İçeriğe geç

İpin Ucu Kitap Alıntıları – Rasim Özdenören

Rasim Özdenören kitaplarından İpin Ucu kitap alıntıları sizlerle…

İpin Ucu Kitap Alıntıları

Hayvana benzeyen insan nasıl kendisine duyduğumuz
saygının yitirilmesine müstahak oluyorsa; insana benzeyen bir hayvan da öylece sevgimizin ve
saygımızın konusu olmaktan çıkmaya müstahak olurdu
Newton’a gelinceye kadar milyonlarca, milyarlarca insan elmaların ağaç
dallarından düştüğünü görmüştür, bu elmalar bazılarının başına da düşmüştür. Ama bir tek Newton bu
olayın özel anlamına dikkatini yöneltmiştir. Çünkü gelmiş geçmiş insanların arasında bir tek o,
yerçekimi yasasını nasıl bulduğu sorulduğunda: “Sürekli onu düşünerek ” cevabını vermeye
hazırlıklıydı. Fırsatlar, aslında hepimize eşit biçimde tanınıyor, ama içimizden ancak o fırsatı
kullanmaya yatkın olanlarımız, onun değerini biliyor ve değerlendirebiliyor.
bizim davranışlarımızın her biri kendi içinde bir sebebi ve bir
gerekçeyi barındırıyor.
Çünkü insan nankör ve küstah olduğu kadar, cılız ve
himayeye muhtaç bir yaratıktır da. Bir kapı tokmağının sizin okşamanıza ihtiyacı yoktur, ama insanın,
ister Amerikalı olsun, ister Afrikalı, okşanmaya ve sevilmeye ve duaya ihtiyacı vardır. Uygarlığın
soysuzlaşması insanın bu duygularını da soysuzlaştırıyor, dahası unutturuyor.
Her ne kadar
işlenen suç, nerdeyse bir görev duygusuyla işlenmiş olduğundan, bir görevi yerine getirmiş olmanın
hazzı da yaşanmaktadır. Fakat bu yaşanan hazzın marazî, kaçak, tahrip edici olduğunu söylemek
zorundayız.
Bütün yeryüzünü kendisi için vatan (mescit) ve bütün insanları kul
telakki eden birisi için sonradan konulmuş dikenli tellerin sözü mü olur?
Siyasal suçla hakiki suç arasında böyle bir ayrım yapmamız gerekiyor:
birisi, son tahlilde, inşaî bir niyetle harekete geçmişken; öteki yıkıcı, ihlâl ve tahrip edici bir niyetle
harekete geçmiştir. Yasa nezdinde her ikisi de suç sayılsa bile, hakikatte yalnızca biri suçtur.
Fakat insanlar bazen kasıtsız
olarak da birbirlerini öldürebilirler. Bu olayda beni en çok korkutan ve kahreden şey, ondaki dostluk
duygusunu öldürmüş olabileceğim ihtimalidir. Ben kendi kendimi affetme mevkiinde görmüyorum,
ama o, kendisindeki bir duyguyu öldürmüş olmamdan dolayı beni affetmeye yanaşmazsa,
yanaşmıyorsa, ona ancak hak verebilirim. Fakat hak vermek ödeşmeye yeter mi, onu da bilmiyorum.
Bilemiyorum
Tıpkı hayat gibi; yaşadığımız hayatımız gibi: Onu yaşayacaksak, onun dinamiklerini sürekli
hareketli tutmak zorundayız. Hareketten alıkoyduğumuz anda, hayatımız da, sürülmeyen bir bisiklet
gibi düşüp kalıyor.
Her yolculuk bana, sonu bilinmez bir serüven gibi görünüyor. Onun güzelliklerini, öğreticiliğini
bilmiyor değilim; onun, bu nesnel yararlarını da inkâr etmiyorum. Sadece yolculuğun, benim
kafamda ve duygusal yaşantımda aldığı yerin, her şeye rağmen biraz ürkütücü ve tedirginlik verici
bir yanının var olduğunu vurgulamak istiyorum. Buna rağmen, hiçbir olumsuz faktör, yolculuk
gerçeğini hayatımızdan söküp atamıyor. Her an, içimizdeki “bu azgın davet”le birlikte ve bir arada
yaşayıp gidiyoruz.
Bu arkadaşın son sığınağı acaba ben miydim? Yoksa ben, gelişigüzel
seçilmiş birisi miydim ?
Çocuğa
bakarak: “Her şey ne kadar güzel, değil mi?” diye sordu. Çocuk, olgun bir insan gibi başını salladı.
Hadisi Şeriflerde, bu yüzden, “komşu” kelimesi görebildiğimiz kadarıyla sınırlandırılmış olarak
kullanılmaktadır. Aişe (r.a.): “İki komşum var, hangisine ikram edeyim?” diye sorduğunda Resulullah
(s.a.v.)’ın: “Sana en yakın olan kapı komşunu gözet” demesi veya Ebu Zer (r.a.)’e: “Ey Ebu Zer!
Çorba yaptığında suyunu çokça koy ve komşularını da gözet.” demesi, komşuyu belirgin hale
getirmektedir. “Komşu” tasrih edilmeden bırakılmış olsaydı, onu sevmek, yıldızları sevmek gibi,
içeriksiz bir öğüde dönüşmüş olurdu.
Biz Anadolu çocukları tek taraflı sevgiye alışıktık. Karşılık beklemezdik
Eğer bir şeyi tam anlamıyla öğrenmek istiyorsan, gündüz öğrendiklerini, öğrenmen gerekip de öğrenmeye henüz fırsat bulamadığın şeyleri, yattığın zaman hayalinde tekrarla ve öğrenmek istediğin şeyleri hayalinde canlandır!
Yolculuk, her zaman düşündüm onu;
İçimde bu azgın davet ne demek?
Oraya, nerdeyse güneşin sonu,
Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek.
Sevginin tek taraflı da olabileceği, sevgimize karşılık beklemenin her zaman doğru olmayabileceği, sevgimize karşılık görmediğimiz zaman muhatabımızı kınama hakkına sahip olmamızın gerekmeyeceği ; çünkü bu durumda bizim kendimizi ifade etmede kusurlu oluşumuzun da payının bulunabileceği gibi sonuçlar ve dersler çıkardım.
Sesim fizik olarak dışarıda yankılanmasa da, sadece bir sükût halinde dışa vursa da, bu sükûta cevap verebilecek birinin, birilerinin bulunduğunu bilmek, böyle bir şeyin bilincini taşımak, bir başına bu durum, bence, bu dünyayı anlamlı kılan etmenlerden biri olarak düşünülebilir.
İnsanların, aralarında iletişim kurabilmek için ortaklaşa tutacakları bir ipe sahip olmaları gerekiyor.
İnsanların aralarında iletişim kurabilmek için ortaklaşa tutacakları bir ipe sahip olmaları gerekiyor.Aynı dünyada yaşıyor ve aynı dünyayı paylaşıyor olmamızın bize böyle bir ipi tutma fırsatını bahşettiğini düşünebiliriz. Bununla birlikte daha somut, daha elle tutulabilir durumların da sözü edilebilir: Aynı secdeye baş koymanın benimle Filipinlerde yaşayan Müslüman bir kardeşim arasında mecazi bir ipin var olduğuna delalet ettiğini niçin düşünmeyelim?
İçinde yaşadığımız dünya bizi boyuna büyük tasarılar kurmaya zorluyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsanların bir işi yerine getirebilme yeteneği, onlara sorumluluk yüklendikten sonra ortaya çıkartılabilir.
Fırsatlar, aslında hepimize eşit biçimde tanınıyor ama içimizden ancak o fırsatı kullanmaya yatkın olanlarımız, onun değerini biliyor ve değerlendirebiliyor.
Yolculuk, her zaman düşündüm onu;
İçimde bu azgın davet ne demek?
Oraya, nerdeyse güneşin sonu,
Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir