İçeriğe geç

İnsiyak Kitap Alıntıları – Mehmet Durmaz

Mehmet Durmaz kitaplarından İnsiyak kitap alıntıları sizlerle…

İnsiyak Kitap Alıntıları

İnsanoğlu hayatında kimlerle, nelerle karşılaşmıyordu ki? Hayat o masum görünen rolünü çok iyi oynuyor, ardında gizlediği o zalim yüzüyle en okkalı tokadını aşkediyordu. Bazen şükür sebebi diye baktığımız, bizi bir anda uçurumun eşiğinden isyanın boşluğuna bırakıveriyordu.
Sana fevkalâde şeyler söylemeyeceğim. Herkesin bildiği, bazen burun kıvırıp yanından geçtiği, küçümsediği, bazen de üzerine bulaşan bir toz zerresini siler gibi sildiği küçücük meseller vereceğim.
Sevgi, zamandan ve mekandan arınmış safiyane ellerde yere düşerse bu, sevginin suçu değil, insanın suçudur. Çünkü sevgi sınırsızdır, insan sınırlı; sevgi kusursuzdur, insan sakar.
“Neden ağlıyorum ki? Gülmeliyim ben. Evet, gülmeliyim. Bütün hülyaların bir gün gerçek olabileceğine inanıyorum artık. Artık gülmenin vaktidir. Ama hayır, hayır, elimde mi ki?” Ağlamak da tıpkı gülmek gibi elinde değildi, farkındaydı; ama biliyordu, en güzel insan sevinçten ağlayan insandı. O hâlde, elinde bile olsa neden kendini tutsundu. Neden nehrin akışına karşı gelsindi. Madem güzellikti ağlamak, doyasıya ağlayacaktı.
Sen okyanusta bir damla değilsin, bir damlanın içindeki bütün okyanussun.
Bir yüreğe yüreğimiz esanlıca değerse şayet, oluşacak kıvılcımdan korkuyoruz. Çünkü sevmek değil asıl korkumuz. Asıl korkumuz, bir yangının ortasında yapayalnız bırakılacağımız endişesini taşımak. Sevdiğimiz elin bizi kurtaracağına inansak şayet, kelebek gibi pervane olur ve o ateşte ebediyen yanmaya razı geliriz halbuki. Ne var ki hep böyle yarım, Hep böyle yitik ‘ belki bir gün ‘ Diye diye günleri tüketiyoruz Koşar adım. 
Dostum, ben evvelde Tanrı’ya inanmazdım, ta ki günün birinde güzel bir kadına rast gelene değin. Dedim, bu gördüğüm kusursuz güzelliği kusurlu biri yaratamaz. bu güzelliği yaratandır benim Tanrım. Güzel bir kadın Tanrı’nın varlığının delilidir, bunu unutma!
Yeryüzünün halifesi bizler her daim bir boşluğu doldurmak için geliriz dünyaya. Kimi vakit kanatlı melek olur göğe yükselir, kim vakit kutsal buyruğun ‘Ol’ kelamıyla düşeriz toprağa. Zamanı, mekânı, cismi ve ruhu doldururuz maddi manevi varlıklarımızla. Kimimiz acının, hüznün, çilenin boşluğunu doldururuz, kimimiz neşenin, huzurun, merhametin boşluğunu. Kimimizse zulmün, kötülüğün, şerrin ”
Geçmiş o kadar mühim olsa idi, Mevla’m iki göz de arkamızı görelim diye verirdi.
Bazen şükür sebebi diye baktığımız, bizi bir anda uçurumun eşiğinden isyanın boşluğuna bırakıveriyordu.
Sevmekten, mücadele etmekten, sahiplenmekten korkuyoruz. Bir yüreğe yüreğimiz esaslıca değerse şayet, oluşacak kıvılcımdan korkuyoruz. Çünkü sevmek değil asıl korkumuz. Asıl korkumuz, bir yangının ortasında yapayalnız bırakılacağımız endişesini taşımak: Sevdiğimiz elin bizi kurtaracağına inansak şayet, kelebek gibi pervane olur ve o ateşte ebediyen yanmaya razı geliriz hâlbuki. Ne var ki hep böyle yarım, hep böyle yitik ‘belki bir gün’ diye diye günleri tüketiyoruz koşar adım.
Kutay Efendi bir yandan dinliyor, bir yandan da inkisar içinde, Bundan daha kötüsü ne olabilir ki? diye iç geçiriyordu. Divanda vazife yaptığında, yüzünü bir kez bile görmediği bir adam azledilmesinin müsebbibi oluyor ve yazgıları onları farklı yer ve zamanlarda birbirlerinden ve birbirleri için ne mana ifade ettik lerinden habersiz defalarca karşılaştırıyordu. Dahası; hayatının şu anda tam ortasında bulunan bir insan; bir melek, masal perisi adını verdiği bir kız bu melun adamın kızı çıkıyordu. Olmaması gereken her şey oluyor, olması gereken hiçbir şeyse olmuyordu.
Unutulan yahut unutulmaya yüz tutan sadece zamandır. Unutulmayansa yaşadığın an. Çünkü yalnızca âna hükmedebilir, ânın yazgısını eğip bükebilir insan. Evvelden sana söylediğim yükler gibi; zaman da bir yüktür, tasa, keder de bir yük. Bunları her fani uzak yahut yakın bir gelecekte unutur. Unutulmaya müptela olan şeylere tasa duymak bugününü kuvvetten düşürür. Sevinç duy ki mazinin acıları güzel anılara tebdil etsin. Düşüncelerinin rengi değişirse hatıralarının çehresi de değişir.
Aramaya devam et. Zira aramak yaşadığını gösterir, bulmak ya da bulduğunu zannetmekse ölümü
Eğer bir şeye yürekten inanırsan, yolun kati suretle o şeyle kesişir.
Vazgeçiş bir ölüm şeklidir. Ve her vazgeçişte insan , yaşamının en az bur bir parçasını kaybeder.
Azizim ışık kendi boşluğunda başlar, sonra etrafa yayılır. Yanmadan yakıyorsun yangın çıkarıyorsun demektir,
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsan dedi içten içe. İnsan ne kadar güçlü ve özgür olursa olsun, demek ki daha yüce, daha şevkatli bir gücün kollarına atılma ihtiyacı duyuyor.
Peki, nereden geliyor bu karşılıksız, pür sevgi? diye geçirdi içinden, şaştı kendine ilkin. İnsan, diyordu, bunca kötülüğe rağmen haya ti nasıl sever? Sevgi başlı başına insiyaki dürtülerin, Yaradan’ın doğuştan verdiği vasıfların kaçınılmaz bir sonucu muydu yoksa?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ey doymak bilmez bir ihtiras ile dünyalık yığan kimse. Bu dünyalığı kim için biriktiriyorsun ? Halbuki sen öleceksin!
İnsan yazgısı bir libasa benzer dedi Şeker Reis . Kusursuz bir terziliktir evvelde. Ne var ki bir vakit sonra , ne denli sağlam olursa olsun eskimeye, solmaya ya da yırtılmaya yüz tutar .Fakat bunun için terziyi suçlayamayız. Elbiseyi değiştirmek, onarmak elimizdedir. Demem odur ki düşmeden çıkamazsın, kirlenmeden arınamazsın; hakikati aramaksa eğer maksudun yürümeden varamazsın.
Bir cezbe haliydi aşk; şekillerin, desenlerin ve dahi tasavvurların boyut değiştirdiği Dünyanın otağına inşa edilen yeni bir dünyaydı; aklın, ruhun dışında bir sesti, nefesti, ışıktı o. Her şeyden öte, tüm olanakların kıyısında olanaksızlığa meftun olma haliydi aşk. Ve burada , tüm olanakların toplandığı bu yerde aşk , yolu beklemekle değil, yola düşmekle başlıyordu; tamam, diyerek değil; Hel min mezid, diyerek anlam buluyordu .
Ömrü boyunca sahiden bir kez olsun bilmek istiyordu:İnsan niçin nefret eder ve zulmederdi?Sevgi üzerine doğan ve inşa edilen bir hayat,nasıl oluyor da bir vakit sonra insanı müstebit yapabiliyordu?Bir türlü anlam veremiyordu.Belki de insan önce sevmeyi,sonra sevdiği şeyi yıkmayı,en nihayet yine hiçbir şey olmamış gibi sevmeyi her şeyden daha çok seviyordu.
Yolun kaderindir; seçtiğin yoldadır kader. Sen işaretleri okumayı bil yeter!
Sevmekten, mücadele etmekten, sahiplenmekten korkuyoruz. Bir yüreğe yüreğimiz esaslıca değerse şayet, oluşacak kıvılcımdan korkuyoruz. Çünkü sevmek değil asıl korkumuz. Asıl korkumuz, bir yangının ortasında yapayalnız bırakılacağımız endişesini taşımak: Sevdiğimiz elin bizi kurtaracağına inansak şayet, kelebek gibi pervane olur ve o ateşte ebediyen yanmaya razı geliriz hâlbuki. Ne var ki hep böyle yarım, hep böyle yitik ‘belki bir gün’ diye diye günleri tüketiyoruz koşar adım.
Bir aşık dünyanın öte ucuna sesini işittirir de aşka varmamış, yolda kalmış biri sesini kendisine bile duyuramaz . Ve aşk öyle bir ateştir ki ısınan sıcaklığını hisseder , yanan acısını
İçimi düzeltmekten dışıma fırsat bulamadım !
Düşünen her varlık hikmet arar,aramayan kendini bulamaz ve kendini kaybeden de ancak senin gibi birini bulur !
Bilirsin ,kervanlar konar – göçerler, kokularını, dokularını muhakkak bırakırlar geçtiklere yerlere . Umarım bu emanete sahip çıkar , bir gün sahibini bulur da verirsin . Hem sana çok müteşekkir olur hem de yaptığın iyilik kalbe dokunur
Ama sakın acele etme ; çünkü yeryüzü her zerresiyle temaşa edilmeye layıktır ve bakanlar değil, baktığını görebilenler erer ancak bu sırra
Acılar, gerçek yüzü ile hareket eder fakat manevidir tıpkı sevinçlerimiz gibi. Onlarda riya bulamazsın; su gibi şeffaftır ve letafet taşırlar. Hayatta gerçek manada yaşadığımız mutluluklarımız gibi , buhranlarımız da elle tutulamayan ,gözle görülemeyen ancak yürekle sezilen hususlardır. O hâlde kim dünyanın görünen yüzünün bize mutluluk yahut acı verdiğini iddia edebilir ?
Bu koca dünya yarım bir masaldır; öyle büyüklerimizin evvelden bize anlattığı masallar gibi uzun da değil. Masal dinleyen çocuğa masalın en güzel yerinde : Hadi uyu şimdi evlâdım, kalanını yarın devam ederiz diye söyleriz hep. Oysa masal çocuğun tahayyülünü kaplayan sırlı bir deryadır.. Çocuk için uyku ölüm, yarım kalan masal ise bir yutkunma ve boğulmadan evvelki son hıçkırıktır
Kim bilir belki ben yanlış asra aidimdir.
İnsanın en güçlü anı ne zamandır bilir misiniz? Bütün varlığıyla şeksiz şüphesiz, aciz ve zayıf olduğunun idrakine vardığı andır.
Kendi hikayesini yazamayanlar , kaderin iplerini daima başkasına vermeye mahkum olurlar.
Demişti ki şifacı kadın: Bir gün hayatının içine işleyen desenleri karardığında ve renkleri solduğunda, içindeki her şey dışarı çıkmak ister gibi seni sıktığında; bir bahar mevsimi toprağa hafifçe düşen yağmuru seyret, ölümü değil, dünyanın bir yerinde yeniden ve yeniden doğan yaşamı hatırla . Ve bir de bu sözlerimi.
Bilmez misiniz her şeyi zıttı ile kaimdir; en çok da kırılan kalp bilir sevginin değerini ve kırmaz sevdiğini , en çok acı çeken sevgiye müştak olur.
Eğer ki kalbin huzurdan azade ise bahçende güller açmış , bülbül ötmüş ne hacet.
Nedir; dedim bu yaşamak? Bir düş, dedi ; birkaç görüntü. / Ö. Hayyam
Ağlamak da tıpkı gülmek gibi elinde değildi, farkındaydı; ama biliyordu, en güzel insan sevinçten ağlayan insandı.
Anlaşamamak insanların yazgısı
Düşün ve düşünmenin yasak olmadığı, kötülüğün azaldığı, iyiliğin neşvünema bulduğu, sadeliğin zenginlik, israfın yoksulluk ve yoksunluk addedildiği, ilimle amelin ittisal ettiği , vaktinden evvel çiçeklerin solmadığı, kuşların hep şakıdığı bir dünya düşlüyorlardı.
Menzil tek ise şayet, yollar niçin kınanır? Bırakın kimi düz yoldan, kimi patikadan yahut dikenli yoldan varsın menzile.
Biliyor musunuz, sizinle benzer bir mühim noktamız var
İkimiz de kaçıyoruz. Ben kendimden kaçıyorum, siz ise kendinize Belki de özünüze.
Insan doğumundan itibaren içine doğru yolculuk yapardı. Dışına yürüdüğü her yol içinin yansımasından ibaretti.
Milyonlarca kalabalığın olduğu bu dünyada nasıl yalnız kalabilirdi insan ?
Aslında herkes bir iz bırakır bu dünyada; ama kimi suya , kimiyse boşluğa söyler kelamını.
Mekana ruh veren, o yerin yalnızca içimize işleyen güzel ezgileri değil ,o beldeye atılan adım, yığılan zaman ,hatıraların hemhal oluşudur.
Kendine umudu fısılda, bugün değilse bile bir gün mutlaka hakikat gün yüzüne çıkar.
Belki de basit , sıradan bir hakikati görmek için bile uzun yıllar beklemek gerekti, öyle ki güzel şeylerin neticesi de ancak beklemekten geçerdi.
İnsan gayret ettiği kadardır yeryüzünde. Ne var ki mücadele verip kaybettiği gibi, oturup hiçbir şey yapmaksızın kazandığıda vakidir. Ancak huzur bizim elimizde, hiçbir şey olmasa bile bu şelalenin akıntısına uzun uzun bakıp huzura erebilir insan.
Söylesenize, dünyada kim kimi anlıyor? Kim kimin ellerine, gözlerine değil de gönlüne, yüreğine dokunuyor. Dokunabiliyor mu? Dokunamıyorsa şayet, bu dünya bir cehennem değilse nedir?
İki insanın bedenen çok yakın fakat kalben de bir o kadar uzak olduğu bu devirde, birbirini anlayan ve seven insanların hâlâ var olabileceğini umuyordu. Birbirini tamamlayarak mana atfeden; sevmek ve sevilmek, anlamakve anlatmak, yaşamak ve ölmek Birbirine hem uzak hem yakın durarak hiçliğe atfedilen; firak ve vuslat, aşk ve ölüm
Unutulan yahut unutulmaya yüz tutan sadece zamandır. Unutulmayansa yaşadığın an. Çünkü yalnızca âna hükmedebilir, ânın yazgısını eğip bükebilir insan.
Yıllar yıllar evvel
Rengârenk tüylü bir kuş geldi ötelerden;
Ağıtlar yakan, ağlamaklı
Kimseler görmedi onu, duymadı kimseler
Oysa yağan her yağmurun ardından
Gökyüzünde belirdiği söylenirdi
İnce ruhlular kırk defa yağmur suyuna üflerdi
Görmek için onu bu yüzden.
Her şeyin dili var, sükûtun bile; ama ne yazık ki çaresizliğin yok!
Hayatta önemli olan; en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.
Sen aşkı bulmuşsun, bulmuşsun ancak; sadece gölgesidir bulduğun. Şimdi ise aşkla sınanmaktasın. Aşk özeldir, talihtir aşk ve değil insan aşkı, aşk insanı seçer. Bakar ona ezel penceresinden aşk, beni görebiliyormu diye. Görebildiğin senindir, görememişsen talihine acı! Lakin ahir-i ömründe aşkı görmeden göçenler vardır bu alemde.
Âdemoğlunun en büyük yükü; elle tutulamayan, gözle görülemeyen, sırtta taşınamayan külfetleridir; İnsan sırtı kırk batman yükü kaldırır da ruhu bir okka ağırlıkta sıkışıp kalır.
Aramaya devam et. Zira aramak yaşadığını gösterir, bulmak ya da bulduğunu zannetmekse ölümü
Heybesini omuzladı, yanına -bir tek- yalnızlığını aldı , yeniden yollara düştü Kutay Efendi. Artık biliyordu ki yalnızlığı muharrik kuvvet olmaksızın alıp, usulca yüreğine yerleştiren birini hiçbir kalabalık mesut ve bahtiyar edemezdi.
Bazen öyle anlar oluyordu ki kapağı kapalı dipsiz bir kuyuda avazın çıktığı kadar bağırıyorsun, öylesine bağırıyorsun ki sesin dışa değil de en çok sana aksediyordu ve o anlarda sesinden yeni bir ‘sen’ inşa ediliyordu: Kırılgan, mahcup ve kederli
“Yolun kaderindir; seçtiğin yoldadır kader. Sen işaretleri okumayı bil yeter!”
“Mekâna ruh veren, o yerin yalnızca içimize işleyen güzel ezgileri değil, o beldeye atılan adım, yığılan zaman, hatıraların hemhal oluşudur.”
hayat ona çekip gitmekten daha güzel bir ihtimal vermemişti henüz. Her çaresizlik kendi içinde çare hüviyetini kazanmayı iktiza ettiğinden, taşıdığı tuhaf, insiyaki hisle iyi yahut kötü olduğunu henüz bilmediği bir karara vardı; yola çıkma kararıydı bu. Ona öyle geliyordu ki ancak bir hikâyesi olursa var olurdu bu dünyada.
Her şeyin sorumlusu insandı işte! Burada her şey olanca güzelliği ile akıyordu. Müdahale yoktu ve her şey hürdü. Ömrü boyunca sahiden bir kez olsun bilmek istiyordu: İnsan niçin nefret eder ve zulmederdi? Sevgi üzerine doğan ve inşa edilen bir hayat, nasıl oluyor da bir vakit sonra insanı müstebit yapabiliyordu? Bir türlü anlam veremiyordu. Belki de insan önce sevmeyi, sonra sevdiği şeyi yıkmayı,en nihayet yine hiçbir şey olmamış gibi sevmeyi her şeyden daha çok seviyordu.
Oysa ilk ne zaman unutulduğunu hatırlamıyordu, ilk ne zaman hatırlandığını da.
Çünkü bazen binlerce kelamın bir araya gelip sayfalarca cümle ile anlatamadığını ; bir bakış, bir duruş yahut en küçük tavır anlatabiliyordu.
Kainat bir denge ve düzen üzerine inşa edilmiştir. İntizamı bozan tek varlık ise insandır. Tek bir varlığa yapılan zulüm tüm dengeyi bozduğu gibi ;bu zulüm herkese ve herşeye yapılmış gibidir.
Kimi insanlar nilüfer çiçeği gibidir; ne kadar çamur atılırsa atılsın kir tutmaz
Sen benim peşine düştüğüm, kimi zaman umudumu yitirdiğim kimi zaman umudumu yeşerttiğim gerçekleşen düşümsün.
İnsan nasihat istemezdi çoğu vakit .Ancak insan en çok da sahici nasihatlerle , onu huzur ve sükûna kavuşturacak şeylere ihtiyaç duyardı. Çünkü nasihat izdi, geçmişten gelen ve bugüne ayna tutan bir iz Düşüp kalkmasını bilenlerin, düşüp kalktığında bunun farkındalığını izhar edenlerin, Biliyorum sen de düşeceksin ne olur daha dikkatli düş,bir yerlerin kırılmasın, deyişinin belki de en zarif şekliydi. O nedenle özgürlüğe ket vurmayan, her söz onun için bir tecrübe; aklı ve kalbi birleştiren rehberliğe katkı demekti.
Hızır karada, İlyas denizde yardıma koşar. Hızır toprağı, yeşili anlatırken bizlere; İlyas yağmurları, suları düşündürür , tasavvur ettirir. Hıdırellez ise ; Hızır ile İlyas’ın son buluşmalarına ithafen her yıl yapılan bir şehrayindir .
Bazen öyle anlar oluyor ki kapağı kapalı dipsiz bir kuyuda avazın çıktığı kadar bağırıyorsun, öylesine bağırıyorsun ki sesin dışa değil de en çok sana aksediyordu ve o anlarda sesinden yeni bir sen inşa ediliyordu:
Kırılgan, mahcup ve kederli
Gördüğüm üzere daha yolun başındasın, ey yolcu! Bilesin ki hiçbir kapı adım atılmadan açılmaz. Hiç kimsenin açılan kapıyı kapatmaya da gücü yetmez. İçindekileri usul usul keşfet. Madem yollar açılsın istiyorsun – gündoğumu yönünü göstererek- bu yol elverişlidir, seni yazgına götürecektir .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir