İçeriğe geç

İnsanlar Kitap Alıntıları – Matt Haig

Matt Haig kitaplarından İnsanlar kitap alıntıları sizlerle…

İnsanlar Kitap Alıntıları

Önemli olan ne kadar uzun yaşadığın değil. Ne kadar derin yaşadığın. Ama derinlere inerken hep üstünde tut güneşi.
Eğer çocukların olursa ve bir çocuğunu diğerinden daha çok seversen bu sorunu halletmeye çalış. Çünkü aradaki fark tek bir atom kadar bile olsa çocuklar bunu hissedecektir. Ve tek bir atom dev bir patlama için yeterlidir.
Akademisyen olmak zorunda değilsin. Hiçbir şey olmak zorunda değilsin. Zorlama. Kendi yolunu ara ve sana uyan bir şey bulana kadar aramayı bırakma. Belki de hiçbir şey uymayacak. Belki de sen bir hedef değil, yolsun. Sorun değil. Sen de yol ol. Ama bu pencereden bakmaya değecek bir yol olsun.
Eğer bir şey sana çirkin görünüyorsa daha iyi bak. Çirkinlik bakan gözün başarısızlığıdır.
Haberleri izlerken türünün üyelerini sıkıntı içinde gördüğünde yapabileceğin hiçbir şey olmadığını düşünme. Ama yapabileceğin şey her neyse, bunun haber izleyerek yapılmadığını bil.
Atomaltı düzeyde her şey karmaşıktır. Ama sen atomaltı düzeyde yaşamıyorsun. Basitleştirmek hakkın. Yoksa delirirsin.
Eğer bir şey sana çirkin görünüyorsa daha iyi bak. Çirkinlik bakan gözün başarısızlığıdır.
Bir kalbin kırılmasını engellersem, demişti şair, boşa gitmemiş olur hayatım.
Ailesi için işini bırakmış, çünkü son nefesini vermeden önce, doğmamış çocuklarının onu yazmadığı kitaplardan daha çok pişman edeceğini düşünmüştü.
Yeri gelmişken belirteyim, Dünya’da bir grup insanın bir araya gelip içgüdülerini bastırmasının sonucuna medeniyet deniyor.
Bir kalbin kırılmasını engellersem, demişti şair, boşa gitmemiş olur hayatım.
Ama tersi oldu. İnsan türünün genelini inceledikçe onu daha çok özledim. Bulutu düşünüp yağmura susadım.
Önceden bir şeydim. Şimdi başka bir şeyim.
Önceden bir canavardım ve şimdi farklı bir canavarım. Ölecek olan ve acıyı hisseden biriyim, ama aynı zamanda yaşayacak, belki bir gün mutluluğu bulacak biri. Çünkü artık mutluluk müm­kün benim için. Çünkü mutluluk acının diğer yüzünde.
Evrendeki her şeyi bıraktım.
Her şeyi bıraktım, Isobel’in elleri hariç.
Çiçekler, aşktan sonra, Dünya gezegeninin çıkardığı en iyi işti.
Yaralıyım, o yüzden yaralamak istiyorum.
İnsan olmak bariz gerçekleri tekrarlamak demekti. Tekrar tekrar, durmadan, sonsuza kadar.
İnsan olmak insanı delirtiyordu.
Dünya gezegenine kırk üç yaşında doğmuş bir bebek gibiydim.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Önemli olan ne kadar uzun yaşadığın değil. Ne kadar derin yaşadığın. Ama derinlere inerken hep üstünde tut güneşi.
Eğer gülüyorsan, aslında ağlamak istemediğinden emin ol. Ağlarken de düşün, belki de gülmek istiyorsundur.
Paradoks: Kitap, sanat, sinema ve şarap gibi yaşamak için ihtiyacın olmayan şeyler, yaşaman için gereken şeylerdir.
Bir gün insanlar Mars’ta yaşayacak. Ama oradaki hiçbir şey Dünya’da yağmurlu bir güne uyandığın tek bir sabahtan daha heyecan verici olmayacak.
Sen insansın. Para meselesini kafana takacaksın elbette. Ama paranın seni mutlu edemeyeceğini bil, çünkü mutluluk dükkanlarda satılmıyor.
Kurguda tek bir tür vardır. Bu türe kitap denir.
Hiç doğmayabilirdin. Varlığın imkansıza yakın bir ihtimal. İmkansızı reddetmek kendini reddetmektir.
İnsanlar uyanınca genellikle şunları yaparlar: Yataktan kalkar, iç geçirir, gerinir, tuvalete gider, duşa girer, saçlarını şampuanlar, kremler, yüzünü yıkar, tıraş olur, deodorant sürer, dişlerini fırçalar (hem de florürle!), saçlarını kurutur, tarar, yüz kremi sürer, makyaj yapar, aynada kendini kontrol eder, havaya ve duruma göre kıyafet seçer, o kıyafetleri giyer, aynada kendini bir daha kontrol eder ve bunların hepsini kahvaltıdan önce hallederler. Yataktan çıkabilmeleri bile mucize böyle düşününce. Ama hepsini yapıyorlar, tekrar tekrar, binlerce kez. Hem de kendi kendilerine, teknolojinin yardımı olmadan. Diş fırçalarında ve saç kurutma makinelerinde işin içine elektrik giriyor gerçi, ama o kadar. Ve bütün bu çaba ter kokularını, ağız kokularını, kıllarını, utançlarını azaltmak için yalnızca.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
İnsan olmanın olayı aşk aslında, ama bunu anlamıyorlar. Anlasalar aşk yok olurdu.
Hayır. İnsan olmak istiyorum. Ya da insan olmak benim için ne kadar mümkünse o kadar insan olmak istiyorum.
İlgimi çeken bir albüm koydum, Gustav Holst’tan The Planets – Gezegenler Suiti. İnsanların çelimsiz güneş sistemi üze-
rineydi; dolayısıyla destansı bir havası olması beni çok şaşırttı. Diğer bir kafa karıştırıcı yanı, adlarını astroloji karakterlerinden alan yedi harekete bölünmüş olmasıydı. Mesela Mars Savaş Getiren di, Jüpiter Neşe Getiren ”, Satürn ise Yaşlılık Getiren di.
İnsanlar kendilerine daha yakın yerlerde olup biten şeyleri daha çok önemsiyorlardı. Güney Kore, Kuzey Kore yüzünden endişeleniyordu. Londra’daki insanlar Londra’daki ev fiyatları yüzünden endişeleniyordu. Eğer biri yağmur ormanında çıplak yürüyorsa, o yağmur ormanı kendi bahçelerine yakın olmadığı müddetçe adamın çıplak olmasını umursamıyorlardı. Kendi güneş sistemlerinin ötesinde olanlarla ilgilenmedikleri gibi, Dünya’yla ilgisi yoksa sistemin içindekilerle de çok az ilgileniyorlardı. (Kabul etmek gerekir ki güneş sistemlerinde pek bir şey olduğu da yoktu. İnsanların kibri bundan kaynaklanıyordu belki de. Rekabet eksikliğinden.)
Temel kural basitçe şu: Dünya’ da aklı başında görünmek istiyorsanız doğru yerde olmanız, doğru kıyafetleri giymeniz, doğru şeyleri söylemeniz ve doğru çimlere basmanız gerekiyor.
İnsanlar prensip olarak delilerden hoşlanmıyorlar; iyi resim yapan deliler hariç, ama onlardan hoşlanmaları için de o insanların ölü olmaları gerekiyor. Ne var ki deliliğin Dünya’daki tanımı çok belirsiz ve tutarsız. Bir dönem tamamıyla aklı başında sayılan bir hareket bir diğerinde delilik işareti oluveriyor. İlk insanlar hiç sorun yaşamadan çıplak gezebiliyorlardı mesela. Hatta nemli yağmur ormanlarındaki bazı insanlar hala böyle geziyor. Yani deliliğin bazen zamanla, bazen de posta koduyla alakalı bir şey olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Evlilik, iki insanın birbirini sevip sonsuza dek birlikte kaldığı bir aşk birliğiydi . Ama bu durum, bana göre, aşkın zayıf bir güç olduğunu ve desteklenmesi için evliliğe ihtiyaç duyduğunu ima ediyordu.
Tabii ya, Kendilerini Mutlu Etmek İçin Yaptıkları Ama Aslında Hayatı Onlara Zehir Eden Şeyler’i de unutmayalım. Sonu gelmeyen bir liste bu. Alışveriş yapmak, televizyon izlemek, daha iyi bir iş bulmak, daha büyük bir ev almak, yarı otobiyografik romanlar yazmak, yavrularını eğitmek, derilerini birazcık daha az yaşlı göstermek ve bütün bunların bir anlamı olabileceğine inanmaya yönelik üstü kapalı bir umut beslemek listedeki kalemlerden bazıları.
İnsanlara güvenilmez. Onlar bile kendilerine güvenmiyor.
Bir daha asla gelmeyecek olmasıdır,
Hayatı bu kadar tatlı kılan.
İnsan dediğimiz şey orta zekalı ve iki ayaklı bir yaşam formu; evrenin çok ıssız bir köşesinde yer alan küçük ve sulu bir gezegende, büyük ölçüde yanılsamalarla dolu bir varoluş sürdürüyor.
Korkmakta haklısın. İnsanların arasındasın.
İnsanlara güvenilmez. Onlar bile kendilerine güvenmiyor.
Bazen en zor şey insan kalabilmektir.
Aşkta ve hayatta seçim şansı yok, dedi.
Haklısın. Yok. Seçim şansın olduğunu düşündüğünde bile aslında yok. Ama insanlar özgür irade yanılsamasına bayılıyor.
İtirad etmeliyim ki insanlar vakitlerinin çoğunu, hatta neredeyse hepsini varsayımlarla boşa harcıyorlar.
İnsan olmak insanı delirtiyordu.
Sence hayatın anlamı ne? Buldun mu onu?”

Hah! Hayatın anlamı. Hayatın anlamıymış. Hayatın anlamı falan yok. İnsanlar dünyada kendilerinin dışında değerler ve anlamlar arıyor, oysa dünya değer ve anlam sunmadığı gibi insanların bu arayışına da hepten kayıtsız.

inekleri yetiştiriyor, boğazlarını kesiyor, parçalara ayırıyor, paketliyor, donduruyor, satıyor ve pişiriyorlardı. Bunu yapınca kendilerinde yedikleri hayvana bonfile ve biftek gibi isimler takma hakkını görüyorlardı çünkü bir insanın inek yerken düşünmek istediği son şey ineklerdi.
Temel kural basitçe şu: Dünya’da aklı başında görünmek istiyorsanız doğru yerde olmanız, doğru kıyafetleri giymeniz, doğru şeyleri söylemeniz ve doğru çimlere basmanız gerekiyor.
Geçmiş ve gelecek yalnızca mitti. Geçmiş ölen şimdiki zamandı ve gelecek hiçbir zaman var olmayacaktı, çünkü ona ulaştığımızda gelecek zaman şimdiki zamanda dönüşücekti. Şimdiki zaman sahip olduğumuz tek şeydi. Sürekli devinen, sürekli değişen bir şeydi şimdiki zaman. ve hercaiydi. Yakalanmanın tek yolu geçip gitmesine izin vermek onu serbest bırakmaktı.
İmkansız diye bir şey yoktu bunu biliyordum. Ćünkü aslında her şeyin imkansız olduğunu ve bu yüzden de hayattan mümkün olan her şeyin imkansızlıklardan ibaret olduğunu biliyordum.
Düşünsenize! Hem ölümlüler, hem de o değerli ve sınırlı vakitlerinin bir kısmını okumaya ayırmak zorundalar. İlkel bir tür olmalarına şaşmamak gerek aslında. Bir bilgi birikimine ulaşmalarına yetecek kadar kitap okuyup bu bilgiyle istediklerini yapabilecek duruma geldiklerinde ölüveriyorlar ne de olsa.
Sonradan kavrayacağınız üzere, burası başka şeylerin içine sarılmış şeyler gezegeniydi. Ambalajların içinde yiyecekler. Kıyafetlerin içinde bedenler. Gülüşlerin içinde hareketler. Her şey başka şeylerin içine gizlenmişti.
Dünya’da yaşarken bir yere varmak için epey bir zaman harcamak zorundasınız, yollar, raylar, kariyerler, ilişkiler, her şeyde böyle bu.
Eğer çocukların olursa ve bir çocuğunu diğerinden daha çok seversen bu sorunu halletmeye çalış. Çünkü aradaki fark tek bir atom kadar bile olsa çocuklar bunu hissedecektir. Ve tek bir atom dev bir patlama için yeterlidir.
Ölen bir bedende yaşıyorlardı ama bir odaya kilitlenmek onları bundan daha çok endişelendiriyordu!
Asal sayılar güçlüdür. Başkalarına bağımlı değildir. Saftır, tamdır ve gücünü asla kaybetmez. Asal sayılar gibi olmalısın. Gücünü kaybetmemeli, mesafeni korumalı ve etkileşimden sonra değişmemelisin. Bölünmez olmalısın.
Aşkta her zaman bir delilik vardır. Ama delilikte de her zaman bir mantık vardır.
Seks aşka zarar verebilir ama aşk sekse zarar veremez
Çirkinlik bakan gözün başarısızlığıdır
Bu mağazalardan birinin vitrininde bir sürü kitap görünce insanların kitap okumak zorunda olduğunu hatırladım. Oturup bütün kelimeleri arka arkaya okumaları gerekiyor. Ve bu da zaman alıyor. Çok fazla zaman. İnsanlar bir kitabı yutamıyor, aynı anda farklı ciltleri çiğneyemiyor ya da sonsuza yakın bilgiyi birkaç saniyede sindiremiyorlar bizim gibi. Kelime kapsüllerini ağızlarına atamıyorlar tek hamlede. Düşünsenize! Hem ölümlüler, hem de o değerli ve sınırlı vakitlerinin bir kısmını okumaya ayırmak zorundalar. İlkel bir tür olmalarına şaşmamak gerek aslında.
İnsan olmak değişmek demekti. İnsanlar böyle hayatta kalırlardı, yaparak, bozarak, sonra tekrar yaparak.
Bazen en zor şey insan kalabilmektir.
Eğer bir şey sana çirkin görünüyorsa daha iyi bak. Çirkinlik bakan gözün başarısızlığıdır.
Bir gün insanlar Mars’ta yaşayacak. Ama oradaki hiçbir şey Dünya’da yağmurlu bir güne uyandığın tek bir sabahtan daha heyecan verici olmayacak.
Herkesin hayatında bir an var. Bir kriz. İnandığı şeylerin yanlış olduğunu söyleyen bir aksama. Herkesin başına geliyor; tek fark bu bilginin insanı nasıl değiştirdiği. Çoğunluk bilgiyi gömüp orada yokmuş gibi davranıyor. İnsanlar böyle yaşlanıyor işte. Yüzlerini kırıştıran, sırtlarını kamburlaştıran, ağızlarını ve azimlerini büzen şey bu. Bu inkarın ağırlığı. Gerilimi. Bu sadece insanlara özgü bir şey de değil. Herhangi bir varlığın gösterebileceği en büyük cesaret ya da delilik, değişme eylemi.
Bence insanların vahşi iradeleri dünyayı hakimiyetleri altına alıp onu ‘medenileştirmelerine’ yardım etti ama artık gidecek bir yerleri kalmadı ve bu yüzden kendileriyle uğraşmaya başladılar. İnsanlık kendi ellerini yiyen bir canavar. Üstelik canavarı hala görmüyorlar ya da görseler bile o canavarın içinde olduklarına, canavarın molekülleri olduklarını anlamıyorlar.
Aşk hayatta kalmana yardım ediyordu. Anlam aramayı da unutturuyordu. Aramayı bırakıp hayatı yaşıyordun. Aşk önemsediğin kişinin elini tutmak ve şimdiki zamanda yaşamaktı. Geçmiş ve gelecek yalnızca bir mitti. Geçmiş ölen şimdiki zamandı ve gelecek hiçbir zaman var olmayacaktı, çünkü ona ulaştığımızda gelecek zaman şimdiki zamana dönüşecekti. Şimdiki zaman sahip olduğumuz tel şeydi. Sürekli devinen, sürekli değişen bir şeydi şimdi zaman. Ve hercaiydi. Yakalamanın tek yolu geçip gitmesine izin vermek, onu serbest bırakmaktı.
Umut denen şey çoğunlukla anlamsızdı. Bir mantığı yoktu. Mantığı olsaydı umut değil mantık denirdi zaten. Ayrıca çaba gerektiriyordu ve ben çaba göstermeye alışık değildim. Geldiğim yerde hiçbir şey çaba gerektirmezdi. Geldiğim yerin olayı buydu, tastamam çabasız bir varoluş. Ama orada değil, buradaydım. Ve umut ediyordum.
Isobel’in yazdığı kitapları okumuştum, insanlık tarihinin akıntıya karşı kürek çeken insanlarla dolu olduğunu biliyordum. Azı başarılı, çoğu başarısız olmuştu ama bu onları durdurmamıştı. Bu primat türü hakkında ne derseniz deyin, gerçekten azimli olabiliyorlardı. Ve umut edebiliyorlardı. Ah, gerçekten umut edebiliyorlardı.
İnsanların kazanmaktan daha az haz ettiği bir şey daha varsa o da kaybetmekti, ama en azından o konuda bir şeyler yapılabiliyordu. Mutlak bir başarı söz konusu olduğundaysa yapılabilecek hiçbir şey kalmıyordu ve bununla baş etmek çok zordu.
Güzelliği görebiliyorsunuz. Güzellik diğer her yerde neyse Dünya’da da oysa tabii: baştan çıkarıp kendini teslim etmeyen, çözülemeyen, nefis bir kafa karışıklığı yaratan bir ideal.
Evet, çok fazla soru var. Ve çok fazla kitap. Çok çok fazla. İnsanlar tam da kendilerine yakışacak şekilde asla okumayacakları kadar çok kitap yazmışlar. Böylelikle okumak da -iş, aşk, seks ve söylemeleri gerektiği halde söyleyemedikleri şeyler gibi- akıllarına geldiğinde kendilerini tatminsiz hissettikleri şeyler yığınına eklenmiş durumda.
Dünya kendi istencimizle farkında olduğumuz şeydir. İnsanlar temel arzuları tarafından yönetilir ve bu da acı çekmemize yol açar çünkü arzular bizi dünyadan bir şeyler istemeye iter, oysa dünya bir tasarımdan başka bir şey değildir. Aynı istekler gördüklerimizi de şekillendirdiğinden kendimizi tüketmeye başlar ve sonunda da delirip kendimizi burada buluruz.
Hah! Hayatın anlamı. Hayatın anlamıymış. Hayatın anlamı falan yok. İnsanlar dünyada kendilerinin dışında değerler ve anlamlar arıyor, oysa dünya değer ve anlam sunmadığı gibi insanların bu arayışına da hepten kayıtsız.
İnsanlar şiddet ve hırsla şekillenmiş kibirli bir türdür. Yaşadıkları gezegeni, şu an için erişimleri olan yegane gezegeni yıkımın eşiğine getirdiler. Bölünmelerle, kategorilerle dolu bir dünya yarattılar ve kendi aralarındaki benzerlikleri görmeyi beceremediler. Teknolojiyi insan psikolojisinin uyum sağlayabileceğinden daha büyük bir hızla geliştirdiler ve hepsinin delisi olduğu para ve şöhret için ilerlemeye çalışıyorlar hala.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir