İçeriğe geç

İslam’ın Siyasal Söylemi Kitap Alıntıları – Bernard Lewis

Bernard Lewis kitaplarından İslam’ın Siyasal Söylemi kitap alıntıları sizlerle…

İslam’ın Siyasal Söylemi Kitap Alıntıları

Tarihçi et-Taberi, Halife Ömer ile ilk İranlı Müslüman Selman arasındaki konuşmayı zikreder: “Selman, ‘ Ömer bana sordu: Ben kral mıyım halife mi? dedi. Selman, sorusuna şöyle yanıt verdi: ‘Müslümanların tarlasına toprağına bir dirhemcik bile vergi koyduğunda bunu hukuksuz, haksız yerde kullanırsan halife değil, kralsın demektir! ve ‘Ömer ağladı.’
Önemli devrimler, meydana geldikleri ülkeden çok uzaktaki ülkelere kadar yansıyan sonuçlar doğurur.
Mürtede karşı mücadele (savaş) kuralları, kafirlere karşı mücadele kurallarından çok daha şiddetlidir. Bunlara hoşgörü veya güven idaresi verilemez ve bunlarla ateşkes veya anlaşma yapmaya da izin verilmez. Yakalananlar savaş esiri değildir. Bir zımmi niteliği kazanamaz, ayrıca cihad da ele geçirilenler gibi bir köle olmayı, hayal bile edemez. Önündeki tek seçenek tekrar dine dönmektir, aksi takdirde onu bekleyen ölümdür.
Cihad yükümlülüğünün temeli vahyin evrenselliğine dayanır. Allah’ın kelamı ve mesajı bütün insanlık içindir; bunları kabul edenlerin görevi, kabul etmeyenleri ikna etmek veya en azından boyunduruk altına al­maktır. Bu yükümlülük, zamana ve mekana bağımlı değildir. Bütün dünya İslam’ı kabul edene kadar, ya da İslam devletinin gücüne boyun eğene kadar bu mücadele sürecektir.

Bu gerçekleşene kadar, dünyanın iki kutuptan oluştuğu kabul edilir: Müslüman idaresi ve İslam hukukunun hüküm sürdüğü dar-ül İslam; dünyanın geri kalan kısmım kapsayan dar-ül Harb. Bu ikisi arasında ahlaki açıdan gerekli, huku­ken ve dinen mecburi, İslam’ın kafirler üzerinde nihai ve kaçı­nılmaz zaferine kadar sürecek bir savaş hali vardır. Hukuk kitaplarında bu savaş halinin, anlaşma veya mütarekeler yolu ile, gerekli görüldüğü hallerde durdurulabileceği yazılıdır. Sa­vaş bir barış anlaşmasıyla değil ancak nihai bir zaferle sonuç­landırılabilir.

Prensipte statü eşitli­ği ve bununla birlikte güç (iktidar) uygulamasına her ne seviye­de olursa olsun katılabilme hakkı özgür, erkek ve Müslüman olanların elinde olmuş, bu özelliklerden herhangi birine sahip olmayan köle, kadın ve kafirler dışlanmıştır.
Türkçe’de millet olarak bildiğimiz milla Arami kökenli, Kur’an’da da geçen Arapça bir kelimedir. Milla ‘nın esas mana­sı bir söz demektir, dolayısıyla da muayyen bir sözü ve Vahiy kitabını kabul eden bir insan topluluğu demektir. Arami Hris­tiyan dilinde logos’un karşılığıdır.
Müslü­manlara göre hukuk ilahi ve değişmez olduğundan, devlet ida­resi hukuku da aynı ölçülere tabidir. Hukukçunun görevi, diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da, ne mütalaalarda bulun­mak ne de yenilikler getirmektir; onun görevi Kur’an’daki, Peygamberin Sünnetindeki ve İslam hukuku ile ilgili diğer sağlam kaynaklardaki umumi ilkeleri ayrıntılı olarak incelemek, ge­rekli olduğunda sarih kuralları izah etmek ve ortaya koymak­tır. Fakih, devlet içinde ne teorisyen ne de tarihi bir fenomen­dir, fakat bunların da bilincindedir. O, devleti ilahi bir araç ola­rak görür, yani devlet insanoğlu için takdiri ilahinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Vaizlerin de cuma hutbeleri için minbere çıkarken bir kılıç bulundurmaları veya minberde kılıçlarına, asalarına ya da yaylarına dayanmaları olağan hale gelmişti. Hem asa hem de minberin kendisi, eski Araplar arasında, bir otorite belirtisi haline gelmiş, hatipler ve hakemler tarafından münaka­şaları yatıştırmak için kullanılmıştır. Eski adetlere göre Vaiz, İslam idaresi altına barış içinde girmiş olan şehirlerde asa, fetih yolu ile alınanlarda ise kılıç taşırdı.
Arapça’da şeyh, kelime manası olarak yaşlı adam demektir.
İngilizce’deki Latince, Fransızca, ve Anglo-Saxon menşeli kelimelere bakacak olursak sağın tamlancıları olarak karşı­mıza beceriklilik, eli çabukluk, doğruluk, haklılık ve de dürüst­lük gibi kelimeler çıkar; bunun yanında sol ile alakalı olanlar bir parça beceriksiz ve tamamen uğursuz gibi tamlamalar olabilmektedir. Bu terimlerin karşılığı diğer bir çok dilde de var­dır. Klasik Arapça’daki maş’um uğursuz ve modern Arapça’daki müteşaim kötümser kelimelerinin her ikisi de sol anlamına gelen bir kökten türetilmiş bir fiilin sıfat-fiil (ortaç) olarak kullanılış şekilleridir. Diğer yandan, yumm iyi talih ve yemìn yemin kelimelerinin her ikisi de Arapça’da sağ anlamında kullanılan yaygın bir sözcükten gelmektedir. Rus­ça’da solda kelimesi kanun dışı veya kara-borsa iş görmeyi anlatır ki bu gerçekten çok ilginç bir örnektir. İngilizce’de her­kesin bildiği sag kol-en çok güvenilir kimse (righ-hand man) deyimi hükümdarın en gözde ve en güvenilir bakanına sağ elin veziri gibi ünvanlar verildiğinde resmi bir statüye de kavuşur.
Benzer şekilde Müslümanlar da siyaset kelimesini kullanırken bunun eski OrtaDoğu’da at anlamına gelen bir kelimeyle ve klasik Arapça’da seyislik yapmak anla­mına gelen bir fiil ile türetildiğini çok az düşünür.
Kur’an’da bile Mekke’ye Ummu’l-Kura denmiştir ki, bu yunan­ca metropolis’in kelimesi kelimesine tercümesidir. Müslüman­ların izlemeleri istenen dosdoğru yol sirat-ı Müstakim, düz Ro­ma yoludur ve sirat Latince strata’dan başka bir şey değildir. İngilizce ”street de buradan türetilmiştir.
Prensipte statü eşitli­ği ve bununla birlikte güç (iktidar) uygulamasına her ne seviye­de olursa olsun katılabilme hakkı özgür, erkek ve Müslüman olanların elinde olmuş, bu özelliklerden herhangi birine sahip olmayan köle, kadın ve kafirler dışlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir