Necdet Sevinç kitaplarından İstiklal Harbi’nde Etnik İhanet kitap alıntıları sizlerle…
İstiklal Harbi’nde Etnik İhanet Kitap Alıntıları
Zaferden sonra işbirlikçilerin kimi Yunan Ordusu’nun, kimi Fransız Ordusu’nun peşine takılıp. İhanet edegeldikleri vatanı terk ederler. Başta zât-ı şâhane ve Damat Ferit olmak üzere çoğu İngiltere’ye sığınır. Firarilerin bir kısmı ecnebi gizli servislerde Türkiye’ye karşı çalıştırılır. Pişman olanlar da vardır, din değiştirenler de
.
İzmir’e kadar kovalanan Yunan askerlerinin bir kısmı sahildeki gemilere atlayıp kaçmış, bir kısmı kendini denize atmıştır. Geri kalanlar da Türk vatanını işgale teşebbüs etmek, mukaddes Türk kanının dökülmesine sebebiyet vermek ve Türk’ün namus ve haysiyetine tasallut ve tecavüz etmek suçunun failleri olarak itlâf edilmişlerdir. 210 bin kişilik Yunan Ordusu’ndan sadece 50 bin kişi kurtulabilmiştir ki, bu rakam Türkiye üzerinde hesap yapanlara ders olmalıdır.
.
Lord Kinross, Türk Ordusu’nun büyük bölümünün üç günde 150 kilometreden fazla yürüdüğünü yazıyor.
Tarihte günde ortalama 50 kilometre ilerleyen bir orduya rastlayamazsınız. Bir çoğunun doğru dürüst çarığı bile olmayan, bir kısmı da yalınayak savaşan Mehmetçik, bütün yorgunluğuna rağmen kardeşlerini kurtarmak için işte böylesine bir hızla ilerlemiş ve mazlumların intikamını almıştır.
.
Tarihimizi tetkik ediniz, Türk’ün çektiği bütün felaketler, maruz kaldığı tehlikeler ve musibetler hep kendi özbenliğini, milli varlığını ihmal ederek, nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi nesle mensup bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendisine reis tanıyarak, onların şuursuz bir vasıtası olmak mevkiine düşmüş olmasıdır.
Atatürk
.
______________________________9 Temmuz 1919
Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan, Ermeni amaline serfüru etmemek için açılan mücahede-i milliye uğrunda milletle beraber, serbest surette çalışmağa sifat-ı resmiye ve askeriyem artık mani olmağa başladı. Bu gaye-i mukaddese için milletle beraber nihayete kadar çalışmağa mukaddesatım namına söz vermiş olduğum cihetle, aşıkı olduğum silk-i celil-i askeriye bugün veda ve istifa ettim. Bundan gaye-i mukaddes-i milliyemiz için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere sine-i millette bir fert sıfatıyla bulunmakta olduğumu arz ve ilan ederim..
_______________________________Mustafa Kemal
.
Mevlanzade, yanındaki albayı Plastriyas’ın temsilcisi olarak tanıtır. Güya Ankara’ya karşı bir tezgah kuran Plastriyas, Vahidettin’in de desteğini istemektedir. Yunan Miralayı işte o desteği almak için buradadır. Kendisinin ve Yunan Miralayı olarak tanıttığı diğer sahtekarın San Remo’daki, Tarık Mütmaz’ın akıl kabul etmez dediği yüklü otel masrafını da Vahidettin’e ödeten bu dalavereci Sultan’dan kopardığı paraları Atina batakhanelerinde har vurup harman savurduktan sonra tekrar San Remo’da peyda olur.
..Vahidettin, Hoca Zahit Efendi’ye gönderdiği parayı da zimmetine geçiren bu sahtekarı başından savmış, bir daha da onunla görüşmemiştir. Mevlanzade 193o’da Halep’te ölmüştür.
.. Vahidettin’in bu para ile yurtdışında maddi sıkıntı çekmemesi gerekirdi. Fakat Gümülcineli İsmail ve Mevlanzade Rıfat gibi firariler tarafından dolandırılan bu bahtsız Padişah, kayınbiraderi Zeki Bey tarafından da aldatılınca ekmek parasına muhtaç hfile gelmiştir. Olayların görgü şa
hidi olan Tarık Mümtaz Göztepe, Vahidettin’in son mutfak masrafının Zeki Bey tarafından San Remo kumar hanelerinin bakara masalarında kaybe dildiğini yazar.Vahidettin’i ekmeğe muh taç bırakan bu kayınbirader Zeki Bey,Hademe-i Hassa Kumandanı Çerkez Zeki Bey’dir. 1924’te San Remo’da Vahidettin’in Baştabibi Dr. Reşat Paşa’yı öldürmekten sanık olarak tutuklanan Zeki Bey, Vahidettin tarafından İtalyan polisine rüşvet verilerek kurtarılacak, 1929’da da hava gazı ile intihar edecektir
920 bin kişiye çıktı. Türk Ordusu’nun mevcudu savaş sırasında 2 milyon 850 bin kişiye kadar ulaşmıştı
Bu muazzam kuvvet, girdikleri her harekatta bir ordu kaybeden Enver ve Cemal Paşalar’ın beceriksizlikleri yüzünden iskelet haline getirildi. İzmir ve Trakya hariç, 1.600.000 kilometrekare toprak kaybedilmişti. İsimleri bilinen şehit sayısı 50 bindi. 35 bin Türk evladı yaralanma sonucu şehit olmuştu. 240 bin Türk evladı salgın hastalıklar sebebi ile hayatını kaybetmişti. İsimleri tespit edilemeyen şehit sayısı 325 bindi. 400 bin kişi yaralanmıştı. Esir, hasta ve firari sayısı 1 milyon 65 bine ulaşmıştı.
Mütareke imzalandığında silah altında sadece 400 bin askerimiz kalmıştı.
Dirayetli bir komutan bu 400 bin askerle büyük zaferler kazanabilirdi. Fakat bu 400 bin asker de devşirme Osmanlı Paşaları
tarafından dağıtılıp silahları ellerinden alınacak, böylece Türkiye ve Türk Milleti düşman saldırılarına karşı savunmadan yoksun bırakılacaktı.
.Genelkurmay Başkanlığı’nın raporuna göre 1919 Mayıs’ında Türk Ordusu’nun mevcudu 61 bin 223 erden ibarettir! Bu 6 bin 223 askerin ancak 40 bin 878’inin tüfeği vardır.Bu 61 bin kişi de muhafaza edilemez. Amiral Webb’in 6 Ocak 1920 tarihli raporundan anlıyoruz ki, Osmanlı Ordusu’nun mevcudu 43 bine indirilmiştir. Yani mütarekeden sonra Türk Ordusu, asker sayısının onda dokuzunu kaybetmiştir! Fakat bu 43 bin askeri de elde tutmak mümkün olmaz. Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktıktan sonra, zaten gücünü kaybetmiş olan ıs. Tümen’in firarlar sebebiyle büsbütün zayıfladığını
rapor eder! ıs. Tümen’den son üç ayda 700 kişi firar etmiştir! Taburlar so ile ıoo askere kadar inmiştir
Ekim 1919’da Hariciye Vekaleti’nin, Dahiliye Nezareti’nin verdiği bilgiye atfen Bakanlar Kurulu’na sunduğu rapora göre Ege bölgesinde Müslüman halkın sattığı gayrimenkullerin % 9o’ını Yunanlılarla Rumlar alıyorlardı. Oysa Yunanistan’da Müslüman halkın mülk satın alması yasaktır
Hatta eşit olarak bile kabul edilme mişlerdir.
Vezir-i azamlık devşirmeye verilmiştir.
Vezirlik devşirmeye verilmiştir.
Valilik devşirmeye verilmiştir.
Ordu komutanlığı devşirmeye verilmiştir.
Saray, köşk, yalı, konak devşirmeye tapulanmıştır.
Haçova meydan muharebesindan sonra da bir takım bahaneler uydurularak Türk’ün elindeki toprak alınıp devşirmeye dağıtılmıştır. Türk evladı ne para-kredi politikaları ile desteklenmiştir, ne de başka bir teşvikle. Türk sadece savaşta akla gelmiştir. Gayrimüslimler cüz’i bir bedel ödeyerek askerlik yapmaktan kurtulmuş, ordu asırlar boyunca askere alınmayan Kürtlere ve Araplara ihtiyaç duyunca da kimi dağların izbelerine gizlenip, jandarma köyden gidinceye kadar saklandığı delikten çıkmamıştır, kimi çölün derinliklerine doğru tabanları yağlamıştır. Savaşan Türktür, Türkmendir.
lı ıprakların neden ecnebilerin eline geçtiği daha iyi anlaşılacaktır.
Yani asi ve serkeşleri tepelemek için anlaşmalıdır! Hicap duyulması gereken bu bildirilerden sonra Teali-i İslam Cemiyeti’nin herhangi bir faaliyetine rastlayamıyoruz. 20. Kolordu Kumandanlığı’nın 15. Kolordu Kumandanlığı’na yolladığı 23 Şubat 1920 tarihli telgrafta Saray’ın Teali-i İslam Cemiyeti vasıtasıyla memleketin her tarafında irtica tertip ettiğinden ”
bahsedilmektedir. Ali Fuat Cebesoy, Hürriyet ve İtilaf Partisi ile Askeri Nigehban ve Kızılhançerliler Cemiyeti’nin kendi aralarında anlaşarak Cemiyet-i Ahmetliye teşkilatını kurduklarını, Teali-i
İslam Cemiyeti’nin de Anadolu’daki şubeleriyle beraber Cemiyet-i Ahmediye’ye iltihak ettiğini yazmaktadır.
İşte İskilipli Atıf Hoca, iddia edildiği gibi şapka kullanımına dair kanunun yürürlüğe girmesinden birbuçuk yıl önce yayınladığı risalesinden dolayı değil, Allah’ın emrine ve Halife’nin fermanına ittibaen, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının daha fazla yaşatılmamasını ve Türk Milleti’nin düşmana teslim olmasını isteyen bu bildirilerden dolayı Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp idam edilmiştir.
yıl sonra İzmir yakınlarındaki tarım topraklarının en az üçte biri ingilizlerin eline geçer. 1878’de Aydın dahil, İzmir yöresindeki tarım arazilerinin % 41’i İngilizlerin olur! Diğer Avrupalı ülkelerin vatandaşları da gazetelere ilan vererek uygun çiftlikler almak istediklerini duyururlar. İngilizlerin çiftlikleri arasında
8o bin, 122 bin, 130 bin, 247 bin dönüm büyüklüğünde olanlar bile vardır ki, Bornova’daki 247 bin dönüm arazi Rum asıllı İngiliz vatandaşı olan Baltazzi’ye aittir.
1892 yılına kadar sadece İngilizlerin Batıanadolu’da 2 milyon 800 bin dönüm toprak aldıklarını biliyoruz! Buna Rum, Er
meni, Frenk ve Yahudilerin eline geçen toprakları da ilave edersek, sedece Ege bölgesinde 5-6 milyon dönüm toprağın
Türk evladının elinden çıktığını hesap edebiliriz! Bizzat İngiltere Büyükelçisi’nin beyanı ile sabittir ki, ı895’te İzmir civarındaki tarım topraklarının % 85’inin tapusu ecnebilerin eline geçmiştir! İşte İzmir’e gavur İzmir denmesinin sebebi budur!
186o’tan sonra dış borçların yıllık taksitlerini ödemek için yeniden borçlan mak ihtiyacı duyulur. 1875 yılında 25 milyon lira bütçe gelirlerine karşılık, ödenmesi zorunlu olan dış borç taksiti
12 milyon liradır, 17 milyon lira da dalgalı borç vardır! Bu tablo devleti iflasa götürür. Hükumet 6 Ekim 1875’te iflas ettiğini açıklar! 20 Aralık 1881’de Avrupalı tahvil sahiplerinin haklarını korumak amacıyla meşhur Muharrem Kararnamesi’ni yayınlanarak ecnebi alacakların temsilci leri ile varılan ödeme planı ilan edilir.
Osmanlı borçlarının düzenli bir şekilde ödenmesi için Düyun-u Umumiye idaresi kurulur. Kamu gelirlerinin üçte birine elkoyan Düyun-u Umumiye’nin kurulmasıyla devlet mali bakımdan tam anlamıyla Avrupalılar’ın kontrolü
altına girer. Bu fevkalade ağır mall tabloya rağmen 1877-1878’de Ruslarln
harbe gireriz. Doğu’da Erzurum düşer, Batı’da düşman orduları İstanbul yakınlarındaki Yeşilköy’e kadar ilerlerler, hastasını sırhna vurup, çocuğunu kucağı na alan onbinlerce Balkan Müslümanı canlarını ve namuslarını kurtarmak için İstanbul’a gelirler. Ayak yalın, baş kabak Türk bayrağının himaye sine sığınan bu onbinlerce kişiden çoğunun bir şiltesi bile yoktur. Mali bakım dan iflas halindeki devlet, ne yapıp edip mültecileri besler, doyurur, barınacak yer temin eder, hastalara ilaç verir, yaralıları tedavi altına alır.
1897’de Yunanlılarla savaşmak zorunda kalırız. ı911’de İtalyanlar Trablusgarp’a saldırır. Balkan harpleri, bitmez tükenmez
Yemen isyanları çıkar. ı914’te kendimizi Birinci Dünya Savaşı’nın içinde buluruz. Bütün bu savaşların büyük masrafları, azınlıkların ve kapitülasyonlar sebebi ile Avrupalıların sömürmekte oldukları devletin iktisadi bakımdan tam manasıyla dibe vurmasına sebep olur.
Fransa’ya raporlar yolladığına dair kayıtlar bulunan Türkiye’nin eski Bern Büyükelçisi Reşat Halis ise nice hizmetlerde bulunduğu Fransa’ya kaçacaktır.
mahiyetini bir Türk gibi idrak edemiyor, Türk gibi düşünemiyor, Türk gibi hissedemiyorlardı. Türklük onlar için herhangi bir mana ifade etmiyordu, içlerinden hiçbirinin yüreğini titretmiyordu. O sebeple basit bir sözleşmenin altına imza atar gibi Sevr’i imzalayıverirler.
söyler.Atatürk; Yunan taarruzu başladığı için Ethem’in Konya üzerinden cepheye gitmesini emredince de aldığı cevap şu olur:
– Gitmiyorum!
Ethem gerçekten cepheye gitmez. Türk köylerini yağmalayarak Yozgat’tan Ankara’ya gelir. Yağmaladığı at ve diğer hayvanları Ankara pazarında satmaya başlar.
Cemiyet-i Müderrisin’in başkam, Hürriyet ve İtilaf Partisi’nden tanıdığımız Mustafa Sabri Efendi’dir. İkinci başkanlığını İskilipli Atıf Hoca’nın yürüttüğü cemiyetin kurucusu ve yöneticileri arasında bazı hoca efendilerle birlikte sonradan Said-i Nursi adıyla ün yapan Said-i Kürdi de vardır. Örgütün adı sonra Teali-i İslam olarak değişir. Herhalde 4 Mart ı919’da kurulan ı. Damat Ferit Hükfimeti’nde Şeyhülislam olarak görevlendirildiği için Teali-i İslam Cemiyeti yöneticileri arasında Mustafa Sabri’nin adına pek
rastlayamıyoruz. Yeni yönetim kurulunda Said-i Kürdi de yoktur.
Kaynak: İstiklal Savaşı’nda Etnik İhanet Necdet Sevinç
Burhan-36 kod adını kullanan bir vatan evladı, Sait Molla’nın Rahip Frew’e yolladığı bazı mektupları elegeçirmiştir. Bu mektuplardan, Gazi’nin Nutuk’ta verdiği bilgi ve belgelerden, Celal Bayar, Kazım Karabekir ve Halide Edip gibi olayların içinde yaşamış kimselerin eserlerinden anlaşılmaktadır ki, İngiliz Muhipleri Cemiyeti Kürtleri ve Çerkezleri Kuva-yı Milliye’ye karşı ayaklandırmış, Konya ve Aznavur isyanlarında önemli roller oynamış bazı elebaşılara karışıklık çıkarmaları için para vermiştir!
Sait Molla aziz dostum diye başladığı ıı Ekim 1919 tarihli bir mektubunda verilen 2 bin lirayı Adapazarı’nda Hikmet Bey’e gönderdiğini bildirerek oradaki işlerimiz pek yolunda gidiyor, birkaç gün sonra netayic-i müsmiresini elde edeceğiz demektedir.
Sait Molla’nın netayic-i müsmire’den kastı, Çerkez ayaklanmasıdır! 2 bin lira gönderildiğinden bahsettiği adam da Çerkez Hikmet! Anlaşılan, Mahmut Şevket Paşa’nın katilleri arasında bulunan bu
Çerkez Hikmet, Sait Molla’nın adamları tarafından elde edilmiştir.
Molla, papaza yolladığı bu ilk mektupta, kod adını verdiği İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin bir üyesinin Fransızlar hesabına casusluk yaptığı hususunda muhatabını ikaz etmekte, daha sonra Dahiliye Vekili Adil Bey’le birlikte Damat Ferit Paşa’yı ziyarete gittiklerini anlatmaktadır. Ferit Paşa onlardan Kuva-yı Milliye’nin ”rüesa-yı mel’unesinin
tepelenmesini istemiştir.
takip ettiği gibi beynelminel bir vaziyeti intaç edecek istiklal değil, İngiliz yardım ve himayesidir!
İngilizler’i desteklemek için İngiliz Elçiliği’nin verdiği para ile Türkçe İstanbul Gazetesi’ni çıkaran bu vatan haini, hizmetlerinin karşılığı olarak da İngiliz Elçiliği’nden ayda 300 lira almıştır! Türk milliyetçilerine karşı ipsiz, sapsız adamlarla, kiralık katiller ve serserilerle işbirliği yapacak kadar alçalan bu ünlü dolandırıcı, arkasına taktığı Kürt Mustafa Paşa ve Bedirhanoğulları’ndan Emin Ali Bey ile birlikte s Ocak 1919’da
İngiliz Yüksek Komiserliği’ne giderek İngiliz himayesi altında özerk bir Kürdistan kurulmasını isteyebilmiştir! Türkçe
İstanbul Gazetesi’nin ıı Ocak 1919 tarihli nüshasında İngiltere Kraliçesi’nin resmini yayınlayarak kendilerini İstanbul’da karşılayamamış olmanın üzüntüsü içinde olduğunu belirten adam da yine bu utanmaz adamdır!
oyuna gelmemişlerdir.Ödüllendirilenler ;
* Zat-ı Şahane’nin ödüllendireceği kimselerin milli mücadele aleyhtarı olmasına özel bir dikkat sarfettiği
anlaşılmaktadır. İngiliz emelleri uğruna yüzlerce vatan evladının kanına giren
*Anzavur’u mir-i miranlık rütbesi ve paşalık payesi vererek ödüllendiren odur.
*Düzce, Adapazarı, Edirne, Çorum, Bolu ve Gerede ayaklanmalarını teşvik ve tahrik eden ona.ltı kişiyi 5. rütbeden Mecidiye nişanı vererek ödüllendiren odur!
*Kürtçü Malatya Mutasarrıf’ı ile elbirliği edip Sivas Kongresi’ni basmaya yeltenen İçişleri Bakanı Adil Bey’i ödüllendiren odur.
*Müslümanları, bir namus ve haysiyet mücadelesi vermekte olan Mustafa Kemal Paşa ve Kuva-yı Milliye mensuplarını katletmeye davet eden Şeyhülislam Mustafa Sabri’yi ikinci rütbeden Osmanlı nişanı ile ödüllendiren odur!
*Mustafa Kemal’i öldürmek için Mustafa Sagir’i görevlendiren İngiliz casusu Rahip Frew’in şerefsiz göğsüne nişan takarak ödüllendiren odur!
*Bir mahkum için iki ayrı mazbata düzenlemek suçundan yedi ay hapse mahkum edilen Kürt Nemrut Mustafa Paşa’nın cezasını affeden odur!
* Hatırlamalıyız ki, Zat-ı Şahane, bu vatan haini mahkeme başkanının Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Fevzi Paşa’lar hakkında
verdiği idam kararlarını da Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey hakkında Mustafa Nazım Paşa Divanı’nın verdiği idam kararlarını da vakit geçirmeden onaylamıştır. Ama o cani ruhlu Nemrut
Mustafa’yı affetmiştir.
*Milli mücadele aleyhinde en alçakça ve düşmanca yayını yapan Mihran Nakkaşyan’ın Sabah Gazetesi’ni bir yıllık abone bedeli olan 4400 lirayı peşin vererek destekleyen odur.
*Yine milli mücadele aleyhtarı olan Refik Halit’in Aydede Gazetesi’ne 200 lira gönderen odur.
*Bir bahane bulup milli mücadelenin en amansız düşmanlarından Peyam-ı Sabah Gazetesi’ni Tunç Hilal-i Ahmer madalyasıyla ödüllendiren odur.
Bu liste uzatılabilir. Fakat görülüyor ki, Zat-ı Şahane, ödüllendireceği kimselerde mutlaka milli mücadele aleyhtarı olmak gibi bir şart aramaktadır.
Kimi zaman Yunan torpidolarıyla, kimi zaman da daha mütevazi deniz vasıtalarıyla Türk sahillerine çıkarılan bu örgütün elemanları köylerimizi, karakollarımızı basmış, Türk uçakları işte
bu sebeple Midilli’yi bombalamak zorunda kalmış, Kuşçubaşı Eşrefin kardeşi Kuşçubaşı Sami de Anadolu’ya yapılan bir baskın sırasında öldürülmüştür.
açıklamıştır:
İngiliz milletine karşı beslediğim sevgi ve hayranlığı, babam Abdülmecit’ten miras aldım. Memleketimle İngiltere arasındaki dostluğu güçlendirmek için elimden geleni yapacağım
bu dostluk mesajlarına ve ”Allah’tan sonra umudlunu İngiltere’ye bağladığına ilişkin zavallı açıklamalarına rağmen Vahidettin’in huzura kabul etme talebi İngiliz Dışişleri Bakanı tarafından red edilir.
‘ Cavit Bey’in notlarına göre Bakan olmasını biz. zat Sultan Vahidettin istemiştir. Aslında Kambur İzzet, İngilizler’in kabinedeki adamı olarak bilinir. Emirleri ya doğrudan doğruya İngilizler’den almıştır ya da dolaylı olarak Padişahtan!
Bu Kambur İzzet, Türk vatanının parçalanması için Paris konferansında teklif üzerine teklif veren Kürtçülerin elebaslarından Serif Pasa’nın amcası. Abdülhamit devri Hariciye Nazırları’ndan Kürt Sait Paşa’nın kardeşidir! Kız kardeşini de hıyanet tarihine Nemrut MustafaPaşa olarak geçen Kürt Mustafa Paşa’ya vermiştir! Bu Kürt Mustafa Paşa, bilahare Mustafa Kemal Paşa’yı idama mahkum edecektir
Ermeni yetimhanesine bağışlamıştır.
Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey’in Türkten ve Türklükten böyle piç çıkmaz diye tarif ettiği eski Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’le beraber yayınladığı, İtalyan basınında yer alan bildiride Türkler için Müslüman barbarlar diyebilen bu Şeyhülislam, Şeyh Sait ayaklanmasının bastırılmasını da
Türkler’in Ermeniler’den sonra Kürtleri’de imha etmesi olarak değerlendirebilmiştir. Elimden gelse Türkleri Arap yaparım, Arapçayı lisan ittihaz edercesine kendimize mal edinmek isterim, ama bundan Türklüğümüz mutazarrır olurmuş Biz müstefit oluruz.’ diyen de odur
topyekün savaşa karar verir.
Topyekün savaş demek, yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıkları ile ve ellerindeki her şeyle, bütün elde tutulur ve tutulmaz güçleri ile birbirleriyle karşı karşıya gelmesi, birbirleriyle vuruşması demektir.
Bu sebeple bütün Türk Milleti cephede bulunan ordu kadar
fikren, hissen ve fiilen savaşla ilgilenmeliydi. Milletin her ferdi,
yalnız düşman karşısında bulunanlar değil, köyde, evinde, tarlasında bulunan herkes, silahla vuruşan savaşçı gibi kendini görevli hissedecek, bütün varlığı ile mücadele edecekti.
Öyle de oldu.
Hatta eşit olarak bile kabul edilmemişlerdir.
Vezir-i azamlık devşirmeye verilmiştir.
Vezirlik devşirmeye verilmiştir.
Valilik devşirmeye verilmiştir.
Ordu komutanlığı devşirmeye verilmiştir.
Saray, köşk, yalı, konak devşirmeye tapulanmıştır.
Türk sadece savaşta akla gelmiştir.
Savaşan Türktür, Türkmendir.
Bu yüzkarası tabloyu daha fazla uzatmak istemiyorum.
Hiçbir imparatorlukta görülmeyen bu kepazeliğin sebebi Türk’ün kendisi değildir. Bu rezaletin sorumluluğu, dönme-devşirme iktidarında pekişen soysuz Osmanlı egemen sınıfıdır.
Türk evladının elinden çıktığını hesap edebiliriz!
Bizzat İngiltere Büyükelçisi’nin beyanı ile sabittir ki, 1895’te İzmir civarındaki tarım topraklarının % 85’inin tapusu ecnebilerin eline geçmiştir! İşte İzmir’e gavur İzmir denmesinin sebebi budur!
Mustafa Kemal, hiç kimseye taviz vermeden, büyük Avrupa devletlerinin yardımını da almadan üstelik büyük Avrupa devletlerine rağmen Anadolu’nun ortasında tek başına bir devlet kurdu ve o dönmeyi de astı!
Yunanlılardan para alıyor muydu, bilemiyoruz, Edirne’de yayınlanan Te’min Gazetesi, Yunan komutanlarının Selimiye Camii’ne gelişlerini adeta bir Yunan gazetesi gibi bildirmiştir:
Dün öğleden sonra saat beşte, Yunan Genel Valisi Beyefendi hazretleri, Yunanlı generaller, askeri ve mülkî ileri gelenler ve Metropolit Efendi hazretleri Selimiye Camii’ni şereflendirmişler ve Müftü Hilmi Efendi ve yanındakiler tarafından karşılanmışlardır. Özgürlük ve adaletin saygı değer temsilcisi olan Başbakan Venizelos hazretlerinin sağlığı için Müftü Efendi tarafından yapılan güzel bir duaya katılmışlardır.
Sergerdedir!
Hayduttur!
Canavardır!
Kaniçicidir!
Eşkıyadır!
Ya İngilizler’in, milli kuvvetlerin üstüne gönderdiği Anzavur Ahmet?
O eşkıya meşkıya değildir, Ahmet Bey’dir.
Düşmanı Anadolu’dan kovacağız diye topladıkları adamlarla
Çumra’yı basan asi Delibaş da kahraman!
Kafasında bir nebze bile devlet ve İstiklal fikri bulunmayan bu haysiyetsiz vali de tekme tokat makam odasına giren Yunan askerlerince teslim alınacaktı
-Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Türklükten de istifa etmiştir. Şu mısralar, 1927’de firari iken Yunanistan’da yazdığı sayfalarca uzunluğundaki şiirden alınmıştır:
“Şeref ve izzetimle istifa
Ediyorum, Allah’ın huzurunda
.
Ben de ayniyle red edip Türk’ü
Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme
Beni Türk milletinden adletme!”
Türk’üm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi!
Onlar esasen Türklüğün içine sürüklendiği felaketin mahiyetini bir Türk gibi idrak edemiyor; Türk gibi düşünemiyor, Türk gibi hissedemiyorlardı, Türklük onlar için herhangi bir mana ifade etmiyordu, içlerinden hiçbirinin yüreğini titretmiyordu. O sebeble basit bir sözleşmenin altına imza atar gibi Sevr’i imzalayıverdiler.
Türk milleti bu sesi duymak için tam bin yıl boyunca beklemiştir.
8 Şubat 1919.
16 Mart 1920.
Türk çocukları bir daha aynı hacaleti yaşamamak için, dayanılmaz ıstıraplarla kahrolduğumuz, büyük utançlar duyduğumuz ve sürekli hakarete uğradığımız bu üç tarihi asla unutmayacaktır. Unutmamalıdır.
-Memleketi işgal eden bir kuvveti karşılamak bir Türk Mutasarrıfı’na yakışmaz. Misafir olarak gelseydiniz sizi Birecik’te karşılardım!
Paşa artık İngiltere’nin emrindedir. Kürtleri ve Çerkezleri Mustafa Kemal’e karşı ayaklandıracak, Türklerin elindeki silahların toplanması için İngilizlerden yardım isteyecektir. Bakanlarının kimi Türk milliyetçilerini ipe gönderecek, kimi milliyetçilerin katli için fetva verecektir. Aralarından Yunan ordusunun başarısı için halkın dua etmesini isteyen bakanlar bile çıkmıştır.