İçeriğe geç

İslam İnanç İlmihali Kitap Alıntıları – Ümit Şimşek

Ümit Şimşek kitaplarından İslam İnanç İlmihali kitap alıntıları sizlerle…

İslam İnanç İlmihali Kitap Alıntıları

Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı.
Ya iman, ya hüsran!
Şimdi, dünyada yaşanan acıları sebep ve sonuçlarıyla beraber görebilmek için kameramızı öyle bir yere koyalım ki dünyayı ve ahireti birlikte fotoğraf karesine alabilsin. Çünkü bu dünya, Kur’an’ın ve Hadisin bize tekrarla hatırlattığı gibi ancak ahiretle beraber bkr anlam ifade eder. Eğer ahiret iman olmazsa ne dünyanın bir anlamı kalır ne de bu dünyada yaşanan mutluluk ve acılar arasında bir fark. Çünkü sonunda her şey yok olup gidecektir. Yokların arasında karşılaştırma yapmak ise anlamsızdır.
İnsanların itirazı acıya değil, amaçsızlığadır. Yoksa değer verdiği bir amaç uğrunda acı çekmek kimseye zor gelmez.
Dertsiz dünya olmaz mı?
Kader, vücuda gelecek olan varlığın projesidir.
Kıyamet koptuğunda, ne insanların kötüleri kalır ortalıkta ne onların kötülükleri. Hatta dünya da kalmaz. Tıpkı bir film seti gibi onun da işi biter. Sahne yıkılır, dekor dağıtılır. Çünkü herkes rolünü oynamış, filmler çekilmiş, kayıtlar muhafaza altına alınmıştır.
Zaman geçtikçe insanlar kıyamete daha çok yaklaştıkları halde kıyamet korkusundan uzaklaşmışlardır.
Oku buyurdu alemlerin Rabbi.
Ve insan okumaya başladı.
Her kitap, bir güneş gibi doğdu yeryüzüne.
Tevrat, Zebur ve İncil; bugünkü durumlariyla Kitab-ı Mukaddes adıyla anılan bir külliyat içinde, kutsal olduklarına inanılan daha başka birtakım metinlerle birlikte yer almaktadır. Kitab-ı Mukaddes ise, (1)Eski Ahid(Ahd-i Atik), (2) Yeni Ahid(Ahd-i Cedid) olmak üzere iki bölüme ayrılır. Tevrat ve Zebur Eski Ahid içinde yer alırken Hz. isa’nın hayatıni anlatan dört ayrı kitap da daha başka metinlerle beraber, dört incil olarak Yeni Ahid içinde yer alır. Hristiyanlar, Eski ve Yeni Ahidlerle birlikte bütün Kitab-ı Mukaddesi Tanrı sözü olarak kabul ederler. Yahudiler ise yalnız Eski Ahid’i kabul ederler, Yeni Ahid’e inanmazlar.
Şeytanın özelliği hem azgın oluşunda hem de başklarını azdırmak için çalışmasındadır. Bu yüzdendir ki, cinlerde olan İblis ve soyundan başka, insanların azan ve azdıranları da kur’an’da seytanlar olarak adlandırılmıştır. Nitekim bazı ayetlerde seytanlar denildiği zaman insan şeytanları kastedilir(1), bir ayette de insan şeytanları ifadesi kullanilmış ve bunların cin şeytanlarına ilham verildiği bildirilmiştir.(2)
Meleklerin zıddına, şeytanlar sadece kötülük üreten bir yaratık sınıfıdır. Cinlerdendir ancak sadece kötülük üretmesi sebebiyle hem iyiliğe hem de kötülüğe kabiliyetli olan diğer cinlerden ayrılırlar. Atalari olan İblis, ilk insan olan Hz. Adem’e secde etmediği için Allah’ın rahmetinden kovulmuş bu yüzden insanoğluna düşman kesilmiştir.
Bi şeyin varlığını bilmek başka, onu anlamak ve algılamak başka şeydir. Biz Allah’ı büyüklünü algılayamayız. Ancak O’nun sonsuz büyüklük sahibi olduğunu biliriz. Misal ve temsillerle de O’nun sıfat, isim ve fiillerini anlamaya çalışırız.
Yediklerimiz vücudumuzda enerjiye dönüşür; enerji kaslarımızi harekete geçirir; sonra biz bu enerjiyle birtakım işler yaparız. Fakat kaslarımızdan pinpon topunua geçip de onu havaya fırlatan, takıldığı ağaç dalında potansiyel enerji şeklinde durup bir rüzgarla düştüğünde kinetik enerjiye dönüşen şey nedir?
İnsan,sadece âlemlerin Rabbine kulluk edecek bir şekilde yaratılmıştır.Bu ise,hem doğru bir şekilde iman etmeyi,hem de doğru bir dine yapışmayı gerekli kılar.Kur’ân ve Hadis doğru bir imanın esaslarını bize açıklarken,Allah katındaki hak dinin İslâm olduğunu da bildirmiştir.İmanın en makbul ve güçlü olanı,araştırma ve bilgiye dayanan tahkikî imandır.
Çiçekler bir başka baharda, insan ise bir başka alemde dirilmek için ölür.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Oku buyurdu alemlerin Rabbi
Ve insan okumaya başladı
Okudukça karanlıklar dağıldı. Okudukça gökler ve yer gülümsemeye başladı.
Bir mü’min, insanlara hayrı öğretecek olsa, melekler ona dua eder. Alim için, göklerde ve yerde olanlarla birlikte melekler de istiğfar eder.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bütün kulları yaratana mı, yoksa kendisi gibi birer kul olanlara mı?
Kulluk, insanın kaderine, silinmesi imkansız bir mühür olarak vurulmuştur.
Allah, her şeyi hakkıyla bilir.
Oysa bilmek başka algılamak başka şeydir.
İçinde yaşadığımız dünyayı olduğu gibi görebilmek için, onu ilk defa görüyormuş gibi bakmak gerekir. Çünkü alışkanlıklarımız, etrafımızdaki olağanüstülükleri görmemize engel olmaktadır.
Biz Güneş’in merkezinde sıcaklığın 15 milyon dereceyi bulduğunu hesaplar ve buna kolayca inanırız. Fakat 15 milyon derece sıcaklığın nasıl bir şey olduğunu algılayamayız, hatta bunu hayal bile edemeyiz Bir şeyin varlığını bilmek başka, onu anlamak ve algılamak başka şeydir. Biz Allah’ın büyüklüğünü algılayamayız.
Hayat ise, bu gezegen üzerinde en çok karşılaştığımız, her yerde görür görmez tanıdığımız, fakat aynı zamanda da en fazla cahili olduğumuz şeydir.
Yıldızlarla ilgili batıl inanışlar, insanların imanını
tehdit eden tehlikelerin en yaygınları arasına girmiş bulunuyor. İnsanın kişilikleri, başlarına gelen olaylar, dünyada olup bitenler gibi konularda gezegenlerin etkili olduklarına pek çok kimse inanıyor ve bunun Allah’a iman ile çelişmediğini düşünüyor. Bir kısım gök çizimlerine yeryüzünde olup bitenlerden pay çıkarmak şeklindeki inanışların bilimde ve dinde hiçbir dayanağı yoktur. Bu tür davranışlar Allah’a ortak koşmak anlamını taşır.
Sebepler ve tabiat kanunları, Allah’ın memurlarıdır; ancak onlar vasıtasıyla vücuda gelen sonucu yaratan Allah’tır. Kainatta hiçbir sebep, hiçbir varlık, veya kanun, Allah’ın icraatında bir ortaklığa sahip değildir. Onları Allah’ın icraatında bir pay sahibi saymak, Allah’a ortak koşmak anlamına gelir.
Her şeyini işiten, gören ve dualarına cevap veren bir Rabbinin bulunduğunu bilen bir kulun bundan başka neye ihtiyacı olabilir?
Yaşadığımız dünyayı olduğu gibi görebilmek için, onu ilk defa görüyormuş gibi bakmak gerekir.
Çünkü alışkanlıklarımız, etrafımızdaki olağanüstülükleri görmemize engel olmaktadır.
İnsan için bu âlemde en lüzumlu olan şey imandır.İman varsa her şey hoştur; yoksa her şey boştur.
İnsan,sadece âlemlerin Rabbine kulluk edecek bir şekilde yaratılmıştır.Bu ise,hem doğru bir şekilde iman etmeyi,hem de doğru bir dine yapışmayı gerekli kılar.Kur’ân ve Hadis doğru bir imanın esaslarını bize açıklarken,Allah katındaki hak dinin İslâm olduğunu da bildirmiştir.İmanın en makbul ve güçlü olanı,araştırma ve bilgiye dayanan tahkikî imandır.
Şirk,birçok kılıkta ortaya çıkabilir.Bunların başlıcaları;
-Tabiat,sebep ve kanunları Allah’ın egemenliğine ortak saymak ve Allah’ın bir kısım fiil veya sıfatlarını onlara yakıştırmak,
-Allah’a oğul veya kız yakıştırmak,
-Allah’tan başkasına dinde hüküm koyma yetkisi tanımak,
-Allah’a itaat eder gibi başkalarına itaat etmek,
-Allah’tan başkalarına ibadet etmek
şeklindedir.
İçinde yaşadığımız dünyayı olduğu gibi görebilmek için,onu ilk defa görüyormuş gibi bakmak gerekir.Çünkü alışkanlıklarımız,etrafımızdaki olağanüstülükleri görmemize engel olmaktadır.
“Bütün merhametler,şefkatler,sevgiler,muhabbetler o hakikatten gelir. Bir dostumuzun yüzündeki gülümseme de Allahın rahmetinden bir eserdir,bahar çiçeklerinin rengarenk tebessümleri de.”
“İçinde yaşadığımız dünyayı olduğu gibi görebilmek için, onu ilk defa görüyormuş gibi bakmak gerekir.
Çünkü alışkanlıklarımız,etrafımızdaki olağanüstülükleri görmemize engel olmaktadır.”
Zamanı yaratanın, kendi yarattığı şeyden münezzeh olması gerekmez mi?
O, gaybı da görülen âlemi de bilendir, çok büyüktür, çok yücedir. O’na göre içinizden sözü gizleyen de birdir, açığa vuran da, geceleyin gizlenen de, gündüz ortaya çıkan da.

Ra’d Süresi, 13: 9-10

Biz NE RADYO DALGALARINI görebiliriz, ne de gama ışınlarını. Oysa her ikisinin de bizim gördüğümüz ışıkla mahiyeti aynıdır; biri onun zayıflamış, diğeri de şiddetlenmiş hâlidir. Eğer bizim gözlerimiz görünen ışık yerine radyo dalgalarını alacak şekilde yaratılmış olsaydı, biz dünyayı bugünkünden çok farklı bir şekilde görecektik.

Diğer canlılar için de elektromanyetik tayf üzerinde ayrı ayrı bölgeler belirlenmiştir.
Onlardan kimi kızılötesini, kimi morötesini görür.
Bazıları eşyayı siyah-beyaz görür.
Bazıları şekilleri keskin hatlarla değil; desenler hâlinde görür.
Bazıları da ışık yerine Sesleri “görür.”

Yeryüzünde akıllara durgunluk veren bir bolluk ve çeşitlilik içinde fışkıran hayat, böyle birkaç ortak unsur etrafında dönüyor.

İşte, Dünyamız üzerindeki birlik mühürlerinden bir mühür daha

Bir Güneşle herkesin dünyası aydınlanır; fakat herkesin o aydınlıktan ayrı bir nasibi vardır.

iman varsa her şey hoştur; YOKSA GERİSİ BOŞTUR.
kebair den sakınanların kü.ük günahları bagışlanacak (nisa 4:31)
İçinde yaşadığımız dünyayı olduğu gibi görebilmek için,onu ilk defa görüyormuş gibi bakmak gerekir. Çünki alışkanlıklarımız,etrafımızdaki olağanüstülükleri görmemize engel olmaktadır.
Herkes bu dünyanın bir parçasını birkaç günlüğüne kendi avucuna alabilmek için birbiriyle çekişiyor. Evet sadece bir parçasını, sadece birkaç günlüğüne..
Kainat bir kitap gibi yazılmış insan da o kitabı okuyucu olarak yaratılmıştır.
İnsan, kainatta yer alması hasebiyle Allah’ın kainat kitabının en büyük ayetidir.
İçinde yaşadığımız dünyayı olduğu gibi görebilmek için, onu ilk defa görüyormuş gibi bakmak gerekir. Çünkü alışkanlıklarımız, etrafımızdaki olağanüstülükleri görmemize engel olmaktadır.
Eğer ebedî bir âlemde bir dünya kazanmak için bizden bu dünya hayatının tamamı istenmiş olsaydı, yine pek ucuz düserdi.

Fakat bizden istenen sey sadece sağlam bir imandan ibarettir ki, bu, dünya hayatında da her seyi yerli yerine oturtacak bir altın formüldür.

İnsan, imanı sayesinde bu dünyada başıboşluktan kurtulur.Yer ve Gökler Rabbinin aziz bir misafiri olur.

Ve yerin ve göğün bütün nimetleri, o aziz misafirin önüne seriliverir.

Ve fanilik denen kavram, bir baska kılığa bürünür, bir yenilenme olur.

Varsın geçip gitsin dünyanın süsleri, meyveleri, nimetleri, zevkleri. Nasıl olsa yerlerine yenisi gelir. Çünkü onlar fani ise de, onları gönderen Bâkidir.

Varsın dünya hayatı gelip geçiversin bir kısacık an gibi. Gidecek olan bir fani dünya, gelecek ise on tane bâki dünyadır.

Onun içindir ki, iman, sadece insana baki bir dünya kazandırmakla kalmaz, bu dünya hayatını da ağız tadıyla yasanacak hâle getirir.

Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hos bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.(Ayet Meali)

Bu âlemde yaratılan ne varsa, kat kat güzelliklere bürünmüs olarak yaratılır. Bir çiçeğe sürülüp de onu çirkinleştirmîs bir boya, gökyüzüne konulup da oraya yabancı düsmüs bir yıldız yoktur. Biçim, orantı, miktar, renk gibi güzelliğin bütün unsurları, yaratılan mahlükatla beraber, yerde ve gökte sürekli değisen tablolar hâlinde gözlerimizin önüne serilir. Biz ise bu tablolara bakar, güzel sanatları kesfederiz. Bütün bu kesfettiklerimiz, yerin ve göğün bütün güzelliklerini bütün incelikleriyle kuşatan bir ilmin varlığını bize gösterir.

***

Bir insan vücudu nasıl atom parçacıkları üzerine kurulu ise, yıldızlar da aynen o parçacıklar üzerinde kurulmuştur. Hattâ bütün kâinat, içindekilerle beraber, aynı seyden yapılmıstır. Temeline indiğimizde. uzayın derinliklerindeki bir gök cismi ile bir sinek kanadının yapı taşları arasında hiçbir fark göremeyiz. Aynı parçacıklarla bir tarafta yıldızlar yaratılır, bir baska tarafta da milyonlarca tür canlı vücudu inşa edilir. Bir kusun kanadındaki tüyde kullanılan hidrojen atomu ne ise, Hydra galaksi kümesindeki bir galaksinin içinde dönüp duran bir toz bulutundaki hidrojen atomu da tıpatıp onun aynısıdır. Bir baska deyisle:

Her bir atom parçacığı, onunla bir kâinat kurulacak şekilde düzenlenmistir. Bu kâinatın en küçük zerrelerinde, bütün kâinatın projesi saklıdır.

Dünyanın varlığı kadar kesin olan bir başka gerçek varsa o da faniliğidir. Bunu herkes bilir. Fakat pek az kimse hatırlar.
Tedbir ve tevekkül.

Bu sırrı kavrayan insan, geleceğe yönelik işlerde, Allah’ın kâinata yerleştirdiği kanunlara riayet ederek sebeplere teşebbüs eder, ancak bunun fiilî bir tür duadan ibaret bulunduğunu unutmaz ve duanın neticesini de hikmeti ve rahmeti her şeyi kuşatan Rabbinden beklemenin huzurunu yaşar. Olup bitmiş işlerde ise Rabbinin hükmünü gürür, ‘keşke”lerle hayıflanarak ömrünü ve enerjisini tüketmez. İşlediği kusurlarda ve eksik bıraktıgı tedbirlerde kendi sorumluluğunu bilir ve hâlini düzeltmeye çalışır; eriştiği nimetlerde ise Rabbinin lütfunu görür, şükreder.

Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!
| Bakara 155
Eğer âhirete iman olmazsa, ne dünyanın bir anlamı kalır, ne de bu dünyada yaşanan mutluluk ve acılar arasında bir fark. Çünkü sonunda her şey yok olup gidecektir; yokların arasında karşılaştırma yapmak ise anlamsızdır.
İnsanların itirazı acıya değil, amaçsızlığadır. Yoksa, değer verdiği bir amaç uğrunda acı çekmek kimseye zor gelmez. Anne olabilmek için doğum sancılarına ve onun öncesi ve sonrasındaki sıkıntılara katlanmak hangi kadına zor gelir?
Her şeyi sonuçlarıyla birlikte değerlendirmek icap eder. Bir operatörün ameliyat masası başında yaptığı şey, eğer maceranın başı ve sonu dikkate alınmazsa, zavallı bir insanın karnını deşmekten ibaret görünebilir. Fakat bu operasyonun öncesinde ıztırap, sonunda ise sıhhat ve âfiyet bulunduğunu dikkate alan kimse, operatöre hiç değilse bir teşekkür borçlu olduğunu görmekte zorlanmayacaktır.
Yoksa siz kendi yaptıklarınızdan başka bir şeyin karşılığını mı bulacaksınız? Neml Sûresi, 27:90
Her şeyi olduğu gibi, insanın fiilerini de yaratan Allah’tır. Ancak insana bu konuda bir şeçme özgürlüğü tanınmıştır. Bu özgürlüğü kullanma biçimine göre de insana ödül veya ceza ile karşılaşacağı bildirilmiştir.
Bütün zamanlar O’nun nazarındadır. Hiçbir zaman O’nu sınırlayamaz. O’nun için öncelik ve sonralık yoktur. O ezelden baktığı için, geçmişi ve geleceği birden görür. (Kur’ân’ın çoğu zaman âhiret hadiselerinden geçmiş zaman kipiyle söz etmesinde bu anlam vardır.) Bir an ile binlerce sene arasında da O’nun için bir fark bulunmaz. Bütün bu sınırlamalar, zamanın akışına tâbi olarak yaratılan biz kullar içindir.
Güneş fiziksel olarak dünyanın hiçbir yerinde bulunmadığı halde her yerde birden eserini gösterir; bu durumda güneş içi Hem her yerde, hem de hiçbir yerde değil diyebiliriz.
Bir şeyi kavramak başka, varlığını bilmek başka şeydir. Biz ezeliyeti idrak edemezsek de, gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’ın ezeliyet sıfatına sahip olduğunu bilebiliriz. Hatta, O’na ezeliyetten başka bir şeyi yakıştırmanın mümkün olmadığını da kesin bir şekilde bilir ve buna iman ederiz.
Kader, bir varlığı yaratırken, onun bütün âlemle olan ilişkilerini de beraberce düzenler. Kâinattaki birlik ve varlıklar arasındaki karşılıklı ilişkiler, onların hep birlikte plânladığını ve İlâhî kaderin bütün varlıkları bütün hâlleriyle birden kuşattığını gösterir.
Kâinattaki her bir varlık, ölçülü ve düzenli yaratılışıyla, bir kader eseri olduğunu gösterir. Eğer onlar önceden plânlanmış ve bu plâna uygun şekilde yaratılmış olmasaydı, kâinatın hiçbir yerinde bir düzen bulamazdık. Oysa bütün tabiat bilimleri, sayısız bilim adamlarının yüzyıllarca süren çabalarıyla kâinattaki göz kamaştırıcı düzenin sırlarını çözmeye çalışmaktadır. Onun içindir ki, tabiat bilimlerinin bütün çabası, bir bakıma, kaderin sırlarını öğrenme teşebbüsüdür diyebiliriz.
Biz bir kum tepesinin rüzgârla oluşup dağılmasını pek kolay bir şey olarak görür, dağları ise sapasağlam yerlerinde sabir sanırız. Oysa onlar da yerkabuğunun hareketiyle oluşup şekil değiştirmektedirler. Şu farkla ki, kum tepesinin ömrün dakika yahut saat ölçeğinde çizen kader, dağlara da jeolojik çağlar ölçeğinde ömürler takdir eder.
Mademki bu dünyaya gelen her şey hikmetli bir şekilde gelir. Her şey bir amaca göre yaratılır. Hiçbir şey bu kanunun dışında kalmaz. (Nitekim bilimler varlığını tamamen bu gerçeğe borçludur; eğer yaratılanlarda ve bu âlemin kanunlarında bir anlam bulunmasaydı, onları anlamaya çalışacak bir bilim de olmazdı.)
Öyleyse, yaratılanların bu dünyaya gelişinde bir anlam bulunduğu gibi, buradan gidişlerinde de bir anlam bulunmalıdır. Gelişin bir sebebi olduğu gibi, gidişin de bir sebebi olmalıdır.
Bir başka deyişle:
Bu dünya ve içindekiler, sürekli kalmak üzere yaratılmamışlardır. Onların yaratılışları gibi, fânilikleri de anlamlıdır ve bir amaca yöneliktir.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: Benden bir şey işitip ezberleyen ve onu başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Bakarsınız, kendisine bilgi ulaştırılan kişi onu işitenden daha iyi anlar.
| Ebû Dâvud, İlim , 10; Tirmizi, İlim , 7
Peygamber mucizeleri ile ilgili olarak dikkate alınması gereken bir diğer husus ise, bunların bilimsel yollardan açıklanamayacagı gerçeğidir. Çünkü bunlar, bizim dünyamızın yasaları haricinde cereyan eden olaylardır; bilim ise, bizim dünyamızın yasalarını inceler. Onun için, peygamber mucizelerine bilimsel yollardan açıklamalar bulmaya çalışmak, bilimi, kendi yetki alanı dışında konuşturmak demek olur.
Peygamberimizin ömründe tek bir dakika bile insanlardan gizli kalmamış, uykusuna varıncaya kadar her ânı, her hâli, her sözü, her davranışı, insanların sürekli gözetimi altında cereyan etmiştir. İnananlar, onun hayatından kendilerini Rablerinin rızasına ulaştıracak bir şeyler bulup örnek almak için, inkâr ehli ise bir açığını yakalayabilmek için onu sürekli gözetlemişlerdir. Bütün hayatı böylesine sıkı bir gözetim altında tutulan bir insanın söz ve davranışlarında düşmanlarının diline dolayabileceği en küçük bir olumsuzluğun dahi görülmemesi, başlı başına bir mucizedir.
Peygamber kendi görevini yerine getirdikten sonra, insanların bunu kabul edip etmemesi peygamber için bir başarı ölçüsü olmaz. Onun içindir ki, birçok ayet-i kerimede bu husus tekrar tekrar vurgulanmış, İnsanlar yüz çevirecek olursa, bilin ki, peygambere düşen ancak tebliğ etmekten ibarettir denmiştir.
Üstelik, biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek de (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedir. İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.
Kaf Sûresi, 50:17-18
İnsanın bu dünyadan sağlam bir imanla ayrılmaktan daha büyük bir meselesi yoktur. Dünyanın bütün servetleri, saltanatları, kavgaları, savaşları, bu meselenin yanında bir hiç mesabesinde kalır. Onun için, ebedî hayatını esenlikte görmek isteyen herkes, imanını ciddiye almalı, hatta dünyadaki her şeyden daha öne almalı, Kur’ân’ın ve onu getiren Peygamberin(s.a.v) bize öğrettiği şekilde sapasağlam bir imanı tahkikî bir surette elde etmek ve son nefese kadar korumak için çalışmalıdır. Zira Kur’ân’ın müjdesi böyle kullar içindir:
İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır. (En’âm 82)
İnsan, Hakîm olan Rabbinin kâinatta hiçbir şeyi boş ve anlamsız şekilde yaratmadığını görür; kendisi de hayatını boş ve anlamsız şeylerden mümkün mertebe uzak tutmaya çalışır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir