İçeriğe geç

İşi Vaktinden Çok Olanlar 4 Kitap Alıntıları – Nureddin Yıldız

Nureddin Yıldız kitaplarından İşi Vaktinden Çok Olanlar 4 kitap alıntıları sizlerle…

İşi Vaktinden Çok Olanlar 4 Kitap Alıntıları

… Şerrin yaygınlığına sığınıp, evine kapanma hatasıdır. Nice enerjiler bu nedenle boşa harcanmıştır. Hayır adına ayakta durması gerekenler oturup kaldıkça, şer kendinde olmayan bir gücü kazanmış olmaktadır. Kullanılmayan her hayır, şerre verilmiş bir destektir…
Kadına hamuru ve deterjanı reva görenlerin, hiçbir zaman görmezden gelemeyecekleri eşsiz bir örnek
Medrese dediğin, duvarlar değil ;biziz! Biz ders vermeye hazırken neyi kapatabilirler ki?
Tâlût, ordusuna önlerine çıkacak nehirden su içmemeleyini emretmişti. İçecek olan da az bir şey içebilirdi. Ordusu nehirle karşılaşınca üç grup oldu: Kimi doyasıya içti, kimi bir iki avuç aldı, kimi de hiç sudan almadı. Sudan hiç içmeyenler, onun askeri oldular. Az içenler de orduya kabul edildi ama doyasıya içenler ordudan atıldı. Atılanlar çoğunluğu oluşturmuş olsa da Tâlût, kuralını bozmadı.

Dünya denen şey de budur:

Bizi dünyaya gönderen Rabbimiz, ona dalmadan yaşayacak kadar nimetlerini tadıp kendisine dönmemizi emretti. Ona dalanlar ahireti kaybedecek. Geçinecek kadar alanlar da cennete kabul edilecek. Hiç ona tenezzül etmeden yaşayanlar ise Allah’ın temiz kulları olarak kalacaklar.

Kimi de Allah severse, dünya ve ahirette kendisini korumuş olur. Zîra, Allah’ın kula sevgisi sürekli ve bâkidir.
De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı mağfiret etsin. Allah; Ğafûr ve Rahîm’dir.
Allah Teâlâ, kulun O’nu sevmesine bir alâmet koymuştur. O da, Peygamber (s.a.v.)’e uymaktır.
Anne-babanın duası, yol azığı olarak bulundurulmalıdır.
Asıl olan;
İnsanın, Allah’ın kendisini gördüğünü hatırlamasıdır
Kullanılmayan her hayır, şerre verilmiş bir destektir.
Allah, kullarını her asırda farklı tarzlarda imtihan etmeyi murâd etmiştir.
Allah’ım her şeyden münezzehsin. Benimle birliktesin. Senin keremine lâyık mıyım ki! Rabbim, hamd yalnız sanadır.
Ey Allah’ım! Mü’minlerle birlikte benim de ayaklarımı sabit tut. Bizlere güven ve sabır ver.
Allah’ım, kendinle meşgul et ki başkalarıyla uğraşmayayım.
Zulüm, adaletten fazla ses çıkardı dünyamızda
Allah Teâlâ, iyilerin karşısına kötüleri koyarak, iyilerin derecesini yükseltti.
Ona (dünyaya) tenezzül etmeden yaşayanlar ise, Allah’ın temiz kulları olarak kalacaklar.
Elinde kalemi ve mürekkebi olmadan bir ilim meclisine giren, buğdayı ve arpası olmadan değirmene giden gibidir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Cehâletin yerini ilim, zulmün yerini adalet, düşmanlığın yerini kardeşlik aldı.
Hayatı anlamsızlaştıran, cehâlet dizisi içinde yüzen bir toplumun karanlıklarına nur indi. Kur’an , âyet âyet, sûre sûre ışık saçtı.
Etten ve kemikten müteşekkil bir insan, yükselse yükselse ne kadar yükselebilir?
Allah Teâlâ’nın bizden birini bize, peygamberi olarak göndermiş olması, O’nun bize, bir nimetidir.
İnsana hizmet, ibâdetlerden bir ibâdettir.
Var olan her şeyin, bir ilki var.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Medrese dediğin, duvarlar değil; biziz!
Uğrunda fedakarlık yapılmayan bir davanın kalıcılığı mümkün değildir.
Cemaat ile çıkılan bir yolda şahısların hataları ile oluşan bedeli cemaat öder.
Salih amel yapan ve yaptığını ilkeleştiren, yaz yağmuru gibi olmayandır, muteberdir.
Mala hizmet etmeyen, aksine malı kendine hizmet ettirenin işi çoktur.
Alimlerin Allah Teala’dan başka korktuğu bir merci de yoktur. Ölümü şehadete çevirmek, hayatı cihat kalitesinde yaşamak en büyük emelleridir.
Alimlerin gecesi gündüzü yoktur. Onlar yorulmazlar. Onlar servet biriktirmezler. Allah’ın vaat ettiği onlara yeter.
Taşla tankı kovalamak, büyüklük ve kahramanlıktır.
Mehmed Akif Ersoy ;

Yönlenmedi yön verdi.

Ashâbı anlamak, dini anlamaktır.
‘Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Bilakis, onlar; Rableri katında diridirler, [rızıklandırılmaktadırlar].’
(Âl-i İmran, 169)
Uğrunda fedakârlık yapılmayan bir davanın kalıcılığı, mümkün değildir.
Bizi dünyaya gönderen Rabbimiz, ona dalmadan yaşayacak kadar nimetlerini tadıp kendisine dönmemizi emretti.Ona dalanlar ahireti kaybedecek. Geçinecek kadar alanlarda cennete kabul edilecek. Hiç ona tenezzül etmeden yaşayanlar ise Allah’ın temiz kulları olarak kalacaktır.
Elinde kalemi ve mürekkebi olmadan bir ilim meclisine giren, buğdayı ve arpası olmadan değirmene giren gibidir..
Biz, bizden öncekilerin bilgilerini, basit bir merak tatmini veya sadece bir ilgi için öğrenmeyiz
İbret almak, bize yönelik dersler çıkarmak, Rabbimizin büyüklüğünü görmek için öğreniriz..
Öğrendiğimizle de amel ederiz..
Amel ettiğimizden de ecir bekleriz
Böylece öğrenmemiz, bilmemiz bir ibadete dönüşür..
Müminler, yaşadıkları çağların zorladığı düşüncelerin etkisi altında kalarak, imanlarıyla en direkt bağlantılardan birini yorumlamaya kalkışamazlar. Evliliği, mobilyanın ortak kullanımından öteye götüremeyen, evliliğin en tabii gereklerinden olan nesil yetiştirmeyi bile dayatma planlara mahkum eden bir anlayışın sahiplerinin, vahyin saat başı geldiği bir zamanın ve toplumun uygulamalarını tenkit etmesi dikkat çekicidir.
Bir sünneti, kendi çapında ve çevresinde unutulmaktan kurtaran, dinine hizmet etmiş, peygamberinin şefaatine müstehak olmuştur.
İşi vaktinden çok olmak, kendin için yaşamamaktır.
İşi vaktinden çok olmak, hakkı üstün tutmak için gayret etmektir.
İşi vaktinden çok olmak, hayatın çilelerine karşı, yılmadan, sabırla mücadele edebilmektir.
İşi vaktinden çok olmak yığınlar arasında sürünmeden yaşamak TIR işi vaktinden çok olmak ahireti dünyaya ezdirmemek ama dünyayıda ihmal etmemektir
Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Bilakis onlar Rableri katında diridirler , rızıklandırılmaktadırlar.
Yeter ki saliha eşin beklentisi kuldan değil, kulun Rabbinden olsun!
Saliha bir eş, imanın yarısı kadar büyük bir nimettir.
Allah ondan razı olsun.
Zulüm, adaletten fazla ses çıkardı..
Sa’ d bin Muaz’ın vefatı üzerine Peygamber efendimizin (sav) şöyle buyurdu ;
Sa’d bin Muaz’ın ölümüne Rahman’ın arşı titredi. (Buhârî)
Amr Bin As, Halife Hz. Ebu Bekir’e hitaben yazdığı cevabında şöyle demişti:
‘Ben İslam’ın oklarından bir okum. Allah’tan sonra beni yaydan atacak olan sensin. Nereye uygun buluyorsan oraya at. ‘
Resûlullah Sallallahu aleyhi ve sellemin öldürüldüğünü söylediler; Bunun üzerine Enes Bin Nadr meşhur çıkışını yaptı: “ O öldürüldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız? Kalkın, öldürüldüğü dava uğruna ölün!”
Hak ile batılın mücadelesi ebedidir Uğrunda fedakarlık yapılmayan bir davanın kalıcılığı mümkün değildir. Malda, canda, menfaatlerde fedakarlıklar gösterilen bir dava, davadır.
Kardeşliği koruyup ihya eden, kardeşliğimiz uğruna bedeller ödeyen ve ödemeye hazır olan mü’min, şeytanın düşmanıdır. Şeytanın sevmediğini Allah sever.
İşi vaktinden çok olmak, yığınlar arasında sürünmeden yaşamaktır.
Sa’d bin Muaz’ın ölümüne Rahman’ın Arş’ı titredi.
Cenazesi taşınırken bazı Sahabiler, cenazenin hafifliğine şaştılar. Resulullah (sas), Onun cenazesini meleklerin taşıdığını söyledi.
Bizi dünyaya gönderen Rabbimiz, ona dalmadan yaşayacak kadar nimetlerini tadıp kendisine dönmemizi emretti. Ona dalanlar ahireti kaybedecek. Hiç ona tenezzül etmeden yaşayanlar ise Allah’ın temiz kulları olarak kalacaktır.
Mus’ab’ı öldürmeye giden, onda hayat buluyordu. Sa’d bin Muaz da öldürmeye giderken dirilmişti.
Önemli olan, büyük düşünmek, sürüden bir koyun olmadan yaşamaktı.
Mala kul olmayan, malını ümmetinin hizmetine sunan dan kim memnun olmaz ki?
Hadi suresinin 16. âyetinin okunduğunu duydu: İman edenlerin kalplerinin ürperme anı gelmedi mi?
Bu âyeti duyunca:
Geldi ya Rabbi, geldi. diyerek yollara düştü.
Kur’an hakkında diyor ki: ‘Kur’an’ı sevdim. O kadar ki onu yaşadım. Onu yaşamaya başlayınca da sevenin sevdiğini mırıldandığı gibi onun mırıldandım durdum. Müfessir olduğumu söylemiyorum Kur’an’ı sevdiğimi, ona âşık olduğumu söylüyorum. Âşık da âşık olduğunu mırıldanır. Âşık, sevdiğini anlatır, sevdiğiyle oturur,sevdiğini kucaklar. Kur’an’ı kucakladım. Onu 1937’de mescitlerde başlattığım davet çalışmalarından beri milyonlarca Müslüman erkek ve Müslüman kadına anlattım.’
Onların atılıp yakılması için büyük çukurlar kazıldı.
Mü’minler sıraya dizildi.
Sırası gelen,ateş dolu çukurun başına getirildi.
Ya imandan dön,ya da atılacaksın ateşe! dendi kendisine.
Onların tercihi,sebat edip,ateşe atılmaktan yana oldu.
Kucağında kundaktaki bebeğiyle gelen kadın bile ateşe atılmayı seçti de imanından dönmedi.
Allah Teala, Kur’an da onları anan Burûc suresini indirdi.
Allah Teala onlardan razı olsun.
Elinde kalemi ve mürekkebi olmadan bir ilim meclisine giren, buğdayı ve arpası olmadan değirmene giden gibidir.
O şehit olarak Rabbine ulaştığında, daha önce yeryüzüne hiç inmemiş 70 bin melek, onun cenaze töreni için indiler. Naaşını mezara kadar taşıdılar.
Sa’d bin Muaz, Müslüman olduğunda 31 yaşında idi. Şehit olduğunda ise 37 yaşındaydı. Altı yılda kat ettiği mesafe, kalpleri yerinden sökecek kadar müthişti.
Resûlullah (sav) onun vefatı üzerine şöyle buyurdu;
‘Sa’d bin Muaz’ın ölümüne Rahman’ın Arş’ı titredi.’
Yeri gelir, bir taşı yoldan kaldırmak salih amel olur. Bir hasta ziyaret edip ona moral vermek salih amel olur. Temel ölçü, Allah’ın beğenmesi, canlıya yararlı olmasıdır.
Salih amel, Allah’ın amel olarak kulundan kabul ettiği her şeydir. Yeri gelir bir kediye su vermek salih amel olur.
Kardeşliği koruyup ihya eden, kardeşliğimiz uğruna bedeller ödeyen ve ödemeye hazır olan mü’min, şeytanın düşmanıdır.
Şeytanın sevmediğini Allah sever.
Aynı alemi paylaştığımız hâlde, toprağın adlarını çürütemediği insanlar vardır.
Adem aleyhisselamla başlayan hak-batıl savaşı, sürekli canlı kaldı. O savaşın cereyan etrmediği tek bir günü yoktur
bu alemin. Batılın cephesinde bir cengâver sürekli nöbet tutmuş, saldırlarını yapmıştır. Hakkın cephesi de hiç boş
bırakılmamıştır. Bir mücahit muhakkak nöbette beklemiştir.O nöbette dokuz yüz elli yıl kalan oldu. Bir asır kalan oldu.
Bir iki gün kalan oldu. Nöbet hiç aksatılmadı. Hakkın adamları Hakkı yalnız bırakmadılar.
İlk dağ, ilk deniz, ilk bulut Ne kadar ilk var geçmişte. Var olan her seyin bir ilki var! Allah Teala’dan başka ne varsa yoktu; sonradan yaratıldı. Her sey mahluk! Sineğin ineğin, böceğin bir ilki var. Önce yok olup sonradan var olan ne varsa, onun için iki doğal sorunun cevabını aramak
insan zihninin vazgeçilmezleridir. İnsan öğrenmek istiyor merak ediyor.
Bu iki merak edilen sorunun biri, nasıl oluştuğu, diğeri de oluşmadan önce neredeydi sorusudur.
Dünya hayatının tamamını bir ağacın altında dinlenen yolcunun molası kadar gören sevgili Peygamber Aleyhisselamın, yemesi, giyinmesi, dinlenmesi, evlenmesi, hayata dair ne varsa onlardan elde ettiği her şey, ‘o ağaç altı molası’ mantığı ölçüleriyle konuşulmalıdır.
Bir defasında, Ali bin Ebi Talib ‘in olaylara hâkim olamadığını ima etmek isteyen biri, ona şunu söylemiş:
Ya Emirelmiü’minin! Ben Ebu Bekir ve Ömer döneminde de yaşadım. Çok huzurlu senelerdi o seneler!’
Ali bin Ebi Talib radıyallahu anhın bu zata verdiği cevap, oldukça mânidardır:
Bu dediğin doğrudur. Zira Ebu Bekir ve Omer’in arkasında ben vardım. Benim arkamda ise sen varsın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir