Mehmet Eroğlu kitaplarından Issızlığın Ortasında kitap alıntıları sizlerle…
Issızlığın Ortasında Kitap Alıntıları
Mehmet Eroğlu kitaplarından Issızlığın Ortasında kitap alıntıları sizlerle
Issızlığın Ortasında Kitap Alıntıları
Evet, insanın gideceği, varacağı bir yer kalmamışken içine dönmesi kadar doğal ne olabilir.
Bazı geceler şu pencereden gökyüzüne bakıyor ve yıldızların çokluğundan dehşete düşüyorum. İnsan olmak bütün evrenin sorumluluğunu içinde duymak demektir.
hayat, insanlığın içine düştüğü kuyudan kurtulma çabasıdır. İnsanlara verilen küçücük bir fırsat, bir eylem fırsatı.
İnsan olmak, içimden bir yerden, acıtıyor beni,
Gerçek, insanın dünyayı nasıl düşlediğidir, dedi birden, ama hiçbir şey zaman kadar gerçek değildir.
Gerçek, insanın dünyayı nasıl düşlediğidir, ama hiçbir şey zaman kadar gerçek değildir. Çözümler hep zamanın içinde saklıdır, zaman korkulacak tek gerçektir. Çünkü insanların unutmak için çıldırdıkları iki büyük gerçeği bağlar birbirine. Doğum ve ölüm.Sanki Tanrı zamandır. İşte Asteğmen, insanlar o iki gerçeğin arasına gerilen incecik ipin üstündedirler ve bütün çırpınışları ipten düşmemek içindir. O ip durmadan kısalır, insanlar birbirlerini boğazlar. İki uç birleşinceye kadar sürer bu boğazlaşma..
“Bizler aslında hayvanız,” diyor.
“Hem de en kötüsü, pençe yerine parmaklarına demirden ölümler kuşanan bir türden. Sanki Homo-Homicidus. Yani öldürmek içgüdüsüyle öldüren cinsten. Biliyor musunuz ki, doğada hiçbir canlı kendi türünden olanları salt öldürmek amacıyla öldürmez. Ama biz insanlar bunun binlerce yolunu keşfettik. Kurşundan, nükleer silahlara kadar. Aslında korkağız. Ve bu doğanın içinde korkunç bir ürkeklik içindeyiz.
Sizler, inandıklarınızın, düşündüklerinizin tam tersini yapan ikiyüzlüler değil misiniz? Üstelik, düşündüklerini, inandıklarını yaşamaya çalışanları bağışlamayacak kadar alçaksınız!
”İçelim mi? ”diye soruyorum.
İşte ikimizi de bu akşamlık da olsa kurtaracak bir öneri.
İşte ikimizi de bu akşamlık da olsa kurtaracak bir öneri.
‘İnsan olmak bütün evrenin sorumluluğunu içinde duymak demektir. Sorumluluğu duyan tek insan olsan da, tek başına kalsan da vazgeçmemelisin. Neden dünyayı değiştirmeye kalkıştın, diye sormuştunuz. Belki bu sorumluluk. Biliyor musunuz? Zafer’i bu sorumluluk öldürdü. Keşke onunla birlikte duyaydım o sorumluluğu. Ama olmadı, birkaç insanın hayatı öğretti bana.’
Evet, insanın gideceği, varacağı bir yer kalmamışken içine dönmesi kadar doğal ne olabilir.
Ne zaman önümdeki duvarı yıksam arkasında yenisiyle karşılaşırım. Bu bizim gibilerin anlamayacağı, çözemeyeceği bir sır..
Yaşamak, inanmak, sevmek, hele tek başına neden bu kadar zor?
Her insan kendi celladını içinde taşır..
Çoğu insan korkularından ölümle kurtulmayı düşünür, ama denemek zordur..
Neyin önemli neyin önemsiz olduğunu bilmek olanaksızdır. Gerçekte her duygu, her düşünce, her olay aynıdır, önemini insanlar biçer onların.
Hayat, insanlığın içine düştüğü kuyudan kurtulma çabasıdır.
Kararlı düşünceyle perçinleşmeyen eylem ölü doğmuş bir eylemdir.
En zoru, uğruna onca acıyı itiraz etmeden kabullendikten sonra, birden inancını kaybettiğini düşünmek.
Yalnızca sonu olmayan bir korku, bir gezegende tek başıma kalmışım gibi bir yalnızlık var içimde.
Benim kaderim bu. Bir insanoğlu, erkek ya da kadın, öfkesiyle, sevgisiyle bana ait olmayacak.
Kendini tanımak gibi bir dehşeti yaşadın. Kolay değildir.
Yaşanan her serüven insan hayatında eksik kalan bir resmin tamamlanmasıdır.
İçimde buzdan kocaman bir dağ olsa da iyiyim, demeli, bu yalanı durmadan tekrarlamalıyım.
Sizler, inandıklarınızın, düşündüklerinizin tam tersini yapan ikiyüzlüler değil misiniz ? Üstelik, düşündüklerini, inandıklarını yaşamaya çalışanları bağışlamayacak kadar alçaksınız !
“İnsan, ölümünü ölmeye değecek bir ana bırakmalı.”
“Herşeyden bir parça da olsa, o da sorumlu değil miydi? Kutsal kitapların hepsinde öldürme, diyordu, ama Tanrı adına öldürülenler kadar çok insanoğlu öldürmeyi başaramadı kimse…”
“Tanrı, içimdeki korku, çevremde dolaşan ölümdü sanki. Bence Tanrı bu gezegene insanın ilk ayak bastığı yerde ve anda inmiştir.”
“Hayır artık korkmuyorum. Çünkü herkes benim gibi çılgın. Ama farkına yalnızca ben vardım. Belki de kaderim bu benim. Ne zaman insan olduğumu düşünsem o kaderi önümde pusuya yatmış buluyorum. Eğer bize gelen şey Tanrı’dansa pek yaman bir ceza biçmiş. Ama artık onun da çıldırdığını biliyorum.”
“Cesaret, korkarak da sürdürmek değil mi?”
“Hiçbir hayat yenilmeden, geri çekilmeden kazanılmaz…”
“Yaşanan her serüven insan hayatında eksik kalan bir resmin tamamlanmasıdır.”
“Şimdi geçmişle geleceğin tam ortasındayız ve artık ne geride bıraktıklarımızın ne de gelecekte olanların bir önemi var. Hayat, içinde yüzdüğümüz kurşuni denizin ortasındaki şu ana sıkışıp kaldı. Birkaç saat ya da bir kaç gün sonrası kocaman bir boşluk.”
Galiba biz sonu gelmiş kavramlara sığındık bu kavgada. Dünyayı değiştirecektik, ama değiştirmeye çalıştığımız dünyanın ne denli değiştiğini kavrayamadık. Artık kimsenin kahramanlara aldırdığı yok. Kahramanların sonu geldi, soyları tükendi. Belkemiğine bir sopa ve işin bitik Yoksa biz kavganın soylu bir kavga olduğunu düşünürken mi yanlış yaptık?
Şehitlik ya da kahramanlık, ölüme ve öldürmeye verilen en yüksek değer.
Yaşanan her serüven insan hayatında eksik kalan bir resmin tamamlanmasıdır.
Evet, insanın gideceği, varacağı bir yer kalmamışken içine dönmesi kadar doğal ne olabilir?
“Cesaret, korkarak da sürdürmek değil mi?”
“Şimdi geçmişle geleceğin tam ortasındayız ve artık ne geride bıraktıklarımızın ne de gelecekte olanların bir önemi var. Hayat, içinde yüzdüğümüz kurşuni denizin ortasındaki şu ana sıkışıp kaldı. Birkaç saat ya da bir kaç gün sonrası kocaman bir boşluk.”
Dünyayı değiştirecektik, ama değiştirmeye çalıştığımız dünyanın ne denli değiştiğini kavrayamadık. Artık kimsenin kahramanlara aldırdığı yok. Kahramanların sonu geldi, soyu tükendi.
Zaman korkulacak tek gerçektir. Çünkü insanların unutmak için çıldırdıkları iki büyük gerçeği bağlar birbirine. Doğum ve ölüm diye fısıldadı. İşte asteğmen, insanlar o iki gerçeğin arasında gerilen incecik ipin üstündedir ve bütün çırpınışları ipten düşmemek içindir
“Gerçek, insanın dünyayı nasıl düşlediğidir,” dedi birden, “ama hiçbir şey zaman kadar gerçek değildir.”
“Asteğmen, seni tanıdığımdan beri çok yol aldın. Ama hep içine doğru yürüdün. Adımların seni benden alıp kaçırdı.” İçime doğru? Evet, insanın gideceği, varacağı bir yer kalmamışken içine dönmesi kadar doğal ne olabilir. Düşüncelerim kurtaracak beni
Evet , insanın gideceği , varacağı bir yer kalmamışken içine dönmesi kadar doğal ne olabilir ?
“Yanılmışım, zaten seninle ilgili neyde yanılmadım ki? Sen bir şeylerden kaçıyordun ve o eylemlere tutundun, sonra o dal kırıldı ve düştün. Hâlâ da bir yere tutunmayı düşünmeden düşüyorsun.”
“Yarın? Yarın her şey bugünkü gibi olacak. Önümdeki ya da arkamdaki bir kaç saatin içine sıkışıp günün ortasına savrulacağım.”
“Biliyor musun? İnsan, o doğru dediğimiz şeylerin ne anlama geldiğini ancak büyük yanlışlıklar yaptıktan sonra anlıyor.”
“İçimde buzdan kocaman bir dağ olsa da iyiyim, demeli, bu yalanı durmadan tekrarlamalıyım.”
“Yelkovana yetişmekten umudunu kesen o soluk güneş şimdi karanlık bir tuvale benzeyen gökyüzünde bir bulutun arkasına sığınıyor.”
Doğada hiçbir canlı kendi türünden olanları salt öldürmek amacıyla öldürmez ama biz insanlar bunun binlerce yolunu keşfettik. Kurşundan, nükleer silahlara kadar. Aslında korkağız ve bu doğanın içinde korkunç bir ürkeklik içindeyiz
“Bizler aslında hayvanız hem de en kötüsü, pençe yerine parmaklarına demirden ölümler kuşanan bir türden.“
İkimizde bu gezegenin üstünde kaybolmuş iki insandık
İnsanın gideceği, varacağı bir yer kalmamışken içine dönmesi kadar doğal ne olabilir
İnsan olmak bütün evrenin sorumluluğunu içinde duymak demektir
Sen seçimini yapmadın, Asteğmen. Hala ince ve keskin bir bıçağın sırtında her an bozulabilecek bir dengeyi sürdürmeye çalışıyorsun. Bir gün mutlaka düşeceksin, düştüğün yer de sonundan başka bir yer olmayacak
Geç kalmış bir ölüyüm ben, Nalan haklı. Gövdemi bir ceset gibi taşıyarak evin yolunu tutuyorum
Bu gezegen üstünde yapayalnızım
İnsan olmak, içimden bir yerden, acıtıyor beni
Hep bir duman yığınını tutmak istedim sanki. Yanımdaydın, ama bir türlü ellerimin arasına girmedin
Senin neyin eksik, biliyor musun? Kökün, senin kökün yok. Bütün hayatın boyunca da hiç kök salmayı düşünmedin
Her şey seni apansızın yakaladı. Kendini tanımak gibi bir dehşeti yaşadın. Kolay değildir. Yüreğindeki vahşet seni cesur biri yapmıştı. Daha korkuncu, seni senle bıraktılar. Karar ver, dediler. Tanrı yerine koydular seni. İğrenç, ama gerçek. Gerçek seni aldattı. Tuzağa düştün, o et yığınını, iblis dediğin beynini suçlamakla çözülmez bu kargaşa. At o soruları beyninden. Bu denli çok soru seni yakıyor
Gerçek, insanın dünyayı nasıl düşlediğidir, ama hiçbir şey zaman kadar gerçek değildir
Yaşanan her serüven insan hayatında eksik kalan bir resmin tamamlanmasıdır
Benim kaderim bu. Bir insanoğlu, erkek ya da kadın, öfkesiyle, sevgisiyle bana ait olmayacak.
Kadın kaygan bir sesle konuşmasını sürdürmüştü. Sanki gözyaşları duraklaya duraklaya seçtiği sözcükleri ıslatıyordu.
Evet, insanın gideceği, varacağı bir yer kalmamışken içine dönmesi kadar doğal ne olabilir.
Yaşanan her serüven insan hayatında eksik kalan bir resmin tamamlanmasıdır.
Kadınları seven, insanları da sever.
Evet, insanın gideceği, varacağı bir yer kalmamışken içine dönmesi kadar doğal ne olabilir.
İkimiz de bu gezegenin üstünde kaybolmuş iki insandık, desem inanır mı?
Bütün hücrelerim kanıyor diye bağırıyorum, sonra bir kuru kafayı avuçlar gibi başımı ellerimin arasına alıp yere çöküyorum.
Sondu, ikimiz de hissetmiştik.
Sesi değil gözlerindeki ateş kulaklarıma ulaşan.