İçeriğe geç

İslam ve Sınıfsal Yapı Kitap Alıntıları – Ali Şeriati

Ali Şeriati kitaplarından İslam ve Sınıfsal Yapı kitap alıntıları sizlerle…

İslam ve Sınıfsal Yapı Kitap Alıntıları

İnsan muhtaç bir varlıktır.
Ben ve dünya?!..
Ey dünya!
Çek elini üstümden,
git benden başkasını aldat.

(Hz. Ali)

Dünya bize dokunduktan sonra kokar.
İbrâhimî dinlerin Nemrudî dinlere dönüşmesi.
Ruhbanlık, zahitlik ve dünyadan el etek çekme adıyla sapık bir sınıf türedi. Bu dünyadan el etek çekme öyle bir sonuç doğuruyor ki; ilahi nimetler ve memleket nimetleri gibi bütün nimetler züğürtlere, haylazlara, murdarlara ve gayri müslimlere kalıyor.
Bunlar parasız, pulsuz, küçük, sıradan burjuva takımıydı. Bir kuruş para onların imamı, kağıt para peygamberleri ve çek Kur’an’ ları idi.
Peygamber buyurdu:

Bir kimsenin kendi çabasıyla kazandığından daha güzel bir kazanç olamaz.

Mal ve evlat çoğaltma yarışı sizi oyaladı.

(102/1)

Filozoflardan birinin dediği gibi: Medeniyetin temeli, insanın kendine yabancılaştığı saatlerde atılmıştır. Ya da Medeniyet, insanın kendine yabancılaştığı saatlerin mahsuludur.
Dünya bize dokunduktan sonra kokar.
Insanların kökeni birdir. Insanlık alemindeki farklılıklar ve çeşitlilikler, bu birlikten türemiştir. Bu, bir olan kaynaktan da birbirine zit iki akım ortaya çıktı. Bu ayrılığın sebebi, insanların mevcut yönetim sistemleri, ortaya koydukları hayat biçimleri ve üretimdir.
Üç beş kuruşu olan adamın dininin değeri olmaz.
Bütün ensesi kalınlar, emekli cellatlar, pala çalanlar, kılıç sallayanlar ve savurganlar sonunda sufi oluyorlar. Bu hadise, insan psiko lojisi açısından bir tür ruhsal eğilimi ifade eder. Nitekim gece sini gündüzünü dünyevi hayatın içinde geçiren adam bazen, ta savvufi eğilimlere yöneliyor. Max Weber der ki: İşte burada ka pitalist, kapitalizmden intikam alıyor.
Sizi rahatsız etmeye geldim!
ALİ ŞERİATİ
Peygamberler der ki:

Biz, sizi yeryüzünün darlığından gökyüzünün genişliğine, hükümdarlara kulluktan Allah’a kulluğa ve diğer dinlerin zulmünden İslam’ın adaletine davet etmek için geldik.

Hayret!
Bilinçsizlik ve fikri çöküşten daha vahim ne olabilir?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Geri kalmanın kendisi başlı başına bir fesattır.
Doğru dürüst bir ekonomiye sahip olmayan toplumlar, seviyeli bir kültüre de sahip olamazlar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İslam’ın gerçek yüzü bilinemez oldu.
Bazen insanın kapitalizmin kuyusunda Yusuf gibi hapsolmuş vicdanı feryat eder.
Nefislerdeki değişmedikçe kavmin değişmesi mümkün değildir.
İslam şöyle der:

Bir toplumun değişimi, insanlar kendilerini değiştirmedikçe, mümkün değildir.

Alınyazımızı ve sosyal sistemimizi oluşturan etken, kendi kararımızdır.
Sizi rahatsız etmeye geldim!
.. bizler tıpkı başına bir damla su damladığında, başında tufanlar koptuğunu sanan bir güve gibiyiz.
Kim bir zengine karşı boynunu bükerse, dininin üçte biri gider.
Hz. Ali
Sorumsuz bir dine;halkın alınyazısına ve mazlumun serüvenine yabancı, ondan uzak manevi dindarlığı karşı bir nefret:O namaz kılanlara yazıklar olsun
Üretilen eşya kime aittir. Sermayeye mi, işe mi?
Ekin, ekenindir;gasp etmiş bile olsa.
Hırsızlara, talancılara, gaspçılara ve adam öldürenlere, yani, düşmanlara karşı halkın haklarını, halkın hayatta kalma ve yaşama hakkını savunmak nerede;sermaye üzerinde özel mülkiyet hakkını savunmak, halkı çalıştırmak ve sömürmek nerede?
kısacası eğer sahnede yer almazsak ;inzivaya çekilmiş dervişlerden oluşan hayatta hiçbir role sahip olmayan azınlığa döneriz. Bu hayatta kendine bir rol biçmeyen kimse, hayatın kendisine biçtiği rolü yaşamaya mahkumdur. İnsanların ve milletlerin kaderinin tayin edildiği yerde bulunmayan kimsenin, bu tayin ediciker tarafından alın yazısı tayin edilir.
Bugün revaçta olan, taklit ve tebliğ edilen İslam, esnaf ve mollaların ilişkisinden ibaret olan İslamdır. Bunlar birbirleriyle alıp vermekte. Biri diğeri için dini düzenlemekte, öteki de buna karşılık diğerine dünya inşa etmektedir. Daha sonra bu karşılıklı alışverişten halk için, halkın işine yaramayan bir din üretiyorlar.
Kölelik döneminde dünya efendilerin, feodalite döneminde feodallerin, burjuvazi döneminde burjuvaların ve kapitalizm döneminde kapitalistlerin hayat tarzıdır. Hangi dönemi ele alırsak alalım dünya sözcüğü hepsine uyar. Amacı şahsi ihtiyaçları karşılamak, başkaları karşısında imtiyaz sahibi olmak, başkaları üzerinde üstünlük sağlamak ve başkalarına karşı övünmek olan bencil, bireysel ve tüketici bütün eğilimler ve değerler, dünyevi değerler ve dünyevi hayat tarzıdır. Bunu şekli ister feodalite ister burjuvazi isterse kapitalizm olsun.
Kanaat ya da dünyadan el etek çekme acaba genç neslin ve halkın zihninde neyi çağrıştırıyor? Yine o bildik minberleri çağrıştırıyor ki;bir adam gelir ve dünya için daha fazla para almak amacıyla, bir ay boyunca dünyaya meyletmemekten bahseder.
iktisadi fakirlik ister istemez bireyi ve toplumu siyasi ”köle ” yapar!
Dünya bize dokunduktan sonra kokar.
İslam’da zenginin aleyhine ve çilekeşin lehine bir hüküm olduğunda ve bunu da başka türlü yorumlamak mümkün olmadığında geriye tek şey kalıyor, o da hükmü unutmak, hatta hiçbir şekilde söz konusu etmemek.
Allah’ın Resulü bir kul gibi oturur. Bir kul gibi yer ve bir kul olduğunu bildirirdi.
Bu hayatta kendine bir rol biçmeyen kimse, hayatın kendisine biçtiği rolü yaşamaya mahkûmdur.
Öyle kimseler vardır ki bütün insanî ilişkileri, dostlukları, düşmanlıkları ve hatta evlilikleri para esasına dayalıdır. Bugün insanlann para için eşlerinin anneleri ile dahi evlendiklerini görmüyor muyuz? Bütün bunlar para için değil mi? Yani insan dünyada sahip olduğu en kutsal ilişkiyi bakın hangi esasa dayandırmaktadır. Ortada ne sevgi var ne aşk ne değer denen bir şey var. Sadece bir miktar para ya dâ örnğin eşinin akraba ve sülalesinin konum ve çokluğu. Böyle bir hesp içinde olan bir kimse, hayvanî içgüdülere dahi sahip olamaz. Zira o içgüdü dahi, bu maddî kazanca dayalı ilişkiden daha kutsaldır. (Evliliği bir kazanç aracı kıldılar). Erkek bir eşek dahi, dişi eşeğin sırtında taşıdığ bir yükü elde etmek için onunla ilişkiye geçmez. Bu durumda bir insan bu seviyeye kadar alçalınca, eşekten de daha aşağılık olmaktadır.
Bazen insanın kapitalizmin kuyusunda Yusuf gibi hapsolmuş vicdanı feryat eder, sahibini uyandırır ve onu kurtarmak ister.
Eğer ilk olarak “dünyaya meyletmemek”ten bahsedersem, yeni bir şey söylemek istediğimi anlayamazlar ve “ dünyaya meyletmeyen mollalar”dan (!) bahsettiğimi sanırlar
Sonradan ilahi adalet diye adaleti göklere çıkardılar ki, yeryüzünde ondan söz edilmesin.
Bazen insanın kapitalizmin kuyusunda Yusuf gibi hapsolmuş vicdanı feryat eder, sahibini uyandırır ve onu kurtarmak ister. Kurtarıyor kurtarmasına ve artık kendisini yetiştirmeye fırsatı kalmadı. Zira insanın yetişmesi, olgunlaşması hem fırsat hem de zaman ister. Ama o, zamanında bu fırsatı elinden kaçırdı. Kurtulduğu bi lr gerçek, ancak ömrünün sonlarına doğru hapisten çıkmış bir adam gibi artık okuma ve eğitim görme imkânı kalmamıştır.
Sonradan ilahi adalet diye adaleti göklere çıkardılar ki, yeryüzünde ondan söz edilmesin.
Sonradan İlahi adalet diye adaleti göklere çıkardılar ki, yeryüzünde ondan söz edilmesin.
Sonradan ilahi adalet diye adaleti göklere çıkardılar ki, yeryüzünde ondan söz edilmesin.
Bizler tıpkı başına bir damla su damladığında , başında tufanlar koptuğunu sanan bir güve gibiyiz.
Eğer yeryüzündeki bütün toplumlar tevhide ve insanın kurtuluşuna dayalı bir ekole sahip olsalardı ve bu ekolün bilincinde olsalardı ve buna karşılık sorumluluk ve aşk bilinci taşısalardı devrimci züht ve sorumlu takva bilinci ile yüce insani değerleri benliklerine hakim kılsalardı , ilahi yeteneklerini keşf etselerdi ve herkes Allahın halifesi ve halkın imamı olarak kendisini şahit ve sorumlu kılsaydı , kapanmış bulunan varlık , mutluluk ve bereket kapıları yerden ve gökten onlara açardık
İnsan , bataklığın , zorlukların içinde mücadele ederek adam olmalı.Yoksa rahatlığın içinde , her şeyin güllük gülüstanlık olduğu bir yerde adam olunmaz.
Biz müslümanlar çalışıp üretmezsek , makine üretip fabrika kurmazsak , piyasanın en aşağı ve geri kalmış aristokratları haline geliriz.
Sen maldan lezzet almıyorsun ve tüm derdin ve tasan , daima hesap yapmak , kasaya ve
ambara yığmak.Bu şekilde alçalırsın.O derece küçülür ve hakir olursun ki her zaman sadece sahip olduğun varlık çoğalır.
Oysa benliğin alçaldıkca azalır.İşte bunu İslam kabul etmez.
Bizim aydınımız idealler , ülküler ve kavramlar , İslam ve din yolunda kullanılınca , bunları anlamadan reddediyor , alaya alıyor ve hakaret ediyor.Zira dindarlara ve dindar sınıfa olan nefretinden dolayı bu kavramların aynı bir şey olması gerektiğini fark edemiyor.Zamanla bu kavramlar Avrupaya gidiyor daha sonra farklı bir ideoloji biçiminde aynı yolla bize geri dönüyor.O zaman da yeni bir şey , bir moda ve harekete geçiren yeni bir etkenmiş gibi herkesi peşinden sürüklüyor
İslam şöyle der : Bir toplumun değişimi , insanlar kendilerini değiştirmedikçe , mümkün değildir.
Hz.Ali sınıfsal bir yapılaşmaya karşı çıkmak amacıyla mal yığmaya karşı mücadele yolunda riyazete , kanaate ve dünyadan yüz çevirmeye vurgu yapardı.Bu mücadele yeni bir şey değil ki Marksistler’den öğrenmiş olalım.Aksine Marksistler bunu İslam’dan ve dinden yeni öğreniyorlar.
Bir kuruş para onların imamı, kağıt para peygamberleri ve çek Kuran’ları idi.
İktisadi fakirlik ister istemez bireyi ve toplumu siyasi köle yapar. Bu nedenle Kuran daima şu konulara vurdu yapar: Ben ekmek aramayı sizin için kulluğun bir parçası olarak yazarım.
Bu Müslümanlar dünyadan el etek çektiklerinden, gayri müslimler dünyayı yağmaladığından, insanların alın yazısı ve geleceği, ekonomik gücü kendinde barındıranların elinde bulunduğundan; ister istemez Müslümanların insani ve fikri gelecekleri başkalarının inisiyatifinde oluyor.
Bu dünyadan el etek çekme öyle bir sonuç doğuruyor ki; ilahi nimetler ve memleket nimetleri gibi bütün nimetler züğürtlere, haylazlara, murdarlara ve gayri müslimlere kalıyor.
Bazen insanın kapitalizmin kuyusunda Yusuf gibi hapsolmuş vicdanı feryat eder, sahibini uyandırır ve onu kurtarmak ister.
Alın yazımızı ve sosyal sistemimizi oluşturan etken kendi kararımızdır.
Reddettim, kabul etmiyorum ” gibi laflar seni kör ve cahil olmaktan kurtarmaz!
Dünyanın herhangi bir yerinde yoksul bir toplumda ya da Ortadoğu ve Afrika’da yaşayan Müslümanlar neden fakir olsunlar ve dünyadan el etek çeksinler? Neden müreffeh bir hayata, teknolojiye ve maddiyata önem vermesinler? Yani neden ekonomi, üretim, tüketim, dağıtım tamamen Avrupalı kapitalistlerin, Rusların ve Amerikalıların elinde olsun?Neden biz onların vereceği kumanyaya muhtaç olalım ve basit bir iğne için dahi onlara avuç açalım
Öyle takvalı şahsiyetlerimiz var ki . Maşallah maşallah, çok iyi! Ancak bunlar ne ‘yaparlar? Hiçbir şey! Kötü iş yapmazlar, peki iyi iş? Hiçbir şey!
Yenilgi ve başarısızlık, insanın dikkatini yüzeysel başarılarından, içsel zaaflarına yöneltir.
Toplumların genelinde ister Doğu olsun, ister Batı olsun doğal bir biçimde erkekler bedenlerini kadınlardan daha az teşhir ederler. Erkekler buna neden daha az ihtiyaç duyarlar sanırsınız? Çünkü sosyal sistem öyle bir biçimdeydi ki erkekler kadınlardan daha fazla insani gelişim ve beden dışı değerler kazanmaya muvaffak olurlar. Dolayısıyla varlıklarını ortaya koymak için bedenlerine ihtiyaçları kalmadı.
Doğru dürüst bir ekonomiye sahip olmayan toplumlar seviyeli bir kültüre de sahip olamazlar. Böyle bir toplumda ahlâkî değerler de çöker.
Bir toplumun değişimi, insanlar kendilerini değiştirmedikçe mümkün değildir. ”Nefislerdeki ” değişmedikçe ”kavmin ” değişmesi mümkün olmaz.
Herşeyin güllük gülistanlık olduğu bir yerde adam olunmaz.
Biz Müslümanlar çalışıp üretmezsek, makine üretip fabrika kurmazsak piyasanın en aşağı ve geri kalmış aristokratları haline geliriz. Sonra da üretim, ekonomi, sermayedarlık ve bütün maddî imkânlar düşmamızın eline geçer. Fikir sahibi, inanç sahibi ve dindar kimse ise toplumun bütün maddî ve ekonomik imkânlarından mahrum kalacak. Hâlbuki bu sistemde Müslümanlar ne kadar çok maddî imkânlara sahip olurlarsa, diğerlerine karşı o kadar güç elde ederler.
Sonradan ilahi adalet diye adaleti göklere çıkardılar ki, yeryüzünde ondan söz edilmesin.
Denilir ki oruç, insanlar açlığı hissetsinler, kavrasınlar diye emredildi.
Ancak bizim müşahade ettiğimiz, yılın tüm vitamin eksikliği ramazan ayında telafi ediliyor.
Bu ne biçim açlık. Allah’ı mı kandırıyorsunuz? Bu dinle alay etmektir. Çalışmayan, iş yapmayan bir adam neyin orucunu tutar?
Orucun ne olduğunu anlayamaz.
Onun yaptığı bir rejim değişikliğidir. Bunda minnet edecek bir durum yok. Onun cinsinin değişmesi lazım.
Biz Müslümanlardan herhangi birimiz bir gece bu şehrin bu güneyinde bizden iki kilometlere mesafede bulunan, üstelik bundan daha muttaki, itikadı daha güçlü olan, din kardeşimiz olan Müslümanın yanına gidebilsek ve eğer kendisinin bir ömür boyu yaşadığı ve çocuklarını büyüttüğü yerde bir gece onun yanında yatabilsek; bir gece çocuklarımızla onların sofrasına gidip beraber otursak; o zaman, “kardeşlik” nedir kavrar ve hissederiz.
Yoksa eğer Süleymaniye’de yaşayan o adam ile aramızdaki iki kilometrelik mesafeyi korursam, sonra kalkıp din kardeşliğinden söz etsem; bu, sadece lafta kalır. İstersem bir yığın ayet söyleyeyim, ardından şiir okuyayım, onun da ardından hadis söyleyeyim, sosyolojik konularda tahliller yapayım. Bunlar boş sözlerdir. Bunlar konuşma sanatıdır, sosyal gerçeklerle bir ilgisi yoktur.
Bu hayatta kendine bir rol biçmeyen kimse, hayatın kendisine biçtiği rolü yaşamaya mahkumdur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir