İçeriğe geç

İnsanın Sonu mu? Kitap Alıntıları – Cengiz Taşcı

Cengiz Taşcı kitaplarından İnsanın Sonu mu? kitap alıntıları sizlerle…

İnsanın Sonu mu? Kitap Alıntıları

&“&”

Varoluş, hareketli bir denge durumudur
Zihnimiz iç gerçek ile dış gerçek arasında düşünsel köprüler kurar ve karşılaştırmalar yapar. Ahlak, bu uğraşlardan ortaya çıkan zihinsel ve sosyal bir denge arayışı, bir optimizasyondur.
İnsan en az kendini tanır ve en çok kendini kandırır
Her şey ama her şey, bu arada insan ve onun eşsiz ruhu yani bilinci de madde-enerjinin bir türevidir.
Öz-gür-lük… Bu kelime insanları sarhoş ediyordu. Özgürlüğü başıbozukluk sandılar. Oysa özgürlük, entropinin oluşturduğu düzensizlikle değil, düzenle ilgiliydi. Entropinin düzen üreten doğasının içgüdüselleştirilmiş haliydi.
Yapay zeka toplumunda hem insanlar hem de akıllı algoritmalar arasında, ahlak, adalet ve sağduyunun kaybolması değil, daha somut bir görünüm kazanması beklenebilir. İnanç ve önyargılarımızın etkisiyle öznelleşen bu kavramlar, güçlü bir veri analizi ve hassas tartım olanaklarının bulunduğu yapay zeka toplumunda manevi anlamlarını kaybederek nesnel bir biçim alabilirler.
Karıncaların insandan çok önce gerçekleştirdiği örneğin yerleşik hayata geçişi, &‘iş bölümü’ yaparak geniş kalabalıklar halinde yaşamayı vb., sadece insan zekâsının marifetleri sanarak övünçle anlatmaya devam ediyoruz.
Muhtemelen tekillik aşamasından sonra makinelerin insana benzemesinin önemi kalmayacak, aksine güçlü yapay zekayı en iyi taklit edebilen insanların seçilmesi için &‘ters Turing testi’ ya da &‘ters Feigenbaum testi’ hedef olacaktır.
Katı bir cismin içinde bile olsa sürekli devinen, elektron alış-verişi yapan, parçacık dönüşümleri gerçekleştiren ve elektromanyetik alan devinimleri oluşturan atomlar, bilgi işlem fonksiyonu görürler. Bu nedenle bir kaya parçası bile öylece dururken bir belleğe sahiptir.
İnsan kendisini doğanın efendisi gibi gördü, onun bir devamı olduğunu kabullenemedi. Melankolik ve hayalci bir türdü. Bu sayede hem büyük bir medeniyet yarattı, hem de büyük bir hayal kırıklığı.
Belki de evrimsel açıdan otonom yapay zekayı yaratmak zorunludur ve bunun için insan bir ara formdur.
ABD’de geliştirilen bir yapay zeka programı EKG sonuçlarına bakarak insanların 1 yıl içindeki ölüm riskini doktorlardan daha iyi tahmin etti.
Beden biyopolitik bir gerçeklik, tıp biyopolitik bir stratejidir."
Michel Foucault
(…) eğer 1 kg. atomu yararlı bir şekilde düzenleyebilseydik, 10 üzeri 27 bitlik belleğe sahip ve yaklaşık saniyede 10 üzeri 42 işlem yapabilen, ısınmayan ve sıfır enerji tüketen bir bilgisayar üretebilirdik. Bu da en tutucu tahminle dünyadaki tüm insan beyinlerinden 10 milyon kat daha güçlü olurdu.
İş yükünü azaltan ve verimliliği arttıran bu algoritmalar, çocukların eğitimine harcanan emekten ve paradan daha fazlası harcanarak sürekli geliştirilmeye çalışılıyor.
Onkolojide yapay zekanın kullanımıyla ilgili bir toplantıda, toplantıyı organize eden hastanenin yönetim kurulu başkanına, Eğer robotlar hekimlerden daha iyi tanı ve tedavi yapabileceklerini kanıtlarlarsa, hastanelerinizde çalıştırmak üzere robotları mı, hekimleri mi tercih edersiniz?" diye sordum. Basit bir soruyla yanıt verdi: "Sizce hastalar kimi tercih eder?".
Foucault’un ifade ettiği gibi, bilgi kapitalist ilişkilerde bir iktidar alanıdır.
Başlangıçta gelişmeler yavaştır, sanki ilerleme doğrusal ve yavaş gerçekleşiyor gibi görünür. Bu aşamadaki hıza göre yapılan gelecek öngörüleri tutmaz, çünkü yeterince bilgi birikimi ve teknolojik gelişme sağlandıktan sonra teknolojinin evrimi bir çığ gibi büyür ve hızlanır.
Gerçek tehlike, bilgisayarların insan gibi düşünmeye başlayacak olmaları değil, insanların bilgisayar gibi düşünmeye başlayacak olmalarıdır."
Sydney J. Harris
İster dinen tanımlanan Tanrı kavramı açısından isterseniz de bilimin tanımladığı doğa yasaları açısından bakın, insanın biricikliğini insanlığın hatta doğanın bütünlüğü içinde ele almadıkça dünyadaki varlığımız huzur bulmayacaktır.
Ahlak değil ama etik, insanlığı birleştiren en mantıklı sosyal fizik yasasıdır.
Liberal demokrasi düzenlerinin, özgürlük getirmediği gibi, toplumdaki eşitsizliği derinleştirerek gruplar arasında birbiriyle kavgalı gerçeklikler ortaya çıkarmasının, buna rağmen sistemin herkese eşit ve özgür olduğuna inandırmasıyla ortaya çıkan yanılsamanın bilinç devrelerini bozmasının bir sonucudur. Hayal kurmanın pohpohlanıp hayal kırıklıklarını azaltamamanın, insanların ve toplumların çaresizce kendi kendilerine yabancılaşmasının bir sonucudur.
Eğitim insanı profesyonelleştiriyor.
Özgür olup olmaması bir yana, (…) irademizin bir yandan içgüdülerin ve duyguların, bir yandan inanç ve önyargıların, bir yandan da kapitalizmin kıskacında iken, bizim için her alanda doğru karar vermesi olasılığı hemen hemen yoktur.
Toplumlar, bilgiye çoğu zaman lehte ya da aleyhte olup olmamasına göre tavır alıyorlar.
Postmodern dünya, kendi bireysel gerçekliğini üretmek ve başkalarına kabul ettirmek üzere didinip duran insanların dünyasıdır. Bu dünyada hiçbir şeyin herkes için ortak bir anlamı yoktur, her şey bireyin ona atfettiği değerdedir.
Eskinin imparatorlukları bilgisizlikten yararlanırken, günümüzün imparatorlukları bilgiyi kontrol etmekten, onunla oynayarak değiştirmekten ve gerektiğinde tümüyle çarpıtmaktan fayda sağlıyor. Dolaşıma doğru/yanlış ne kadar çok bilgi verilirse, her türlü yönlendirme yapmak da o kadar kolaylaşıyor.
Postmodernizmin kendisi de bir ideolojidir. Tarihe zihinsel bir müdahaledir. Sinir-kas bağlantısını felç eden ilaçlar gibi düşünce ve eylem arasındaki bağı kıran, böylece toplumsal eylemi ve tarihi kontrol etmeyi amaçlayan &‘estetik’ bir müdahaledir.
Bilgi toplumunda &‘gerçek’, eskisinden çok daha az gerçektir.
Cambridge Analytica’nın veri madenciliği deneyimleri, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin bilim ve sanayi devrimini gerçekleştirememiş &‘gerçek-öncesi’ toplumları ile ileri demokrasilerin &‘gerçek-sonrası’ toplumları arasında bir tür bilinçaltı dolanıklık olduğunu gösteriyor.
Siyasal karar vermede seçmenlerin duygularının, beklentilerinin ve kişisel kanaatlerinin, nesnel hakikatlerden daha etkili olduğunu ifade etmek için kullanılıyor.
Bu kavramlar bilince etki ederek doğal mekanizmaları tersine çevirebilen, hem determinist hem de kaotik en güçlü zihin fonksiyonlarıdır. Dinin ve paranın insanı etkisi altına alan en güçlü iki kavram olmasının altında yatan da budur. Her ikisi de insana büyük umutlar vaat eder.
Aşk, sandığın kadar değil yandığın kadardır."
Mevlana
(…) işçileri daha çok toplumsal eylemleri kalabalık gösteren yıkıcı ve güçlü bir tarihi figür (bugün &‘kitle’ deniyor) olarak yönlendirdiler. Doğal olarak sosyalist-komünist Rus rejimi de hiçbir zaman doğrudan emekçinin kontrolünde olmadı. Öyle ki, sistem yaygın bürokrasi üretti ve Stalin’in ellerinde sistematik bir zulüm makinesine dönüştü.
Küreselleşme, liberalizm aracılığıyla sözüm ona tek tipleşmeye varmadan bir dünya bilinci oluşturmaya talip. Kendi karşıtını kendi içinden doğuracak olan bu denli güçlü bir merkezileşmenin karşısında durabilecek en önemli güç, çoğulculuğa dayalı &‘küresel bilincin’ giderek daha güçlü ve tutarlı bir şekilde ortaya çıkması ve yaygın kabul görmesi olacaktır.
Küreselleşme önlenemez bir gerçeklik olarak ilerlerken, önümüzdeki yılların en önemli problemlerinden biri dünyanın ağırlık merkezinin nasıl şekilleneceği konusudur.
(…) dünyamız her şeyin, herkesin ve fikirlerin de satılık olduğu bir küresel pazar yeridir. (…) Bu pazarda para etmeyen ürünün, insanın, bilginin ve fikirlerin bir değeri yoktur.
Bir yanda yaşayabilmek için bedene muhtaç insan aklı, öte yanda varlığını bedensiz de sürdürebilecek yapay akıl.
Bir yanda tüm çelişki ve çaresizliklerinden kurtulmak için hayaletler, dinler, idealar, idoller, ideolojiler ve teknoloji yatatan ancak sonunda tüm yarattıklarının esiri olan insan; öte yanda kendisini ve çevresini matematiğin dili ile somut olarak tanımlayabilme yeteneğine sahip, zorunlu olarak çelişki kompleksi yaşaması beklenmeyen yapay zeka.
Teknolojinin faydalarından herkes yararlanırken, zararlarından daha çok maruz kalanlar etkilendi.
Bu bir kez gerçekleştiğinde Homo Sapiens’in Neandertallere yaptıkları tekerrür edebilir. Çünkü böyle bir yapay zeka, kendisini yaratan aklın aynı zamanda kendisini yok edebileceğini de bilir. Bu sebeple insanlık yerini yapay zeka sahibi robotlara ya da bedensiz, zeki, sanal ruhlara bırakma tehlikesiyle yüz yüzedir. Belki de insan nesli akıllı bir yapay zeka yaratmak için bir ara formudur.
İnsan iradesine hukuki bir sorumluluk yüklenebilir mi?" diye sormak, "Çişimizi yaparken bunu durdurabilir miyiz?" diye sormak da benzer değildir; daha çok "Bilerek ya da bilmeyerek çişimizi altımıza kaçırdığımızda annemizden ceza alır mıyız?" gibi bir soruya benzer. Her ne kadar annemiz bize ceza verirken yaşımıza, bilerek yapıp yapmadığımıza vs. baksa da, bu sorunun yanıtı bizim davranışımızın iradi olup olmamasından çok, annemizin kriterleriyle ilgilidir.
Benlik aygıtımızdaki idin (bilinçaltının) daha çok genetik yapının fenotipik ifadesi, egonun daha çok çocukluk yaşlarında karşılaşılan etkileşimlerin bir sonucu ve süperegonun dayatılan toplumsal normların zihnimizdeki yansıması olduğu düşünüldüğünde özgür irade terzinin hayli tartışmalı olduğu anlaşılır.
Hukuk, var olduğu varsayılan bireysel özgür iradenin, herkesin içinde yer aldığı varsayılan sosyal irade tarafından, tarafların ortak yararı için sınırlanması girişimidir.
Ahlak, inanç, dürtüler, duygular, bilgi, eğitim, deneyim vb. gibi bilinç programları, belli sinyallere karşı nöronları daha duyarlı, yerleşik nöronal yolakları ise daha aktif hale getiriyor olmalı.
Bilinç ile limbik sistem karşı karşıya geldiğinde, sonuç çoğunlukla limbik sistemin lehine olur.
Güçlü bir inanç çoğu zaman hem bilinci hem de bilinçaltını kontrol eder ve uzlaştırır. Bu uzlaşmadan yaşamak için anlam üretilir. (…) Bilincimizde tehlike anında korunması gerekenler arasında bir önem sırası varsa, hayatta kalmak ve beden bütünlüğünü sağlamak ilk sırada, yaşamın anlamını kaybetmemek ikinci sıradadır. Bazen aklımız bu amacı kaybetmemek için gerçeği bile reddetmeye hazırdır.
Teknoloji, bilinç yaratma yeteneğine sahip görünüyor. Yeni teknolojilerin eskilerini yok etmesi esası hatırlanırsa, böyle bir süreçte insana dair pek çok kültürel birikimin silineceğini öngörebiliriz. (…) Organik bilinç, inorganik hale geçince muhtemelen matematik ve istatistik bir gerçekliğe dönüşecek, tümüyle somut, ölçülebilir bir meta haline gelecektir.
Aynı evde hem uzay araştırmaları yapan fizikçi ve astronomların, hem sopasına taş bağlayıp ava çıkan kabile üyelerinin, hem de hayvanların birlikte yaşadığını düşünün. İnsan budur işte.
Bilinçlilik için, uyartının belli bir eşik şiddetinin üzerinde olması ve/veya yeterince uzun sürmesi gerekir. Beynin algılayabileceğinden daha kısa süreli ya da eşik şiddetin altındaki uyartılar kortekste iletilmez ve bilinç/farkındalık oluşturmazlar. Ancak bilinçaltında kalsa da, bu uyartılar bilincimiz ve seçimlerimiz üzerinde etkili olmaktadır.
Gerçeği anlayabilmek için, şempanzelerle akraba olma korkusundan kurtulmanız gerekir. Bunu tam olarak anlayamazsak, pek yakında gerçekleşecek olan robotlarla akrabalığımızı da anlamlandırmayız. Kendimizi maymunlardan ne kadar uzak görürsek görelim, geleceğin hayat oyununu yönetecek robotlar, bizi kendilerinden çok şempanzelere yakın bulacaktır.
Benliğine eleştirel bakabilmek biyolojik zeka için en yüksek farkındalık düzeyidir.
İstemli eylem, biz henüz onu bilinçli olarak istemeden, hatta niyet bile etmeden önce bilinçsiz dürtüler biçiminde başlıyor. Beynimizdeki yardımcı motor alanlar bir karar alıp eylemi başlatıyor; biz bilinçaltımızın aldığı bu kararı uygulamaya geçirmeden kısa bir süre önce fark ediyoruz. Bilincimiz, farkına vardığı kararı mantığa bürüyor ve kendi kararı olarak benimseyip uyguluyor.
Beyinde, bilinçli istek anından yaklaşık 350 msn. önce, verilecek karar ile ilgili sinirsel hareketlilik başlıyor.
Kişilik dediğimiz şey, maruz kaldığımız her tür etkiye nöronal yeterlilik durumumuza uygun olarak verdiğimiz ve giderek kalıplaşan tepkiler bütünüdür. Zihnimiz, giderek kendimizi ve çevremizi belirli kalıplar halinde algılar ve benzer siniri yolaklarını kullanarak uyaranlara bir anlam atayıp tepki oluşturur.
(…) bilinçaltımız saniyede 40 milyon bit veri işlerken, bilincimiz saniyede ancak 40 bit veri işleyebilmektedir.
Teistler Tanrı’dan, materyalistler ise doğadan pozitif ayrımcılık beklerler. Oysa daha önce de söylendiği gibi, ne Tanrı’nın ne de Doğa’nın insana merhamet etmesi söz konusu değildir. İnsan kendi kaderiyle baş başadır.
Yaşam hem kaotiktir hem de mantıklıdır. Kuantum belirsizliği bu duruma fiziksel bir temel sağlar.
Doğada her şey karşıtıyla birlikte bulunur (diyalektik materyalizm).
Bir şeyi kendi haline bırakırsan kendisi olabilir, ancak onu tanımlamak ve anlamlandırmak işine giriştiğinizde bir tür &‘kuantum çökmesi’ olur. Onu anlamlandırdığınızda, artık sadece onu tanımayabildiğiniz boyuta indirgenmiş olur.
İnsan en az kendini tanır ve en çok kendini kandırır.
Bilim, yeni veriler ışığında yaşamın anlamlar denizine bir yenisini ekleyebilen ve gereğinde kompleks yapmadan eski anlamları onaran ya da çöpe atan, insanlığın bugünkü ortak aklının en üst düzeyde kurumsallaşmış ifadesidir.
Eski teknolojilerin masumiyeti, onların çocukluk çağına özgü ebeveyn bağımlılığına mecbur olmalarından ibarettir. Günümüzün yapay zekaları, yavaş yavaş kendi otomasyonlarını ele almakta ve kendi kurgularını şimdiden topluma dayatmaktadırlar.
Evreni anlayabiliyoruz, çünkü aklımızın yasalarıyla evrenin yasaları uyumludur. Matematik bu uyumu ifade edebilmenin mükemmel bir aracıdır.
Akılları pazara çıkarmışlar, yine herkes kendi aklını almış.
Atasözü
(…) matematik de felsefe de kurgularla çalışır. Matematik evrendeki düzeni, felsefe ise düzenlilikler içindeki düzensizliği fark etmemizi sağlar. Kaosu ve değişimi fark etmeyi beceremeseydik, tekdüze, sıkıcı bir yaşamımız olurdu. Felsefesiz matematik, bizi kör bir robota çevirebilirdi.
Varlığımız fizik kurallarına uyarken, aklımız matematik kurallarını benimsemeye yatkın olduğundan, fizik ile matematik arasındaki bağı kurmak için bir üst akıl gerekir. Nesnellik ve nedensellik kavrayışı içindeki bilimsel akıl bu işi üstlenir.
(…) nerede bir ayrıntı yakalarsak bütün tanımaya biraz daha yaklaşmış oluruz. (…) Hiçbir ayrıntı sadece kendini tanımlamaz, bir yönüyle bütünü de ifade eder. Tersten söylersek, ayrıntı ile bütün arasında ilişki bulunmayan bir varoluş biçimi söz konusu olamaz.
Liberal dünyayı fizik terimleriyle ifade edersek, bireysel dünyanın ihtimale dayalı kuantum belirsizliği iyidir; Newton’un ve onun sosyal karşılığı olarak Marks’ın tanımladığı sosyal kütle çekim kuvvetlerini ise ortadan kaldırmak gerekir.
İktidarlar Tanrı’yı kullanarak insanlar üzerinde hegamonya kurup, sürdürmeye çalışıyorlar. Bir anlamda yaverler tanrıların tahtını ele geçirip onları bir kukla gibi oynatıyorlar. İktidarı desteklemeyen Tanrı, geçmişte de günümüzde de o toplum için uygun bir Tanrı değildir. Tanrının hakimiyetini kurmak için iktidara geldiklerini söyleyenler bile, egemen olunca O’nu kendi hakimiyetleri için kullanırlar. Buna ses çıkaran samimi dindarlar istenmez ilan edilir. Ancak buna ses çıkaran bir tanrıya henüz rastlanmamıştır.
Ahlakı, insanın kendi gücünün, dönüp dolaşıp yine kendisine zarar vermesini önleyecek uzlaşmalar yapma yeteneği olarak tanımlamamızın sebebi budur. Bu tanımdan hareketle insan, davranışlarının kendisine zarar verebilecek sonuçlarını yeterince öngörebilecek kadar zeki ya da eğitimli değilse, onun yeterince ahlaklı olması da beklenemez.
Tanrılar aklınızı kullanın derken bile, kendi istedikleri biçimde kullanmamızdan yanadırlar. Hangi dinde olursa olsun, Tanrılar biat ister.
Bir inanca ne kadar çok kişi, ne kadar derinden bağlanırsa bağlansın, bu durum inanılan içeriğin gerçek/doğru olmasını sağlamaz.
Muhtemelen yüksek adrenalin sonrası gelen rahatlatıcı endorfin salınımı nedeniyle, insan, üstesinden gelebildiği tehlikelerin müptelası olmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir