İçeriğe geç

İnsanın Esareti Kitap Alıntıları – W. Somerset Maugham

W. Somerset Maugham kitaplarından İnsanın Esareti kitap alıntıları sizlerle…

İnsanın Esareti Kitap Alıntıları

Mutluluğa teslim olmak, yenilgiyi kabul etmek anlamına gelebilirdi, ama bu pek çok zaferden daha iyi bir mağlubiyetti.
Hep gelecekte yaşamış ve şimdi hep parmaklarının arasından kayıp gitmişti.
Ona göre bütün hayatı, başka insanların kelimeleriyle ya da yazdıklarıyla ona yavaş yavaş zerk ettiği ideallerdi, asla kendi yüreğinin arzuları değildi.
Gelecek önünde kasvetli bir boşluk halinde uzanıyordu.
Bu hayat değil, uzun bir mahkûmiyet.
İyilik çoğu zaman buyurgan olurdu.
Hayat ona bunca az şey sunarken, öldüğü için ona kim acıyabilirdi ki?
Hayat mücadelesinin zalimliğine uygun değilim
Kendisini onlardan ayıran mesafeyi hüzünle fark etti ve ne kadar çok şey yapmak isterken nasıl da azıcık bir şey başarabildiğini düşündü.
Önünde uzanan gelecek ihtimallerle dopdoluydu.
Bir şeylerin olmasını büyük hasretle bekliyorum, ardından o vakit geldiğinde hep hayal kırıklığı yaşıyorum.
Zaman geçiyordu, her ne kadar çok ağır geçse de, gençliğinin kayıp gittiğini ve yakında onu hiçbir şeyi başaramadan kaybedeceğini düşündü.
Hayatın hiçbir anlamı olmadığı inancıyla uzlaşamıyordu bir türlü; yine de gördüğü her şey , bütün düşünceleri bu inancının gücünü artırıyordu.
Ey hayat, diye haykırdı içinden, ey hayat, zaferin nerede?
Hayatın hiçbir anlamı yoktu, insan yaşayarak hiçbir sona hizmet etmiyordu. Doğması ya da doğmaması, yaşaması ya da hayatına son vermesi bile önemli değildi. Hayat önemsizdi ve ölümün hiçbir sonucu yoktu.
Gençliğin parlak umutlarının karşılığı, gerçekleri görmenin acı bedeliyle ödeniyordu. Istırap, hastalık ve üzüntü teraziye tüm ağırlığıyla çöküyordu. Tüm bunların anlamı neydi?
Kendisini sarıp sarmayalacak bir tutku istiyordu, ayakları yerden kesilsin ve nereden geldiği umrunda olmayan büyük bir istek onu güçsüz düşürsün istiyordu.
Keşke endişelerini anlatabileceği birisi olsaydı, ama onları itiraf edecek gücü içinde bulamıyordu.
İnsanlar, onları şunu ya da bunu yapmaya zorlayan bilinmeyen bir gücün elindeki kuklalardı adeta.
İnsan birini neden sever bilmiyorum, ama bu her neyse önemi olan tek şey ve nezaketle ya da cömertlikle veya bu tür herhangi bir şeyle bunu yaratamazsın.
İnsanlar beklenebileceği gibi aşk için intihar etmiyor, bu sadece romancıların hayal gücü; intihar ediyorlar çünkü hiç paraları yok.
Hayattan, onun mevcut anda sunduğundan daha fazlasının alınabileceğine inanıyordu.
İçedönük bir yaşam da, krallıkları fetheden ve bilinmeyen toprakları keşfeden birinin yaşamı kadar çeşitlilik sunabilir, değişken ve tecrübeyle zenginleşmiş olabilirdi.
Hayat içinden çıkılamaz bir karmaşaydı adeta.
Hayallerin seni zamanın ve mekânın yüce efendisi kılıyorsa, hayat şartlarının ne ehemmiyeti var ki?
Yaşamanın tek yolu, ölmeyi unutmaktır.
İyi ya da kötü yoktu. Sadece gerçekler vardı. Bu da hayattı.
Erkeklerin sana iyi davranmasını istiyorsan, onlara zalimce muamele etmelisin; eğer onlara doğru dürüst davranırsan bunun acısını çıkarırlar.
Tek bir hayatı vardı ve onu böyle boşa harcaması delilik olurdu.
Aşk korkunç bir şey, öyle değil mi? Âşık olmayı isteyecek kimseyi düşünemiyorum.
Evrenin tüm güçleri bir şeyi oldurup öldürmeye yönelmişken, olmuşla ölmüşe üzülmenin faydası yok.
Hayat mücadelesinin zalimliğine uygun değilim.
Eğer şimdi için olduğu kadar gelecek için endişelenirsem, hayatın yaşamaya değer bir tarafı kalmaz.
Aşk kalpteki bir parazit gibiydi, kanını nefret dolu varlığıyla besliyordu; onun varoluşunu öyle yoğun biçimde işgal ediyordu ki başka hiçbir şeyden zevk alamıyordu.
Hep söylerim, insanlar beni olduğum gibi kabul etmeli, hoşlarına gitmezse bırakabilirler.
Aşkın insanı, bütün dünyayı bahar gibi gösterecek şekilde ele geçiren bir esrime hali olarak düşündü.
Anlattıkları şeylerin insanları sıkıp sıkmadığını umursamadan kendilerini heyecanlandıran şeylerden konuşabilen insanlardan değildi.
Kahramanca bir harekette bulunmak kolay, ama onun sonuçlarına katlanmak zordu.
Özgür insan hiçbir hata yapamaz. Ne isterse onu yapar -elinden gelirse.
Belli ki geçerli görünen pek çok şey aslında sadece küçük yaşlarında öğretildiği için böyle görünüyordu.
İnsanın tek başına yaptığı hatalardan, başkasından aldığı tavsiyelerle yaptığı doğru şeylerden daha fazla faydalandığını söyleyebilirim.
Nasıl da ziyan olmuş bir hayat!
Para, o olmaksızın diğer beşini tam anlamıyla kullanamadığın altıncı bir his gibi. Doğru düzgün bir gelir olmadan, hayatın sunduğu olasılıkların yarısı ortadan kalkıyor.
İnsanlar senin eleştirine başvurur ama tek istedikleri övülmektir.
Kendisinden hoşnut değildi. Hayat ona istediğini vermiyordu, zaman kaybettiğine dair sıkıntılı bir hissiyat içindeydi.
Görevi, iyiliği ve güzelliği ortadan kaldırırsak, biz dünyaya neden geldik?
Herkesin dünyada önce kendisini düşündüğü gerçeğiyle barışırsan, çevrendekilerden daha az şey istersin.
Hayat, hakkında yazmaktan öte yaşamak içindir.
Je suis venu trop tard dans un monde trop vieux. *

*Çok eski bir dünyaya çok geç geldim.

Hayattaki en şahane şey risk almaktır.
Bence insan hayatı bir macera olarak görmeli, mücevher gibi güçlü bir ateşle yanmalı, riskler almalı, kendini tehlikeye maruz bırakmalı.
Dünyada hayatı yaşamaya değer kılan sadece iki şey var, onlar da aşk ve sanat.
İlk aşk en iyi aşktır: O çok güzel, sen de gençsin ve bütün dünya sizin.
Kendisinden korkmuştu. Aşk bu muydu?
Hiçbir şey yapmamışlardı ve göçüp gittikleri zaman da hiç burada bulunmamışlar gibi olacaktı.
O kuralcı coğrafyada bir ruh nasıl kendini bulabilirdi?
Gençliğin mutlu bir şey olduğu bir yanılsamadır, onu kaybedenlerin yanılsaması; ama gençler perişan olduklarını bilirler; çünkü içlerine işlemiş, gerçekten uzak ideallerle dopdoludurlar ve gerçekle her temas ettiklerinde yaralanıp debelenirler.
Hayata hazırlanmaktan bıktım usandım: Onu şimdi yaşamak istiyorum.
Güzel bir yüz ahlaksız bir zihni gizliyordu; iffetliler erdemi gizli kötülüklerine bir maske olarak kullanıyordu; güçlü görünüm zayıflıkların içinde kaybolup gidiyordu; dürüstler çürümüştü, namuslular iffetsizdi.
Yaptığı şeylerden sadece kendisine karşı sorumluydu. Özgürlük! Sonunda kendi kendisinin efendisiydi.
İnsanlar tanrıları daima kendi görünümlerine göre biçimlendirir.
Ara sıra daha ağzından laf çıkmadan ne demek istediğini anlayan, yolun yarısını aşmış bir çocuğa öğretme şansını yakalayınca, işte o zaman öğretmenlik dünyanın en eğlenceli işine dönüşür.
Onu sarıp sarmalayan halsizlik karşısında hiç gücü kalmamıştı; ağzına kadar dolu bir lavabonun üstünde tutulan ve içindeki su gittikçe yükselen boş bir şişe gibiydi.
Sabahları, önünde angaryayla geçecek bir gün daha olduğu için iç sıkıntısıyla uyanıyordu.
Hevesini o kadar kaybetmişti ki durumunun iyi mi, kötü mü olduğu hiç umurunda değildi.
Ara sıra insanlarla bir arada olmak onu çok yoruyor, bir an evvel yalnız kalmak istiyordu.
Bence kimsenin inancı hiçbir zaman yeterli değildir, dedi.
Ama sanat bir lükstür. İnsanlar sadece kendilerini korumaya ve türlerini yaymaya önem verir. Ancak bu güldüler tatmin edildiğinde kendilerini yazarların, ressamların ve şairlerin sağladığı eğlencelerle meşgul etmeye rıza gösterirler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir