İçeriğe geç

İslam ve Kadın Kitap Alıntıları – Caner Taslaman

Caner Taslaman kitaplarından İslam ve Kadın kitap alıntıları sizlerle…

İslam ve Kadın Kitap Alıntıları

Bu dünya gibi ahiret tasvirlerini de erkek merkezli yapmak isteyenler, istedikleri malzemeyi Kuran’da bulamayınca, bu algıyı uydurma hadislerle oluşturmaya çalışmışlardır.
Kuran’da bahsedilen hurilerin, Cennet’e girecek insanların arkadaşları, hizmetçileri veya rehberleri gibi bir vazifeleri olabileceğini de düşünmek pekala mümkünken, neden onların “cinsel partner” olduğunda ısrar edilmektedir?
Kuran’ın ahireti kesitlerle anlatması demek, ahiretle ilgili birçok detayın verilmemiş olması demektir.
Kuran’da anlatılmayan detaylar hakkında “Bilmiyoruz” demeyi bilmeliyiz.
Kuran hiçbir şekilde özgür bir kişiyi köleleştirmeye cevaz vermemiştir. Fakat ne yazık ki İslam dünyasında fethedilen yerlerdeki insanlar Müslümanlarca köleleştirilmişlerdir.
Kısacası yirmi yaşındaki bir delikanlının doksan yaşında bir kadınla evlenmesinin “yasaklanmamış” kategorisinde olmasından ve dünyanın hemen her sisteminde bu tip bir evliliğin kanunen yasak olmamasından dolayı, İslam ve dünyanın hukuk sistemleri eleştirilemeyeceği gibi çok eşliliğin benzer şekilde “yasaklanmamış” kategorisinde olmasından dolayı da İslam’a bir eleştiri getirilemez.
Kişi, özgürce baskıya uğramadan yanlış kararlar da alabilir, bunlara karşı çıkabiliriz ama haram olduklarını söyleyemeyiz.
Bu durumda bir kadın, daha çok beğendiği bir kişiyle çok eşlilik yaşamak ve daha az beğendiği kişinin tek eşi olmak gibi şıkların da arasında kalabilmektedir. Bu iki şıkkın arasında kalan birçok kadının daha çok beğendiği kişiyle çok eşlilik yaşamaktan yana tercih kullandığı açıktır.
Kuran, çok geniş bir zaman dilimine, çok farklı kültürlere, farklı iklimlere, farklı sosyal yapılara inmiş bir kitaptır. 7. yüz- yılda olduğu gibi 21. yüzyılda da uygulanacaktır, tarım toplumlarında olduğu gibi modern sanayi toplumlarında da uygulanacaktır, geniş ailelerde olduğu gibi çekirdek ailelerde de uygulanacaktır, savaş dönemlerinde olduğu gibi barış dönemlerinde de uygulanacaktır… Kuran’ın bu kadar farklı zamanlara ve ortamlara uymasını sağlayan en önemli unsurlardan bir tanesi yasaklanmayanlar dairesinin genişliğidir.
Çok eşlilik, emir veya günah olmadığı gibi tavsiye de değildir, kişiler bu uygulamayı beğenebilir veya beğenmeyebilir
Peygamberimizin hayatını anlatan hiçbir siyer anlatımında, Peygamberimizin evlilikleriyle ilgili birçok detay anlatılmış olmasına rağmen, eşlerini dövdüğüyle ilgili bir anlatımın olmadığını da eklemeliyiz.
Peygamberimizin döneminde dini kaynak olarak bir tek Kuran yazıya geçirilmiştir. Peygamberimizin, şahsi sözlerinin yazdırılmasına karşı çıktığı, hadisçiler tarafından bile kabul edilmektedir. Müslim ve Ebu Davud’da aktarılan bir hadise göre Peygamberimiz şöyle demiştir:
Benim ağzımdan bir şey yazmayın. Kim Kuran dışında benim ağzımdan bir şey yazarsa, onu imha etsin. Ancak yazmaksızın benden dilediğinizi rivayet edin, sakıncası yoktur. Kim benim adıma yalan uydurursa, Cehennem’deki yerine hazırlansın.
Bu dünyada kadınlar da erkekler gibi bir imtihan vermektedirler; imtihanın önemli bir şartıysa kişinin iradesiyle karar vermesi ve ondan mesul olmasıdır.
zira Kuran’da, kadın-erkek ayrımı yapılmadan tüm insanlara gezmeleri ve dünyayı görmeleri söylenmiştir.
Ne gelenek ne de modernite adına dine bir şey eklemek veya dinden bir şey atmak kabul edilebilir. Kuran’ı, gelenek ve modernite üstü otorite olarak kabul etmek, aslında, Allah’ın otoritesini, insanların oluşturduğu geleneğin ve modernitenin otoritesinin üstünde kabul etmek demektir. Zihnimizi, gelenek ve modernitenin oluşturduğu önyargılardan sıyırarak, İslam ile ilgili meselelerde Kuran’a yüksek bir güvenle yönelmek zorundayız.
Allah, Kuran’da, insanların kendi kafalarına göre helal-haram uydurmalarını açıkça kınamaktadır.
Fıkıh hükümleri, neden kadını aşağılayan, haklarından soyutlayan ve erkeklere köleleştiren şekilde yazılmıştır?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Peygamberimizden sonra yaşanan süreçte, Müslüman kadınların hakları yavaş yavaş ellerinden alındı ve dört duvar arasında, kocalarını memnun etmek için yaşamaları gerektiğine dair anlayış yaygınlaştı.
Kadınları eve hapsetmenin, camilere gitmelerini ve toplu ibadetlere katılmalarını engellemenin İslam ile alakasının olmadığı çok açıktır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir insanın olaylar karşısında nasıl reaksiyon vereceği dünyadaki imtihanının bir parçasıdır.
Kadınları camilerden ve toplu ibadetlerden uzak tutmaya çalışan zihniyetin Kuran’daki hiçbir ifadeden destek bulması mümkün değildir
gelenekleri veya tarihin belli bir dönemindeki şartlardan kaynaklanan tarihsel uygulamaları, bütün ümmeti her çağda bağlayan dini hükümlere çevirmek büyük bir yanlıştır. Kadınlar, erkekler gibi, istedikleri yere istedikleri zaman gitme özgürlüğüne sahiptirler.
Kuran’ın ifadeleri, yöneticiliğin erkeğe veya kadına verilmesini değil fakat ehline verilmesini gerektirir.
Kuran’da kadınların yönetici olmamalarını gerektiren bir tek hüküm, hatta en ufak bir ima bile bulunmamaktadır. Bilakis Kuran, Sebe Melikesi’nden övgü ile bahseder ve ne kadar basiretli bir yönetici olduğunu anlatır.
Kadınların hayatın en zor şartlarında erkeklerle beraber çabalayıp mücadele ettikleri, Kuran tarafından onaylanmaktadır. Kuran’ın kadının hayatın her yerinde aktif biçimde rol almasını engellemediği ve kadın-erkek ayrımı yapmadığı açıktır.
Bu zihniyet yüzünden, örneğin yakın dönemde Afganistan’da, İslam adına kadınlara eğitim yasaklanmıştır. Oysa hem Kuran’ın ifadelerinden hem de Peygamberimizin uygulamalarından eğitimin tüm müminler için gerekli olduğunu anlıyoruz.
Tehlikeli” ve “günaha meyilli” bir yaratılışı olduğu kabul edilen kadınlar, “şeytanın insan ruhuna giriş kapısı” olarak tanımlanmış ve şeytanlaştırılmışlardır.

Bu yaklaşımın Kuran’ın öğretileri ile uzaktan yakından hiçbir alakasının olmadığını Kuran’ı okuyanlar hemen fark edecektir. Zira Allah, Kuran’da hiç kimseyi cinsiyetine bağlı olarak şeytanla işbirliği içinde olarak tanımlamamakta, tam tersine, inananları cinsiyetine bakmadan takvalarına göre ödüllendireceğini söylemektedir.

Gazali, hiç şüphesiz, dünya felsefe tarihinin en önemli isimlerindendir. Tehafütü’l Felasife adlı çalışmasında ortaya koyduğu argümanlar (hudus delili olarak anılan kozmolojik delil gibi), bir dehanın eseridir. Fakat o da, kendisinden yüzlerce yıl önce yaşayıp kadınları erkeğin deforme hali olarak gören Aristoteles ve kendisinden yüzlerce yıl sonra yaşayıp kadınların yanına kırbaçla gitmeyi tavsiye eden Nietzsche gibi filozoflara benzer şekilde, kadınları aşağılamaktan geri durmamıştır.
Kuran’da, kadınların aktif olarak hayatta yer almalarıyla ilgili en ufak bir sınırlama yoktur. Ayrıca aktardığımız tarihi kaynaklar incelendiğinde ilk dönem Müslüman kadınların sosyal hayatta aktif olduklarına, eğitim aldıklarına, kendi dönemlerinin mevcut birçok işinde çalıştıklarına ve erkeklerle birlikte hareket ettiklerine dair birçok hadisin olduğu görülmektedir. Oysa günümüzde birçok kişi “İslam” adına; kadınların eğitim haklarını kısıtlamakta, yöneticilik hakkı tanımamakta, erkeklerle beraber olmaları gereken alanlardan, iş kollarından ve dolayısıyla kamusal alandan dışlamaktadırlar.
Bu dönemde hiç kimse Hz. Ayşe’ye, İslam’ın halifesine karşı gelirken “Neden evinin dört duvarından çıkıp buralara geldin” veya “Neden erkeklerle konuşuyorsun” diye sormamış, tam tersine yüzlerce erkek onun emri altında savaşmışlardır. Bir sözüyle devlet yönetimini etkileyebilen, ordu toplayıp başkaldıran çok az kadın olmuştur. Bu örnek aslında kadınların o dönemde ne kadar aktif ve sözü dinlenen kişiler olabildiklerini göstermektedir.
Peygamberimizin kadınlar ile fikir alışverişinde bulunduğu ve kimi zaman onların dediği doğrultusunda hareket ettiği de yine kaynaklarda mevcuttur.
Peygamberimizin dönemindeki kadınların, o dönemde yapılması mümkün olup da içinde olmadığı bir iş alanı yoktu. O dönemin kadınları her alanda çalışır, erkeklerden köşe bucak kaçmazlardı.
Kuran’da, aktif olarak hayatta yer alan kadın imajına karşı hiçbir ifadenin olmadığını özellikle belirtmeliyiz.
Peygamberimiz ve hemen sonraki dört halife döneminde; iş kadınlarından şair kadınlara, hukukçu kadınlardan dini alanda liderlik yapan kadınlara, hatta savaşçı kadınlara bile rastlamak olağandışı değildi.
5. yüzyılda toplanan Makon Konsili’nde, kadının ruhunun olup olmadığının tartışılmış olması da enteresan bir tarihsel vakadır.
Medeniyetin beşiği olarak görülen Atina’da kadınların tüm hayatları toplumdan yalıtılmış şekilde evlerinin sınırları içinde babalarının, kocalarının ya da erkek çocuklarının kontrolü altında geçerdi.
Erkeklerin üstün duruma geçmeye başlaması insanların yerleşik düzene geçmeye başlamasıyla düz orantılıdır. Bu yeni düzende savaşabilen, güvenlik ve koruma sağlayan erkek, yavaş yavaş daha üstün konuma geçmeye başlamıştır.
İşin doğrusu kadınlar aleyhine tarih boyunca görülen eşitsiz durum, günümüzde de tam manasıyla giderilmiş değildir; dünyanın birçok yerinde kadınlar halen erkeklerin gölgesi altında yaşamakta, babalarının veya kocalarının kontrolünden çıkamamakta, gelişmiş olarak kabul ettiğimiz birçok ülkede bile sırf cinsiyetlerinden dolayı erkeklerden daha az maaş almakta, iş güvenliği gibi hakları erkeklere kıyasla çok daha az karşılanmakta, ortaya koydukları emeğe karşılık daha az mülk sahibi olmaktadırlar.
Kadını ontolojik yapısı gereği saptırıcı ve kontrol edilmesi gereken bir varlık olarak sunan bu inancın Kuran’a dayanan bir kökeni yoktur. Kuran, akletme konusunda erkek ve kadınların eşit olduklarını kabul eder. Kuran’a göre insanlar cinsiyetlerine göre değil, takvalarına -Allah’a olan yakınlıklarına- göre değer kazanmaktadırlar.
İslam inancında “miras günah” öğretisi olmadığı için, ilk günahı herhangi bir cinsin işlemesiyle, o cinsin saptırıcılığı miras olarak kendi cinsine devrettiğini söylemek de mümkün değildir.
Kuran metninin ilk günahın sorumluluğunu sadece kadına yüklemeye çalışan anlayışa tamamen kapalı olduğu gözükmektedir.
Kuran, ilk günahtan bahsederken hiçbir zaman sadece kadına (Havva) atıf yaparak bu günahı aktarmaz.
Kuran, bundan sonraki başlıkta daha detaylı şekilde göreceğimiz gibi, erkek ve kadının aynı özden (nefsi vahide) yaratıldıklarını söyler. Bunun dışında kadının “erkekten yaratılmış” olduğunu ifade veya ima eden bir tek Kuran ayeti bile mevcut değildir. Kuran’da Havva’nın Adem’den yaratıldığı iddiası bulunmadığı gibi dahası “Havva” ismi bile geçmemektedir.
Kadının yaratılışıyla ilgili anlatımlar, kadın hakkındaki olumsuz algının oluşmasında anahtar rol oynamaktadır.
Kuran’da, kadının erkek için yaratıldığını da ifade veya ima eden bir tek ayet bulunmaz. Tüm insanların, kadın erkek ayrımı olmaksızın Allah’la bağlantılı bir sebep için yaratıldıkları söylenir.
Gazali, hiç şüphesiz, dünya felsefe tarihinin en önemli isimlerindendir. Tehafütü’l Felasife adlı çalışmasında ortaya koyduğu argümanlar (hudus delili olarak anılan kozmolojik delil gibi), bir dehanın eseridir. Fakat o da, kendisinden yüzlerce yıl önce yaşayıp kadınları erkeğin deforme hali olarak gören Aristoteles ve kendisinden yüzlerce yıl sonra yaşayıp kadınların yanına kırbaçla gitmeyi tavsiye eden Nietzsche gibi filozoflara benzer şekilde, kadınları aşağılamaktan geri durmamıştır. Onun görüşlerinin İslam ile karıştırılması ise yol açtığı zararın, kadın düşmanı bu filozoflardan çok daha yüksek olmasına yol açmıştır.
Kimse kendi beklentilerini dini bir emir olarak sunamaz.
Kuran’a göre kadın, erkekten yaratılmamıştır ve her iki cins de aynı kökten yaratılmıştır.
Kadınlar için olumsuz bir tablonun hakim olduğu zaman ve
yerde vahyedilen Kuran, kadınların hak ve özgürlüklerini, kişisel
tercihten ve belli bir sınıfa ait olmaktan çıkararak, dini ve hukuki
boyutta garanti altına almış, toplumun hangi sınıfından gelirse
gelsinler tüm kadınları özgürleştirmiş ve erkeğin adeta kölesi oldukları bir konumdan çıkarmıştır. Bu, çok büyük bir devrimdir.
Bugün Kuran’ı elimize alarak,akla ve fıtrata uygunluğu da gözeterek din olanı gelenekten ayırmak zorundayız
Ayrıca Kuran’ın suskun kaldığı konuları, ki biz bunlara bilinçli suskunluklar diyoruz, kişilerin özgürce doldurma hürriyetlerinin olduğu bilinmelidir.
Bugün Kuran’ı elimize alarak, akla ve fıtrata uygunluğu da gözeterek din olanı gelenekten ayırmak zorundayız. Uydurma olan izahları bu kriterlerle eledikten sonra, tarih boyunca yapılmış Kuran yorumlarını da bu kriterler çerçevesinde değerlendirmeliyiz. Zira Kuran İlahi olmasına rağmen tarihsel süreçte yapılmış Kuran yorumlarının hiçbiri İlahi değildir.
Tevbe Suresi 72. Ayette denildiği gibi Allah’ın rızasının tüm Cennet nimetlerinin üstünde olduğunu da hep aklımızda tutmalıyız.
Kuran’da anlatılmayan detaylar hakkında bilmiyoruz demeyi bilmeliyiz.
Rivayet edilen başka bir hadiste de kocasını razı eden her kadının Cennet’e gireceği söylenmektedir.

Kendisinden kocası razı olduğu halde ölen her (Müslüman) kadın Cennet’e girer.

Kuran’ın sunduğu dinde temel gaye Allah’ı razı etmek iken, uydurulan dinde kadının kocasını razı etmesi de Cennet’e giden yolda önemli bir hedef olarak sunulmaktadır. Bu mantığı savunanlara göre kadın, takası veya imanı zayıf olsa da, kocasını memnun ederse Cennet’i garantileyecektir. Oysa Kuran’ın inşa ettiği zihin yapısına göre ister kadın olsun ister erkek olsun, her insanın en önemli vazifesi Allah’ı razı etmektir. Kocayı razı etme , kocanın hakkını ödemek gibi kavramlar Kuran’da yoktur. Kuran’da inanlara ; hak yememeleri, kimseyi aldatmamaları, ana babaya iyi davranmaları ve adaletli olmaları gibi uyarılarda bulunulmaktadır ama hiçbir yerde bir kocanın karısı üzerindeki hakkından bahsedilmemektedir. Kuran’da, bir kulun başka bir kulu razı ederek Cennet’e gireceği gibi bir ifadeye rastlanmaz. Uydurma hadislerdeki bu söylemi; ne Kuran, ne akıl, ne de fıtrat ile savunmanın imkanı vardır.

Kadınları camilerden ve toplu ibadetlerden uzak tutmaya çalışan zihniyetin Kuran’daki hiçbir ifadeden destek bulması mümkün değildir. Zaten tarihi kaynaklara baktığımızda Medine’de inşa edilen büyük camide, kadın-erkek tüm insanların toplanıp beraber ibadet ettiklerini görüyoruz. O dönemde cami; hem dinin, hem eğitimin, hem de sosyal hayatın merkezi durumundaydı. Kadınlar bayram namazlarına, Cuma namazlarına, vakit namazlarına ve topluca yapılan tüm ibadetlere erkeklerle beraber katılır, Peygamberimizin vaazlarını dinler ve buralardaki tartışmalara katılıp dini konularda görüş ifade ederlerdi. Bu hususlarda, kadın ve erkek ayrımı yoktu.
En meşhur altı hadis koleksiyonu olan kütüb-ü sitte İslam’ın üçüncü asrında yani Abbasi döneminde yazılmıştır. Peygamberimizden yüzlerce yıl sonra yazıya geçen hadislerin ne kadarının gerçek ne kadarının uydurma olduğunu belirlemek imkansızdır. Bu zaman zarfında, özellikle Yahudi ve Hristiyan toplumlarından aktarılan efsane, kıssa, olay, ibadet ve bilgileri ifade eden İsrailiyat ve Messihhiyet, kadınlarla ilgili aktarılan uydurma hadislerin oluşumunda etkili olmuştur. Zira Peygamberimizin vefatından kısa bir süre sonra İslam dini, Yahudi ve Hristiyanların da yaşadığı geniş bir alana yayılmış, bu dinlerden İslam’a geçenler, kendi dinlerinin uydurmalarının bir kısmını, hadis kitapları aracılığıyla İslam’a taşımışlardır.
İlk Türkçe öğüt kitabı olan Kutadgu Bilig’de kız çocukları ile ilgili Dostum sana kesin sözümü söyleyeyim, kız çocuğu hiç olmasa, doğarsa yaşamasa iyi olur diye yazılmıştır.
Gazali ile aynı dönemde yaşamış Büyük Selçuklu Devleti’nin veziri ve Siyasetmane adlı kitabın yazarı olan ünlü devlet adamı ve siyaset bilimci Nizamülmülk (1018-1092) de kadınlar için Çünkü onlar peçelidir ve tam zekadan yoksundurlar. demiştir.
Gazali, İhyau Ulumi’d Din adlı meşhur eserinde Müslüman kadının görevlerini şöyle sıralanmıştır:

Evin derinliğinde oturmalı. İğini elinden bırakmamalı. Çok girip çıkmamalı. Komşularıyla az konuşmalı. Ancak gerektiği zaman onlara gitmeli. Kocası evde olmadığı zaman, onun namusunu ve malını korumalı. Bütün işlerinde kocasını secindşrmeyi düşünmeli. Nefsinde ve kocasının malında kocasına ihanet etmemeli. Onun evinden ancak onun izniyle çıkmalı. Eğer onun izniyle çıkarsa güzelliklerini yırtık pırtık bir kıyafet içinde gizlemeli. Çarşı ve pazarlardan geçmeyi değil, tenha yolları seçmeli. Yabancı bir kimseye sesini duyurmaktan sakınmalı, ihtiyaçlarını temin etmek için kocasının dostuna kendisini tanımamalı. Kensini tanıdığı brua kendisinin tanıdığı zannettiği bir kimseye kendisini tanıtmayacak bir şekilde davranmalı. Namazına, orucuna yönelmeli. Kapıya gelen kocasının bir dostu izin istediği zaman, kocası hazır olmadığı takdirde kapıda onlara kim olduklarını dahi sormamalı ve onlarla karşılıklı konuşmaya girişmemeli. Bütün bunları kendi nefsi ve kocasının şerefi için yapmalı.

Selçuklu devrinin etkili İslam düşünürlerinden olan İmam Gazali’nin (1058-1111) kadınlar hakkındaki fikirleri, ilerleyen yıllarda kadınlar aleyhine oluşmuş olan bozulmaya gözler önüne sermektedir. Ona göre toplum, ancak erkek üstünlüğünü teşvik edecek kurumlar vasıtasıyla ayakta kalabileceğinden, erkeklerin sosyal ve dini vazifelerini yerine getirmelerini engelleyen kadınlar kontrol edilmeli ve tamamen erkeklerin erkeklerin emrinde olmalıdırlar. Aynı zamanda kadınların şeytani vasıfları taşıdığını ve Müslüman toplum için en yıkıcı etken olduklarını savunmuş, toplumun iyiliği için kadınlar ile erkeklerin birbirinden uzak tutulmasının gerekliliğini belirtmiştir. Zira evli olmayan bir adam ile bir kadın yalnız kalırlarsa arkadaşları şeytan olacağından fitne kaçınılmazdır.
Müslümanlar için bazı yönlerden Altın Çağ olarak bilinen Abbasi dönemi kadınlar için Altın Çağ olmamış, genelde kadınlarla ilgili kısıtlamaların arttığı bir dönem olmuştur.
6. yy’da toplanan Makon Konsili’nde, kadının ruhunun olup olmadığının tartışılmış olması da enteresan bir tarihsel vakadır.
Kadının erkekten ve erkek için yaratıldığını söyleyerek, kadının erkeğe tabi olmasını dini bir ibadet olarak sunan anlayışın Kuran’la açıkça çeliştiği anlaşılmaktadır.
Allah, kadınla erkeğin, aynı kaynaktan (nefsi vahide) yaratıldıklarını Kuran’a açıkça ifade etmektedir.
Yani Kuran’ın bütününe baktığımızda kadının erkek için yaratıldığı iddiasını destekleyecek bir ifade olmadığı gibi bu görüş, İslam dini açısından en büyük günah kabul edilen şirk e kadar uzanabilecek tehlikeli bir yapıyı içinde barındırabilir. Zira ne kadın, erkek için ne de erkek kadın için vardır fakat her iki cins de Allah’ın yaratması sayesinde ve de sadece Allah için vardırlar.
Geleneği doğruyla eşitlemek kadar, modern dönemde hakim olan anlayışları da doğruyla eşitlemek hatadır. Ne gelenek ne de modernite adına dine bir şey eklemek veya dinden bir şey atmak kabul edilebilir.
Kuran’da, anne-baba hakkını gözetmek geçerken, bir kadının hasta anne-babasını kocasından izin almadan ziyaret edemeyeceğini söyleyen hadisin uydurma olduğu bellidir
Kuran’da anlatılmayan detaylar hakkında “Bilmiyoruz” demeyi bilmeliyiz. Hurilerin cinsel tatminle ilgili bir fonksiyonları varsa bile, mevcut Kuran ayetlerinden hareketle bunun söylenmesi mümkün gözükmemektedir.
Kuran’da bahsedilen hurilerin, Cennet’e girecek insanların arkadaşları, hizmetçileri veya rehberleri gibi bir vazifeleri olabileceğini de düşünmek pekala mümkünken, neden onların “cinsel partner” olduğunda ısrar edilmektedir?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir