İçeriğe geç

İsimle Ateş Arasında Kitap Alıntıları – Nazan Bekiroğlu

Nazan Bekiroğlu kitaplarından İsimle Ateş Arasında kitap alıntıları sizlerle…

İsimle Ateş Arasında Kitap Alıntıları

Hikâyet şikayettir. Hep hüzün bu hikâye.
Sevda siyah demekti bir anlamıyla, sevdayı taşıyan kalpler bozuldu.
Çare yok; aşk onu yaratan tarafından, hikmet işte, mükemmelliği azaltılarak yaratılmıştı.
Belki aşk hiç suçlamamanın adıydı. Bunu da ben başaramadım.

Akletmenin yaman istilâsına uğradım ben.
Sevda siyah demekti bir anlamıyla, sevdayı taşıyan kalpler bozuldu.
“Disiplinin katı manzumesi ipi kopmuş tesbihin taneleri gibi birer birer çözülüp de evlenmemize izin verilince, tanıdık kadın denilen o muamma varlığı. Bir erkeği kalp edeni, asledeni. Onu nakşeden, incelteni. Hükümdar kılan, çoğaltanı. Rahmet olan, latif olan, bedi olan, cemil olan o varlığı. “En güzel isimlerin sahibi”nin en çok da şefkate ve merhamete ve güzelliğe bakan isimlerinin tecellâ makamı olarak yaratılmış olanı.”
“Hayat bir kez kaybedilince geri alınması, yitirilmiş şehirlerin geri alınması kadar kolay olmuyordu.”
Çünkü duaydı isim, isimden sahibine hisse vardı.
Bir sefer hazırlığı tamamlanıp durmuştu da içimde vaktini bilmiyorumdu.
Ben, haberi kesilmişse de haberciye güvenmeyi sonuna kadar bilenlerden olduğumu zannederdim. Fakat sınırı varmış namluda bir kurşun hükmünde hazır duran tedirginliğe tahammülün, bunu bilemedim.
Ne idiyse o defterleri bana göstermesini engelleyen şey, her halde beni feda etmiyor diye düşünmek isterdim. Böyle sürmezdi beni yokluğa.
Hatırlamak, bütün kusurları ayıklarken, unutmak bütün kusurları geri döndürüyordu. Belli ki unutulup da hatırlanmış bir fıtrat, bilinip de unutulmuş bir fıtrattan daha sahici oluyordu.
…Gözlerim yerde, sadece ayaklarına bakabildim onun. Kimbilir hangi ceylânın derisinden kesilmiş bir çift mest içindeki, doğrudan, iyiden ve güzelden başka hiçbir şeye doğru yürümemiş ayaklarına. Birbiri üzerine sığınmışlardı. O günden sonra aklımda mest içinde acı çeken bir çift ayak olarak kaldı.
Bir ismin bazen bütün hikâye unutulsa da kalbe batması…
Ve hikâyenin adı o başlamadan da vardır ama ancak bitikten sonra koyulur.
Kalbimin ilk kıpırdadığı anı sığdıracağım ne kadar çok kelamım vardı benim. Yine de kıpırtısına kelam yetiremedim.
Niyet, sevaba götürdüğü gibi günaha da açılan kapıymış. İnsan ikisinin arasında hem malum hem meçhulmüş.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kelam akla bakar, aşk hisse.
Her şey gibi bu dünyadaki kelimeler de yetersizdi, biliyordum.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yalan değildi aşkın birbirine uymayan iki tanımının olduğu. Bu tanımlardan biri sorgusuz sualsiz teslimiyet anlamına gelirken, diğerinin, sorgusuz sualsiz teslimiyetin kurulumu demek olduğu.
Babalar ve oğullardık biz çünkü. Suda açılan halkalar gibi birbirimizin yerinde büyüyorduk. Birbirimizin ne bildiğini zaman aşırı öğrenirken, oğul olarak bulduğumuzu baba olarak kaybediyorduk. Haklı olan babalar çıkıyordu sonunda. Böylece her oğul, babasının önce oğlu sonra, hayır ya da şer, eseri oluyordu.
Bir isim! Bazen insanı nerelere kadar getiriyordu!
Onu bir yığın ayrıntının güzelliğinde yapıyor, bozuyor, kuruyor, yeniden kuruyor, aşk ediyor, fikrediyor, kalbediyor, hissediyordum.
Ölmek, iki kişi olunca, eskisi kadar kolay değildi.
Çünkü bir erkek kalbinde küçücük bir kadının tuttuğu yerin çoğu kez bir ülkenin yüzölçümünden daha fazla genişleyebileceğini en çok da bir erkek olan padişah biliyordu.
Uyumayı, sınırsız gibi görünen bir uykuyla uyumayı ve arkasından aydınlık bir rüya görerek hiçbir şey olmamış gibi uyanmayı diledim.
Ben, haberi kesilmişse de haberciye güvenmeyi sonuna kadar bilenlerden olduğumu zannederdim. Fakat sınırı varmış namluda bir kurşun hükmünde hazır duran tedirginliğe tahammülün, bunu bilemedim.
Seni seviyorum demek ruhun ve bedenin bütün zerreleri zikre susamışken, söylenmezse ölmek demekti. Söylemem değildi mesele, söylemezsem ölmemdi. Biri, birisine seni seviyorum dediğinde fikrimce yer ile gök titrerdi.
Yazıyordum yazıyordum, yazdığım bitiyordu da içimdeki bitmiyordu. Cümlenin yeri neresiydi ki içim kaynıyordu da cümle defterde kala kalıyordu.
‘Âlemin bir sebebi bir de mümkünü vardı. İsimler önce hayatlar sonraydı. Her isim, içinde, kuvveden çıkacak bir fiil saklardı. Her şey ölse isim yaşardı, isim ölünce olurdu her şeyin ölmesi. Ayak bastığı kumsalı bu yüzden isim vererek vatan kılardı kâşif. Bir ismin bazen bütün hikâye unutulsa da kalbe batması, kiminin bir isimden ibaret kalması, kiminden geriye bir isim bile kalmaması. Bütün bunlar ismin taşıdığı hikmettendi, isimle varlık arasındaki ölümcül beyandandı. Namazın farzıydı kıraat, kıraat da kelimelerdi. Esirgeyen ve bağışlayanın adıyla. Her işin başı da bir isim değil miydi?’
Seni seviyorum demek ruhun ve bedenin bütün zerreleri zikre susamışken, söylenmezse ölmek demekti. Söylemem değildi mesele, söylemezsem ölmemdi. Biri, birisine seni seviyorum dediğinde fikrimce yer ile gök titrerdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir