İçeriğe geç

İslam’ı Tanıma Metodu Kitap Alıntıları – Ali Şeriati

Ali Şeriati kitaplarından İslam’ı Tanıma Metodu kitap alıntıları sizlerle…

İslam’ı Tanıma Metodu Kitap Alıntıları

Ölüm, bizzat hayat kadar büyük bir iştir.
Açlık meselesi’nin evrensel düzeyde gündeme geldiği bugün, açlık kapitalizm ile ilgilidir, makine ile ilgilidir, tüketim çılgınlığı ile ilgilidir, burjuvazi hayatla ilgilidir ve sömürü ile ilgilidir.
İslam üstün gelir, ona üstün gelinmez.
Bilgi, yeni ve eski şekillerindeki eşekleştirme ile mücadele için; özgürlük, kılıç ile mücadele için; eşitlik, altın ile mücadele için gereklidir.
İş/emek, insan varlığının manevi cevheridir. Onu günden güne parayla satmak, ücretini gece almak ve gidip 150 gram et almak, insanın gündelik yaşayan hayvan derecesine düşmesidir. Bu ilişkiyi, ekonomik köleliği kim icat etmiştir? İnsan emeğinin gücü üzerinde para hükümeti ve sermaye
Ekmek, özgürlük, kültür, iman ve sevgi. Bu, hayatın beş boyutudur.
Toplumdaki sapmanın üç boyutundan kastımız; zer/para, zor/güç ve tezvir/hiledir.
İnsan, kendi varlığında balçık ile Tanrı’nın ruhu arasında salınan bir iradeden ibarettir. Onu çamurdan Tanrı’ya ulaştıran yolun adı dindir.
Milletlerin kurtulması için kendisini yakan kimse de, kendisi zevk almak iç milletini yakan kimse de insanoğludur. Birinin böyle, diğerinin öyle olması nasıl ve hangi beyan ile açıklanabilir? Bundan daha güzel, daha doğru ve daha ilmi olan açıklama ise bu insan denen varlığın balçık ile Allah’ın ruhunun karışımından meydana gelmiş olmasıdır. Bu, gördüğümüz gibi bir gerçektir.
Ben; anlamadan yerine getirmenin, getirmemek gibi olduğunu söylüyorum.
Eski toplum şöyle tarif edilir: Bedenlerde ve sayısız bedenlerde bir tek ruh. Öyleyse kabilenin seçimlerde kaç oyu vardır? Yüz bin kişi bile olsalar bir oy. Çünkü ben değil biz dirler.
Avrupalılar her zaman kılıç zoruyla ilerlememişlerdir; aynı zamanda halkın ahmaklığından istifade ederek de ilerlemişlerdir.
Ortaçağ’da Avrupa mülklerinin üçte biri papaya aitti. Şimdi bütün büyük dünya şirketlerinde kilise en büyük sermayedardır. Dünyanın her tarafında 150.000 papaz, bu gelirler sebebiyle aristokrat hayata sahiptirler.
Filistinli Mesih diyor ki: Her yedi yılda bir defa mahsulünüzü toplamayın, bırakın; fakirler toplasınlar. Bu, fakirliğin Bahar olmasına fırsat vermeyen bir servet ayarlamasıdır. O sarma malzemesi şöyle demektedir: Ey Petrus ( Petrus taş demektir.), ben kilisemi senin üzerine bina ediyorum, yani sertlik ve katılık üzerine.
Yahudi kavmi açısından dünya, İsrailoğulları; insan ise sadece Yahudi insanıdır.
Bizzat İslam medeniyetinin temsilcisi olan Kur’an, konusuna göre şöyle tasnif edilmiştir: Kur’an ayetlerinin %40’ı hayat ve tabiatla ilgilidir, %30’u insan ve tarih, %20’si grupsal, sınıfsal ve sosyal meselelerle ilgili, %2’si ahlaki meselelerle ilgili, yalnızca %1’i ibadetle ilgilidir.
İslam’da insan, ne Hint’teki gibi ruhun yücelişini ararken fakirlik zilletine düşer, ne de batıdaki gibi refah ararken iktisadın kurbanı ve medeni toplumda vahşi bir insan haline gelir. Bilakis peygamberin arzuladığı gibi bir insan olur.
Batılı eğitim öğretim, var olan ın takviye ve muhafazası peşindedir. İslami eğitim öğretim, olması gereken in yaratılıp geliştirilmesi peşindedir.
Toplumların modernizme doğru değişip tekamül ettiği yolda insanlar, içeride daha yalnız hale gelirken; dışarıda daha sosyal hale gelirler.
Vatanda iyi yaşanamadığı zaman vatan, varoluş felsefesini ve saygınlık ve kutsallık nedenini yitirir.
Vatanseverlik duygusu kutsal bir ruh ve güçlü bir iç güdü olup bireyselliği kendine öyle bir eritir ki kişide ölüme meyli hatta aşkı tutuşturur..
Vatanseverlik duygusu, kutsal bir ruh ve güçlü bir içgüdü olup bireyselliği kendinde öyle eritir ki kişide ölüme meyli ve hatta aşkı tutuşturur.
Bireycilikte ise toplum feda edilir ve herkes kendi bencil dairesinde başıboş, toplumdan kopuş halinde, ayrı, bireysellik kalesinde ve kendi bağımsızlığında yapayalnız ve nihayetinde kendi zindanında esir ve başkaları ile irtibattan kurtulmuştur.
Toplumculukta insanın feda olduğunu, insanlığın zincire bağlandığını, makine parçası olduğunu, idare uzvu, zincir halkası ve nihayetinde iğreti değeri olan ve varlığının toplumda ve kitle için yok olduğu ölçüde asil olduğunu ve çevreye faydalı olduğu kadar değer taşıdığını görüyoruz!
Geri kalmış Aramilerden adı bilinmez bir kabilenin put yontucusunun çırağı olan İbrahim, en büyük putkıran devrimin, tevhid hareketinin ve derin Sami kültürünün kurucusu olur.
Batı liberalizminde bireysel özgürlükler in çoğunlukla gücü olan bireylerin tekelinde olduğunu görüyoruz. Çünkü her zaman, sermaye sahibi olan kişiler kar ederler.
Tevhid esasından sapmış dinde insan, Gök tanrılarına kuldur ve hayat ölümden sonraki cennete feda edilmiştir, modern dünyada ise insan yer tanrılarına kuldur ve hayat ölümden önceki cennete feda edilmiştir.
Taş gibi güçlü ama yalnız, dağılmış ve her an düşüp dökülme tehlikesi içindeki insan!
Günümüz buhranı, her şeyden önce insani bir buhran dır.
Çünkü dünyayı şuur ve hedeften yoksun bilirsek hemen mutlak boşluğa ulaşırız ve absürt felsefesi, her akıl sahibinin kaçılmaz akidesi olup çıkar. Dünya anlamsız hale gelince, insanı anlam sahibi olarak görmemiz anlamsızdır.
Sokrat döneminden şimdiye dek, dinden bağımsız ve akla dayalı bir ahlak kurmak için gösterilen bütün çabalar yenilgiyle sonuçlanmıştır.
Her şey insanın hizmetinde olmalıdır: felsefe, din, ilim, araştırma, öğretim, eğitim, edebiyat ve sanat toplumun, milletin ve insan türünün peygamberlik sorumluluğunu üstlenmelidir.
İhtilafları gayri tabii ve sapkınlık derecesinde şiddetlendiren şey; siyaset unsuru ve kabile ve fırka duygularını tatmin etmek ve iktidarı meşru göstermek için Kur’an’ın kötüye kullanılması ve Kur’an’ın sınıf ve hizip şiar ve idarelerinin gerçekleştirilmesine ve siyasi mücadelelere istihdam edilmesidir.
ÜMMET; inancı bir, hedefi bir ve hareketi bir bireylerin Allah’a giden doğru ve belirgin yolda birlikte hareket etmek ve yürümek için ortak oldukları toplumun temel ölçütü olarak belirlenmiştir.
İnsanların aşama kaydetmedeki hızları farklıdır, kaplumbağadan Yunan sürat tanrısı Ferforius’a kadar Ama günümüz eğitim sisteminde, her ikisi de bu mesafeyi aynı zamanda aşmak zorundadır.
Ben size rehber olarak seçildim ama sizden daha iyi değilim. Sizden birinin bu makamı alıp beni rahatlat masına çok sevinirim ama her halükarda bu iş bana kaldı. Eğer bende bir eğrilik görürseniz, onu doğrultmanızı umarım.
Ebu bekir’in şahsiyetine siyasi bakımdan ağırlık kazandıran bir başka mesele, onun şahsi hayatıydı. O, son nefesine kadar tasavvur edilemez takvasını en üst seviyede devam ettirdi. Kendisi Kureyş eşrafından olmasına rağmen, yönetimde iken bile bir zahit gibi davranıyordu.
Tarihi inceleyen kişinin siyasetçi olması gerekir. Yani dünyadaki güncel siyasi olayların içinde bulunması gerekir. Yaşarken dünyadaki siyasi meseleleri kavrayamayan bir kimse, tarihi meseleleri de kavrayamaz. Çünkü tarihi meseleler, dünyada var olan bu güncel siyasi meselelerden ibarettir ve bu siyasi meselelerin üzerinden geçen zaman da bu tarihi meselelerin bir parçası haline gelir.
Ne yazık ki yaşadığımız çağlar insana kendisinin ne olduğu nu tefekkür etme fırsatı vermiyor. İsviçreli yazar Paul Simon’un dediği gibi Günümüz insanı, gelecekten hiçbir şey beklemektedir; bir otobüse yetişmekten başka
Sınıf değiştiren kimselerin genellikle muhafazakarlaşmaları, sınıf sosyolojisinde bir ilkedir. Bu kişiler, toplumun mevcut durumu ile ilgilenir ve hayatın her zaman bu şekilde kalmasını isterler.
Çobanlık ve çöl, insanlığa Atina okullarından ve akademilerinden daha fazla sayıda alim mütefekkir kazandırmış bir medresedir.
Slogan her şeyden önce, bir hareketin en yüksek hedefinin açıklayıcısıdır. Öyle ki slogan atan kimse için slogan, bu ekolün ve düşüncenin boy aynası olmalıdır.
Çöl, insanın en büyük ilham kaynağıdır. Çöl, şehirlerin aksine insanla konuşan ve insanın da onunla dostluk kurduğu canlı bir varlıktır.
İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara tahsis ederiz. Sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.
KASAS SURESİ
O günlerde Muhammed ile dostluğun ve İslam’a inanmanın işkence, ölüm ve sürgünden başka dünyevi ödülü yoktur.
İnsan ölüm korkusunu duyduğunda samimi olur.
Muhammed ( sav ), gücün ve zaferin zirvesine çıktıkça daha mütevazı ve daha müşfik oluyordu. Bu onun en seçkin özelliklerinden biriydi.
Ama tarih, ferdî veya öğretisel zaferi irade ettiği zaman, önceden yolunun üzerindeki bütün engelleri kaldırır.
Bedir’in sloganı Ehad, Ehad ( Bir, Bir) dır. Bu slogan Ebu Cehil’in işkenceleri altındaki Bilal’in sloganıdır.
Biz sana inandık, sözleştik ve seninleyiz. Eğer bize şu denizi gösterir ve oraya dalarsan biz de seninle birlikte oraya dalacağız ve bir kişi dahi karşı çıkmayacaktır. Savaşta sabırlı ve dostlukta doğru sözlüyüz. Belki gözünün havada gördüğü şeyi Allah bizden sana gösterir. Bizi ilahi saadete sevk et.
Mescit inşaatı hemen başladı. Peygamberin kendisi de işe koyuldu; protokol icabı ve sembolik olarak değil, halkı teşvik etmek veya kendini sevdirmek için de değil. Basit bir işçi gibi toprağa kazıyor, toprak atıyor, çamur yapıyor, yük taşıyor.
Mescit, Allah’ın evi ya da insanların evi olmuş, ne fark eder? İslam’da ve Kur’an’da toplumdan, insan hayatından, halktan ve Tanrı’dan bahseden her yer daima aynı manadadır ve aynı yerde kullanılır. Çünkü Tanrı ve halk kitlesi bir kutupta, aristokratlar diğer kutuptadır.
Zulmün olduğu ve hakikatin esir düştüğü yerde kalma!
O, bizzat kendisi en iyi müslüman örneğiydi.
İdeal bir insan numunesi olması gereken hayret verici bir adamın ( Hz Ali) ruhu, kitabı Kur’an ve öğretmeni Muhammed olan bir medresede eğitilecektir.
Dünyadaki en tehlikeli görevleri başarıyla sona erdiren, tarihin en büyük adamı; şimdi vicdanı rahat ve ruhu muzaffer olarak vefalı arkadaşlarının arasında Medine’de ölmek üzere kendi şehrini sonsuza dek terk etmektedir.
Ey insanlar,
Sözümü dinleyin, bilmiyorum belki bu yıldan sonra sizi burada bir daha asla göremeyeceğim.
Bunların siyaset ilkokulunda kurttan ve tilkiden başka üstadları olmamıştır.
Sokaklara çıktığında kimsenin selam vermediği, kimsenin selamını almadığı bütün dulların, yersiz yurtsuz sığınaksızların, kimsesizlerin, gariplerin, yabancıların tek dostudur o.
Avrupa’da birisi Peygamber, Aşkları ve Eşleri diye bir konuşma yaptı. Ben de ona cevap olarak bu konuda şöyle dedim: Peygamberin haremi nasıl bir yer? Çamurdan yapılmış küçücük bir oda, kendisi bizzat çamurdan yapmıştır. Yarısı hasır, yarısı da kumdandır. Kumu çölden getirmişlerdir ve birkaç günde bir kirlenmesin diye değiştirirler. Sevgili eşinin – ki Aişe’dir – evindeki mobilya bundan ibarettir.
Aristokrasi, sosyal bir statü olmak dışında, kendine has sembollere sahiptir. Kendi elbisesi vardır, kendi süsü püsü vardır, kendi bineği vardır, kendine has yaşam araçları vardır, kendine has lakapları vardır; bütün bunlar aristokrasinin alametleridir.
Allah Resul’ünün oturması bir kul oturuşu, yemesi bir kul yemesi idi ve kul olduğunu biliyordu.
Biz, ne zaman işler sarpa sarıp zorlaşsa Allah’ın resulüne sığınır, gölgesinin altına girer, kendimizi o gölgenin altına atardık.
HZ ALİ
Birey ve toplumun her ikisi de hem kendi eylemleri, hem de Rab’leri karşısında sorumludurlar.
İslam’da hem insanlık toplumunun sorumluluğu vardır, hem de birey kendi kaderinden sorumludur.
Peygamberin kendisi; insanlar yola gelmediği, onları dilediği gibi yola getiremediği ve hidayet edemediği için rahatsız olduğunda, Allah ona defalarca senin görevin sadece ve sadece mesajı iletmektir; sen korkutmalısın, müjde vermelisin, onlara yolu göstermelisin, sen hiçbir şekilde onların yükselişinden ve düşmesinden mesul değilsin, insanların kendileri kendilerinden sorumludur diye açıklamalarda bulunuyordu.
Son yıllarda aydınların çoğu, artık konuşmanın yararı olmadığını ve derdi anlatmanın beyhude olduğunu düşünmektedirler.
Din, insan inşa eden bir fabrikadır.
İslam’ı tanımak için münhasıran tek bir yöntem seçilemeyeceği açıktır; çünkü İslam tek boyutlu bir din değildir.
Bugün bilmediğimiz, tanımadığımız bir şeye tapma zamanı değildir.
Doğru bir tanıma yöntemi, hakikatin keşfi için felsefeden, bilimden, yetenekten ve dehadan daha önemlidir.
Bedevi toplum, bireylerden oluşan bir terkiptir ve birey, kendisini toplumun içine karışmış ve onun içinde çözülmüş bir unsur olarak görür.
Burada din sosyolojisi bakımından ele alınması gereken bir başka mesele de Arapların, özellikle de Kureyş’in dini inançlarının zayıflığıdır. Onlar Kabe’yi ve Kabe’de bulunan putlara inanmayı daha çok sosyal, ekonomik ve siyasi amaçlar bakımından istemektedirler.
Bir Arap’ın herhangi bir putu ziyarete gittiği, ona hediyeler adadığı, put duasını kabul etmediğinde veya kahin kendisine istediğinin aksine bir haber verdiğinde; o putu kırdığı, o kahini dövdüğü, öldürdüğü veya küfrettiği pek çok kez vaki olmuştur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir