İçeriğe geç

İslamın Dirilişi Kitap Alıntıları – Sezai Karakoç

Sezai Karakoç kitaplarından İslamın Dirilişi kitap alıntıları sizlerle…

İslamın Dirilişi Kitap Alıntıları

İslamın dirilişi deyimiyle şüphe yok ki, İslam halklarının dirilişini söylemek istiyoruz. Yoksa İslam prensiplerinin değil. Çünkü İslam prensipleri hiçbir zaman ölmemiştir ve ölmez, her zaman için dipdiridir, ezeli ve ebedidir.
Kendi hocasının saygı borcunu unutan, çömezinden sevgi beklememelidir.
Çağımızı dolduran İslâm’ın kültür ve bağımsızlık savaşından daha güçlü ve daha haklı bir aksiyon yoktur.
İnsan, aksiyonla varlığını belirtiyor. Ağını örmek örümceğin bir aksiyonuysa en üstün bir varlık olduğunu belirtecek bir anıtı içinde ve dışında yükseltmek de insanın aksiyonudur. İşte, tarih bu anıtı inşa etmek demektir. Anıtsa İslâm’dır.
İslâm aksiyonu, Yaratıcı-insan- evren arasındaki sulhu getirmek ve hayata ebedi barışın kanadını germek, anlamın en yaşanabilir sevincini aşılamaktır.
Ordusuz savaş, başsız ordu, sabırsız zafer olmaz. Cihad, bütün dallarıyla oluşmadan, ışığa çıkmaz.
Düşünce, inanış ve duyuş, diriliş ve aksiyonlarımız tamamlanır tamamlanmaz, davranış aksiyonumuz başlayacak, zaferin ve savaşın metodu bulunacak, dayanak bir toprak ve bir kütle bulunacak ve bütün inanmışlar bir Baş etrafında toplanacaktır. Şimdi, bütün gecemiz ve gündüzümüz bu yöne dönmelidir. Doğan çocuklar bu kadroya aday olarak düşünülmeli.
Şüphe yok ki, İslâm aksiyonu, düşünüş, duyuş ve inanıştan ayrılmaz. Onların başladığı yerde aksiyon da başlamış demektir.
Şehit kanının izini, dünyanın hiçbir zımparası çıkaramaz. Dünya kâğıdı bu yazıyı ölünceye kadar taşıyacaktır.
Bütün İslâm ülkelerinde, İslâm varolma savaşını yapıyor. Bu savaş tam bir Hendek savaşı şartlarını taşıyor.
İslâm ülkelerinin üstünden batılıların ve batıcıların baskısı kalktıkça, halkta örtük ve gizli bir şekilde yaşayan inançlar açığa çıkıyor. İnanç duygusu uyanıyor.
Çağımızdaki İslam savaşçısı da ya Bedir, ya Uhut ya Hendek savaşını yapacaktır. Aksiyon bu savaşlardan birinden geçmek zorundadır.
Bu savaş tertiplerinin dışında İslam ya savaşta değildir ya büsbütün yoktur.
İslâm ülkelerinde, yeni bir idealist gençlik, bu aksiyoncu düşünürleri okuyarak, en küçük hareketlerini izleyerek gün gün yetişiyor, olgunlaşıyor, artıyor ve İslâmın entelektüeller kadrosunu kuruyor.
Ne Bedir bitmiş, ne de Uhud. Tarih boyu bütün zaferlerimiz Bedir’in bir devamı, yenilişlerimiz Uhud’un bir devamıdır.
İnanç tam, güven tam, sabır tam, cihad tam olduğu anda, zafer de tamdır.
En verimli hasat, hakikatin hasadıdır.
Ey Dicle, Ey Bağdat, Ey Şam! Ey Fırat, Ey İstanbul, Ey Diyarbakır! Ey Nil, Ey Mısır! Ey aydınlık şehir Medine, nerede senin, kelimeleriyle, ürpertili sesleriyle, insanlığı, balrengi bir insanüstüler bölgesine, ilhamın yüce dünyasına çeken şairlerin?

Şair, geleceği bugüne çeker. Bizden birkaç yüzyıl ilerde yürür. Ülkümüzün, geleceğin yüzüne işlenmesini istiyorsak ki bundan başka kaygı, kaygı olmağa değmez ve yaşamak bunun için olursa bir anlamı var demektir, onu, bugünden, şiirin ve edebiyatın, sanatın, kültürün malı yapalım. Çünkü, bugün şiir ve edebiyata giren, yarın, hayata girecektir.

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Soyutun asıl sahibi ve hayatla ilişiğini kestirmeyeni, realiteye varoluş hakkını tanıyanı, İslâmdır.
Kapitalizmin aksiyonu ezmek, komünizmin aksiyonu zincire vurmak, Hristiyanlığın aksiyonu ışığı söndürüp karanlığın büyüsünde uyuşturmak, puta tapıcılığın aksiyonu evren şarabıyla kızıştırıp uçuruma koşturmaktır insanlığı. İslâm aksiyonu ise, Yaratıcı – insan – evren arasındaki sulhu getirmek ve hayata ebedi barışın kanadını germek, anlamın en yaşanabilir sevincini aşılamaktır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Batı düşünecek, biz de onu hemen alacağız, kullanacağız. O da, biz daha mevcudu aktarmadan artıp geliştiğine ve değiştiğine göre, yetişememekten gelen bir düşünce hafakanı içine yuvarlanmamız işten bile olmuyor.
Şahsiyetli yerli kültürün gelişimi şeklinde olan normal düşünme durup yerini aktarılanın gelişmesi şeklinde görülen yabancı, yalancı ve sahte bir düşünme, yani düşünme taklidi alınca, ideolojiler, hakikat hakkındaki teoriler, kültür değişme ve seçimleri, hep moda kurallarına uyar.
Bu tarihi antipati, Avrupa için bir nevi bir cezadır. Kendinden önce gelen her medeniyet, daha önceki medeniyetlerle bağdaşma yoluna gitmiş, Roma, Yunan medeniyetiyle kaynaşmış, Hristiyanlık, Roma ile uyuşmuş, İslâm, ölü Yunan kültürünü, faydalı bir ayıklamadan sonra dirilterek kendi kültürüne katmış, Yahudilik ve Hıristiyanlığı gerçeğe çağırmışken, Rönesans sonrası Avrupa, gerçek bir ümanizimden yoksun olarak, kendisine her müsbet alanda öğretmenlik, yol açıcılık yapmış olan İslâm Medeniyetini bütün gücüyle inkâra, yıkmaya, yok etmeye çalışmıştır. Dünya tarihinin bir eşini kaydetmediği bir medeniyet olan Endülüs Medeniyetinin katili bizzat Avrupa değil midir? Kendi hocasına saygı borcunu unutan, çömezinden sevgi beklememelidir.
Avrupa’nın en büyük dramı şudur: Kendini hiçbir zaman sevdirememesi. Belki kendinden korkulmuş, çekinilmiş, hatta sahte yaltaklanmalar da görmüş, fakat hiçbir insanoğlunun sıcak bir yakınlık duygusunu elde edememiştir.
Zekâsının hep tekniğe doğru kayışı da bu sevgisizliğin doğurduğu güvensizlik psikolojisinden ileri gelse gerektir.
Bir bakıma, Risale-i Nur, tek başına, bir İslam kültürü külliyatıdır.
Ama başarı İslam’a ait olunca ölüm kadar sessizdirler..
Allaha, Peygambere, öteye, kadere ve hesaba, gayb âleminin kudret erleri olan meleklere yürekten inanmak, işte ihlâs budur. İhlâslı inanış olmadan da gerçek bir İslâm insanı olmak ve İslâmı tekrar insanlık içinde gerçekleştirmek, İslâm uğruna gerekirse can vermek yolu açılamaz.
Müslüman, İslâmı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin.
İslâmın temeli elbette inançtır. Aksiyon, inancın, toplumun müesseselerine uzaması sonucunda kendiliğinden doğacaktır. Ufak bir kadrodaki inanç, düşünceyi, düşünce, kütlenin şuuraltını zorlamış, bundan, kütle inancı belirmiştir. İşte, İslâm, bu inanç temeli üzerinde hızla yükselecektir.
Sosyolojik ve tarihi bir gerçektir, İslâm ülkelerinin hepsinde bir inanç canlanışı vardır. Âmentü, genişliğine ve derinliğine, sınırını ilerletiyor, çerçevesini geliştirip büyütüyor. Bu âmentünün ses yükselişi yanında, dillerden gönüllere inip kök salma gibi bir derinleşmesi de vardır.
Aydınla halk, bir batı serinde yapma olarak üretilmiş aydınla, her şeye rağmen tarihi köklerinden kopmamış halk karşı karşıya gelmiş bulunuyor.
Zekamızı kör bir ezbercilik batağına sapladık. Değer hükümlerimizi bir misyoner mantının ağına taktık.

Üniversiteler bağımsız düşünce ve kendi kültürümüzü araştırma ve kurma merkezleri olacağına, yabancı misafir profesörlerin sürekli konferans ve seminer müesseseleri haline geldi. Ve misafir yerlileşti, evin sahibi oldu. Evin sahibi uzun bir yolculuğa çıktı. Acaba ne vakit dönecek dersiniz?

Erdemlikte en yüce olmalısın ki, peşin hükümle seni aşağı görmeye gelen kendi aşağılığını görsün.

Müslüman, islamı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki seni öldürmeye gelen sende dirilsin.

İslam düşünmenin yolunu kesmemiştir. Asıl biz, düşünmeyi durdurduğumuzdan İslâmla olan ilişkimizi gevşettik, hatta yer yer kopardık. İslâma olan aşkımızı yitirdik.
Rus feza pilotunun, “göğe çıktım fakat orada Tanrı’ya rastlamadım” sözü ilk bakışta dinle ne kadar alay anlamı taşırsa taşısın, gerçekte din ihtiyacının ters taraftan ortaya en kesin ifadesiyle çıkmasından başka bir şey değildir.

Bu bir barbar mantığıyla aslında göğün daha ilk basamaklarında Tanrıyla karşılaşacağı ve cezaya çarpılacağı korkusunun korkusuzluk zırhına bürülü tezahürüdür.

Düşünmek Bu, insanoğlunun en değerli özelliklerinden biri olan kabiliyetini geliştirmek . İşte, bu tarihî dönemde, İslâm aydınına düşen büyük ödev. İslâm, düşünmeyi, insana sürekli olarak bir ödev bilmiştir. Kur’an, yüzlerce ayette, bu ödev üzerinde durur. Düşünmeğe çağırır.
İnanış dirilişinde en önemli kütle hareketi olan Nurculuk, belli başlı bir örnektir. Nurculuğun en çok üzerinde durduğu “ihlâs”, inançların gönülde derinleşmesi ve samimi inanışın doğuşu demektir. Allah’a, Peygambere, öteye, kadere ve hesaba, gayb âleminin kudret erleri olan meleklere yürekten inanmak, işte ihlâs budur. İhlâslı inanış olmadan da gerçek bir İslâm insanı olmak ve İslâmı tekrar insanlık içinde gerçekleştirmek, İslâm uğruna gerekirse can vermek yolu açılamaz. Bu bakımdan, İslâm inanışının dirilişi ve bunun belli başlı kadrosu olan Nurculuk, İslâmın ihlâs doktrini ve bunun uygulanması, canlanması mihveri etrafında döner. Karşı çıkanlardaki aşırı tepki de göstermektedir ki, inanıştaki bu canlanış, problemin şahdamarına dokunmaktadır. Başarıyla yürümektedir.
Düşünmek, insana, Yaratıcı tarafından bağışlanan en soylu bir özellik değil midir?
Geçmiş ve kapanmış, mantığı ve kökleriyle kaybolmuş bir medeniyet çağındaki bir medeniyet, bambaşka postülalara dayanan yeni bir medeniyet çağında artık dirilişini yapamaz. Çünkü: Bu yeni medeniyet çağında yetişmiş insanlar için o eski medeniyet kavramları hiçbir anlam taşımaz, unutulmuş ve artık öğrenilmesi mümkün olmayan bir dil gibidir. O medeniyetin kavramlarını bambaşka bir şekilde anlarlar. Ve faydalanmaları modern bir çağrışımdan öteye geçemez.
İslama olan aşkımızı yitirdik. Düşünme bağımsızlığımızı yitirdik. Zekâmızı kör bir ezbercilik batağına sapladık.
Müslüman, birleş. Bir tek el, bir tek gövde ol. Bir tek şuur ör. Sımsıkı birliğe ermeden, lamban yanmaz. Tüten bacalar, akşamları yanan lambalar, oda ışıkları hep aynı ailenin bacaları ve lambaları gibi olsun.
Müslüman, İslam’ı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin.
Sen, derinliği öylesine yüklen ve getir ki, her insan bu derinliği kendilerinde insansın, şuur altında bir umut buğusu, gerçek insana rastlayacağı güvenini kaynatıp dursun. Senin derinliğinden topluma bozbulanık öyle bir cemre düşsün ki, gözüyle görmesi, kulağıyla işitmesi, eliyle tutmasa bile gerçeğin var olduğunu, kubbelerde çalındığını, kemerler de bir örgü olduğunu duysun ve sezsin insan. Namazda, oruçta, zekatta,?hac da hac yollarında derinleş.
Kuran, canlı, diri ve kutsal diliyle çağırıyor kadim yapraklar arasından. Namaz, vücutlardan ve ruhlardan bir Cebrail nefesi gibi geçerek çağırıyor. Oruç, bir ilkbahar bulutu gibi şehirlere iniyor ve suya hasret insanları çağırıyor. Kabe, anıt bir meşale gibi, yolların en birikmiş kavşağında çağırıyor. Buyruk çağırıyor, yasak çağırıyor, farz ve sünnet, hazır ve gaip çağırıyor. İslam çağırıyor.
Müslüman babadan ve müslüman anadan gelen, dünya kütüklerine müslüman diye kayıtlı, birbirini müslüman adıyla çağıran, ama İslam hariç, kaç yol ve yön varsa o yöne doğrulan ve yola dalan, kurt görmüş koyun sürüsü gibi bir doğuya bir batıya koşuşan müslüman kütleyi, İslam, yeni bir dirilişe çağırıyor. Bir paradoks dilini kullanarak diyelim, vakit gelsin görelim, müslümanlar İslam’ın çağrısına kulak verecek mi?
Ordusu savaş, başsız ordu, sabırsız zafer olmaz. Cihat, bütün dallarıyla oluşmadan ışığa çıkmaz.
İnanç tam, güven tam, sabır tam, cihat tam olduğu anda zafer de tamdır.
Hayatın ve hayat anlayışının en derin tabakasını dillendirmeyen, seslendirmeyen bir sanatın ömrü uzun olamaz.
Müslüman , İslamı öyle sağ ve diri , canlı yaşa ki seni öldürmeye gelen sende dirilsin
İslam, düşünmeyi, insana sürekli olarak bir ödev bilmiştir. Kur’an, yüzlerce ayette, bu ödev üzerinde durur. Düşünmeye çağırır.
İslam, düşünmenin yolunu kesmemiştir. 
Üniversitelerde ve özel kuruluşlarda, tarihi mirasın bugüne mal edilişinin çok küçük çaptaki çalışması bile, Müşteşriklerin, kültürümüzün düşmanı uzmanların yönteminde, en azından açtıkları çığırların doğrultusunda olduğu düşünülünce, düşüncedeki ölü durumumuzun apaçık sebebi ortaya çıkar.
Düşüncede diriliş olmaksızın inançta diriliş gelişemez. İnançta diriliş olmaksızın da duyuşta, duyarlıkta, yani sanat ve edebiyatta diriliş başlayamaz.
İngiltere ve Amerikayı kuşkullandıran ve ürperten, Sovyet Rusya’yı öfkeden çıldırtan, Fransa ve Almanya’yı dolambaçlı aleyhteki çalışmalara yönetilen bir tez olmuştur, İslam Birliği tezi.
Osmanlı Devleti zayıfladıkça, Batılılar içimize girmiş, İslam’a olan inanç ve güvenimizi yıkmışlardır. Bu güven ve inanç çözüldükçe biz de bütün kurtuluşu batılılaşmakta görmeye başlamışız. Böylece, artan, kökleşen bir kültür emperyalizminin, otokolonizasyonun kurbanı olmuşuz. Yeni yetişen kadro tam anlamıyla batıya adapte olmuş bir kadrodur. İslam Dünyasının her tarafında böyle bir adaptasyon nesil köşebaşlarını tutmuştur. Bu nesiller öyle yetişmiş ve yetiştirmiştir ki, Batılardan çok kendi kültürümüze karşı koymakta, direnmekte ve savaş açmaktadırlar. Bunlar için İslam ideali ve kültürü bir alternatif bile değildir.
İslam Medeniyeti, kelimenin tam anlamıyla , Yeni Çağlar medeniyetidir. 
İslam, Doğu’nun başı ve önderi olarak Batı’yı da yola getirecek tek hakikatin sahibidir.
Her medeniyetin geleceğini bir seziş tarzı ve koruma üslubu vardır. 
İslam ülkeleri bütünleşir ve dünya önüne bütün gücüyle çıkabilirse milletlerarası tarihi kan davaları son bulur.
Kendi hocasına saygı borcunu unutan, çömezinden sevgi beklememelidir.
Her eser bir yankı ister.
İnanç tam, güven tam, sabır tam, cihad tam olduğu anda, zafer de tamdır.
İsrafil’in surundan daha keskin bir sesle İslam çağırıyor. Ama Allah’ın sağırlaştırdığı kulağa kim sesini işittirebilir?
Avrupa’nın en büyük dramı şudur: Kendini hiçbir zaman sevdirememesi.
İslâm prensipleri hiçbir zaman ölmemiştir ve ölmez, her zaman için dipdiridir, ezelî ve ebedîdir
Müslüman, islamı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin.
Düşünmek
Düşünme anlanında tam bir aktarıcıyız
S. K.
Müslüman, İslâmı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin.
Erdemlikte en yüce olmalısın ki, peşin hükümle seni aşağı görmeye gelen kendi aşağlığını görsün.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir