Erich Fromm kitaplarından İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri kitap alıntıları sizlerle…
İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri Kitap Alıntıları
Bir kitle katliamcısı ve sadist olan tek memeli hayvan insandır.
Kendini kabul ettirmeye yönelik saldırganlığın güçsüzleşmesine yol açan en önemli etken, belki de aile ve toplumdaki yetkeci bir ortamdır.;bu ortamda kendini kabul ettirme, söz dinlemezlikle, saldırıyla, günahla bir tutulur. Bütün usdışı ve sömürücü yetke biçimleri için kendini kabul ettirme-bir kişinin kendi gerçek amaçlarının peşinden gitmesi- en büyük suçtur çünkü yetkenin gücüne yönelik bir tehdittir
Hitler bir kumarcıydı;kendi yaşamıyla olduğu kadar tüm Almanların yaşamıyla da kumar oynadı Hitler her zaman istediği şeyi elde etmişti:Güç sahibi olmuş, nefretini ve yıkım açlığını doyurmuştu. Yenilmiş olması, bu doyumu ondan geri alamazdı. Büyüklük delisi ve yıkıcı, gerçekte KAYBETMEMİŞTİ. Kaybedenler, savaş alanında ölmeyi en hafif acı gibi gören milyonlarca insandı
Aslına bakılırsa, aklı başında olmayan toplumda yalıtılmışlık hisseden, tam anlamıyla aklı başında olandır ve bu kişi, iletişim kuramayışından dolayı öyle büyük acı çekebilir ki, sonunda çıldıran o olabilir.
Sadist, kendisini güçsüz, cansız ve yeteriz duyumsadığı için sadisttir. Bu yoksunluğunu başkaları üzerinde denetim kurarak, bir solucan gibi duyumsadığı kendi benliğini bir Tanrıya dönüştürerek ödünlemeye çalışır. Ama güç sahibi olan sadist bile, insani güçsüzlüğünden dolayı acı çeker. Öldürebilir, işkence yapabilir ama yine de boyun eğebileceği daha yüksek bir güce ihtiyaç duyan sevgisiz, soyutlanmış, korkak biri olarak kalır
Sadist karakterli kişi, çoğunlukla yabancılardan ve yeniliklerden korkar; yabancı biri yenilik demektir;yeni olan bir şey de korku, kuşku ve nefret uyandırır,çünkü kendiliğinden, canlı ve alışılmamış bir tepki gerektirir.
Ne var ki, insan, bir katil olduğu gerçeğiyle hayvanlardan ayrılır. Biyolojik olsun, ekonomik olsun hiçbir nedene dayanmaksızın kendi türünün üyelerini öldüren, onlara işkence eden ve bunu yapmaktan haz duyan tek primat insandır.
Önderler, çok sık olarak, gerçekte amaçları halklarını köleleştirmek olduğu zaman, bir özgürlük savaşında halklarına önderlik ediyor oldukları sloganını kullanmışlardır.
Hayvanın kalabalıklaşmaya getirdiği çözüm, biyolojik ve içgüdüseldir; insanın getirdiği çözüm ise toplumsal ve siyasaldır.
Modern sanayi toplumunda meydana gelen gelişme, geleneklerin, ortak değerlerin ve başkalarıyla olan gerçekten toplumsal nitelikli kişisel bağların büyük ölçüde ortadan kalkmasıdır. Modern kitle insanı, bir kalabalığın parçası olsa bile, yalıtılmış ve yalnızdir; başkalarıyla paylaşabileceği hiçbir inancı yoktur. Iletişim araçlarından edindiği yalnızca sloganlar ve ideolojilerdir.
Ne yazık ki, insanın işbirliği ve paylaşma geçmişi, uygarlık tarihinin ortaya koyduğu üzere, pek parlak değildir.
Bir adamı öldürmek istersek ona yaklaşırız; onunla yer, içer, uyur, çalışır ve dinleniriz; bu birkaç ay sürebilir. Fırsat kollarız. Ona arkadaş deriz.
Birçok insan, başka insanların acı çektiğini görmekten ve hayvanların öldürülmesinden haz duyar
İnsan, öteki hayvanları avlamaktan haz duyar. Dikkatli eğitim doğal dürtüleri gizlemedikçe, insanlar avlamaktan ve öldürmekten hoşlanırlar.
Çünkü Gestapo ihaneti seviyordu ama hainlerden de nefret ediyordu.
Kişi, ancak sevmesi durumunda gerçekten nefret edebilir; kendisi yadsısa bile, yine de böyle davranır.
İnsan evcilleştirilebilir ama tedavi edilemez
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Belli bir düzen hakkındaki gerçekleri dile getirenler, öfkeleri kabarmış olan iktidardakiler tarafından sürülmüş, zindana atılmış ya da öldürülmüştür.
Bir kitle katliamcısı ve sadist olan tek memeli hayvan insandır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Insan ,kavga eden binlerce tür arasında, kavgasını yıkılıcığa ulaştıran tek türdür Insan, kitle katliamcisi olan tek türdür, kendi toplumu içinde çıban başı olan tek varlıktır.
Harita, yanlış olsa bile, ruhsal işlevini yerine getirir.
Holizm: bir varlığın, kendini oluşturan parçaların toplamından ya da bütününden başka ve onu aşan bir kimliğe sahip olduğunu savunan felsefe kuramıdır.
lt; lt;Davranış bilimleri gt; gt; öncelikle insanın ne yaptığıyla ve yaptığı şeyi yapmamasının nasıl sağlanabileceğiyle ilgilenir, niçin yaptığıyla ve kim olduğuyla değil.
Biz neyin karşısındayız? Yalnızca içimizdeki cahilliğin.
Saldırganlığa ilişkin görüşlerindeki benzerliklere karşın, Lorenz ile Freud arasındaki temel ayrılık burada yatar. Freud, aydınlanma felsefesinin son temsilcilerinden biriydi. O, mantığın insanda var olan ve onu karışıklıktan, çöküşten kurtarabilecek tek güç olduğuna içtenlikle inanıyordu, insanın bilinçsiz çabalarını ortaya çıkarma yoluyla öz-bilgiye ulaşma gereğini içtenlikle öne sürdü. Mantığa yönelerek tanrıyı yitirmiş olmanın üstesinden geldi ve kendini son derece zayıf hissetti. Ama yeni putlara yönelmedi.
Sancak bir kez açıldığında bütün mantık borazandadır.
Oysa Lorenz’e göre, sevgi de saldırganlık içgüdüsünün bir ürünüdür.
Bu deney, gerçek yaşamda olan bir durumun, yani üstlerinden gelen ve sorgusuz-sualsiz yerine getirdikleri emirler( ya da emir olduğuna inandıkları şeyler) uyarınca son derecede zalim ve yıkıcı bir biçimde davranan askerlerin işledikleri suçların, yaklaşık bir benzerini yaratmış gibi görünmektedir.
Sibernetik çağda birey gitgide yönetilmeye açık hale gelmektedir.Onun çalışması, tüketimi ve boş zamanı reklamlar, ideolojiler, Skinner’ın (olumlu pekiştirmeler) olarak adlandırdığı şeyler tarafından yönetilmektedir.Birey, toplumsal süreçteki etkin, sorumlu rolünü yitirmektedir; bütünüyle “uyarlanmış” hale gelmekte ve genel düzene uymayan herhangi bir davranış, hareket, düşünce ya da duygunun çıkarlarını fena halde zedeleyeceğini öğrenmektedir; gerçekte o, kendisinden nasıl olması bekleniyorsa öyledir.Eğer kendisi olmakta diretirse, polis devletlerinde özgürlüğünü, hatta yaşamını tehlikeye atar; bazı demokrasilerde işinde ilerleyememe ya da daha seyrek olarak, işini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır ve belki de en önemlisi, hiç kimseyle iletişimde bulunamama, kendini soyutlanmış hissetme tehlikesine girer.
Yerçekimi yasalarını bilen birisi kendini derin bir suda bulur ve yüzmeyi de bilmezse, bilgisi onu boğulmaktan kurtarmayacaktır.
Tutkulardan ve arzulardan yoksun bir insan, insan olmaktan çıkar.
Savaşta, suçta, kişisel tartışmalarda ve her türden yıkıcı ve sadistçe harekette açığa çıkan insanın saldırgan davranışı, boşalma yolları arayan ve kendini açığa vurmak için uygun bir durumun doğmasını bekleyen, kalıtımsal olarak programlanmış doğuştan bir içgüdüden kaynaklıdır.
İnsan, bir yandan, kendi türüyle kavga etmesi yönünden birçok hayvan türünün akrabasıdır.Ama öte yandan da o, kavga eden binlerce tür arasında, kavgasını yıkıcılığa ulaştıran tek türdür İnsan, kitle katliamcısı olan tek türdür, kendi toplumu içinde bir çıban başı olan tek varlıktır.
Biyolojik olsun, ekonomik olsun hiçbir nedene dayanmaksızın kendi türünün üyelerini öldüren, onlara işkence yapan ve bunu yapmaktan haz duyan tek primat insandır.
İnsan bir yandan kendi türüyle kavga etmesi yönünden
birçok hayvan türünün akrabasıdır. Ama öte yandan da o,
kavga eden binlerce tür arasında, kavgasını yıkıcılığa ulaş-
tıran tek türdür İnsan, kitle katliamcısı olan tek türdür,
kendi toplumu içinde bir çıbanbaşı olan tek varlıktır.
N. Tinbergen
birçok hayvan türünün akrabasıdır. Ama öte yandan da o,
kavga eden binlerce tür arasında, kavgasını yıkıcılığa ulaş-
tıran tek türdür İnsan, kitle katliamcısı olan tek türdür,
kendi toplumu içinde bir çıbanbaşı olan tek varlıktır.
N. Tinbergen
Yerçekimi yasalarını bilen biri kendini derin bir suda bulur ve yüzmeyi de bilmezse, bilgisi onu boğulmaktan kurtaramayacaktır
Kuşkusuz insan, rüşvet ve şantajla, yani ustaca koşullandırmayla, “din”den ayrılmaya ve benliksizlerin, robotların genel mezhebine dönmeye ikna edilebilir. Ama bu ruhsal tedavi, onu sahip olduğu en iyi şeylerden, bir nesne değil bir insan olmaktan yoksun kılar
İnsan canlı, hareketli bir yaşam ve heyecan arar; daha üst düzeyde bir doyuma ulaşamadığında da yıkmaya dayalı canlı, hareketli yaşamı kendisi için yaratır
Eğer insan, hayvan atalarıyla paylaştığı biyolojik olarak uyarlanabilir saldırganlığa doğuştan sahip olmakla kalsaydı, nispeten barışçıl bir varlık olurdu
Çağdaş sanayi toplumunda insanlar zihinsel bakımdan yönlendirilirler, az hissederler ve coşkuları -ruh bilimcilerin konu aldığı kişilerin coşkuları kadar ruhbilimcilerin kendi coşkularını da- yararsız bir safra olarak görürler
Kuşaklar zaman geçtikçe kötüye gidiyorlar. Öyle bir zaman gelecek ki, iktidara tapacak kadar düşkünleşecekler; kaba güç onlara doğru gelecek ve iyiye duyulan saygı ortadan kalkacak. Sonunda, hiç kimse artık yanlışlıklara kızmaz yada kötülüklerin varlığından utanç duymaz olunca Zeus onları da yok edecek. Yine de, eğer sıradan halk kendisine baskı yapan egemenlere karşı ayağa kalkacak ve onları alaşağı edecek olursa, o zaman bir şeyler yapılabilecektir
Eski Bir Yunan Efsanesi
.. nefret, sevgiden daha yaşlıdır.
”Biz neyin karşısındayız?
Yalnız içimizdeki cahilliğin. ”
Yalnız içimizdeki cahilliğin. ”
Hiçbir diktatör kendisini diktatör olarak adlandırmaz ve her sistem halkın istencini dile getirdiğini öne sürer.
Elbette, günümüz kadınlarının davranışlarından hiçbir sonuç çıkarılamaz çünkü günümüz kadınları, büyük ölçüde, var olan ataerkil düzenin sonucudur.
Tutkulardan ve arzulardan yoksun bir insan, insan olmaktan çıkar.
Gerçekte, kaç çocuğun, bugün dünyada bulunmalarını, sevgiyi bir yana bırakalım, gerçek fiziksel çekicilikten çok, kendini beğenmişliğe, sadistliğe ve mazoşistliğe borçlu olduğunu herkes kestirebilir. Ne var ki insanlar, özellikle de erkekler, aşırı kendini beğenmiş olduklarını düşünmekten çok, aşırı cinsel güce sahip olduklarını düşünmeyi yeğlerler.
Erkeklerin avcılık yaptığı, kadınların kök ve meyve topladığı eski iş bölümüne bakılırsa, tarım çok büyük olasılıkla kadınların buluşuydu, hayvancılık ise erkeklerin buluşuydu.
.. insanı yöneten nesnelerdir; varlığı yöneten sahipliktir; canlıları yöneten ölülerdir.
Tutkular ve arzular, insan onlarsız insan olmayacağı için bu denli yoğundur.
Modern kitle insanı, bir kalabalığın parçası olsa bile, yalıtılmış ve yalnızdır; başkalarıyla paylaşabileceği hiçbir inancı yoktur…
Saldırganlığı üreten engelleme değil, durumun içerdiği haksızlık ya da reddetme ögesidir
Zalimlik yapmakla zayıf güçlü olmaz; yalnızca zayıflığını kendisinden ve onları denetleme yetkisine sahip olduğu sürece başkalarından geçici olarak saklar.
En sadist ve en yıkıcı insan bile bir insandır; azizler ne kadar insansa, o da o kadar insandır, O, insan olarak doğmuş olmanın yarattığı güç sorunlara daha iyi bir yanıt bulmayı başaramamış sapık ve hasta bir kişi olarak adlandırılabilir ve bu doğrudur da.
Günün sekiz saatinde yaşamlarını kazanmak için uğraşırlar; iş saatlerinden sonra, can sıkıntısının bilince çıkma tehlikesi belirdiği zaman, açığa çıkmasını önleyen çok sayıda araçla -içki içerek, televizyon izleyerek, ata binerek, toplantılara giderek, cinsel etkinliklere katılarak ve daha yakınlarda da moda haline gelen uyuşturucu ilaçlar alarak- bu tehlikeden kaçınırlar.
Hitler, diplomasını aldıktan sonra, sınıf arkadaşlarıyla birlikte şarap içmeye gitti ve eve vardığı zaman, diplomasını yitirmiş olduğunu anladı. Okul müdürünün yanına çağrıldığı zaman, nasıl bir özür bulacağını düşünüp duruyordu; Hitler’in yitirdiği diploma bir caddede bulunmuştu; Hitler diplomasını tuvalet kağıdı olarak kullanmıştı! Hitler’in az buçuk sarhoş olduğu göz önüne alınsa bile bu davranış, onun okul karşısında duyduğu nefreti ve küçümsemeyi simgesel olarak büyük ölçüde anlatıma kavuşturmaktadır.
Erkeklerin avcılık yaptığı, kadınların kök ve meyve topladığı eski işbölümüne bakılırsa, tarım çok büyük olasılıkla kadınların buluşuydu, hayvancılık ise erkeklerin buluşuydu
Tutkular ve arzular, insan onlarsız insan olmayacağı için bu denli yoğundur.
İnsan, fincanla atılan zar gibi, salt bir nesneymişçesine yaşayamaz. Yiyip içen ya da üreyip çoğalan bir makine düzeyine indirgendiğinde, gereksinme duyduğu bütün güvenceye kavuşmuş olsa bile acı çeker. Insan canlı, hareketli bir yasam ve heyecan arar; daha üst düzeyde bir doyuma ulaşamadığında da yıkmaya dayalı canlı, hareketli yaşamı kendisi için kendi yaratır.
Hitler, bir tümcesiyle, hem sadist hem de ölüsever yönlerini anlatıma kavuşturmuştur:(kitlelerin) istediği, güçlülerin utkuya ulaşması, güçsüzlerin ise yok edilmesi ya da koşulsuz teslim alınmasıdır . Sadist teslim almak ister; yok etmek isteyen yalnızca ölüseven kişilerdir. Ya da sözcüğü, Hitler’in karakterinin sadist ve ölüsever yanlarını bağlanmaktadır.
Modern kitle insanı, bir kalabalığın parçası olsa bile, yalıtlanmış ve yalnızdır; başkalarıyla paylaşabileceği hiçbir inancı yoktur; iletişim araçlarından edindiği yalnızca sloganlar ve ideolojilerdir.
Eğer insan hiçbir şey yaratmıyorsa ya da hiç kimsede duygu uyandıramıyorsa, topyekun özseverliğinin ve yalıtılmışlığının hapishanesini yıkıp dışarıya çıkarmıyorsa, dayanılmaz bir duygu olan dirimsel(yaşamsal) güçsüzlük ve hiçlik duygusundan, ancak yaratmayı başaramadığı yaşamı yok etme eyleminde kendisini kanıtlayarak kaçabilir.
Cinsel dürtünün tek bir nesneye sıkı sıkıya bağlı olmayıp epeyce değişken olduğu kesinlik kazanmış bir gerçektir; tek bir kişiyle olan ilişkiyi son derece güçlü kılan etmen, bu ilişkinin yerine getirdiği duygusal işlevdir.
İnsanı yöneten nesnelerdir; varlığı yöneten sahipliktir; canlıları yöneten ölülerdir.
Bir miktar özgürlüğe ulaşır ve bizzat bu özgürlükten korkar hale gelir. Maddi üretim yeteneği artar ama süreç içinde açgözlü ve bencil biri haline gelir, yarattığı şeylerin kölesi olur.
İnsan, tarihi boyunca, çevresini değiştirir ve bu süreçte kendini de değiştirir. Bilgisi artar ama bilgisizliğine ilişkin bilincinde artar.
İlkel halkların incelenmesi sonucunda öyle çeşitli gelenekler, değerler, duygular ve düşünceler keşfedilmiştir ki birçok insanbilimci, insanın bir tabaka yazısız kağıt halinde doğduğu ve her bir kültürün bu kağıda kendi metnini yazdığı anlayışına ulaşmıştır