İçeriğe geç

İsmail Kitap Alıntıları – Daniel Quinn

Daniel Quinn kitaplarından İsmail kitap alıntıları sizlerle…

İsmail Kitap Alıntıları

Bırakanlar’ın son üç milyon yıldır canlandırmakta olduğu hikaye ise fethetmek ve yönetmek üzerine kurulu değil. Bu hikayeyi canlandırmak Bırakanlar’a güç vermiyor. Onlara verdiği şey tatmin edici ve anlamlı yaşamlar. Yanlarına gittiğin taktirde göreceğin şey de bu. Onlar hoşnutsuzluk ve isyan ile dolup taşmıyor, neye izin verilsin ne yasaklansın diye durmaksızın ağız dalaşı yapmıyor, birbirlerini doğru biçimde yaşamamakla suçlamıyor, birbirlerinden korkmuyor, hayatlarının boş ve amaçsız olduğunu düşünerek kafayı oynatmıyor, günün sonunu getirebilmek için kendilerini uyuşturmuyor, tutunabilecekleri bir dal bulabilmek için her hafta yeni bir din çıkarmıyor, hayatlarını yaşamaya değer kılacak bir inanç veya herhangi bir şey peşinde koşmuyorlar. Ve, tekrar ediyorum, bunun sebebi doğayla iç içe yaşamaları, resmi bir devletlerinin olmayışı veya doğuştan soylu oluşları değil. Tek neden insanlar için uygun, işe yarar bir hikaye canlandırıyor oluşları; bu öyle bir hikaye ki üç milyon yıl boyunca işe yaramış ve Alanlar’ın ırzına geçemediği yerlerde hala da işe yarıyor.
‘Artan bir nüfusu beslemek için üretimin yoğunlaştırılması, nüfusun daha da artmasına yol açar.’ Peter Farb insanoğlu adlı kitabında böyle diyor.
Atomu parçalamayı, Ay’a kaşif göndermeyi, genleri uç uca eklemeyi biliyorsunuz; ama insanlar nasıl yaşamalı bilmiyorsunuz.
Çünkü insanların özünde yanlış olan bir şey var. Cennet fikrine ters düşen bir şey. İnsanları aptal, yıkıcı, açgözlü ve dar görüşlü yapan bir şey.
Eğer seni içeride tutanın ne olduğunu keşfedemezsen, dışarı çıkma isteğin çok geçmeden netliğini yitirir ve zayıflar.
Bazen, söylenecek çok az söz olması kadar, söylenecek çok fazla söz olması da insanın dilini bağlar.
Yaşamak için dünyayı mahvetmeye devam etmenizi neredeyse zorunlu kılan bir uygarlık sistemine tutsak olmuşsunuz.
Bazen, söylenecek çok az söz olması kadar, söylenecek çok fazla söz olması da insanın dilini bağlar.
Birbirinden kopuk beş parmaktan el olmaz.
Hiçbir tür, dünyadaki tüm yaşamı sahiplenemez.
Yalnızca tanışıklık beni tatmin etmiyor ve benim dostluk anlayışımın ağırlığını ve risklerini kabullenmeye çok az kişi gönüllü oluyor.
Her sabah gözümü açtığımda, yeni bir çağın başladığını ve gökyüzünün daha parlak bir maviye, çimenlerin daha parlak bir yeşilie dönüştüğünü görmeyi bekliyordum. Her taraftan kahkahalar duymayı; insanların, yalnızca çocukların değil herkesin sokaklarda dans ettiğini görmeyi bekliyordum!
Yaptıklarımızın kazara olduğunu düşünmüyorum artık. Dünyayı sırf sakarlığımızdan ötürü mahvetmiyoruz. Dünyayı mahvediyoruz çünkü ona karşı tam anlamıyla kasıtlı bir savaş açmışız.
Yaşamak için dünyayı mahvetmeye devam etmenizi neredeyse zorunlu kılan bir uygarlık sistemine tutsak olmuşsunuz.
Önemli olan anlattığın hikaye değil, nasıl yaşadığındır.
İçinde bulunduğun hikayeden öylece çıkıp gidemezsin, dahil olabilecek yeni bir hikaye bulman gerekir.
İnsanoğlu iyi ve kötü arasındaki farkı keşfedene kadar masumdu. O bilgiye eriştikten sonra düşkün oldu.
Bazen söylenecek çok az söz olması kadar, söylenecek çok fazla söz olması da insanın dilini bağlar.
Önemli olan anlattığın hikaye değil, nasıl yaşadığındır.
Dünyayı sırf sakarlığımızdan ötürü mahvetmiyoruz. Dünyayı mahvediyoruz, çünkü ona karşı tam anlamıyla kasıtlı bir savaş açmışız.
Nasıl yaşamanız gerektiğini bilseniz, dünyanın içine etmezdiniz.
İnsanlar nasıl yaşayacaklarını bilseler, insan doğasındaki sorunla başa çıkabilmeyi de becerebilirlerdi.
labüd faciəyə tələsərkən bacardığımız şey, yalnız onun necə yaxınlaşdığına tamaşa etməkdir.
Nasıl yaşamamız gerektiğini bilsek kusurumuzu da kontrol etmeyi başarabilirdik diyorsun aslında. Nasıl yaşamanız gerektiğini bilseniz, dünyanın içine etmezdiniz. Belki de ikisi de aynı şeydir. Belki de insanın kusuru budur: nasıl yaşaması gerektiğini bilmemesi.
Atomu parçalamayı, Ay’a kâşif göndermeyi, genleri uç uca eklemeyi biliyorsunuz; ama insanlar nasıl yaşamalı bilmiyorsunuz.
İnsanların özünde yanlış olan bir şey yok. Onları dünyayla uyumlu kılan bir hikayeleri olursa, dünyayla uyumlu bir şekilde yaşarlar. Fakat sizinki gibi onları dünyayla zıtlaştıran bir hikayeleri olursa, dünyayla zıtlaşırlar. Hikâyelerinde dünyanın efendisi durumundaysalar, dünyanın efendisi gibi hareket edecekler. Hikâyelerinde dünya dize getirilmesi gereken bir düşmansa, onu bir düşman gibi dize getirecekler ve nihayet bir gün düşmanları, tıpkı şu anki dünya gibi, onların dizleri dibinde kanlar içinde yatacak.
Bazen söylenecek çok az söz olması kadar, söylenecek çok fazla söz olması da insanın dilini bağlar.
Her sabah gözümü açtığımda, yeni bir çağın başladığını ve gökyüzünün daha parlak bir maviye, çimenlerin daha parlak bir yeşilie dönüştüğünü görmeyi bekliyordum. Her taraftan kahkahalar duymayı; insanların, yalnızca çocukların değil herkesin sokaklarda dans ettiğini görmeyi bekliyordum! Naifliğim için özür dilemeyeceğim; yalnız olmadığımı anlamak için şarkılara kulak vermeniz yeter.
Niçin kimse heyecanlanmıyor? Çamaşırhanede insanların dünyanın sonundan bahsettiklerini duyuyorum, deterjan karşılaştırması yaparmış gibi sakinler. Ozon tabakasının yok oluşundan ve tüm canlıların ölümünden bahsediyorlar. Yağmur ormanlarının tahribatından, ölümcül bir kirliliğin binlerce hatta milyonlarca yıl boyunca bizimle olacağından, hergün düzinelerce canlı türünün ortadan kaybolduğundan, evrimin hepten sona ereceğinden bahsediyorlar. Ve son derece soğukkanlı görünüyorlar.
Yaşamak için dünyayı mahvetmeye devam etmenizi neredeyse zorunlu kılan bir uygarlık sistemine tutsak olmuşsunuz.
“Sizinki üzücü bir hikaye, bir ümitsizlik ve çaresizlik hikayesi, gerçekten de yapılacak hiçbir şey olmadığını anlatan bir hikaye. İnsanoğlu kusurlu, bu yüzden de cennet olması gereken yerin içine edip duruyor ve bu konuda yapılacak hiçbir şey yok. Bu noktadasınız işte; felakete doğru son sürat ilerliyorsunuz ve elinizden gelen tek şey olanları öylece seyretmek..”
“Senin kültüründekiler insanın özel olduğu fikrine bağnazlıkla sarılıyor. Çaresiz bir halde, insan ile yaratılanların geri kalanı arasında büyük bir uçurum görmek istiyorlar. İnsanın üstünlüğü efsanesi onların dünyaya diledikleri her şeyi yapmalarını mazur gösteriyor;tıpkı Ari ırkın üstünlüğü efsanesinin Hitler’in Avrupa’ya dilediği her şeyi yapmasını mazur göstermesi gibi..”
‘Niçin kimse heyecanlanmıyor? Çamaşırhanede insanların dünyanın sonundan bahsettiklerini duyuyorum, deterjan karşılaştırması yaparmış gibi sakinler. Ozon tabakasının yok oluşundan ve tüm canlıların ölümünden bahsediyorlar. Yağmur ormanlarının tahribatından, ölümcül bir kirliliğin binlerce hatta milyonlarca yıl boyunca bizimle olacağından, hergün düzinelerce canlı türünün ortadan kaybolduğundan, evrimin hepten sona ereceğinden bahsediyorlar. Ve son derece soğukkanlı görünüyorlar.
“Dünyadaki en önemli varlıklar olduğumuzu, dünyanın patronları ve kodamanları olduğumuzu düşünmemize rağmen, aslında sadece genlerimizin ölümsüzlüğe doğru yol alırken bir kereliğine kullanıp elden çıkardığı makineleriz..”
“Belki de insanın kusuru budur: nasıl yaşaması gerektiğini bilmemesi..”
Adem meyveyi kabul ettiğinde sınır tanımadan yaşamanın cazibesine yenik düşmüş oldu. İşte bu yüzden ona meyveyi sunan kişiye Hayat denmiş..”
Sizin kültürünüzdeki insanlar dünyanın kendilerine ait olduğundan ve kaderlerinde onu fethedip yönetmek olduğundan emin oldukları müddetçe, son on bin yıldır davrandıkları şekilde davranmaya elbette devam edeceklerdir. Dünyaya insanların malıymış gibi muamele etmeye ve sanki düşmanlarıymış gibi saldırmaya devam edeceklerdir. Bunları yasalarla değiştiremezsin. İnsanların zihinlerini değiştirmen gerek. Ayrıca, insanların zihninden zararlı düşünceleri çıkarıp geride bir boşluk da bırakamazsın; onlara kaybettikleri kadar anlamlı bir şey sunmalısın. Öyle bir şey ki, ihtiyaçlarını doğrudan veya dolaylı olarak karşılamayan her şeyi gezegenden silip atan o ‘Üstün İnsan’ dehşetinden daha mantıklı görünsün.
Yaptıklarımızın kazara olduğunu düşünmüyorum artık. Dünyayı sırf sakarlığımızdan ötürü mahvetmiyoruz. Dünyayı mahvediyoruz çünkü ona karşı tam anlamıyla kasıtlı bir savaş açmışız.
İnsanın üstünlüğü efsanesi onların dünyaya diledikleri her şeyi yapmalarını mazur gösteriyor; tıpkı Ari ırkın üstünlüğü efsanesinin Hitler’in Avrupa’ya dilediği her şeyi yapmasını mazur göstermesi gibi.
Problem şu ki insanın dünyayı fethi, dünyayı mahveden şey oldu. Ve kazandığımız tüm ustalığa rağmen dünyayı mahvetmeye son verecek veya şimdiye dek sebep olduğumuz yıkımı tamir edecek kadar usta değiliz.
Nasıl yaşamamız gerektiğini bilsek kusurumuzu da kontrol etmeyi başarabilirdik diyorsun aslında. Nasıl yaşamanız gerektiğini bilseniz, dünyanın içine etmezdiniz. Belki de ikisi de aynı şeydir. Belki de insanın kusuru budur: nasıl yaşaması gerektiğini bilmemesi.
‘Niçin kimse heyecanlanmıyor? Çamaşırhanede insanların dünyanın sonundan bahsettiklerini duyuyorum, deterjan karşılaştırması yaparmış gibi sakinler. Ozon tabakasının yok oluşundan ve tüm canlıların ölümünden bahsediyorlar. Yağmur ormanlarının tahribatından, ölümcül bir kirliliğin binlerce hatta milyonlarca yıl boyunca bizimle olacağından, her gün düzinelerce canlı türünün ortadan kaybolduğundan, evrimin hepten sona ereceğinden bahsediyorlar. Ve son derece soğukkanlı görünüyorlar.
“Tabii, niçin olmasın? Demek istediğim, bunu yapmasına engel olan şey neydi ki? Ona engel olan, belli bir yerde birkaç haftadan fazla kalacak olsa açlıktan öleceği gerçeğiydi. Bir avcı-toplayıcı olarak, yerleştiği yeri silip süpürür ve geriye avlanacak beta toplanacak hiçbir şey bırakmazdı. Yerleşik hayata geçmeyi başarabilmek için temel bir Bilgi edinmesi gerekiyordu. Çevresini, yiyeceklerini tüketmeden idare etmeyi öğrenmeliydi. Onu öyle idare etmeliydi ki daha fazla insan yiyeceği üretebilsin. Diğer bir deyişle, tarıma geçmesi lazımdı.
İnsanın bir şeyler başarmak için işe koyulabileceği bir yere yerleşmesi gerekliydi denebilir. Açık alanda avcılık ve toplayıcılık yaparak, yiyecek bulmak için oradan oraya taşınarak belli bir noktanın ötesine geçmesi mümkün değildi yani. O noktanın ötesine geçebilmek için bir yere yerleşmeli; kendisine, çevresine hükmetmeye başlayabileceği kalıcı bir üst edilmeliydi. 
Dünyayı insansız düşün. Dünyayı insansız hayal et.
Dünya, insanların tutsağı olarak varlığına çok uzun süre devam edemez.
Eğer seni içeride tutanın ne olduğunu keşfedemezsen, dışarı çıkma isteğin çok geçmeden netliğini yitirir ve zayıflar.
Her biriniz dünyanın yok edilmesine günlük olarak katkıda bulunuyorsunuz.
Her sabah gözümü açtığımda, yeni bir çağın başladığını ve gökyüzünün daha parlak bir maviye, çimenlerin daha parlak bir yeşile dönüştüğünü görmeyi bekliyordum. Her taraftan kahkalar duymayı; insanların, yalnızca çocukların değil herkesin sokaklarda dans ettiğini görmeyi bekliyordum! Naifliğim için özür dilemeyecağim;yalnız olmadığımı anlamak için şarkılara kulak vermeniz yeter.
Eğer seni içeride tutanın ne olduğunu keşfedemezsen, dışarı çıkma isteğin çok geçmeden niteliğini yitirir ve zayıflar.
İnsan bir sorunla karşılaşmadan, onu nasıl çözeceğini de bilemez.
Bunları yasalarla değiştiremezsin. İnsanların zihinlerini değiştirmek gerek.
Uygar olmak dünyayı mahvetmeyi mi gerektiriyor?
Niyet olursa, yöntem de bulunur.
Yolculuğun kendisi seni değiştirecek, o yüzden bu değişimi yakalamak için seçtiğimiz rotayı ezberlemeyi kafana takma.
Demek istediğim, kendi payına düşeni artırırsan, başka birilerinin, yani başka canlıların payına düşenler azalacaktır. Öyle değil mi?
Eğer seni içeride tutanın ne olduğunu keşfedemezsen, dışarı çıkma isteğin çok geçmeden netliğini yitirir ve zayıflar.
Yaşamak için dünyayı mahvetmeye devam etmenizi neredeyse zorunlu kılan bir uygarlık sistemine tutsak olmuşsunuz.
Bazen, söylenecek çok az söz olması kadar, söylenecek çok fazla söz olması da insanın dilini bağlar.
‘eğer sadece otuz bin kişiyi doyurabilecek bir bölgede, kırk bin kişi varsa, onları kırk binde tutabilmek için dışarıdan yiyecek getirmenin
şevkatle hiçbir alakası yoktur. bu sadece açlığın devam etmesini garantiler.’
“Bazen,söylenecek çok az sözün olması kadar,söylenecek çok fazla sözün olması da insanın dilini bağlar.”
Yaşamın acımasız silleleriyle öyle çileden çıkmışsın ki, feleğe inat ne olsa aldırmaz, yaparsın.
Bu ülkede bile milyonlarca insan ya evsiz ya da varoşlarda, hapishanelerde ve hapishanelerden pek bir farkı olmayan yerlerde sefalet içinde sürünüyor.
Hangi yolun doğru olduğunu biliyormuş gibi yapamayız. Tek bildiğimiz hangi yolu tercih ettiğimiz.
Böylece tanrı meyveyi tattı ve gözleri açıldı.Evet, anlıyorum, dedi. Bu hakikaten de tanrılara yaraşır bir bilgi: kimin yaşayacağının, kimin öleceğinin bilgisi.
Anlıyorum sanırım, nasıl yaşamamız gerektiğini bilsek, kusurumuzu da kontrol etmeyi başarabilirdik diyorsun aslında. Nasıl yaşamanız gerektiğini bilseniz, dünyanın içine etmezdiniz. Belki de ikisi de aynı şeydir. Belki de insanın kusuru budur: nasıl yaşaması gerektiğini bilmemesi.
Eğer seni içeride tutanın ne olduğunu keşfedemezsen, dışarı çıkma isteğin çok geçmeden netliğini yitirir ve zayıflar.
Atomları nasıl parçalayacağınızı,aya kaşiflerinizi nasıl göndereceğinizi, genleri birbirine nasıl tutturacağınızı biliyorsunuz, fakat insanların nasıl yaşamaları gerektiğini bilmiyorsunuz.
Herkesin bildiği gibi, gözler konuşur. İki yabancı birbirine duydukları ilgi ve çekimi tek bir bakışta kolayca açığa vurabilir.
Eğer seni içeride tutanın ne olduğunu keşfedemezsen, dışarı çıkma isteğin çok geçmeden netliğini yitirir ve zayıflar.
İnanç şart değil. Bu hikâyeyi bir kez öğrendi mi, kültürünün her köşesinde onu bulacaksın ve çevrendekilerin de onu duymayıp yalnızca özümsemesine şaşacaksın.
İnsan bir hikâyenin büyüsüne şahsen kapılmasa bile yine de onun esiri olabiliyor, çünkü çevresindekiler onu da bir esir haline getiriyor. Sürünün ortasında kalıp sürüklenen bir hayvan gibi.
Birbirinden kopuk beş parmaktan bir el olmaz.
“Şu anda insanlar hakkında son derece önemli iki şey biliyoruz,” dedi İsmail, “ilki özlerinde yanlış bir şey olduğu;ikincisi de, nasıl yaşamalarına dair kesin bir bilgiye sahip olmadıkları ve asla olamayacakları.Bu ikisi arasında bir bağlantı olması gerekli gibi”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir