük ihtimalle o gözyaşları beni yürekli biri haline getirdi.
Ben her şeyi bilmek istiyorum. Şimdi ve bir zamanlar bilineni. Ve nasıl biliniyordu ya da nasıl oluyordu da bilinmiyordu.
—Senin öcülerinin bile entelektüel bir yanları var.
Babam yahudi değil, dedi bir gün Sara. Ama öyleymiş gibi: otuz dokuzda sürgün edildi. Hiçbir şeye inanmaz; kötülük etmemeye çalışmak yeterlidir der hep.
Üzerinde açık bir kitap, sanırım Canetti’nin Masse und Macht’ının bulunduğu çalışma masasına oturdun, biraz sersemlemiş.
çünkü kişiler metamorfoz yaşarlar. Karakterler de öyle. Goethe söyledi bana bunu, fakat Adria Eduard’dı, Sara’ysa Ottilie.
Goethe demiş bunu: “Olgunluklarında gençlik arzularını gerçekleştirmeye çabalayan kimseler hata eder. Vaktinde mutlu olmayı bilememiş ya da mutluluğu tatmamış kimseler ne kadar çabalasalar da artık çok geçtir. Olgunlukta tekrar bulunan aşk en fazlasından mutlu anların tatlı bir tekrarıdır.”
Savaş insan doğasının en hayvani kısmını ortaya çıkarıyor. Fakat kötülük savaştan önce de vardır ve herhangi bir entelekia’ya değil kişilere bağlıdır.
Hiçbir şeyin anlamı yok, tanrı yok, insanlar ellerinden geldiğince zamanın felaketlerine karşı kendilerini savunmalı.
Her şey gelip gelip inancımı kaybetme durumuma dayanıyor. Damla damla kaybettim inancımı ve korumayı beceremedim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir