İçeriğe geç

İslam Medeniyeti Tarihi Kitap Alıntıları – İbrahim Sarıçam

İbrahim Sarıçam kitaplarından İslam Medeniyeti Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

İslam Medeniyeti Tarihi Kitap Alıntıları

Şehir ruhu, kalbi olan yaşayan varlıktır Şehir bizimle anlamlı hale geldiği gibi biz de kendimizi onunla anlamlandırırız
Hz. Peygamber’in Ramazan bayramlarında musallaya çıkmadan önce hurma yeme âdeti bayramlarda tatlı ikramı geleneğini doğurmuştur.
Gemiyi delecek herkese karşı teyakkuzda olma ve güzel ahlaka karşı sorumluluk sahibi olma. Bana dokunmayan yılan söylemi yerine eliyle, diliyle veya sözüyle karşı koyma düsturunu edinme..
Ahiyân-i Rum denen erkek ahilerin altı ilkesi; Eline dikkat et,diline dikkat et, beline dikkat et, elini açık tut,kapını açık tut, sofranı açık tut.
Bâcıyan-ı Rûm denen kadın ahilerin üç ilkesi vardır ki şunlardır: Işine dikkat et,aşına dikkat et ve eşine dikkat et.
Cahız, Lamark ve Darwin’den on asır önce onların tekamül nazariyelerinden daha mükemmel ve idealist bir görüş ortaya koymuştur.Çevrenin tekamülde büyük rol oynadığını, tabiatta doğal bir seleksiyon olduğunu ifade etmiştir. Darwin’in maddeci materyalist ve mekanik tekamül görüşüne karşı idealist bir görüş ortaya atmıştır. Tekamülün sebebi bizzat Allah’tır.Tabiatta böyle bir kanunu Allah koymuştur..
Hz. Peygamber döneminde kast, sınıf ve aristokrasi gibi, verilen ya da doğuştan geldiği kabul edilen ayrıcalıklı statülerin yerini, çalışmakla kazanılan ve ehliyete dayanan statüler almıştır. İdarecilerin ve diğer görevlilerin tayininde ehil olma esas kabul edilmiştir. Hür, mevla, köle, zengin, fakir, kuvvetli, zayıf, kadın, erkek, genç, ihtiyar kim olursa olsun inanan herkese eşit muamele yapılmıştır.
Güveni ifade etmede simge hâline gelen emîn kavramı tarihî süreçte çok önemli kabul edilmiş ve kültürümüzde pek çok alanda kullanılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Matbah-ı âmire emîni: Saray mutfağının başındaki kimse.
Darphâne emîni: Para basılan yerin başındaki memur.
Şehremini: Belediye başkanına verilen unvan.
Emîn-i sarf: Mensup olduğu kuruma ait para ve eşyayı dağıtmakla görevli kimse.
Emîn-i mahzen/Emîn-i hazîne: Erzak, ilaç gibi şeyleri korumakla görevli kimse, mutemet.
Emîn-i kâdî: Kadı’nın bir hususta görevlendirdiği kimse.
Dâru’l-Funûn emîni: Üniversite rektörü.
Yed-i emîn: Anlaşmazlık konusu olan şeyin saklanması ve idaresi mahkemece kendisine verilen güvenilir kimse.
Bu unvanlarda yer verilen emîn kelimesi, şüphesiz İslâm medeniyetinde güvene verilen değeri, bahsi geçen kurumlara bakış açısını ve onlardan bireyin ve toplumun beklentisini yansıtıyordu.
Bir İngiliz seyyah, Daily News Gazetesi’nde şunları yazmıştır:
Dün bir Bulgar’ın arabasını kiralamıştım. Arabaya benimle arkadaşlarımın çantalardan, bavullardan, halılardan, kürklerden ve şallardan olma eşyamız yüklenecekti. Geceleyin üzerine uzanmak için biraz kuru ot almak için yanımıza bir Türk almıştık. Bulgar köylüsü geceleyin arabasının öküzlerini boyunduruklarından çıkararak aldı, götürdü ve arabayı yalnız bıraktı. Kendisine, araba ile birlikte bir adamın bırakılmasını ve o adamın eşyayı korumasını hatırlattım. Türk cevap vererek dedi ki: Ne gereği var efendim. Eşyanız burada haftalarca kalsa kimse elini sürmez. Ben de kabul ettim. Ertesi gün döndüğümüz zaman her şey yerli yerinde idi. Düşününüz, bütün gece buradan Türk askerleri geçiyordu. Fakat hiçbiri arabaya el uzatmayı hatırından geçirmemişti. Bunu Londra’da insanlara söyleyiniz. Sizin rüya gördüğünüzü sanırlar.
İstanbul gibi bir başkentte tüccarlar belirli zamanlarda mağazalarında bulunmadıkları, geceleyin evler önemsiz sürgülerle korunmuş olduğu hâlde bütün yıl ancak üç dört hırsızlığın olduğunu duymazsınız.
Müezzinin sesi yükseldi mi Türk, dükkânının içinde namazını kılar ya da mağazasını açık bırakarak ve genel güvenliğe dayanarak komşu camiye gider.
Türkiye’deki hamalların dürüstlüğü bizden çok yüksektir. Galata’dan gemilere her türlü eşyayı götürenler bunlardır. Fakat hiçbir vakit burada bir şey kaybolmaz.
O, Mute’ye sevk ettiği orduya verdiği talimatta çocukların öldürülmesini yasaklamıştır. Hâlbuki Mute seferi Hıristiyanlara karşı düzenlenmişti. Ordunun gittiği yer Ehl-i Kitap’ın oturduğu bir bölgeydi. Bu noktadan hareketle denebilir ki Hz. Peygamber nazarında çocuklar hangi ırka, hangi dine mensup olursa olsun, hangi coğrafyada bulunursa bulunsun canları değerlidir, korunmalıdır. Demek oluyor ki Hz. Peygamber diğer değerler gibi can güvenliğini de evrensel boyutta uygulamıştır. Çünkü can güvenliği evrensel bir değerdir.
Hz. Peygamber, hiçbir zaman kendisine duyulan güveni sarsmamıştır. Onun hicret gecesinde Hz. Âli’ye teslim ettiği emanetlerin muhtemelen müşriklere âit olduğu anlaşılmaktadır. Bu nokta çok anlamlıdır. O, muhaliflerin bile güvenini kazanma, kazandığı güveni kaybetmeme ve güvenden hiçbir şekilde taviz vermeme gayreti içindeydi. Her ortamda mal güvenliğine saygı gösteriyor ve riâyet ediyordu. Bu tutum, muhalifleri kazanma ve kazandıktan sonra onlarla kurulacak sağlıklı ilişkiler için de önemlidir.
Görülüyor ki temel kaynaklarımızda değerlerin kaynağı güvendir, yani ALLÂH güvenilirdir, güven verendir (el-Mu’min). Vahiy meleği güvenilirdir (er-Rûhu’l-Emîn). Hz. Peygamber güvenilirdir (Muhammeduni’l-Emîn). Mekke, kutsal mekân Kâbe güvenlidir (el-Beledu’l-Emîn). Mü’min, adı üzere güvenilirdir.
Ruhsal bir hastalık hâline gelmiş güvensiz, insanların birbirini aldattığı bir ortamda yalnızca kurallarla uğraşılır, onlarla yaşanır. İnsanlar daima birbirinin açığını arar, ihtiyatı elden bırakmazlar; tamamen anlaşmaların, sözleşmelerin, yazılı yazısız yaşama kurallarının ardına saklanırlar.
İslâm’ın evrensel değerlerinin hayata geçirilmesi, dünyadaki olumsuz gelişmelerin, ahlâkî çöküntünün önlenmesinde öncülük yapabilir. Bunu söylemek işin kolayına kaçmak değildir. Meselâ, Toynbee, insanın can ve mal güvenliği başta olmak üzere pek çok değerinin düşmanı olan alkolizm belâsıyla sadece İslâm’ın başa çıkabileceğini 1940’larda söylemiştir.
İslâm medeniyetinin hayata geçirdiği belli başlı değerler şunlardır: İnanç/tevhid, âile, sevgi, saygı, güven, can/mal/ırz güvenliği, özgecilik, dayanışma/yardımlaşma, doğruluk, ehliyet, adâlet, eşitlik, istişâre, hürriyet, çalışma, üretme, cömertlik/ihsan, infak, dostluk/arkadaşlık, cesaret/şecaat, merhamet, iyilik duygusu, haklar, affedicilik, sabır, tevekkül, hoşgörü, barış, edep/hayâ, tevazu Hz. Peygamber bu değerleri işlemiş, bizzat kendisi yaşayarak ve uygulayarak çevresine örnek olmuştur.
Değerler sistemi medeniyetler arası ilişkilerde önemli rol üstlenir. Toplum, öteki medeniyetlerden alacağı unsurlara değerler sisteminin bakış açısıyla karar verir. Gelişmeleri yüzeysel bırakan ve toplumun cevherini söndüren kötü veya yüzeysel taklit bu sayede önlenir. Değerler bir medeniyetin mensuplarının diğer medeniyetlere elini kendi medeniyetinin penceresinden uzatmasını sağlar. Bir milleti, başka medeniyetle irtibatında ikileme ve bunalıma düşmekten kurtarır.
Medeniyet bilincini sarsmaya yönelik faaliyetlerde topluma direnç sağlar. Çünkü medeniyet bilincini yitiren bir toplumun başkaları nezdinde saygınlığı bulunmadığı gibi yarınları da yoktur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Değerler bir toplumun özgürlük kaynağıdır. Bir medeniyetin mensuplarının gerçek anlamda özgürlüğü, bağlı bulunduğu değerler sisteminin güçlülüğüne bağlıdır. Özgürlüğü yok eden de başkalarının tahakkümünden çok, toplumun kendi değerlerini yıpratması, köhne görmesi, örselemesi, nihayet yorumlayamaması; sonunda da özgüvenini dumura uğratmasıdır.
İslâm dininin temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim’de, peygamberlerin bütün insanlık için birer ilim öncüleri olduğu ve insanlığı ilimle aydınlatmak amacıyla gönderildiği belirtilmiştir. Bunun yanında araştırma ve incelemeye büyük değer verilmiştir. Araştırılacak konular hususunda bir sınırlama getirilmemiş; yalnızca araştırmanın ciddî ve tarafsız yapılması istenmiştir. Kur’ân’ın ilme verdiği bu önemin bir sonucu olarak İslâm kültüründe ilimle uğraşmak, herkes için gerekli bir yükümlülük (farz) olarak değerlendirilmiştir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kur’ân’da yaklaşık 750 yerde ilim ve onunla eş anlamlı diğer kelimeler geçmektedir.
İnsana verdiği değer çerçevesinde, İslâm medeniyeti kardeşlik medeniyetidir. demek herhâlde yanlış olmaz. Çünkü İslâm, insan haklarının ötesinde kardeşlik hakları getirmiştir. İnsan hakkı kardeşlik hakkına göre daha kuru bir kavramdır. Kardeşlikte, insan hakkı da olduğu gibi, insan haklarının da ötesinde duygu, sevgi de hâkimdir.
17. yüzyılın sonlarından itibaren Batı’da kabul edilen Avrupa tarihi merkezli [İlk Çağ (bu çağ da kendi arasında çeşitli kısımlara ayrılmıştır), Orta Çağ, Yeni Çağ, Yakın Çağ şeklindeki] çağ taksimi, daha sonra yaygınlaşmış ve benimsenmiştir. Söz gelişi Seignobos, 19. yüzyılın sonlarında kaleme aldığı Târîh-i Medeniyet adlı eserinde de bu taksimatı kullanmaktadır. Üzerinde düşünme ihtiyacı bile hissedilmeden alınan bu taksim, bizim ilköğretim okulları kitaplarına varıncaya kadar girmiştir ve hâlen de kullanılmaktadır.
Oysa başta İslâm tarihi, Türk tarihi olmak üzere, Avrupa dışındaki milletlerin tarihi bu kalıba sığmamaktadır. Hatta Kafesoğlu’nun da belirttiği gibi, genel dünya tarihi için uygulanması bile mümkün değildir. Çünkü bu çağ taksimatı başta İslâm medeniyeti olmak üzere diğer medeniyetleri tarihin dışına itmekte, diğer deyişle tarihte yok saymaktadır.
Duraklama aşamasında görülen başlıca zaaflar ve dış etkenler şunlardır:
1. Değerler sisteminin canlı/dinamik tutulamaması ve gelişen şartlara göre yorumlanamaması,
2. Bilimsel faaliyetlerin toplumun müşterek uğraşı gösterdiği alan hâline getirilememesi, bir başka deyişle bilim havuzu oluşturulamayışı,
3. Müslümanlar arasındaki yoğun iç çekişmeler,
4. Keşifler sonucu ticaret yollarının güney denizlerine kayması ve bunun sonucunda İslâm dünyasının doğu batı arasındaki ticaret güzergâhı dışında kalması,
5. Batı’nın, geliştirdiği teknoloji ile İslâm dünyasının üzerine gelişi,
6. İslâm dünyasının teknolojinin farkına geç varışı, bir başka deyişle teknolojinin geç gelişi,
7. Hızlı bir değişim ve dönüşüm geçiren Batı ile rekâbet edememesi,
8. İslâm dünyasının önemli bir bölümünün sömürge hâline gelişi.
Bütün bunlar İslâm medeniyetini duraklatmış ve hatta var oluş mücadelesi verir hâle getirmiştir.
Müşterimiz, veli-i nimetimiz, yaranımız, yârımız,
Ziyadesi zarar verir, kanaattir kârımız.
Ey Bari Hüdâ ver bana bir tâç,
Namerde değil, merde bile eyleme muhtaç
Her sabah dükkânımız Besmele ile açılır,
Emelimiz hakikattir, Hak’tan rahmet saçılır,
Burada doğruluk vardır, haksızlıktan kaçılır,
Bir yudum su dâhil helalinden içilir.
Gönül ne kahve ister ne kahvehane,
Gönül sohbet ister kahve bahane.
Niyeti halis olunca kişinin,
Hayır olur akıbeti her işinin.
Ahiyân- ı Rûm denen erkek ahilerin altı ilkesi, eline dikkat et,diline dikkat et, beline dikkat et, elini açık tut, kapını açık tut, sofranı açık tut.
Bâcıyân-ı Rûm denen kadın ahilerin üç ilkesi vardır ki şunlardır: İşine dikkat et, aşına dikkat et, eşine dikkat et.
İslam, Türklerin Türklüklerini de korumalarını sağlamıştır.
İnsan; bireysel ve toplumsal düzeyde,biyolojik içgüdülerine yenik düşmezse,ahlak değerlerinden sapmazsa, kaynakları ölçülü kullanırsa, tedbiri elden bırakmazsa, beklenmedik bir olay toplumu yıkmazsa,gelen nesil devraldığı mirasa sahip çıkarsa medeniyet hayatiyetini devam ettirir. Bir medeniyete ömür biçip zorunlu olarak çökeceğini iddia etmek döngüsel ve determinist bir anlayışın ürünüdür.
7-17. yüzyıllar arasında dünya medeniyeti esas olarak İslâm medeniyetinden ibarettir; çünkü bu yüzyıllar arasında dünyanın en medenî bölgeleri İslâm coğrafyasıdır. Anılan zaman diliminde Kahire, Bağdat, Kurtuba, Buhara, Semerkand, İsfahan, Nişabur, Bursa, İstanbul, Tebriz gibi şehirler dünya zenginliklerinin aktığı, ticaretin hareketli olduğu ve çeşitli sanatların geliştiği en zengin merkezlerdi.
Batı’da medeniyetlerin doğuşu ve yıkılışı üzerine bazı görüşler ortaya koyanlardan biri Arnold Toynbee’dir (1889-1975). Medeniyetlerin gelişmesi ve düşüşüyle ilgili çözümlemesine dayalı tarih felsefesi anlayışıyla tanınan Toynbee (12 ciltlik eseri: A Study of History: Tarih Üzerine Bir İnceleme 1934-1961) insanlık tarihindeki 26 medeniyetin yükseliş ve düşüşünü inceler. Ona göre medeniyetler seçkin önderlerden oluşanların yönetiminde çeşitli engelleri başarıyla aşarak yükselir. Toynbee, tarihin manevi etkenler tarafından biçimlendirildiğini ileri sürer. Gerek doğal ve gerekse beşerî çevreden gelen meydan okumaya, yaratıcı seçkin azınlık uygun karşılığı verir. Toplum, meydan okumanın niteliğine göre kendi içinde bir seçkinler kümesini toplumsal talim ile harekete geçirir ve onun verdiği karşılığı taklit yoluyla benimser.
İslâm dünyasında klasik dönemde başta medeni tabirini kullanan Fârâbî olmak üzere İbn Miskeveyh, İbn Sînâ, İbn Haldûn;
Osmanlı döneminde de Molla Lütfi, Tursun Bey, Kınalızâde, Taşköprizâde, medeniyet üzerinde durmuşlardır.
20. yüzyılda da hem Doğu’da hem de Batı’da medeniyetle ilgili hususlar tartışılmıştır.
İnsan; bireysel ve toplumsal düzeyde, biyolojik içgüdülerine yenik düşmezse, ahlâk değerlerinden sapmazsa, kaynakları ölçülü kullanırsa, tedbiri elden bırakmazsa, beklenmedik bir olay toplumu yıkmazsa, gelen nesil devraldığı mirasa sahip çıkarsa medeniyet hayatiyetini devam ettirir.
1. Jeolojik/doğal afetler (sel, deprem, yangın vs),
2. Ekolojik dengenin bozulması; ciddi iklim değişiklikleri,
3. Bulaşıcı ve salgın hastalıklar,
4. Enerji ve ham madde kaynaklarının tükenmesi,
5. Ticaret yollarının değişmesi sonucu bir ülkenin veya bölgenin ekonomik değerini/gücünü yitirmesi,
6. Fikrî ve ahlakî hayatın bozulması,
7. Toplum bünyesinin zayıflaması (güven duygusunun sarsılması, karamsarlık, yılgınlık, korkaklık, bezginlik, eziklik vs.)
8. Gelir dağılımının bozulması; zenginliğin adil olmayan bir şekilde belli ellerde toplanması,
9. Yabancı istilası,
10. Yeni neslin kendi medeniyetine sahip çıkmaması, zenginleştirmemesi, ilerlememesi, hatta koruyamaması.
Müslümanlar inanç, güven, doğruluk, çalışma, işini iyi yapma, ilim gibi değerlerin öncülüğünde ve bu değerlerin şekillendirdiği ruhla, tarihsel süreçte diğer medeniyetlerden aldıklarını özümsemişler; ahlakî, ekonomik, siyasal, sosyal, felsefe, bilim ve sanat gibi alanlarda kendi ürünlerini meydana getirmişler, yeni bir medeniyet ortaya çıkarmışlardır.
Ama sonunda her şeyden önemli olan da şudur: Geçmişin mirası ve diğer medeniyetlerden elde edilenler, bir toplum tarafından özümsenir, yeni bir sentezle değerlendirilir ve toplum da her alanda kendisini ortaya koyarsa, o zaman özgün bir medeniyet ortaya çıkar; gelişir, yükselir, sürekliliği ve yaşama şansı artar.
Medeniyet, toplumu meydana getiren bireylerin yeteneklerinin özgür bir şekilde uygun ve elverişli bir ortamda filizlenme imkânı bulmasıyla gelişir ve özgün ürünler (eserler, kurumlar) elde edilir.
Medeniyetin toplamı,
a) Geçmişin mirası,
b) Diğer kültürlerden alınanlar,
c) Bir toplumun kendi çağında kendi ürettiklerinden ibarettir.
Söz gelişi medeniyet çerçevesi yok sayılırsa kültür, yabancı kültürlerin, meselâ İslâm medeniyetine mensup toplumlarda, İslâmî değerlere aykırı öğelerin istilasına uğrar. Medeniyet çerçevesi sarsılan kültür, değerlendirme ve seçme gücünü kaybeder. Manevi dinamikler/değerler sistemi gevşer. Kültür, diğer medeniyetlerin damgasını taşıyan her kültür öğesine açık hâle gelir. Medeniyet bilinci ve unsurları sarsıldığı için yüksek düşünce ürünleri alınamaz; ama olumsuz öğeler kolayca girer. Çünkü olumsuz öğeleri benimsemek için düşünce yüksekliğine irade gücüne ihtiyaç yoktur.
Aslında kültür ve medeniyet birbirlerinin karşıtı ve rakibi değil, tamamlayıcısıdır. Medeniyet, kültürü kuşatır ve çerçevesini belirler. Hayatın gereklerine göre kültürün bazı öğeleri korunur, bazıları da değişir. Değişmelere rağmen kültür unsurlarının ahenkli bir bütün oluşturması çok önemlidir. Bir milletin hayatındaki istikrar, huzur ve rahatlık bu ahenkle gerçekleşir. Bu ahenkli bütünlüğün devamı, medeniyetin kuşatıcı, yapılandırıcı, seçici ve özümleyici çerçevesine bağlıdır. Değişen şartlar karşısında kültürde eksik olan veya değişmek zorunda olan öğeler medeniyet çerçevesi içinde tamamlanır ve değiştirilebilir. Bu yapılmayıp medeniyet çerçevesinin köhne olduğuna karar verilirse, kültürü yapılandırmış olan medeniyet çerçevesi ile bağdaşıp bağdaşmadığına bakılmaksızın başka kültürlerde göze çarpan unsurlar alınırsa medeniyet bilinci sarsılır. Milletin hayatındaki istikrar, huzur ve rahatlık bozulur.
Kültür ve medeniyet kavramları arasında 18. yüzyılın sonuna doğru bir farklılık, giderek bir karşıtlık ortaya çıktı. Kültür, insanın içsel olgunlaşmasını, medeniyet ise dışsal gelişmesini, doğa üzerindeki egemenliği belirtmek için kullanılmaya başlandı.
Kültürün karşısına 18. yüzyılda civilization kavramı rakip olarak çıkmıştır. 18. yüzyılda Aydınlanma felsefesi civilisation sözcüğüne kaçınılmaz bir tarihsel ilerleme anlamını kazandırmıştır. Bu dönemde kültür ve medeniyet henüz birbirinin yerine kullanılan kavramlardır. Ama kültür kavramı inançları ve dini içerirken, medeniyet Aydınlanma düşüncesi doğrultusunda yalnızca din dışı ilerlemeyi ifade ediyordu.
Batı literatüründe medeniyet kavramının karşılığı 18. yüzyılın ortalarından itibaren (ilk defa Fransızcada 1757 yılında M. Mirebau tarafından ve daha sonra da İngilizcede) kullanılan kelime civilisationdur. Almanya’da ise aynı anlamı ifade etmek üzere daha çok kultur terimi kullanılmıştır. Civilisation terimi, kent demek olan civitas ve kentli anlamındaki civilis kelimeleri ile bağlantılıdır ve hatta bu ikincisinden türetilmiştir. Latincede düzenli, eğitilmiş ya da kibar gibi anlamlar taşıyan civil kökünden gelmektedir.
Medeniyetin hemen her safhasında manevi yönün ihmal edilmemesi önem arz etmektedir.Maddi gelişmeler veya teknoloji, ahlaki ve manevi değerleri ön planda tutmayan kişi veya toplumun emrine verildiği zaman önlenmesi güç katliamlara,zulümlere yol açabilir.
Ama sonunda her şeyden önemli olan da şudur:Geçmişin mirası ve diğer medeniyetlerden elde edilenler, bir toplum tarafından özümsenir,yeni bir sentezle değerlendirilir ve toplumda her alanda kendisini ortaya koyarsa, o zaman özgün bir medeniyet ortaya çıkar; gelişir, yükselir, sürekliliği ve yaşama şansı artar.Medeniyet, toplumu meydana getiren bireylerin yeteneklerinin özgür bir şekilde uygun ve elverişli bir ortamda filizlenme imkanı bulmasıyla gelişir ve özgün ürünler(eserler,kurumlar)elde edilir.
Bir millet Allah yolunda cihadı terk ederse o millet zillete düçar olur. Bir millet arasında kötülükler yaygın olursa, Allah o millete umumi bir bela verir.
Güven, insan ilişkilerinde en zor kurulan ve en kolay yıkılan duygudur.
Kuran yalnız dünyayı arzu edenleri eleştirirken, dünya ve ahiretin güzelliklerini birlikte isteyenleri övgüyle anar.
“Kuran, “Ey İnsanlar”, “Ey Ademoğulları” hitabıyla başlayan bir çok ayette sınıf, ırk, cinsiyet, toplum ayrımı yapmaksızın bütün insanlara hitap etmiştir ”
“İslam, sınıflı bir toplum yapısını reddetmiştir. Savaşlarda dahi kadın, çocuk ve yaşlıların öldürülmesine, esirlere kötü muamelede bulunulmasına izin vermemiştir ”
Budizm’e göre yaşamak acı çekmek demekti.
Her medeniyet eğitilmiş insanlar tarafından ortaya konur ve kendi insanını öz değerler çerçevesinde eğitir.
Bu ilke ışığında Müslümanlar söz gelişi, Mısır’daki piramitleri, Hindistan ve Afganistan’daki Buda heykellerini insanlığın ortak mirası olarak değerlendirmişler ve tevhid inancını tehdit etmediği sürece korumuşlardır. Kur’an, yeryüzündeki sanat eserlerinin gezilerek görülmesini isterken bunlardan hem ibret hem de ilham alınmasını öngörmüştür.
Hipokrat andı Avrupa’ya İslâm dünyasından geçmiştir.
Müşterimiz, veli-i nimetimiz, yaranımız, yârımız.
Ziyadesi zarar verir, kanaattir kârımız.
Ey Bâri-i Hüda ver bana bir taç,
Namerde değil, merde bile eyleme muhtaç.
Her sabah dükkanımız besmele ile açılır,
Emelimiz hakikattir, Hak’tan rahmet saçılır,
Burada doğruluk vardır, haksızlıktan kaçılır,
Bir yudum su dâhil helalinden içilir.
Gönül ne kahve ister ne kahvehane,
Gönül sohbet ister kahve bahane.
Niyet halis olunca kişinin,
Hayır olur akıbeti her işinin.
Ben Rasulullah’tan daha güzel eğitim veren bir öğretmen görmedim. Beni ne azarladı, ne dövdü ve ne de hakaret etti.
Aslında her medeniyetin başarısı da eğittiği insan unsurunun niteliği ile doğru orantılıdır.
Hz.Peygamber’e indirilen ilk vahiy eğitim öğretimin temeli olan “oku” emridir.
Hz. Peygamber bilgi toplamak için casus kullandığı gibi, düşman casuslarına karşı da casus tedbirleri alıyordu.
Anadolu’da ahiliğin kurucusu ve halk arasında Ahi Evren olarak bilinen Şeyh Nasîruddîn Mahmûd’dur.
Tabiatı, Allah’ın bir emaneti ve kendisi de onu imara memur birisi gibi görmesi beklenen Müslüman, âdeta bir sömürgeci zihniyeti ile kendi coğrafyasını talan etmiştir.
Orta Çağ’da oldukça geri durumda bulunan Avrupalılar İslam dünyasında gördükleri ilerlemenin sebeplerini araştırarak her fırsatta İslam medeniyetinden yararlanmaya ve çeşitli unsurlarını ülkelerine aktarmaya çalışmışlardır.
Gönül ne kahve ister ne kahvehane,
Gönül sohbet ister kahve bahane.
Niyeti halis olunca kişinin,
Hayır olur akıbeti her işinin.
Namaz mü’mine, iş başı ahiye miraçtır. , Çalışmak ibadettir.
Batılıların, Bilgin Hükümdarlar Devleti dedikleri Timurlular devri, Türk medeniyet tarihinin Rönesans dönemidir.
18. yüzyıl sonlarında yalnızca İstanbul’daki imarethanelerde her gün 30.000 fakire yemek ikram ediliyordu.
Dünya hayatını fâni ve ahiretin tarlası gören Müslüman, geleceğe hazırlık niyetiyle vakıf yapmaya yönelmektedir.
Yaratandan dolayı yaratılanı hoş görme ilkesi Allah sevgisinin sosyal boyutudur.
Soğuk su sağlamak için kar tedariki, çocukları mesire yerlerine götürme, çocuklar için eğitim yardımı, çocuklara bayram topu alma ???? yetimlere aylık bağlama, kızlara çeyiz yardımı, su ve meşrubatı
Türk İslam evinde mahremiyet esastı. Bu yüzden her şeyden önce hayatın geçtiği iç bahçe/avlu bir duvar ile dışarıdan ayrılıyordu.
Osmanlı mahallesi herkesin birbirini tanıdığı, âdeta bin kişilik büyük bir aile idi. Herkes birbirinin hakkını korur, canından, malından, dininden, aklından ve namusundan/neslinden emin olurdu.
İslam kültürü sanılanın aksine bir kırsal kültür değil şehir kültürüdür. İslam, Mekke şehrinde doğmuş medeniyet kelimesine kaynaklık eden şehir anlamındaki Medine’den dünyaya yayılmıştır.
Müslümanlar,sosyal ve ekonomik hizmetler veren han ve kervansaraylar yaptırmışlardır. Buralarda ÜÇ GÜN KARŞILIKSIZ dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin herkese hizmet verilmiş, daha fazla süre için para alınmıştır.
Dünyanın yedi harikasından biri olan Tac Mahal Mimar Sinan’ın öğrencileri tarafından yapılmıştır.
Yüksekliği 53 metre olan bu minareye binek hayvanlarıyla çıkılabilmektedir.
Hükümet merkezi olan şehirlerin büyük camilerinden hükümdarın namaz kıldıkları ayrı bölmeye maksure veya hünkâr mahfili denir.
İslam tarihinde ilk mescidi ise Hz.Ebûbekir Mekke’de evinin bahçesinde açmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir