İçeriğe geç

İnsanlığımı Yitirirken Kitap Alıntıları – Osamu Dazai

Osamu Dazai kitaplarından İnsanlığımı Yitirirken kitap alıntıları sizlerle…

İnsanlığımı Yitirirken Kitap Alıntıları

Birbirini kandırarak parlak ışıltılar yayıp neşelenen ya da yaşayabilme konusunda kendine güvenen insanları anlayamıyorum.
“Babamı da en az toplum kadar anlaşılmaz buluyordum.”
“O sıralarda, benim için parti üyesi olarak yakalanıp müebbet hapse mahkum edilmek bile sorun değildi. Toplumun “gerçek yaşam” dediği şeye karşı korku duyarak, her gece uykusuzluk cehenneminde inlemektense, hapishanede çok daha rahat edebilirim diye düşünüyordum.”
“Düşünüyorum da, birçok Marksist türü vardı. Horiki gibi içi boş bir “modern”likle, bunu kendiliğinden dile getirenler olduğu kadar, benim gibi sadece illegal havadan hoşlanarak gidip orada oturanlar da vardı. Eğer bu gerçek Marksistler tarafından anlaşılacak olsa, Horiki de ben de tüm şimşekleri üzerimize çeker, sefil hainler addedilerek anında tavsiye edilirdik.”
“Kendimi bile ürpertecek kadar korkunç bir resim çıktı ortaya. İşte bu, yüreğimin derinliklerinde saklamayı sürdürdüğüm özümdü. Dış dünyaya karşı neşeyle gülüyor, insanları da güldürüyordum ama aslında böylesi karanlık bir yüreğim vardı.”
“Karşılıklı olarak birbirlerini kandırıp, üstelik ne tuhaftır ki, hiçbir yara almadan, sanki bunun farkında değillermiş gibi gerçekten çarpıcı, berrak ışıltılar yayan şen inançsızlık örnekleriyle dolu insan yaşamı.”
“Elbette herkes başkalarının eleştirilerine, azarına maruz kaldığında kendini iyi hissetmeyebilir. Ama ben, o kızan insanların yüzünde aslanlardan, timsahlardan,
ejderhalardan daha korkunç bir hayvanın gerçek doğasını görürdüm.”
“Dış dünyaya durmaksızın gülümseyen yüzümü gösterirken, iç dünyam ölüydü. İşte bu, bin derdi tek bir saç teliyle taşımak gibi, yağa ter karıştırmak gibi bir çabaydı.”
“Yine de, intihar etmeden, çıldırmadan, siyaset konuşarak, ümitsizliğe kapılmadan, teslim olmadan yaşam mücadelemi sürdürüyordum.”
Dış dünyaya durmaksızın gülümseyen yüzümü gösterirken, iç dünyam ölüydü. İşte bu, bin derdi tek bir saç teliyle taşımak gibi, yağa ter karıştırmak gibi bir çabaydı.
Dış dünyaya durmaksızın gülümseyen yüzümü gösterirken, iç dünyam ölüydü.
Mutluluk! Tanrım, benim gibi birinin duasını kabul edecek okursan şayet, ömrüm boyunca bir kez olsun bana da mutluluğu bahşet.
Tanrı’dan bile korkuyordum. Tanrı sevgisine değil, sadece cezalandıracağına inanıyordum. İnanç. Bu, sadece Tanrı’nın kamçısını yemek için boyun eğerek mahkeme kürsüsüne ilerlemek gibiydi. Cehenneme inansam bile, cennetin varlığına bir türlü inanamıyordum..
Işte bu,yüreğimin derinliklerinde saklamayı sürdürdüğüm özümdü. Dış dünyaya karşı neşeyle gülüyor, insanları da güldürüyorum ama aslında böylesi karanlık bir yüreğim vardı.
Yine halk arasında, suçluluk yarası sözü vardır. O yara, benim bebekliğimden beri doğal olarak ortaya çıkmış, büyüdükçe iyileşeceği yerde gittikçe derinleşmiş, kemiğime kadar inmiş
Dış dünyaya durmaksızın gülümseyen yüzümü gösterirken, iç dünyam ölüydü.
Mutsuzluk. Bu dünyada, farklı farklı mutsuz insan var; hayır, her yer mutsuz insanlarla dolu desem abartmış olmam. Fakat bu insanların mutsuzluğu, topluma göğsünü gere gere tepkilerini gösteriyor, toplum sa o insanların tepkisini kolaylıkla kavrayabiliyor. Ama benim mutsuzluğum tamamen suç ve kötülükten kaynaklanıyor, kimseye gösterilecek bir tepkim yok. Yine, ağzımda yuvarlayarak tek bir sözcük bile söylemeye kalksam, sadece Dil Balığı değil, toplumun da nasıl böyle laflar ettiğimi dillerine dolayarak beni aptal yerine koyacağına şüphe yok. İnsanların dediği gibi başına buyruk bir şe mi, aksine aşırı zayıf mı olduğumu kendim de anlayabilmiş değilim. Neticede, galiba suç ve kötülük yumağıyım ve nerede olursam olayım mutsuzluğum katlanıyor; bunu engelleyecek somut bir çözümüm de yok.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Herkes, birey olarak kendisinin korkunçluğunu, gizemini, düzenbazlığını, düşkünlüğünü bilsin.
Dil Balığı’nın konuşma şeklinde; hayır, bu dünyadaki herkesin konuşma şeklinde böyle can sıkıcı, bir yerleri bulanık, sorumsuzca da diyebileceğim bir karmaşıklık vardı. Tümüyle gereksiz olduğunu düşündüğüm sağlam bir ihtiyat, sayısız diyebileceğim çekince karşısında her zaman bocalar, boşvermişliğe kapılır, şaklabanlığa sığınır ya da her şeyi sessizce başımı sallayarak geçiştirme yoluna gider, yenik bir tavır alırdım.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Zayıf insanlar mutluluktan bile korkar. İplikle bile yaralanırlar. Bazen mutluluk da insanları yaralayabilir.
Dışlanmışlar, diye tabir edilir. İnsanların dünyasında, zavallı, yenik, ahlaksız olanları ifade eden biri sözcük galiba. Ben doğuştan dışlanmış olduğumu hisseder, şu dışlanmış bir insan diye parmakla gösterilen biriyle karşılaştığımda, içimde mutlaka bir rahatlama duygusu uyanırdı. Alelade değil, büyüleyici bir rahatlamaydı bu.
”Kendiminkiyle toplumdaki diğer insanların mutluluk anlayışının tamamen farklı olabileceği endişesi, bu endişeyle geçirdiğim geceler, yattığım yerde dönüp durmama, kıvranmama, çıldıracak raddeye gelmeme bile neden olmuştu. Acaba mutlu değil miyim? ”
Bu küçücük bir örnekten ibaret. Karşılıklı olarak birbirlerini kandırıp, üstelik ne tuhaftır ki, hiçbir yara almadan, sanki bunun farkında değillermiş gibi gerçekten çarpıcı, berrak ışıltılar yayan şen inançsızlık örnekleriyle dolu insan yaşamı. Ancak bu aldanışlara dair özel bir ilgim yok. Ben de sabahtan akşama kadar şaklabanlıklarımla insanları kandırıyordum. Kitabına uygunluk, adalet ya da ahlak gibi şeyler pek ilgimi çekmiyor. Birbirini kandırarak parlak ışıltılar yayıp neşelenen ya da yaşayabilme konusunda kendine güvenen insanları anlayamıyorum. Bana bunun özünü öğretmediler.
Sanki sadece ben farklıymışım gibi bir tedirginlik ve korkuya kapılıyorum. Çevremdekilerle neredeyse hiç konuşamıyorum. Neyi nasıl söylemeliyim, bilemiyorum. Böylece aklıma şaklabanlık yapmak geldi. Bu, benim insanlarda son sevgi arayışımdı. Bir yandan onlardan son derece korkarken, diğer yandan bir türlü aklımdan çıkaramadım. Böylece, şaklabanlık sayesinde ince bir çizgiyle insanlarla bağımı koruyabildim. Dış dünyaya durmaksızın gülümseyen yüzümü gösterirken, iç dünyam ölüydü. İşte bu, bin derdi tek bir saç teliyle taşımak gibi, yağa ter karıştırmak gibi bir çabaydı.
Şüphesiz insanın yüreğinde daha anlaşılmaz, dehşet verici bir şey vardır. İştah demek yetersiz kalır. Kibir diye adlandırılmak kifayetsiz, renk ve iştah sözcüklerini bir araya getirmekse kafi gelmez. Toplumun temelinde iktisata indirgenemeyecek, benim de anlam veremediğim muammalı bir yan olduğunu hissettim. Tıpkı suyun kendi yatağını kendiliğinden bulması gibi, ben de materyalizmle uzlaştmıştım fakat materyalizm beni insanoğluna karşı duyduğum korkulardan kurtaramadığı için gözlerimi yeşil yapraklara açıp, sevincin umudunu hissedemiyordum.
Dış dünyaya durmaksızın gülümseyen yüzümü gösterirken, iç dünyam ölüydü. İşte bu; bin derdi tek bir saç teliyle taşımak gibi, yağa ter karıştırmak gibi bir çabaydı.
Acaba güven dolu saf bir yürek, suçun kaynağı mıdır?
Zayıf insanlar mutluluktan bile korkarlar.
İplikle bile yaralanırlar.
Bazen, mutluluk da insanları yaralayabilir.
.
İnsanlar böyledir. Avucunuzu çevirmek kadar hızlı bir şekilde aniden değişebilirler.

Yine de intihar etmeden, çıldırmadan, siyaset konuşarak, ümitsizliğe kapılmadan, teslim olmadan yaşam mücadelemi sürdürüyorum.
Acaba mutlu değil miyim? Küçüklüğümden beri, gerçekten sık sık mutlu bir çocuk olduğumu söylerlerdi. Ancak, kendimi sanki cehennemdeymiş gibi hissederdim.
Dünyevi ümitlerimi ,sevinçlerim ve beklentilerim sonsuza denk yitirdim..
Geçmişte kalan utançlarım ve suçluluk dolu anılarım olduğu gibi canlanmış, çığlık atacak kadar korkuya kapılmış kabıma sığmaz olmuştum.
Her ülkede her millette
Kendine benzer insan bulursun
Bir ben miyim aykırı ?
Dış dünyaya durmaksızın gülümseyen yüzümü gösterirken,iç dünyam ölüydü.
İnsanlığımı yitirdim.
Artık ben, asla bir insan değildim.
Mutsuzluk. Bu dünyada, farklı farklı mutsuz insan var; hayır, her yer mutsuz insanlarla dolu desem abartmış olmam.
Acaba, güven dolu saf bir yürek, suç mudur?
Suçun karşıt anlamlısı yasa! Toplum içerisindeki insanlar cezanın olmadığı yerde suçun harekete geçtiğini varsayarak bunu hafife alıp geçiştirebilirler.
“Herkes, birey olarak kendisinin korkunçluğunu, gizemini, düzenbazlığını, düşkünlüğünü bilsin!”
Korktukça seviliyor, sevildikçe de korkuyordum.
Dışlanmışlar, diye tabir edilir. İnsanların dünyasında, zavallı, yenik, ahlaksız olanları ifade eden bir sözcük galiba.
Herkes, birey olarak kendisinin korkunçluğunu, gizemini, düzenbazlığını, düşkünlüğünü bilsin!
Toplum nedir ki? İnsanların çoğulu mu?Bu toplum denilen şey somut olarak nerededir? Yine de her nasılsa,şiddetli,sert,korkutucu bir kavram olduğunu düşünerek yaşamıştım hep. Horiki öyle söyleyince, bir an, Toplum dediğin sen olmayasın? diyecek olduysam da onu kızdırmaktan çekinerek kendimi tuttum.
Zayıf insanlar mutluluktan bile korkar.
şaklabanlık sayesinde ince bir çizgiyle insanlarla bağımı koruyabildim. Dış dünyaya durmaksızın gülümseyen yüzümü gösterirken, iç dünyam ölüydü.
Para bitince kadınların terk edip gideceği sanılmamalı. Erkeğin parası bitince, hevesini kendiliğinden kaybeder, gülerken bile güçsüzleşir
” Bu insan da kesin mutsuz bir insan, çünkü insanların mutsuzluğu konusunda çok duyarlı. ”
Işte bu,yüreğimin derinliklerinde saklamayı sürdürdüğüm özümdü. Dış dünyaya karşı neşeyle gülüyor, insanları da güldürüyorum ama aslında böylesi karanlık bir yüreğim vardı.
Herkes birey olarak kendisinin korkunçluğunu, gizemini, düzenbazlığını, düşkünlüğünü bilsin.
İlkokul ve ortaokulda öğretmenlerimi çılgınca eğlendirmiştim ama kendi içimde hiç de eğlen diğim yoktu.
İlkokuldan beri resim yapmayı da, resimlere bakmayı da severdim. Ancak, yaptığım resimler, yazdığım kompo zisyonlar kadar çevremdekilerin beğenisini kazanmıyordu.
Karşılıklı olarak birbirlerini kandırıp, üstelik ne tuhaftır ki, hiçbir yara almadan, sanki bunun farkında değiller iş gibi gerçekten çarpıcı, berrak ışıklar yayan şen inançsızlık örnekleriyle dolu insan yaşamı.
Mahsus yapıyorsun
Ne kadar aptalca. Namus kavramı
insanlığımı yitirdim.
artık ben, asla bir insan değildim.
boş dualardan vazgeç
gözyaşı çağıran şeyleri fırlatıp at
bir kadeh içelim, sadece sevdiğin şeyleri getir aklına
toplumun anlaşılmazlığı bireyin anlaşılmazlığıdır. toplum bir okyanus değildir; bireyler okyanustur.
Birine bakmanın ne kadar zor olduğunu, bakılan kişi anlayamaz.
Kadınlar bana erkeklerden katbekat daha anlaşılmaz geliyordu.
Toplumun anlaşılmazlığıı bireyin anlaşılmazlığıdır.Toplum bir okyanus değildir,bireyler okyanustur
Dış dünyaya durmaksızın gülümseyen gözümü gösterirken,iç dünyam ölüydü.
Her şey geçip gidiyor. Mimiklerle yaşamayı sürdürdüğüm bu ‘insan’ dünyasında gerçek olduğunu düşündüğüm tek şey bu.
Horiki ve ben.
İlişkimizde birbirimizi aşağılıyor, değersizleştiriyorduk. Eğer toplumun ‘dostluk’ dediği buysa, Horiki’yle aramdaki tam anlamıyla bir ‘dostluk’tu.
Dış dünyaya durmaksızın gülümseyen yüzümü gösterirken, iç dünyam ölüydü.
herkes, birey olarak kendisinin korkunçluğunu, gizemini, düzenbazlığını, düşkünlüğünü bilsin!
toplum nedir ki? insanların çoğulu mu? bu toplum denilen şey somut olarak nerededir? yine de her nasılsa, şiddetli, sert, korkutucu bir kavram olduğunu düşünerek yaşamıştım hep.
tanrım bana güç ver! insanların özünü anlamama yardım et. insanlar diğer insanların üzerine bassalar da cezası yok. bana bir öyle maskesi ver.
Bazen mutluluk da insanları yaralayabilir.
Kadınlar eğlenmek için çok daha fazla çaba sarfediyordu sanırım.
o sıralarda hizmetçiler ve uşakların benimle sürekli acıklı şeyler paylaşmalarına üzülürdüm. naif birini buna maruz bırakmanın insanın işleyebileceği en çirkin ve sefilce suç olduğu düşüncesini şimdi bile taşıyorum.
aniden o insanların gerçek yüzlerini, kızgınlıklarıyla birlikte açığa vuruşlarını görünce, saç diplerime kadar bir ürperti hisseder, bu gerçek doğanın insan yaşamını sürdürmesi için gerekli bir yetenek olduğunu düşününce de tamamen ümitsizliğe kapılırdım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir