Ferhat Kardaş kitaplarından İrade Eğitimi kitap alıntıları sizlerle…
İrade Eğitimi Kitap Alıntıları
Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı hem aptallık, hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı, hem herşeyimiz vardı hem hiçbirşeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana.. “
Mutluluk çok yükseklerde ve uzaklarda değil boyumuzun hizasında ve hemen yanı başımızdadır.Daha çok arkadaşa sahip olmakta değil daha sınırlı ama derin ilişkiler kurabilmektedir. Daha gürültülü bir yaşam değil ,kendi iç sesinizi dinleyip ona kulak verebildiğimiz sakinlikte gizlidir mutluluk.
Çoğu insanın her şeyin farkında olup yine de harekete geçmemesinin veya başladığı birçok işi yarıda bırakmasının nedeni, tutunacak güçlü bir anlam bulamamasıdır.
İrade ancak dikkatli bir yoğunlaşma ve anlık güçlü bir farkındalık ile anlam kazanır. Onu aynı anda birçok alana dağıtmak veya farklı odaklara yönlendirmek iradeyi işlevsiz ve verimsiz hâle getirir.
TV karşısında geçirilen uzun saatler insanın bedenini tembelleştirir, gönlünü yorar, aklını ve dilini geveze haline getirir ve ruhunu giderek çoraklaştırır.
Değiştirebileceğin şeyler için endişe duy, kendini yor, cesaretini koru ve çabanı sürdür. Kontrolünün dışındaki şeyler için zihnini, gönlünü ve bedenini anlamsızca yorma. Bu iki durumu aklınla, gönül gözünle ve vicdan terazinle ayırt etmeyi öğren. Böylece içsel huzurun giderek artacaktır.
Aklımızı sistemli bir uğraşla meşgul edip ona anlamlı bir hedef göstermediğimizde, o akıl bizi her türlü faydasız gündemle meşgul eder, boş hayallerin arasında gezdirir ve sonunda enerjimizi tüketerek bizi bitkin halde oturduğumuz yerde bırakır.
Güçlendirilmeyen bir irade bencil zevklerin ve ihtiyaçların ağırlığıyla insanın kalbindeki ve ruhundaki yükü ağırlaştırır. Kişi bedensel zevklerin, tembelliğin, ertelemeciliğin pençesine düşer ve atalet bataklığına saplanır. Bunlar insanın yaşam enerjisinin önemli bir bölümünü bitirir ve iyi şeylere yönelik enerjisini giderek tüketir. Böylesi bir hayat sadece gündelik ihtiyaçların, basit zevklerin, anlamsız uğraşların peşinde sürüklenen bir hayattır. Oysa insan sadece yeme-içme, cinsellik gibi fizyolojik ihtiyaçları karşılamak için yaşayan bir varlık değil. Sadece midesini değil; aklını, kalbini, vicdanını, ruhunu da doyurmaya ihtiyaç duyar.
Bazı hedeflerimizi kendimize saklamayı, onlar için anlamlı çabalar ortaya koyduktan ve belirli bir aşamaya geldikten sonra sevdiklerimizle paylaşmayı öğrenmeliyiz. Her anımızı, her düşüncemizi, her duygumuzu, hayatımızdaki her gelişmeyi insanlarla paylaşmak pek sağlıklı bir tercih değildir. İnsan mahremiyetini korumayı ve bazı şeyleri sessizce sadece kendi içinde yaşamayı bilmeli.
Zaman hızla geçer ve Amin Maalouf’un ifade ettiği gibi Yaşam bıkkınlık yaşayacak kadar uzun bir süreç değildir.
İçimizde sürekli mücadele halinde olan iki benliğimizden birisi hevesin, hazların, anlık zevklerin sesini dinlemek ve ona doğru yönelmek, diğeri daha yücelere ulaşmak ister. Hangi tarafa doğru yöneleceğimizi belirleyen şey hangi yönümüzü daha çok beslediğimizdir.
Hiçbir zaman dünyayı değiştirme hikayesine dönüşmemesi gereken bir mücadele sürecidir bu. Çünkü dünyayı değiştirmeye çalışanların çoğu günün sonunda dünya tarafından dönüştürülmiş hale geldiler.
bir uçtan kurtulmaya çalışırken diğer uca savrulmamaya dikkat etmeliyiz.
İnsan mahremiyetini korumayı ve bazı şeyleri sessizce sadece kendi içinde yaşamayı bilmeli
Mutluluğa yanlış anlam yükleyen kişi, onun peşinden saplantılı bir şekilde koşması gerektiğini düşünür. Mutluluğu insanların onayında, para kazanmakta, güç sahibi olmakta, lüks şeyler tüketmekte, şöhret sahibi olmakta arar. Bu yüzden de gerçek mutluluğu hep ıskalar.
Hayattaki sorumluluklarımızı yerine getirmiş olma hissi bize içsel bir huzur kazandırır.
Her imkan bir imtihandır.
Evlilik ilişkileri daha önce hiç olmadığı kadar sorunlu.
Bugünün insanı ifade edecek iki metafor seçilecek olsaydı, bunlardan biri üzerine ölü toprağı serilmek diğeri de freni patlamış kamyon ifadeleri olurdu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kimi zaman hayatındaki onca çabanın ve sonu gelmeyen nice koşturmanın öğretemediğini, günün birinde fark ettiği bir anlamla öğrenir insan.
Sizin hiç bir şekilde kendiniz olmanıza izin vermeyen, sizi her fırsatta değersizleştiren, yaşamınıza ilişkin bütün kararlara müdahale etmek isteyen bir öğretmen, bir arkadaş, bir ebeveyn, bir eş, bir grup ya da bir toplum aslında sizin iradenize saygı göstermiyordur. Böylesi her tutum insan olma onurunu zedeler ve insanın varoluşuna yönelik saygısızlığı ifade eder.
İradeyi eğitmek bölünme ve dağılmalara rağmen yola devam etmeyi sürdürmektir.
İnsan olmak ihtiyaç duymaktır. Çünkü insan eksik bir varlıktır. Tamamlanması, demlenmesi, bütünleşmesi gereken bir varlık…
Uzun vadeli hedeflerimizi başka insanlarla paylaşmak erken bir ödül olarak onların takdir,hayranlık, teşvik ve övgülerini alma kazanımı sağlar.Bu durumda beyin belirli çabalardan sonra elde edeceği hazzın bir kısmını peşin olarak almış olur. Bu da o hazlara ulaşmak için harcaması gereken enerji için isteksiz hale gelmesine ve harekete geçmek için daha az motive olmasına neden olur.
Bugünün doyum ve huzur yaşatan deneyimleri dünün yorgunluklarının eseridir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Her anımızı, her düşüncemizi, her duygumuzu, hayatımızdaki her gelişmeyi insanlarla paylaşmak pek sağlıklı bir tercih değildir. İnsan mahremiyetini korumayı ve bazı şeyleri sessizce sadece kendi içinde yaşamayı bilmeli.
Şairin “Büyük ciddiyetle yaşayacaksın” dediği hayatı , özensiz tüketip , ömür sermayemizi heba ediyoruz. Akışına bıraktığımız hayat sel gibi bizi de önüne katıp ilerletiyor.”
Kendini bilmek değişime,içsel huzura ve nihayetinde mutlu bir yaşama giden ana yollardan biri olmuştur hep.
Çünkü anlamlı bir değişim kendini görmekle ve bilmekle başlar.Kendini görmeyen insan değişime ihtiyaç hissetmez.
Çünkü ya odağı sürekli başka insanlar olduğundan kendine bakmayı unutur yada hiç bir zaman kendiyle yüzleşecek cesarete sahip olamaz.
Çünkü anlamlı bir değişim kendini görmekle ve bilmekle başlar.Kendini görmeyen insan değişime ihtiyaç hissetmez.
Çünkü ya odağı sürekli başka insanlar olduğundan kendine bakmayı unutur yada hiç bir zaman kendiyle yüzleşecek cesarete sahip olamaz.
Hayatın her alanında seçeneklerimiz sürekli çoğalıyor. Artık sadece sahip olduğumuz eşyaların değil, hayatımızdaki insanların ve inandığımız değerlerin de kolayca alternatiflerini arıyor ve ilk fırsata onları yenileriyle değiştirebiliyoruz. Bu yüzden sadece sahip olduğumuz şeyler değil, ilişkilerimiz ve değerlerimiz de istikrarsız bir hâle bürunüyor.
Bütün mesele kendimiz olmak ve kendimiz olarak kalmayı sürdürebilmektir.
“Yaşadığımız olayların bizi etkileme gücü bizim onları anlamlandırma biçimimizden bağımsız değildir hiçbir zaman.”
Yaşamaya dair bir anlama veya iyi nedenlere sarılamayan insan derin bir boşluğa düşer, bir şeylere kolay kolay tutunamaz ve yapması gerekenleri yerine getirecek yaşam enerjisini kendinde bulamaz. Anlamsızlık, insanın saplandığı bir bataklıktır adeta.
Yaşamaya dair bir anlama veya iyi nedenlere sarılamayan insan derin bir boşluğa düşer, bir şeylere kolay kolay tutunamaz ve yapması gerekenleri yerine getirecek yaşam enerjisini kendinde bulamaz. Anlamsızlık, insanın saplandığı bir bataklıktır adeta.
Çözüm, bizim kişisel zaaflarımıza karşı vereceğimiz mücadelede yatıyor. Bu yüzden çağın bize dayattığı şeylere direnmek her şeyden önce içinde yaşadığımız zamanın ruhunu doğru okumakla ve doğru tanımakla mümkün. Bu direnişteki amaç büyük zaferler kazanmak değil, yenilmek veya her yenilgi ve kaybedişten sonra tekrar toparlanabilmektir.
Hayat hikâyelerini farklılaştıran şey irade gücü denilen bu eşsiz potansiyeldir. Birini daha başarılı bir öğrenci, birini daha huzurlu bir eş, ya da bir diğerini çalışma hayatında daha başarılı ve istikrarlı kılan temel özellik irade gücü ve öz disiplindir. Güçlendirilmiş bir irade hayatın hemen her alanında başarının ve ruhsal doyumun anlamlı bir yordayıcısı haline gelir.
Bugün yaşadığımız şey küresel bir sorun haline geline bir irade bunalımıdır. İnsan her şeyi görünürde kontrol edebiliyor olmanın özgüveniyle yaşarken, aslında hayatı ve tercihleri üzerindeki kontrolü giderek yitiriyor. Hayatına doğrudan ve dolaylı olarak etki eden binlerce değişkenin karşısında daha pasif, daha etkisiz hale geliyor. Bu yüzden her geçen gün karar alma, tercihte bulunma, seçim yapma, haz erteleme, sorumluluk alma, yapılması gerekeni sonuna kadar sürdürme gibi temel insani yönlerimiz zarar görüyor ve bu sürece ilişkin hissettiğimiz acziyet giderek derinleşiyor.
Zihin ne kadar büyükse tutkular da o kadar büyüktür.
Gün bitmeden, kervan göçmeden, ihtiyarlık mevsimi gelmeden, yeniden başlayacak umudu tüketmeden toparlanmalı.
Güçlendirilmeyen bir irade bencil zevklerin ve ihtiyaçların ağırlığıyla insanın kalbindeki ve ruhundaki yükü ağırlaştırır
Bütün mesele kendimiz olmak ve kendimiz olarak kalmayı sürdürebilmektir.
Kalp geçmişin acı ve pişmanlıklarını hissettirir, akıl geleceğin kaygısını hatırlatır ve vicdan hem dünün , hem bugünün hem de geleceğin yükünü taşır sürekli.
Sevgi, bizi insan olarak tanımlayan bir gerçekliktir.
Çağın irademizi çoraklaştıran diğer bir boyutu da tüketim kültürüdür.
en büyük mücadeleyi ilk planda ve her zaman kendimize karşı veririz.
Bir ömrü hep bir şeylerden şikayet ederek tüketmek seçeneklerin en kötüsü.
Bazen iyi şeyler yapmak kendimize bazı kötü şeylerin fetvasını vermeye, gevşeklik göstermeye, rehavete kapılmaya ve yaptığımız yanlış şeyleri başarılarımızla ve doğru işlerimizle meşrulaştırmaya sürükler
Şairin büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın dediği hayatı, özensiz tüketip, Ömür sermayemizi heba ediyoruz.
Her imkân bir imtihandır
İrade, insanı doğru zamanda ve doğru işlerde harekete geçiren; yanlış zamanda ve yanlış işlerde durdurup engelleyen bir kontrol mekanizmasıdır
Teknoloji ile ilişkimizi rayına oturtmamak onu bizim için her açıdan önemli riskler barındıran ve gitgide hem beden, hem beyin, hem ruh sağlığımıza zarar veren bir güce dönüştürüyor
Sevgi, bizi insan olarak tanımlayan bir gerçekliktir.
İnsan olmak ihtiyaç duymaktır. Çünkü insan eksik bir varlıktır. Tamamlanması, demlenmesi, pişmesi, bütünleşmesi gereken bir varlık…
Çünkü insan en çok kendisiyle mücadele etmekte zorlanır ve en çok kendine söz geçirememekten yakınır.
İçimizde sürekli çatışan; biri başarıya, umuda, üretkenliğe, harekete teşvik eden, diğeri tembelliğe, gaflete, uyuşukluğa, miskinliğe, cesaretsizliğe mahkum eden iki benliğimiz var. Ve günün sonunda hangisinin kazanacağına yine biz karar veriyoruz: Hangisini iyi besleyip güçlendirirsek, o kazanıyor. Böylece bu dünya sahnesinden ya hatırlamaya değer bir hikayemiz olmadan kaybolup gidiyoruz, ya da istikrarlı çabamız ve irade gücümüzle insanlar için ilham verici bir örneğe dönüşebiliyoruz.
Tüketim çılgınlığının girdabında ve sanal alemin karanlık dehlizlerinde irademiz giderek köreliyor ve yolumuzu kaybediyoruz.
İnsan her şeyi görünürde kontrol edebiliyor olmanın özgüveniyle yaşarken, aslında hayatı ve tercihleri üzerindeki kontrolü giderek yitiriyor.
Asıl önemli olanın suçlamak değil, hatalarımızı fark etmek ve düzeltmek olduğunu hatırlayın.
Kendi gündemi, öncelikleri, meşguliyetleri olmayan insan rüzgârın önündeki yaprak gibi oradan oraya sürüklenir.
İnsanlardan bir süre uzak kalmak en çok da kendimizi görmemizi sağlar.
Yaşam bir yandan belirsizliklerle, diğer yandan almamız gereken sorumluluklarla doludur. İradenin kitlesel şekilde zayıflaması bugünün insanın gittikçe sorumluluktan kaçışına yol açmaktadır. #Hayırlı_Cumalar
Anlamlı bir neden ortaya koymak, iyi olanı yapmamız yönünde güçlü bir teşvik edici olur.
Çünkü hayat kesintili bir yer ve insan kolayca dağılabilen bir varlık. Planlarımız, hayallerimiz ve hedeflerimiz çoğu kez hayatın somut gerçeklerine çarpar. İyi niyetle ve umutla başladığımız işlerde birçok sürpriz engel çıkar karşımıza. #hayırlımusmutlusabahlar
Şairin Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın dediği hayatı , özensiz tüketip, ömür sermayemizi heba ediyoruz.
Eskiden üretimin temel amacı insanların ihtiyaçlarını gidermekte. bugün ise amacı neredeyse ihtiyaç üretmek olmuş bir kültürle karşı karşıyayız.
Çünkü bütün anlamlı başarılar ve bütün değişim hikayeleri bir hayalle ve o hayali bir yerden hayata geçirmekle başlamıştır.
Hayatın her alanında seçeneklerimiz sürekli çoğalıyor. Artık sadece sahip olduğumuz eşyaların değil, hayatımızdaki insanların ve inandığımız değerlerin de kolayca alternatiflerini arıyor ve ilk fırsata onları yenileriyle değiştirebiliyoruz. Bu yüzden sadece sahip olduğumuz şeyler değil, ilişkilerimiz ve değerlerimiz de istikrarsız bir hâle bürunüyor.
İçimizde sürekli çatışan; biri başarıya, umuda, üretkenliğe, harekete teşvik eden, diğeri tembelliğe, gaflete, uyuşukluğa, miskinliğe, cesaretsizliğe mahkum eden iki benliğimiz var. Ve günün sonunda hangisinin kazanacağına yine biz karar veriyoruz: Hangisini iyi besleyip güçlendirirsek, o kazanıyor. Böylece bu dünya sahnesinden ya hatırlamaya değer bir hikayemiz olmadan kaybolup gidiyoruz, ya da istikrarlı çabamız ve irade gücümüzle insanlar için ilham verici bir örneğe dönüşebiliyoruz.
Oysa yapmamız gereken tek şey vardır: Bir yerden başlamak.
Soruna ilişkin farkındalığa sahip olmak onu tek başına çözmeye yetmez, ancak sorunlarını çözenler her zaman onu her yönüyle fark etmeye başlayanlardır.
İradeyi güçlendirmek ve öz kontrolü başarmak kısa bir ömre uzun bir hayat sığdırma çabasıdır. Ömrün sonlarında yoğun pişmanlık hisleriyle kuşatılmadan, ağır bedellerle yüzleşmek zorunda kalmadan ve önümüzde gördüğümüz taşa ayağımız takılmadan önce ibret almayı bilmektir. Bu da gün bitmeden, kervan göçmeden, ihtiyarlık mevsimi gelmeden ve yeniden başlayacak umudu tamamen tüketmeden toparlanmakla mümkündür.
Yaşadığımız olayların bizi etkileme gücü bizim onları anlamlandırma biçimimizden bağımsız değildir hiçbir zaman.
Bazen bilinçli çabalarla ulaşamadığımız çözümleri yaşadığımız pişmanlık hissi gösterir bize. Bu yüzden her muhasebe biraz da pişmanlık hissi barındırır içinde ve her pişmanlığın derinliklerinde doğru olana giden bir yolun tohumu saklıdır. Umudu hiçbir zaman öldürmezsek ve her zaman değişime açık bir kapı bırakırsak bu tohumu besleyen ve büyüten damarı korumuş oluruz. Bu damar irade gücüne de hayat verir ve kişi bütün zorluklara ve yıkıma rağmen düştüğü yerden kalkıp harekete geçmeyi başarır.
En soylu mutluluk her zaman insanın kendi derinliklerinden gelir.