Kolektif kitaplarından İstanbul’un Sakinleri kitap alıntıları sizlerle…
İstanbul’un Sakinleri Kitap Alıntıları
Kolektif kitaplarından İstanbul’un Sakinleri kitap alıntıları sizlerle
İstanbul’un Sakinleri Kitap Alıntıları
Dahasına gerek var mı bilemem, ama insan olmanın yollarından biri de hayvanları sevmekten, saygı duymaktan, yasam hakkına duyarlı olmaktan, sağlığına özen göstermekten ve birbirimize karşılıklı olarak gereksinimimiz olduğunu bilmekten geçiyor.
Kedi seven insanın göğü de genişler göğsü de.
Hayvan alma işine , evde kısa süreli misafir davet etmek değil de çocuk sahibi olmak gözüyle bakmak gerek.
Diyeceğim şu ki , kedi alacaksanız ille de cins alayım diye çırpınmayın. Cins cins , renk renk sokak kedilerimiz mevcuttur. Onları eve aldınız mı , ev kedisi oluyorlar. Kedilerin bütün hasletleri onlarda da mevcuttur. Alın da bari ömür ortalamaları yükselsin …
Her kuş uçtuğu gökyüzünü genişletir, yeniden yaratırdı.
Bir kuş uçtuğunda yeni bir gökyüzü yaratılırdı.
Hâlâ öyle midir, bilmiyorum
Bir kuş uçtuğunda yeni bir gökyüzü yaratılırdı.
Hâlâ öyle midir, bilmiyorum
Yoldur adı başlarsın, bittiğinde yolculuk olur.
Zaman değil de dünya geçiyormuş insanın üzerinden.
Kadıköy Rıhtımı sonsuz bir boşluktu. Deniz sonsuz bir gurbetti. İnsan sonsuz bir acıydı.
Bir sözcükle bütün geçmişi iyileşmişti.
Korku, derdi anası, hiçbirimizin kaçamayacağı, değiştiremeyeceği bir mirastır vahşetten kalan.
Zaman değil de dünya geçiyormuş insanın üzerinden. Bir parçan yollarda kayboluyor, bir parçan evlerde çürüme fotoğrafı, bir parçan çarşıların darağacına çekilmiş ezik bir arzu. Her şey paramparça, her yer kayıp, herkes dilsiz. İnsan ölülerine yetişemiyor. Azıcık yavaşlasa, azıcık soluk alayım, hayal kurayım, yarayım seveyim dese, dünyanın dışına düşecekmiş korkusuyla dah hızlı koşmaya başlıyor.
Dahasına gerek var mı bilmem, ama insan olmanın yollarından biri de #hayvanları sevmekten, saygı duymaktan, yaşam hakkına duyarlı olmaktan, sağlığına özen göstermekten ve birbirimize karşılıklı olarak gereksinimimiz olduğunu bilmekten geçiyor.
Zaman değil de dünya geçiyormuş insanın üzerinden.
Yoldur adı başlarsın, bittiğinde yolculuk olur.
Zaman değil de dünya geçiyormuş insanın üzerinden
Kedi sev, onurunla yaşa!
Güzel güvercinler; siz bu şehrin kanatlı tarihisiniz
Ne içindeydiler şehrin ne de büsbütün dışında.
Kalabalık değil, mahşerdi. İçinde insanın eşyalardan daha çok savrulduğu bir mahşer.
Sokak kedileri, İstanbul’un bize emanetleri.
Orhan Veli’nin dediği gibi, İstanbul’un orta yeri sinema . Üstelik bu sinemada hiçbir film diğerinin aynısı olmuyor. Burada sürekli yeni öyküler kurgulanıp bizi içine çekiyor. Hiç sıkılmadan dahil oluyoruz o öykülere.
Kuşlar gider, biz kalırız. Kuşlar nereye gider? Bunu hiç bilemeyiz
“Hayvan almak işine, eve kısa süreli misafir davet etmek değil de çocuk sahibi olmak gözüyle bakmak gerek.”
“Kuş bir hevestir. İnsan bazen başını göğe çevirir ve o büyük hevesin peşine takılır.”
“Ama kaderimiz hiç değişmez; kuşlar gider, biz kalırız. Kuşlar nereye gider? Bunu hiç bilemeyiz ”
“Sevgi, yoksul. Öfke, aptal. Merhamet, kimsesiz. Vicdan, azap. Şimdi hepimiz, elimizde bir ölü dünya, koşa koşa bütün iyilikleri unutmaya çalışıyoruz.
Bir çiğ damlası olup yarin hareli gözlerine ,ordan da yaralı yüreğine düşmez mi?
Dönmeli mi şehre,basıp gitmeli mi dönmemecesine?
Ne içindeydiler şehrin ne de büsbütün dışında.
Ne içindeydiler şehrin ne de büsbütün dışında.
bir kuş olup gitmek,bütün bir ömrümüzü arkada bırakmak istediğimiz saatlerde.Ama kaderimiz hiç değişmez;kuşlar gider,biz kalırız.
Zaman değil de dünya geçiyormuş insanın üzerinden.Bir parçan yollarda kayboluyor,bir parçan evlerde çürüme fotoğrafı,bir parçan çarşıların dar ağacına çekilmiş ezik bir arzu.
İstanbul son yıllarda çok yorgun düştü.Onun gölgesinde yaşayan her canlı gibi
“Deniz sonsuz bir gurbetti. İnsan sonsuz bir acıydı.”
“Kuş bir hevestir. İnsan bazen başını göğe çevirir ve o büyük hevesin peşine takılır.”
“Gözleri iki damla kederdi. Gözleri uzak bir zamandı. Solgun bir masaldı.”
“İstanbul, yazarları kadar hayvanlarıyla da özdeşleşmiş bir şehirdir. Ve bu şehirde hayvanlar aksesuar değil, başlı başına öznedirler.”
Bembeyaz bir karanlık herkesin ruhuna sızıyordu. Yalnızlık boyut değiştiriyor, dedim içimden sessizce.
Hıçkıra hıçkıra bir ağıda dönmüştü sevincimiz.
Sevgi, yoksul. Öfke, aptal. Merhamet, kimsesiz. Vicdan, azap. Şimdi hepimiz, elimizde bir ölü dünya, koşa koşa bütün iyilikleri unutmaya çalışıyoruz.
Sabahın sevinci tat vermiyordu, akşamın kederi kimseyi iyileştirmiyordu.
Azıcık yavaşlasa, azıcık soluk alayım, hayal kurayım, yaramı seveyim dese, dünyanın dışına düşecekmiş korkusuyla daha hızlı koşmaya başlıyor.
Zaman değil de dünya geçiyormuş insanın üzerinden. Bir parçan yollarda kayboluyor, bir parçan evlerde çürüme fotoğrafı, bir parçan çarşıların darağacına çekilmiş ezik bir arzu.
“Deniz sonsuz bir gurbetti. İnsan sonsuz bir acıydı.”
İnsan ölülerine yetişemiyor. Azıcık yavaşlasa, azıcık soluk alayım, hayal kurayım, yaramı seveyim dese, dünyanın dışına düşecekmiş korkusuyla daha hızlı koşmaya başlıyor.
..of yoruldum. Ne çok insan var.
Ama kaderimiz hiç değişmez; kuşlar gider, biz kalırız. Kuşlar nereye gider? Bunu hiç bilemeyiz
Kuş bir hevestir. İnsan bazen başını göğe çevirir ve o büyük hevesin peşine takılır.
Geçen süre büyük bir kederdi.
“Geçer,” diyor içinden, “bu da geçer” Geçer mi? Gece güm ayazıyla inmek üzere. Hava soğuk. Çok soğuk Geçer mi? Bu yara da kapanır mı? Kapanır tabii. Bugüne dek hangi yara kapanmadı ki. Alıştı. Alışmak zorunda olduğunu anladı, alıştı işte.
Uçabileceği gökyüzü bitmişti.
Sevinsem mi korksam mı bilemedim bir süre sonra.
Sanki gökyüzü bir operanın tüm aryalarının melodileriyle çınlıyor, manalar onların arkasından bulutlara tutunmaya çabalıyordu.
Sabahın sevinci tat vermiyordu, akşamın kederi kimseyi iyileştirmiyordu.
Bildiğim bütün sevgi sözlerini unuttum!
Yalnızlığın acısını çoktan yitirmiş bir kalabalık, kenti, yaşama sevincinin dışında bir yerlere gömüyordu.
Gökyüzünü içime çektim. Geçmişi içime çektim.
Birden her yer İstanbul oluyordu.
Deniz sonsuz bir gurbetti. İnsan sonsuz bir acıydı.
Gözleri iki damla kederdi. Gözleri uzak bir zamandı. Solgun bir masaldı.
Geçer mi? Bu yara da kapanır mı?
Kapanır tabii. Bugüne dek hangi yara kapanmadı ki.
Kapanır tabii. Bugüne dek hangi yara kapanmadı ki.
Geçer mi? Bu yara da kapanır mı?
Kapanır tabii. Bugüne dek hangi yara kapanmadı ki.
Kapanır tabii. Bugüne dek hangi yara kapanmadı ki.
Hiç kimse hiçbir hayvanı sevmiyordu. Evler ölüyordu. İnsanlar her gün biraz daha kötü oluyordu. Kadıköy Rıhtımı bütün martılarını başka denizlere gönderiyordu. Çocuklar merhameti öğrenecek tek bir canlı bulamıyordu.
İstanbul, yazarları kadar hayvanlarıyla da özdeşleşmiş bir şehirdir. Ve bu şehirde hayvanlar aksesuar değil, başlı başına öznedirler.
Tıpkı insanın severek anlamaya çalışması gibi, ben de okuyarak, yazarak ve daha çok severek anlamaya, bilmeye, öğrenmeye çalışıyorum.
Batık bir denizaltı misali ebediyen kuma demirleyenler, soluğu hep yeni limanlarda alanları merak eder.
Unutmayalım, aşk yoksa şiir yok, hayvan yoksa insan yok, hele kediler yoksa Düşünmek bile istemiyorum!
Tıpkı insanın severek anlamaya çalışması gibi, ben de okuyarak, yazarak ve daha çok severek anlamaya, bilmeye, öğrenmeye çalışıyorum.
Hatırlamak istiyor muydu peki? Ondan emin değildi işte. Tek bildiği arada sırada hatırlamaktan kendisini kurtaramadığıydı. Hatırlamadım kendisini hala ağlattığıydı. Sadece ağlattığı
Geçer mi? Bu yara da kapanır mı? Kapanır tabi Bugüne dek hangi yara kapanmadı ki.
“Ne olurdu dünya sadece sizlerle dönseydi. Sen benim çocukluğumsun, dedim. Evimizin avlususun. Annemsin. Babamın sesisin. Benim
merhametimsin dedim. İstanbul’un merhametisin. Bu büyük yalnızlığa sakın üzülme, dedim. Onlar kendilerini bile sevmiyor. Birazcık senin gözlerine baksalar, hepsi de tertemiz olacak. İnsan seni sevmeden çocuğunu sevemez ki Sokağı sevemez, evini sevemez, ağacı sevemez, denizi sevemez, gökyüzünü sevemez. Sen onların iyiliğisin.”
merhametimsin dedim. İstanbul’un merhametisin. Bu büyük yalnızlığa sakın üzülme, dedim. Onlar kendilerini bile sevmiyor. Birazcık senin gözlerine baksalar, hepsi de tertemiz olacak. İnsan seni sevmeden çocuğunu sevemez ki Sokağı sevemez, evini sevemez, ağacı sevemez, denizi sevemez, gökyüzünü sevemez. Sen onların iyiliğisin.”
Hiç kimse hiçbir hayvanı sevmiyordu. Evler ölüyordu. İnsanlar her gün biraz daha kötü oluyordu. Kadıköy Rıhtımı bütün martılarını başka denizlere gönderiyordu. Çocuklar merhameti öğrenecek tek bir canlı bulamıyordu.
Bir sabah hazırlanıyorum, dışarı mı çıkacağız artık bilmiyorum. Dedem, ‘Hazırlandın mı anacım?’ dedi. Ben de onu hiç anlamadım ve dedemden hep korktum, beni annesi sanıyor diye; ben nasıl bu sorumluluğu yerine getireceğim annesi değilim ki, daha çok küçüğüm diye.
Kedi seven insanın göğü de genişler göğsü de. Havaya bir başka türlü bakmaya, yağmuru, bulutu, güneşi başka gözle görmeye, çarşambayı perşembeden daha çok, geceyi gündüzden daha derin, güzü yazdan daha içli, göğü denizden daha mavi, şiiri romandan daha ahenkli sevmeye başlar.