İçeriğe geç

İstencin Özgürlüğü Üzerine Kitap Alıntıları – Arthur Schopenhauer

Arthur Schopenhauer kitaplarından İstencin Özgürlüğü Üzerine kitap alıntıları sizlerle…

İstencin Özgürlüğü Üzerine Kitap Alıntıları

Özgür bir istencin doğal görünüşü boş bir terazidir: Boş terazi kefelerinden birine bir şey konmadıkça öylece dengede asılı kalır ve hiçbir zaman dengeden çıkmaz. Hiçbir şeyden hiçbir şey çıkmayacağı için terazi kendiliğinden ne kadar çok hareket edebilirse özgür istenç salt kendisinden o kadar çok hareket yaratacaktır. Terazi bir tarafa mı eğilmeli, öyleyse ana hareketin kaynağı olacak yabancı bir cismin kefeye koyulması gerekir. Aynı şekilde insan eylemi de, olumlu etki eden ve salt olumsuz bir özgürlükten daha fazla olan bir şeyden ileri gelmek zorundadır. Ancak bu sadece iki şekilde olabilir: Bunu ya güdülerin kendisi, yani dış koşullar yapacak ve o zaman insan eyleminden açıkça sorumlu tutulamayacak ve her insan aynı koşullarda tamamen aynı davranışları gösterecektir ya da bu onun böyle güdüler karşısındaki duyarlığından, yani doğuştan edindiği karakterinden, yani her bireyde farklı olabilecek ve gücüyle güdülerin işlerlik kazandığı, insanda aslen mevcut olan eğilimlerden ileri gelecektir. Fakat bu durumda istenç artık özgür değildir, çünkü bu eğilimler terazinin tablasına konmuş ağırlıklardır. Sorumluluk onu koymuş olana, yani insanı bu tür eğilimlerle yaratan şeye düşer. Bu yüzden kişi sadece kendi kendisinin eseri ise eyleminden sorumludur.
Eğer Tanrı dünyada günahkar eylemler istemeseydi, şüphesiz tek bir baş hareketiyle dünyadan tüm utanç verici eylemleri yok eder ve kovardı. Tanrının istencine aramızdan kim direnebilirdi? Her ahlak dışı eylemde günahkar kişiye eylemi gerçekleştirme gücü sağlarsa suçlar nasıl Tanrının istencine rağmen gerçekleşir?
Saat akşamın altısı, günlük çalışma bitti. Şimdi bir yürüyüş yapabilir ya da bir kulübe gidebilirim, aynı zamanda kaleye çıkıp güneşin batışını da seyredebilirim: tiyatroya gidebilirim, şu ya da bu arkadaşı ziyaret edebilirim: aslında, kapıdan dışarıya sonsuzluğa çıkabilir ve asla geri dönmeyebilirim de. Bütün bunlar sadece bana bağlı, burada özgürlüğün tasarrufu tümüyle elimde; yine de şimdi bunların hiçbirini yapmayacak, tam tersine aynı şekilde özgür irademle eve, eşime gideceğim”. Bu, suyun kendisine şunu demesiyle aynıdır: Yüksek dalgalar yaratabilirim (evet! denizde ve fırtına sırasında), tepeden önümdeki leri sürükleyerek inebilirim (evet! dere yatağında), köpürüp fışkırarak dalabilirim (evet! şelalede), su seli olup özgürce havaya yükselebilirim (evet! fıskiyede), son olarak tamamen buharlaşıp yok olabilirim (evet! seksen derecede); bıına rağmen şu an bunların hiçbirini yapmıyorum, hatta özgür istencimle yansımalı bir gölette durgun ve berrak halimle duruyorum . Suyun bütün bunları, belirleyici nedenlerin sadece şu ya da bu olasılık için var olduğu halde gerçekleştirebilmesi gibi, insan da yapabileceğini sandığını, aynı koşullara tabi olmadan farklı bir yoldan yapamaz. Böyle bir şey o adam için nedenler işlemeye başlayana kadar imkânsızdır; ancak sonra nasıl su uygun şartlarla karşılaştığında bir şey yapmaya zorunluysa o da zorunda kalacaktır. Yanılgısı ve genelde kişinin her olasılığı o anda gerçekleştirebileceği anlamının yüklendiği öz bilince dair yorumdan ortaya çıkan yanlışlık kesin bir gözlemle, o adamın düşleminde belirli bir anda sadece tek resmin var olabilmesi ve o an için diğer her şeyi dışlamasına dayanır.
 İnsan ne isterse her zaman onu yapar ve bunu zorunlu olarak gerçekleştirir. Ancak bu,kişinin ne olduğundan, her seferinde ne yapacağı belireceği için zaten ne istiyorsa o olduğu gerçeğinden kaynaklanır. Bu davranışı nesnel bir gözle yani dışarıdan ele alırsak, her doğal varlığın davranışı gibi tüm ciddiyetiyle nedensellik kanununa tabi olmak zorunda olduğu açığa çıkar: Diğer taraftan herkes öznel olarak daima sadece ne istiyorsa onu yaptığını hisseder. Ama bu sadece şu anlama gelir: Eylemi tamamen kendi öz varlığının katıksız ifadesidir. Her doğal varlık, en alçağı bile eğer hissedebilseydi aynı şeyi hissederdi.
Şunu biliniz ki
İnsanoğlunun düşündükleri ve yaptıkları
Benzemez körü körüne çalkalanan okyanus dalgalarına
İç dünyası, küçük kozmosu
Derin bir kaynaktır onların ebediyen fışkırdığı
Ağacın meyvesi kadar elzemdir onlar
Rastlantıya uyup değişemez doğru ve gerçek
Araştırdığım zaman insanın özünü
Bilirim onun istediklerini de hareketlerini de.

Schiller

Git ve beni kaderimle yalnız bırak; ben yaşamış en iğrenç alçağım -en kötüsü kendime karşı da iğrenç biriyim, çünkü şimdi pişman olsam bile o zamanda olsaydım yine her türlü günahkârlığı hatta daha kötülerini yapacağımı söyleyen bir fısıltı var içimde. Tanrım, günahkâr düşünceleri ezmek için bana yardım et, ne olur!

Walter Scott

Her şey dış etkenler tarafından belli bir tarzda var olmak ve işlemek üzere belirlenmiştir. Örneğin bir taş dış etkinin itimiyle belli miktarda bir harekete kavuşur ve bunun sayesinde dış etkenler tarafından verilen uyarı sona erdiğinde de hareket etmeye devam etmek zorundadır. Şimdi bir taşın hareket halindeyken, hareketini mümkün olduğu kadar devam ettirmeye çabalamak zorunda olduğunu düşündüğünü ve bildiğini düşünelim. O zaman sadece kendi gayretinin farkında olan ve buna karşı hiçbir şekilde kayıtsız kalamayacak olan taş, tamamen özgür olduğunu ve sadece öyle istediği için hareketini devam ettireceğine inanacaktır. Bu herkesin sahip olmakla övündüğü, o insan özgürlüğüdür ve sadece istemesinin farkında olup istemesini belirleyen nedenleri göz ardı ettiği gerçeğinden doğar. Böylece tam ve sınırlı zorunluluk ve insanın varsayılan özgürlüğü üzerine ne düşündüğümü yeteri kadar açıklamış oldum

Spinoza

Her insan kendisi için iyi olanı arzular ve kendisi için kötü olandan kaçmaya çalışır, fakat en çok doğal kötülüklerin en büyüğünden, yani ölümden kaçar ve bu kaçış taşın aşağıya düşmesi gibi yine büyük bir doğal zorunluluk yüzünden gerçekleşir

Thomas Hobbes

Tüm istencimizin son faili, bu sonsuz makineye hareket veren ve her varlığı bir sonraki olayın kaçınılmaz zorunlulukla ortaya çıkmak zorunda kaldığı özel bir duruşa koyan dünyanın yaratıcısıdır. Bu yüzden insan eylemleri ya çok iyi bir nedenden meydana geldikleri için hiçbir alçaklığa yetenekli olamayacak ya da herhangi bir alçaklığı barındırıyorsa yaratıcımızı da aynı suça dahil etmek zorunda kalacaktır, çünkü Tanrı o eylemlerin son nedeni, faili olarak tanınmıştır. Çünkü bir dinamiti patlatan insanın kükürtlü fitil ne kadar uzun ya da kısa olursa olsun, o andan itibaren bütün sonuçlardan sorumlu olması gibi zorunluluğun taşıyıcısı etkin nedenlerin kesintisiz zincirlemesi sabitse, sonlu ya da sonsuz ilk nedeni etkileyen varlık diğerlerinin de yaratıcısı olacaktır

David Hume

Eğer Tanrı günahları isterse onları yaratır; çünkü şöyle yazılıdır: ‘O ne isterse yaratır’. Eğer günahları istemediği halde onlar etkiliyorsa ya Tanrının öngörü sahibi olmadığını ya da merhametsiz olduğunu söyleriz; çünkü o ya kararların nasıl yürürlüğe konulacağını bilmiyordur ya kudretsizdir ya da kayıtsızdır. Filozof der ki: Eğer Tanrı dünyada günahkar eylemler istemeseydi, şüphesiz tek bir baş hareketiyle dünyadan tüm utanç verici eylemleri yok eder ve kovardı. Tanrının istencine aramızdan kim direnebilirdi? Her ahlak dışı eylemde günahkar kişiye eylemi gerçekleştirme gücü sağlarsa suçlar nasıl Tanrının istencine rağmen gerçekleşir? Ayrıca insan kendisini Tanrının istenci karşısına koyarsa Tanrı ona karşı gelen ve kazanan insandan aşağı olur. Bundan Tanrının dünyayı şimdi olduğu gibi istediği ortaya çıkar ve eğer daha iyi bir dünya istemiş olsaydı daha iyisine sahip olurdu.

(On yedinci yüzyılın başında yaşamış olan Vanini)

Her şeyden önce beraberinde gelişme ve asilleşmeyi getiren tek mekân ve alan bilgi alanıdır. Karakter değişmez, güdüler zorunluluk sonucu işlerler: Ancak güdüler aracı olan bilgiden geçmek zorundadırlar. Bilgi müthiş bir çeşitlenmeyle genişlemeye ve sayısız derecede, sürekli düzeltilmeye yeteneklidir: Bu, eğitimin tümüyle uğrunda çalıştığı şeydir. Her türden bilgi ve görü aracılığıyla usun eğitilmesi, onsuz insanın kapalı kalacağı güdülere giriş yolu açtığı için ahlaki bakımdan önemlidir. Onları anlayamadığı ölçüde güdüler istençler için var olamazlardı. Bu yüzden aynı dış koşullar altında insanın konumu başka bir seferde eylem anlamında tamamen farklı olabilir: Yani, kişi koşulları doğru ve tam kavrayabilme yeteneğine sahip olursa ve böylece önceden onun için erişilmez olan güdüler onu etkilemeye başlarsa.
Kendisinin görgül karakterine dair edindiği kesin bilgi kişiye edinilmiş karakter denilen şeyi sağlar. O kişi iyi ya da kötü kendi özelliklerini ve bu yüzden kendisine ne için inanıp inanamayacağı ya da kendisinden ne beklenip beklenemeyeceğini kesinlikle bilir. Görgül karakteri sayesinde önceden sadece doğallıkla oynadığı rolünü artık artistik ve yöntemli bir şekilde ciddiyet ve kayrayla, söylendiği gibi karakterine hiç vefasızlık etmeden oynar. Kişi ne zaman karakterine sadık kalmazsa kendisi hakkında yanılır.
İnsan karakteri bireyseldir: Herkesin karakteri farklıdır. Şüphesiz türlerin karakteri bütün bireysel karakterlerin temelinde yatar; bu yüzden her birinde ana karakteristik öğeler tekrarlanmıştır. Ancak karakteristikler arasındaki karşılıklı kombinasyon ve değişimler o kadar anlamlı bir şekilde farklılaşır ki, karakterler arasındaki ahlaki farklılığın entelektüel yeteneklere eşitlendiği varsayılabilir. Bu da çok şeyi anlatır. Her ikisi de kıyaslanmaksızm deve ve cüce, Apollon ve Thersites arasındaki farktan daha büyük bir cisimsel farklılığa sahiptir. Bu yüzden, aynı güdülerin farklı insanlar üzerindeki etkisi tamamen birbirinden farklı olacaktır; ışığın balmumuna beyaz, klorun gümüşe siyah rengi vermesi, sıcaklığın balmumunu yumuşatması ama kili sertleştirmesi gibi. Bundan dolayı sadece güdünün bilgisinden yola çıkarak eylem tahmininde bulunulamaz, karakteri de çok iyi tanımak gereklidir.
Sen istediğini yapabilirsin ancak hayatının her anında sadece belli bir şeyi isteyebilirsin ve doğrusu ondan başkasını da isteyemezsin .
Kimin, kendisini başka bir insanın mutlak ahlaki yargı­cı olarak ilan etmesine ve böylece ona günahlarından dolayı iş­kence etmesine izin verilebilir ki! Hukukun, cezalandırma teh­didinin amacı bunun yerine, gerçekleşmemiş suçlara bir karşı güdü oluşturmaktır.
İstenç kendi doğa­sına uygun biçimde, yani insanın bireysel karakterine uygun bi­çimde seçer. Böyle bir durumda istenç kendini sınırlanmadan ve özüne uygun olarak dışavurur. İnsan o zaman entelektüel an­lamda özgürdür, yani eylemleri istencinin, başkaları için oldu­ğu gibi kendisi için de varolan güdülere gösterdiği tepkinin ka­tıksız sonucudur. Buna göre eylemlerden hem ahlaki hem de hukuki açıdan sorumlu tutulmalıdır.
Özgürlük bir muammadır.
İnsan ne isterse her zaman onu yapar ve bunu zorunlu olarak gerçekleştirir. Ancak bu,kişinin ne olduğundan, her seferinde ne yapacağı belireceği için zaten ne istiyorsa o olduğu gerçeğinden kaynaklanır. Bu davranışı nesnel bir gözle yani dışarıdan ele alırsak, her doğal varlığın davranışı gibi tüm ciddiyetiyle nedensellik kanununa tabi olmak zorunda olduğu açığa çıkar: Diğer taraftan herkes öznel olarak daima sadece ne istiyorsa onu yaptığını hisseder. Ama bu sadece şu anlama gelir: Eylemi tamamen kendi özvar­lığının katıksız ifadesidir. Her doğal varlık, en alçağı bile eğer hissedebilseydi aynı şeyi hissederdi.
Kader, şimdi gücünü gösterebilirsin!
Yazılan bozulmaz, kimse efendisi değil kendisinin.
bunu söylediklerinde kendilerini bir şey sanıyorlar. Tabii ki ne söylediklerini açıklamaya girişmiyorlar.
Saatlerce akla davet edilmesine rağmen daima ısrarla ilk kelimesine geri dönen kadınlara benzemiyor musunuz?
Çocuklar yolun lideridir.
Ortaya çıkan her şe­yin zorunlu olarak ortaya çıktığı açıktır. Meydana getirilen her şey onu meydana getiren yeterli bir nedene sahiptir, aksi taktir­ de hiç meydana gelmemiş olurdu, yani istemli eylemlerin de zo­runlu olduğu anlaşılır.
Ayrıca, bütün hayvanlar temelde birbirine benzer olsalar ve aynı kavramı karşılasalar bilr bitkiye çok yakın olan ve ondan zor ayırt edilebileceklerden başlayıp en kusursuzuna kadar uzanan son derece çeşitli ve ince nüanslara dolu mükemmellik hiyerarşisini oluştururlar; bu hiyerarşinin tepesinde insanı -bizleri- görürüz.
Yüksek dalgalar yara­ tabilirim (evet! denizde ve fırtına sırasında), tepeden önümde­kileri sürükleyerek inebilirim (evet! dere yatağında), köpürüp fışkırarak dalabilirim (evet! şelalede), su seli olup özgürce ha­vaya yükselebilirim (evet! fıskiyede), son olarak tamamen bu­ harlaşıp yok olabilirim (evet! seksen derecede); buna rağmen şu an bunların hiçbirini yapmıyorum, hatta özgür istencimle yansımalı bir gölette durgun ve berrak halimle duruyorum .
Ancak bütün güdüler bir nedendir ve nedensellik zorunluluğu beraberinde getirir. İnsan düşünme yeteneği sayesinde etkisini istençleri üzerinde hissetti­ği güdüleri, istençleri önünde tutabilme için arzu edilen bir dü­zende değiştirilmiş ve tekrarlanmış olarak şimdiki zamana ge­tirir.
Ya uyarımın biraz artırılması etkinin çok fazla artırılmasına neden olacaktır ya da tam tersi önceki etkiyi tamamen yok ederek gerçekte sonucun tam tersini verebilecektir.
Nedenler bize ken­dilerini mekândaki nesneler halinde sunarlar*. Bundan tartışma­sız ortaya çıkan şey, herhangi bir deneyimin mümkün olması için zorunlu olan nedensellik kanununu apriori bildiğimizdir.
Bilgi yeteneği sadece istenç sahibi varlık­ları göz önüne almak zorundadır.
Başına buyrukluğumuzun bilincine varmanın ne anlama geldi­ği, sadece bu dolaylı inceleme sonucunda anlaşılacaktır. Bunun yanında, buraya kadar sürdürülen doğrudan inceleme sonunda tamamlanacaktır.
Sen istediğini yapabilirsin ancak hayatının her anında sadece belli bir şeyi isteyebilirsin ve doğrusu ondan başkasını da isteyemezsin.
Bunu her zaman bir yenisinde deneye­cektir ve daima kaçmaya çalıştığı gerçek soruyla karşı karşıya gelmek zorlaşıncaya kadar bunu sayısız kere tekrarlayacaktır.
İstemek hiçbir şeye bağlı değil mi, yoksa bir şeye bağlı mı? Tabii ki eğer isterse bir şeyi yapabile­cektir ve eğer isterse yaptığının tam tersini yapacaktır: Fakat artık birini diğeri gibi istemeye kadir olup olmadığını daha iyi düşünmek gerekiyor. Bu amaçla soruyu o kişiye şöyle sorarız:
İçinde çoğalan birbirine karşıt iki dilekten birine, diğerine uy­duğun gibi uyar mısın?
Erişilen son bilgiye kadar her şeyi dikkatle sınayacağız.
Zihin ya da idrak yetisi, güdülerin bir aracıdır. Bu araç vasıtasıyla güdüler, insanın gerçek özünü meydana getiren istemeyi etkilemektedir. Güdülerin bu aracı, normal koşullarda var olduğu, işlevlerini düzenli bir şekilde gerçekleştirdiği ve böylece güdüleri birbirine karıştırmadan onları dış dünyada bulundukları şekliyle istemenin kendisine bir tercih olarak sunduğu sürece kendi doğasına uygun olarak, yani insanın bireysel karakterine uygun şekilde kararını verebilir, yani engellenmeden, gerçek özüne uygun biçimde kendisini dışsallaştırabilir. İşte o zaman insan, entelektüel bakımdan özgürdür.
Özgürlük bir muammadır.
her insan davranışı iki etmenin bir ürünü olarak ortaya çıkar: karakter ve onunla birlikte güdü.
Etika, III. kitap, 2. önermenin notu:

Aklın aldığı kararlar, tıpkı gerçekte var olan nesnelere ilişkin idealar gibi, aklın içerisinde aynı zorunlulukla meydana gelir. O halde kim aklın kendi özgür kararıyla konuştuğuna, sustuğuna ya da başka bir şey yaptığına inanıyorsa o kişi gözleri açıkken rüya görüyordur.

Elbette ki eylemlerimiz bir ilk başlangıç değildir ve bu yüzden onlarda gerçekten yeni olan hiçbir şey oluşmaz. Tam tersine biz yaptığımız şey aracılığıyla sadece kim olduğumuzu öğreniriz.
En büyüğünden en küçüğüne kadar meydana gelmiş olan her şey, bir zorunluluk içerisinde meydana gelmiştir.
İnsanın karakteri doğuştandır. O ne bir sanat eseri ne de koşullara bağlı olarak ortaya çıkan bir rastlantıdır. Aksine o bizzat doğanın bir ürünüdür. O kendisini daha çocuklukta belli etmeye başlar ve orada küçük parçalar halinde, ileride büyünce ne olacağını gösterir.
İnsanın karakteri değişmezdir. O bütün yaşamı boyunca aynı kalır. Geçen yıllarının, ilişkilerinin, bildiklerinin ve görüşlerinin değişken örtüsü altında, tıpkı kabuğunun içindeki yengeç gibi hiç değişmeyen ve hep aynı kalan özdeş, gerçek insanı buluruz.
– ( ) İnsanın karakteri değişmezdir!
O bütün hayatı boyunca aynı kalır. Geçen yıllarının, ilişkilerinin, bildiklerinin ve görüşlerinin mütehavvil örtüsü altında, tıpkı kabuğunun içindeki yengeç gibi hiç değişmeyen ve hep aynı kalan özdeş, gerçek insanı buluruz. Onun karakteri, yaşla beraber ortaya çıkan farklılığın ve bu farklılığın doğurduğu ihtiyaçların bir neticesi olarak yalnızca yönelimsel ve maddi olan bir takım görsel değişimlere maruz kalır.
İ n s a n ı n k e n d i s i a s l a d e ğ i ş m e z
Dikkatle incelendiğinde özgürlük, olumsuz bir kavram olarak çıkar karşımıza. Biz, özgürlük deyince sadece bütün engel ve baskıların yokluğunu düşünürüz; bu ise diğer taraftan gücün varlığına işaret etmesiyle olumlu bir şey olmak zorundadır. Kavram, engellerin olanaklı niteliklerini karşılayan birbirinden çok farklı üç alt türe ayrılır: fiziksel, entelektüel ve ahlaki özgürlük.
../hiç kimse bir başka kişinin olduğu kadar kendisinin de belli bir durumda nasıl dav­ranacağını, o durumda bulunana kadar bilemez. Ancak edinil­miş bir tecrübeden sonra, bir başkasından ya da kendisinden emin olur..
../hiçbir şekilde zorunlu olmayan, yani hiçbir nedene bağlı olmayan özgür kalır..
İstenç özgür değil ancak zorunlu bir neden olarak tanımlanabilir. Çünkü istenç başka şeyler gibi belli bir tarzda davranmaya zorlandığı bir nedene ihtiyaç duyar.
Sorumluluk bizi ahlâki özgürlüğü ortaya çıkarmaya yetkili kılan tek veridir.
Kişi karakterine karşı kendisini sorumlu hisseder. Başkaları da kişiyi karakterine karşı sorumlu tutar
Kötü eylem eğer yaratılıştan yani insanın doğuştan elde et­tiği yapısından geliyorsa suç açıkça bu yaratılışın yaratıcısındadır; işte bu özgür istencin neden icat edildiğini açıklar. An­cak özgür istenç salt olumsuz bir özellik olduğundan ve sadece bir insanı hiçbir şeyin şöyle ya da böyle davranmaya zorlaya­mayacağı ya da şunu ya da bunu yapmasını engellemeyeceğini ifade ettiğinden özgür istencin kabul edilmesi durumunda bu ni­teliğin nereden doğacağı açıkçası anlaşılır değildir. Fakat ne insanın doğuştan gelen ya da sonradan kazanılmış yapısından -ki o zaman yaratıcısının hatası olurdu- ne de sadece dış koşul­lardan -ki o zaman rastlantı diye adlandırılmak durumunda kalır­dı- ileri gelmemesi gerektiğinden eylemin nihai kaynağının ne olduğu sonsuza kadar açıklığa kavuşmaz. Bu yüzden her iki du­rumda da insan suçsuz kalır; ancak eyleminden sorumlu tutulur.
Saatleri yanlış ilerlediği için onlara kızan bir saatçiye ne söylenebilir? İstenci bir tabula rasa yapabilseydik bile gene de, iki insandan biri diğerinden ahlâki açıdan tamamen faklı bir davranış tarzıyla hareket ettiğinde, herhangi bir şeyden kaynaklanması gereken bu farklılığın ne­deninin ya dış koşullarda olduğunu -ki o halde suç insanlara düşmez- ya da bizzat onların istençlerindeki asli bir farklılığa dayandığını -ki bu tüm oluş ve özü başka bir şeye ait olduğu için suç ve liyakatin yine insanlara atfedilmemesi demektir- iti­raf etmekten kaçınmazdık.
Bireysel karakter henüz çocuklukta kendini gösterir, küçü­ğün ileride büyüyünce ne olacağını söyler.
hiçbir ahlâki etki bilginin düzeltilmesinden daha çok kapsayıcı değildir ve insan karakterinin hatalarını ko­nuşma ve ahlâk aşılama yoluyla ortadan kaldırmak ve böylece onun karakterini hatta aslında ahlâkını düzeltmeyi istemek, kurşunu dış müdahaleyle altına çevirmeyi ya da dikkatli bir ba­kımla meşenin şeftali vermesini sağlamayı tasarlamakla tü­müyle aynıdır.
İnsan, deneyimin tüm nesneleri gibi mekan ve zaman içinde­ki bir görüngüdür ve nedensellik kanunu ikisi için de apriori ve bu yüzden istisnasız geçerli olduğundan o da kurala tabi olmak zorundadır.
Özgürlük bir gerçekliktir, bir inanç değildir
mekanik alet intiharın en az önem taşıyan unsurudur, asıl mesele yaşam sevinci ya da daha doğrusu ölüm korkusundan ağır bas­maya yetecek müthiş güce sahip olan, o son derece güçlü ve en­der rastlanan güdünün oluşmasıdır. İnsan ancak bu sayede kendi­sini gerçekten vurabilir; eylemi daha güçlü bir güdü -şayet öyle biri mümkünse- engellemediği taktirde bunu yapmak zorundadır.
İçerideki istediğimi yapabilirim ifadesinin sürekli eşlik ettiği farklı, birbirini, karşılıklı dışlayan güdülerin bu tür­de başarılı tasavvur edilişi sırasında, iyi yağlanmış bir milin üzerindeki yel değirmeninin değişken bir rüzgarda bir yönden diğer yöne dönmesi gibi insan, düşleme yetisinin sağladığı ve mümkün görünen her güdüye hemen yönelir.
İnsan düşünme yeteneği sayesinde etkisini istençleri üzerinde hissetti­ği güdüleri, istençleri önünde tutabilme için arzu edilen bir dü­zende değiştirilmiş ve tekrarlanmış olarak şimdiki zamana ge­tirir. Buna düşünüp taşınma denir.
Öz bilinç, başka türlü dipsiz bir uçurumla ayrılacak olan iç dünya ve dış dünya ara­sında bir köprü kurar; bu köprü olmasaydı dış dünya yalın algı­ları bizden her anlamda bağımsız nesneler olarak kapsayacaktı ve iç dünyada işlevsiz ve yalnızca hissedilen istenç edimleri bulunacaktı.
Eğer bir insan istiyorsa, demek ki o bir şeyi istiyordur; is­tenç edimi her zaman bir nesneye yönelmiştir ve kişi sadece böyle bir şeyle ilişkisine bağlı olarak düşünülebilir. O halde bir şeyi istemek ne demektir? Şu demektir: Öncelikle öz bilincin nesnesi olan istenç edimi, öteki şeylerin bilincine ait olan bir şeyin sonucu olarak varolur; bilgi yeteneğinin bir nesnesi­dir. Bu bağlamda nesne güdü adını alır ve aynı zamanda istenç ediminin içeriğini oluşturur. İstenç edimi bu nesneye yöneliktir, bir başka deyişle nesneyi herhangi bir değişikliğe uğratmayı amaçlar ve ona tepki verir; istenç ediminin tüm varlığı bu tepki­den oluşur. Daha buradan istenç ediminin böyle bir nesnenin yokluğunda meydana gelemeyeceği ortadadır; o zaman hem ne­denini hem de içeriğini kaybetmiş olurdu. Bu nesne, bilgi yete­neği için var olduğu zaman istenç ediminin de meydana gelmek zorunda olduğu ya da aksine meydana gelmeyeceği veya hiçbir şeyin oluşmayacağı ya da bambaşka bir şeyin, hatta tam tersi­ nin oluşup oluşmayacağı başlı başına şüphelidir.
Her nedenin so­nucu zorunludur ve her zorunluluk bir nedenin sonucudur.
İnsan karakteri sabittir: Tüm yaşam boyunca aynı kalır.
Ancak edinilmiş bir tecrübeden sonra, bir başkasından ya da kendisinden emin olur. Ancak o zaman emindir: Kanıtlanmış arkadaşlıklar, denenmiş hizmetçiler güvenilirdir.
Özgürlük bir gerçekliktir, bir inanç değildir.
Sen istediğini yapabilirsin ancak hayatının her anında sadece belli bir şeyi isteyebilirsin ve doğrusu ondan başkasını da isteyemezsin.
Her nedenin sonucu zorunludur ve her zorunluluk bir nedenin sonucudur.
hiçbir nedene bağlı olmayan özgür kalır.
Sadece bir şeyi belli bir sebebin sonucu olarak kavradığımız ölçüde onu zorunlu sayarız ve tersine çevirirsek, bir şeyi yeter sebep önermesinin sonucu olarak tanıdığımız an onun zorunlu olduğunu görürüz; bütün sebepler zorlayıcıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir