İçeriğe geç

İslam Kitap Alıntıları – Sezai Karakoç

Sezai Karakoç kitaplarından İslam kitap alıntıları sizlerle…

İslam Kitap Alıntıları

Kelime-i şahadet, bir şimşek gibi insanın gönlündeki kara ağacı deviren, onu nurlara boğan, gönüllere aydınlık bir gökyüzü, billurdan bir çeşme koyan, ilâhî kılıçtır.
İnsan, evren karşısında ezilmiş, pasif, çökmüş ve yıkılmış bir varlık değil, aktif, kişiliğinin bütün gücü ve çizgileri belirli, Allah’a uyan, fakat tabiatı kendine uyduran, tabiatı bütün korku ve mistisizminden soymuş, bir kelimeyle tabiatı aşmış, Allah’la kendi arasındaki her şeyi çıkarmış, tapınmada Onu görüyormuş gibi, O karşısındaymış gibi duran bir yaratıktır. Yani İslâm bu anlamda, bir «insan» dini, insanın tabiat karşısında prestijini iade eden bir dindir.
islam, ne kadar sade ve insanidir!
Yerin altında yer kalmayinca ölüler dirilecektir.
İslâm, uyandırır, zekâyı işler hale getirir, sonra kendini teklif eder, ve bir insanla, kendini takdim ve teklif eder.
Sonra İslam ve birlikte Kur’an geldi. Güzelliğinden çiçeklerin yanıp tutuştuğu, ahenginden kuşların deli divane olduğu, yüksekliğinden ve yüceliğinden, gözün bir uçurum karşısındaymışcasına başı döndüğü, sevinçlerinden ve hayretlerinden meleklerin, cinlerin ve insanların yere kapandığı Kur’an geldi
Kelime-i Şehadet, bir şimşek gibi insanın gönlündeki kara ağacı deviren, onu nurlara boğan, gönüllere aydınlık bir gökyüzü, billurdan bir çeşme koyan, ilahî kılıçtır.
Kadet inancı, esasen, Allah’ın, her varlık ve oluşta, her zamanda ve mekanda mutlak tasarruf sahibi olduğu inancının tabii bir sonucudur. Allah’ın tekliğine ve gücünün sonsuzluğuna inanan, kadere inanmak zorundadır. Yoksa, farkında olmaksızın Yaratıcıya ortak koşmuş olur.
Sonra İslam ve birlikte Kur’an geldi. Güzelliğinden çiçeklerin yanıp tutuştuğu, ahenginden kuşların deli divane olduğu, yüksekliğinden ve yüceliğinden, gözün bir uçurum karşısındaymışcasına başı döndüğü, sevinçlerden ve hayretlerden meleklerin, cinlerin ve insanların yere kapandığı Kur’an geldi.
Varlığımdan şüpheye düştüğüm anlarımda da, silkinip ‘varım, diyorum, çünkü Allah var’.
Allah olmasaydı, bütün varlıklar, bir deniz hayvanı kabuğu gibi bir şey olurdu. Allah, göklerin ve yerin nurudur ayetindeki, varlığın yansıttığı ışığı ordan kaldırmak istediklerinin farkında mıdır inkar edenler?
Tapınma, tabiata doğru değil, Allah’a doğrudur.
İnsanlar, ellerinden çıkan eserlerinde, insanları, yani kendi benzerlerini öldürürler, yaşatırlar, ölümüne sebep olan savaşlara katılırlar. Şu kültür değişikliği ile insanlar bir biçimden başka bir biçime sokulurlar. Şu malî, iktisadî kararlarla bir kısmı fakir, bir kısmı zengin olur. Bütün bunları yaparlar ve bütün bunlar olur da, hâlâ Yaratıcının, insana bir yön, bir yol ve bir alınyazısı çizdiğine akılları ermez. Şaşılacak noktadır.
İslâm, ne kadar sade ve insanîdir.!
.
.
İslâm bakımından, toprak için, mal için, fayda için, dünya için savaş yok; sadece Allah için, hak ve hakikat için, gerçek insanlık için savaş vardır.
Misyoner mantığı ister ki, doğudaki ve müslümandaki savaşçı ruh ölsün ve zalim, sömürücü, dini sadece bir maske gibi saklayan batılı onu ebediyete kadar kölesi olarak tutsun.
Nitekim, bizim ihtiyar kadınlarımız bile sevimli ve nûranî olurlar. Öbürlerininkinin yüzü ise kapkara ve bakılmayacak kadar çirkin..
Din, hukuk ve ahlâk alanlarında ebedî kaideleri koydu. İnsanı iki cihanda da aziz ve mes’ut edecek düzeni gösterdi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Doğu ve Batı, gerçeğin sağa ve sola sapmaları olduğu,biri aklın sağına,öbürü aklın soluna toplandığı için, gerçek ortadadır.
Şehadet kelimesi, mü’minlerin manevi zırhıdır.
Ona hiçbir tank nüfuz edemez.
İnkâr edenler, Allah’ın varlığı olmazsa, diyelim nasıl var olduğumuzu açıklasınlar, ama niçin var olduğumuzu açıklayabilirler mi?
Cihat, dış zulme açılan savaştır; büyük cihat ise iç zulme karşı.
İslâmın işi, geri alma ve aslî hüviyetine kavuşturmaktır.
Allah var, öyleyse varım.
.
.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Aslında o insan, yaşayış boyunca kendini yanlış cümlelerle anlatmıştır.
Kendi kendini bile pek anlayamamıştır belki.
Sabah ezanı, kâinatı mü’min olarak teslim alır ve
gün ışığına çıkarır.
Kader, oluşun ve yaradılışın mutlakla yorumlanmasıdır.
Kader inancı, esasen, Allah’ın, her varlık ve oluşta, her zamanda ve mekânda mutlak tasarruf sahibi olduğu inancının tabiî bir sonucudur.
İyi bir kişide ağırlıklar kötülüklerdir, kötü bir insanda da iyilikler.
Kelime-i Şehadet, bir şimşek gibi insanın gönlündeki kara ağacı deviren, onu nurlara boğan, gönüllere aydınlık bir gökyüzü, billurdan bir çeşme koyan, ilâhî kılıçtır.
Şehadet kelimesi, mü’minlerin manevi zırhıdır. Ona hiçbir tank nüfuz edemez.
Nuh’un o gemisidir ki, yapışan kurtulmuştur.
İnsanları göklere yükselten kutlu bir kartaldır o.
Kendi varlığı meselesini daha çözememiş bir varlığın (insanın), inkâra hakkı yoktur.
Şehadet kelimesi, mü’minlerin manevî zırhıdır.
Ona hiçbir tank nüfuz edemez
İnkâr edenler, Allah’ın varlığı olmazsa, diyelim nasıl var olduğumuzu açıklasınlar, ama niçin var olduğumuzu açıklayabilirler mi?
İslâm, ne kadar sade ve insanîdir.
bu dünya nasıl bir alınyazısı ise öbür dünya da bir alınyazısıdır.
Yalnız İslâmdır ki, bu dünyayı da öbürüne bağlayarak, insanın ve insanlığın her durumunu hesaba katarak, kötümserliğe düşürmeyen, sorumsuzluk duygusundan da koruyan, tam, gerçek ve doğru bir kader görüş ve inanışı getiriyor.
Komünistler, hiç bir hakikatin mutlak olmadığını iddia ettikleri halde, kendi hakikatlarının (!) niçin mutlak olduğunu açıklayamazlar.
Allah’a inanmaktan korkan Camus, farkında değildir ki, daima kötüyü yaratan bir tanrı icat etmiştir.
Deliliğin bile değişmez bir alınyazısı, çizgileri ve karakterleri var.
Vahîy, mutlakın kendini anlatmasıdır.
Peygamberler tarihe bir çizgi katmışlardır. Bu çizgi, Allah’a inanma çizgisidir.
Öteki dünya var mı, yok mu? Ne boş tartışma.
Ve beyaz beyazdır, siyah da siyah.
İslam, ne kadar sade ve insanîdir.
“Komünistler, hiçbir hakikatin mutlak olmadığını iddia ettikleri halde, kendi hakikatlerinin(!) niçin mutlak olduğunu açıklayamazlar.”
“Misyonerlerce sadece Müslümanlığın problemleriymiş gibi gösterilip bütün diyalektik güçlüğü ona yüklenmek istenen kader probleminde denecek söz, ilk söz şudur: Kader insanın, insan mantığının problemi olarak gerçek yer, değer, önem ve cevabını İslâmda bulur.”
“Vahîy, mutlak hakikatin nisbîden geçerken bıraktığı arakesit ve izdir.”
“Vahîy, mutlakın kendini anlatmasıdır.”
“Arı ile bal arasındaki ilgi, vahiy ile peygamber arasındaki ilgiyi açıklar. Bal arıdan ötürü yok, arı bal için vardır. Ve peygamberlerle herhangi bir insan arasındaki fark, bal taşıyan arı ile balsız arı arasındaki farktır.”
“Kelime-i Şehadet, bir şimşek gibi insanın gönlündeki kara ağacı deviren, onu nurlara boğan, gönüllere aydınlık bir gökyüzü, billurdan bir çeşme koyan, ilâhi kılıçtır.”
“Bize verilen inkâr gücü bile, Allah’ın varlığını ve büyüklüğünü söylüyor. Farkında değiliz ki, inkâr ederken bile, inkârımızın biraz ilerisinde O duruyor.”
“İnsan bir taklit eseridir. Bu taklitten Gerçeğe yükselmek, Allah’ı bulmak demektir.”
“O halde tarihçi ve sosyologların, Allah’ın koyduğu, mutlak ölçüye uygun olarak, İslâmı bir din saymaları doğrudur. Onlar bu noktada aldanmamışlardır. Fakat, onların aldandığı nokta bundan sonra başlar. Onlar, İslâma din demekle yetinmemişler, din olmayan, belki dine benzeyen, şüphesiz insan ruhundaki dine mahsus yeri haksız olarak zapt ve gasp etmiş birtakım bâtıl inanış sistemlerine din adını vermişlerdir, işte yanıldıkları nokta buradadır.”
Kadir gecesinin gizli olması gerektir; çünkü açık ve seçik olarak bir gecenin kutsallaştırılması, Allah’tan başka tanrı tanımama dini olan İslâm’a uymazdı; İslâm, değil bir insanın, bir gecenin bile putlaştırılmaması için gerekli temeli atmıştır.
Bütün eşya Allah’a ait iken, kullanılışları bakımından, pratikte bir dereceye kadar ve bir ölçü çerçevesinde insanlara ve kendilerine de bir pay bırakılmıştır, bir marj. Hiç olmazsa bir dolaylılık. Ama Kâbe, son ve yekpare olarak, dünya mülkiyetleri noktasında da Allah’a ait ve mahsustur.
Her işinizde sizinle insanların elleri arasına, daima bir çiçek girer, o, ramazandır.
Her ramazanın ayrı bir rengi, ayrı bir kokusu, ayrı bir biçimi vardır.
İslâm, ne kadar sade ve insanîdir!
İnsanlar, ellerinden çıkan eserlerinde, insanları, yani kendi benzerlerini öldürürler, yaşatırlar, ölümüne sebep olan savaşlara katılırlar. Şu kültür değişikliği ile insanlar bir biçimden başka bir biçime sokulurlar. Şu malî, iktisadî kararlarla bir kısmı fakir, bir kısmı zengin olur. Bütün bunları yaparlar ve bütün bunlar olur da, hâlâ Yaratıcının, insana bir yön, bir yol ve bir alınyazısı çizdiğine akılları ermez. Şaşılacak noktadır.
Yerin altında yer kalmayınca ölüler dirilecektir.
Bu dünya, kışların geçmesi gibi geçer ve öbür dünya, yazların gelmesi gibi gelir. İnsanlar, sararıp toprağa karışan, çöl otları gibi ölürler, sonra, baharda boy veren, binbir renkli parlak ve çiçekli bitkiler gibi topraktan doğrulurlar. Ölüler, gün ışığında, görünmeyen yıldızlar gibidirler. Vakti gelince, hepsi bir düğmeye basmakla vaziyetini alan lunapark rölyefleri gibi doğrulurlar. Allah varsa, ki olmalıdır ki ben olayım, elbet adaleti olacak. Ve adaleti varsa, bu yıkımlar ve adaletsizlikler, çirkinlikler, ölüm dünyası gidecek, yerine gerçek, ebedî, güzel ve âdil dünya gelecektir. Fanî hayatı çevirdiği ebedî bir hayatı olacak. Burda, yalnız isim ve tartışmalarının bulunduğu GERÇEK ve GÜZEL’in bir yerde kendileri olacak.
Nuh’un o gemisidir ki, yapışan kurtulmuştur.
İnsanları göklere yükselten kutlu bir kartaldır o.
Kendi varlığı meselesini daha çözememiş bir varlığın (insanın), inkâra hakkı yoktur.
Tarihe de bakılırsa, Allah’tan ıraklaşma çağları, eşyanın çoğaldığı, insanın ‘eşya yapan varlık’ olarak tanındığı çağlardır, materyalist çağlardır. Eşya arttıkça, Allah’la insan arasındaki yolda, insan adım başında kapaklanıyor. Barikatlar artıyor çünkü. Araya, eşyayla, garip bir oyun giriyor.
Bütün arızîliklerden sıyrıldığımız anda, Allah’ı en kesin ve keskin bir buluşla buluyoruz.
Şehadet kelimesi, mü’minlerin manevi zırhıdır. Ona hiçbir tank nüfuz edemez.
Bizden öncekiler, kendilerini, İslâmla yetinmeyip bir parça doğululaştırdıkları için kültürümüzü, medeniyetimiz ve gücümüzü kaybettik.
Doğu bir akıl miyopluğu, Batı bir akıl hipermetropluğu iken, İslâm, sıhhatli bir aklı kucaklar.
Prof. Hamidullah, İslâma Giriş kitabında, insanın namazının, kâinatın namazının bir modeli olduğunu, çok güzel bir anlatışla belirtiyor.
Kurt kuş uykuda iken, şehri uyanık ve mü’min tutan, İslâmdır.
Benim alınyazım bir muta ise, beni kötülükten alıkoyacak olan nedir? Bunun cevabı tek kelimeliktir: Bilememem. Ben, alınyazımı bilmiyorum. Bilseydim, bir özrüm olurdu. lt; lt;Kötülük benim alınyazımdır gt; gt; der ve sorumdan kurtulurdum. Bilmediğime ve Yaratıcının büyük merhametine güvenmekte haklı olacağıma göre, kötüye gitmekte hiç bir mazaretim yoktur.
Komünistler, hiç bir hakikatin mutlak olmadığını iddia ettikleri halde, kendi hakikatlarının(!) niçin mutlak olduğunu açıklayamazlar.
Bir gül insana neler söylemez.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir