İçeriğe geç

İnsan İlişkilerde İlahi Ölçü (Ciltli) Kitap Alıntıları – Muhammed Emin Yıldırım

Muhammed Emin Yıldırım kitaplarından İnsan İlişkilerde İlahi Ölçü (Ciltli) kitap alıntıları sizlerle…

İnsan İlişkilerde İlahi Ölçü (Ciltli) Kitap Alıntıları

Dua, kula değer kazandırır. Dua, kulun kul olduğunu hatırlatır. Dua, insanın acziyetini, Allah’ın (cc) yüceliğini, aşkınlığını insan zihnine nakşettirir.
Özgüveni olan insanlar etkilenen değil, etkileyen; nesne değil, özne; vagon değil, lokomotif insanlardır.
Vicdan fıtrat gibi doğuştan oluşmaz, sonraları oluşur/oluşturulur. Fıtratını muhafaza eden doğru bir vicdan sahibi olur; fıtratını bozan, tahrif eden vicdansız olur.
“..Sağlıklı bir insan-Allah ilişkisi, ancak mutmain olmuş bir kalp ve ikna olmuş bir akıl ile mümkündür. Aklın iknası marifetin hakikatten kaynaklanmasına, kalbin itminanı ise Allah’ın (cc) zikrinin varlığıyla mümkündür..”
Zaafiyet yönüyle insan kimdir ?

2.madde ;Mala ve dünya hayatına düşkündür .Kadınlara,oğullara,kantar altın ve gümüşe,salma nişanlı atlara,hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara süslü gösterilmiştir.Aslında tüm bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. (Âl-i imrân 3/14 )

Çünkü tecrübe insanın parayla satın alamayacağı bir sermayedir.
Ateş ehlinden iki sınıf vardır,henüz onları görmedim. Onlardan biri,yanlarında sığır kuyruğu gibi bir şeyler taşıyıp onu insanlara vuranlardır.Diğeri ise örtülü çıplak kadınlardır ki bunlar,Allah’a taatten dışarı çıkmışlardır.Bunlar başkalarını da baştan çıkarırlar.Başları deve hörgücü gibidir.Bu kadınlar cennete girmek şöyle dursun,kokusunu dahi almazlar.Halbuki onun kokusu ne kadar uzak mesafeden duyulur.
Bilinmeyen bir doğrudansa bilinen bir hata daha iyidir
•Değer veren, değer görür; dinleyen, dinlenir.
•İnsanın üslubu, insanın ta kendisidir.
•İnsana, insan olduğu için değer vermek
•Söz, hatibin yüreğinden çıkarsa muhatabın yüreğine ulaşır.
•Marifet, aklın eylemi iken; tasdik, kalbin eylemidir.
Sevgide itidal,insanın muhakeme yeteneğini köreltmez.
Sevgiyi denge üzerine bina edenler,sevgilinin hatrını değil Allah’ın hatrını düşünürler.
Çocuğun kendini ifade etme yollarını kapamamalı,ifadenin en büyük aracı olan dili terbiye ederek geliştirilmelidir.
Geleneğin hakim olduğu aileler,ele güne karşı mahcup olmamak adına çocuklarının hukuklarını kurban ederek ileride tedavi edilmeyecek sorunlar sebebiyet verirler.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ameller niyetlere göredir. Kişinin niyeti ne ise eline geçecek odur.
İnsani ilişkilerde en fazla suistimal edilen bir konu da mesafedir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hayrü’l kelâmi mâ kalle ve delle.
Sözün en hayırlısı,kısa ama tesirli olanıdır.
Dua ki müminin silâhı,barınağı,sermayesi ve en büyük imkânıdır.
Çünkü gönlün sevgisi,elin vergisi ile belli olur. Mülkün Allah’ın olduğuna dair düşünceleri kalplerine yerleşmiş olanlar,elleriyle vererek bu iddialarını ispatlarlar ve onlar bilirler ki:
Mallarını gece gündüz,gizlice ve açıkça verenlerin karşılıkları Rablerinin katındadır.Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
O iman edenlerin gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete kavuşur.Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.
Muhatap kim olursa olsun ilişkinin ekseni sevgi olmalıdır.
Dilden çıkan söz muhatabın kulak kepçesine,kalpten çıkan söz muhatabın kalbine varacaktır.
Öyle ilişkiler vardır ki su gibidir. Susarsın,sıcak bir günde soğuk bir suya hasret duyduğun gibi ona hasret duyarsın.
Dua,kula değer kazandırır
Eşyadaki bu bolluk ve çeşitlilik bizi Şükre yönelteceği yerde ‘ne de olsa çok ‘var mantığı ile eşyayı çok basite almaya,önemsememeye yöneltmiştir.
İnsan önce yaşamalı sonra konuşmadır.
Sağlıklı bir insan-Allah ilişkisi ancak mutmain olmuş bir kalp ve ikna olmuş bir akıl ile mümkündür.
Allah küfürde ve günahta ısrar edenleri sevmez.
Bir dağın yer değiştirdiğini duyunca inanın,bir insanın huy değiştirdiğini duyunca inanmayın.
Ruhlar donanmış askerlerdir. Ezelden tanışanlar birbirilerini sever, birbirleriyle ilişki kurarlar; ezelde birbirlerinden kaçanlar ihtilaf eder, karşılıklı ısınamazlar.

Buhârî, Enbiyâ , 2

Dilden çıkan söz muhatabın kulak kepçesine, kalpten çıkan söz muhatabın kalbine varacaktır.
Vahiy insanın önce bakışlarını doğru yere ve hedefe yöneltmesini ister, doğru bakan doğru yere yönelen hakikati bulur.
kendisiyle barışık olmayan bir insanın başkalarıyla barışık olabilmesi hayli zordur.
Kendi kendimizi anlamakta bile bazen çaresiz kalan bizlerin hemcinslerimiz olan başka insanları anlamaya çalışması bir hayli zor olduğu bilinse de bu işin kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu da kesindir
İlim bir cep saati gibidir. İhtiyaç halinde çıkarılır, ihtiyaç olmadığından muhafaza edilir.
Amaç uğruna aracı feda etmeli; ama asla araç uğruna amacı heder etmemeli..
Kaybolup giden sözler de vardır.

Rivayet: Ebû Dâvûd

Bilinmeyen bir doğrudansa, bilinen bir hata daha iyidir.
Üslûb-u beyân, ayniyle insandır.
Jest ve mimiklerin dili vardır; ama ırkı kavmi yoktur.
Bazen dilin söyleyemediği nice şeyleri gözbebeği söyler, kelimelerin ifade edemediği şeyleri eliniz söyler, sözcüklerin yetersiz kaldığı şeyleri yüreğini söyler.
Sözsüz iletişim vardır, ama dilsiz iletişim yoktur.
İnsan eşyanın mahkumu değil hâkimidir.
İnsanın emri altına verilmiş olan mahlukat alemine karşı insan, mahkum değil hakim olmalıdır. Çünkü insan eşyanın memuru değil, amiridir.
Eskilerin eskimez ifadesi ile: Üslub-u beyân ayniyle insandır. Yani insanın üslubu, insanın ta kendisidir.
Ey kalpleri istediği gibi evirip çeviren Allah’ım! Benim de kalbimi dininde sabit kıl.
Hz.Mûsa ve Hz.Hârun ,Firavun’a gitti tatlı ve güzel söz söylediler.Firavun’un küfrüne engel olamadılar ama etrafındaki sihirbazların iman etmelerine sebep oldular
Nasrettin Hoca’ya gelir birisi bir soru sorar, hoca bilemez sorunun cevabını. Adam der ki: Hoca başındaki koca kavuktan utanmıyor musun da sorunun cevabını bilmiyorsun? Hoca her zamanki hikmet dolu tavırlarıyla kavuğu çıkarır ve adamın başına koyar ve der ki: İlim eğer kavukta ise haydi sen söyle sorunun cevabını!
Kimliğini başörtüsü olarak taşıyan hanım, örtmeyi işin bittiği nokta olarak değil, başladığı nokta olarak algılamalıdır. Başörtüsünü kimliğinin dışa yansıması olarak anlayan bir kadın, sorumluluğunun farkına varır, baş tacı ettiği o bez parçasının aslında ne kadar önemli bir misyon taşıdığının bilincinde olur. O bilinç ona müthiş bir ahlak kazandırır. Yaptığı her yanlış tutumdan, kendisinden ziyade kimliğinin zedeleneceğini çok iyi bilir. Toplumumuzda bu bilinç oluşmadığı için başları kapalı ama ahlakları açık, saçları gizli ama tavrı ve davranışları açık yığınla kadınımız vardır. Örtülü/açık ya da örtülü/çıplak tipler ne yazık ki gün geçtikçe çoğalmaktadır. Bu hâli Hz. Peygamber (sas) şöyle beyan etmektedir: Ateş ehlinden iki sınıf vardır, henüz onları görmedim. Onlardan biri, yanlarında sığır kuyruğu gibi bir şeyler taşıyıp onu insanlara vuranlardır. Diğeri ise kâsiyâtün âriyâtün/örtülü çıplak kadınlar ki bunlar, Allah’a taatten dışarı çıkmışlardır. Bunlar başkalarını da baştan çıkarırlar. Başları deve hörgücü gibidir. Bu kadınlar Cennete girmek şöyle dursun, kokusunu dahi alamazlar. Halbuki onun kokusu ne kadar uzak mesafeden duyulur.

Müslim, Cennet , 53.

Ruhlar donanmış askerlerdir. Ezelden tanışanlar birbirilerini sever, birbirleriyle ilişki kurarlar; ezelde birbirlerinden kaçanlar ihtilaf eder, karşılıklı ısınamazlar.

Buhârî, Enbiyâ , 2.

Hz. Peygamber Hudeybiye’de Hz. Osman’ı görevlendirmişti. Umre maksatlı Mekke’ye doğru gelinip Hudeybiye’de konaklanınca Resûlullah, ailesinin Mekke’deki siyasi etkisinden ve karakterinin yumuşaklığından Hz. Osman’ı Mekke’ye elçi olarak göndermişti. Gerçi bu görevde Hz. Osman müminlerin umre yapmasını sağlayamamışsa da hayatına bir zarar gelmeden müminlerin yanına geri dönmüştü. Onun dışında kim gitseydi geri gelme ihtimali çok düşüktü.
Bir bedevînin biri gelip Efendimiz’e (sas): Ya Resûlullah! Bana tek bir şey söyle, onu yapıp Cennete gireyim. diye sorar. Efendimiz (sas) namaz kılmasını öğütler. Bedevî bu tek sorumluluktan memnun bir şekilde O’nun (sas) yanından ayrılır. Ama aynı soruyu sürekli yanında olan biri sorsaydı cevap çok farklı olacaktı. Mesela Mûaz b. Cebel (ra) bir gün şöyle sorar: Ya Resûlullah! Beni Cennete götürüp ateşten uzaklaştıracak bir amel bildirir misin? Efendimiz’in (sas) cevabı bedevîye verdiği gibi tek bir şey değil, onlarca şeyi içerisinde barındıran bir cevap olur: Allah’a ibadet edersin, O’na (cc) hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namazı dosdoğru kılarsın, zekatı verirsin, ramazan orucunu tutarsın ve imkan dahilinde hacca gidersin. Efendimiz’in aynı mahiyette olan bir soruya tek şeyle cevap vermesi ile geniş bir cevap vermesinin sebebi muhatabın farklılığıdır. İlk muhatap çöldeki bir bedevî iken ikinci muhatap ictihad edecek kadar dinde alim olan bir zattır. Onun için de iki muhataba verilecek cevap, soru aynı da olsa farklı farklı olacaktır. Bundan dolayı muhatabı tanımak çok önemli ve gereklidir.
Hatip, muhataba ne gözle bakmalı? İyileştirmek için çaba sarf eden bir tabip gibi bakmalıdır. Uğraşısı, çabası hep iyiye, sağlığa, sıhhat ve afiyete vardırmak için olmalıdır. Bunu da yapabilmesi ancak hayata ve muhataba olan bakış açısını nefretten sevgiye yöneltmesi ile mümkündür. Her muhatapta yakınlık sağlanabilecek yönler bulunmalı, hiçbir müşterek bağ bulunamazsa bile insan olma ortak paydasında buluşulmalıdır.
Öyle ilişkiler vardır ki yemek gibidir. Nasıl yemeğe acıkırsan o ilişki kurduğun muhataba da öyle acıkırsın. Onu görmeyene kadar da rahat edemezsin. Öyle ilişkiler vardır ki su gibidir. Susarsın, sıcak bir günde soğuk bir suya hasret duyduğun gibi ona da hasret duyarsın. Öyle ilişkiler vardır ki hava gibidir. Olmazsa yanında, boğulacak gibi olursun. Onun, yanında olması sana bir nefes gibi gelir. Öyle ilişkiler vardır ki tatlı veya meyve gibidir. Olunca yenir, olmayınca çok da aranmaz. Zaruri değil ama olunca da insanın hayatını tatlandırır. Öyle ilişkiler vardır ki ilaç gibidir. Hastalandığında ona ihtiyaç duyarsın, hemen ona koşar, o ilaçtan istifade edersin. Ama ilaçtır onlar, fazlası zarar olduğu gibi azı da tedavinin eksik kalması demektir. Öyle ilişkiler de vardır ki zehir gibidir. Onu tattığınızda hayatınızı kaybedebilirsiniz ya da zehirlenirsiniz. Onunla kurulacak ilişki sizin hayatınıza mal olabilir.
Nihayet o gün size verilmiş tüm nimetlerden hesaba çekileceksiniz.

Tekâsür 102/8

Modern tıbbın da inceleme alanı olan kimyasal elementlerden kaynaklanan ruhsal belirişler büyük bir delildir. İnsanın yediği normal besinler bile insanın kişiliğinin, ruhsal ve zihinsel yapısının oluşumu üzerindeki izleri herkesin malumudur. Bizim tasavvufi geleneğimizin yiyecek konusundaki titizliği de bundan dolayıdır. Helâl besinlerde bile ölçülü yeme hassasiyeti, elbette ki haram lokmada daha da ileri derecede olmalıdır.
Bir dağın yer değiştirdiğini duyunca inanın, bir insanın huy değiştirdiğini duyunca inanmayın.

Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 443

İnsanın kendisiyle olan ilişkisi; insanın Rabbi ile olan ilişkisinden, eşya ile olan ilişkisinden ve tabii başka insanlarla olan ilişkisinden önce değerlendirilmelidir. Çünkü insanın kendi iç dünyası ile olan ilişkisinin nitelik ve niceliği, diğer tüm ilişkileri doğrudan etkilemektedir. İnsanın kendisiyle olan ilişkisinin sağlıklı bir yapıda olması, insanın kuracağı diğer tüm ilişkilerinin de sağlıklı olması demektir ya da tersi, sağlıklı olmaması diğer tüm ilişkilerinin de hastalıklı olması demektir. Ne yazık ki insanımız şu an kendini tanımadan, kendisiyle tanışmadan, başkalarını tanımaya kalkışıyor, başkalarıyla ilişki kurmaya çalışıyor.
İnsana iyilikte bulunduğumuz zaman yüz çevirir ve yan çizer. Ona bir kötülük dokununca ise hemen ümitsizliğe (ye’se) kapılır.

İsrâ 18/83

İnsan iyiliği istercesine kötülüğü ister. İnsan gerçekten de acelecidir.

İsrâ 17/11

De ki: Rabbimin rahmet hazinelerine eğer sizler sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız. İnsan gerçekten de pek cimridir.

İsrâ 17/100

O, insanı bir damla sudan yarattı ama insan apaçık düşman olup çıkıverdi.

Nahl 16/4

İnsan bu, su misali kıvrım kıvrım akar ya! demişti üstad Necip Fazıl. Evet kıvrım kıvrım, aynen su gibi, sabit değil değişken, statik değil dinamik, her gün farklılaşan, gelişen ya da gerileyen, büyüyen, ihtiyarlaşan, düşüncelerinin bir anı başka bir anını tutmayan, aciz ama aciz olduğu kadar da büyüklenen bir varlık.
Modernizm, insanlık tarihinin en büyük kayması ve kaybıdır. Kazanım olarak görülen yığınla eşyanın insana kaybettirdiği değerler göz önüne alınırsa aslında bu eşyalar insanın iflasıdır. Modernizmin birçok alanda yaptığı tahrip bir yana, insanî ilişkilere verdiği zararın hesabını bile tutmamız imkansızdır. İnsanın kendisi ile ilişkilerinden tutun da eşi, çocukları, ailesi, akrabaları, arkadaşları ve tüm toplum bireyleri ile hatta Rabbi ile olan ilişkilerinin tamamında modernizmin neden olduğu müthiş bir problemin varlığını hemen fark ederiz. Buradaki sorun konuşmama, konuşamama sorunu değil, anlamama sorunudur. Toplumun tüm bireylerinde şöyle ya da böyle bir anlamama problemi vardır. Konuştukları halde, saatlerce aynı mekanı paylaştıkları, aynı havayı teneffüs ettikleri halde, hatta aynı yastığa baş koydukları halde halen birbirlerini anla(ya)mayan yığınla insanlarla karşı karşıyayız.
Gelen tüm peygamberler ve onlarla gönderilen tüm vahiyler insanı, ilk yaratılışındaki o saf ve duru fıtratlarına çevirmeye çalışmışlardır.
Kur’an: Biz insanı en güzel biçimde yarattık derken kasdı sadece insanın fiziksel güzelliği değil; ahlakî güzelliği yani fıtratının güzelliği ve temizliğidir.
İnsanın kendi iç dünyası ile olan ilişkisinin nitelik ve niceliği diğer tüm ilişkileri doğrudan etkilemektedir.
Temsiliyeti doğru olmayanların teklifiyetleri de doğru ve tesirli olamayacaktır.
Efendimiz (sas) Miraç gecesi temsili bazı tabloları seyrederken, dillerinden asılan bir topluluğa rast gelir. Onların kim olduğunu sorduğunda, Bunlar halka iyi tavsiyelerde bulunup da kendileri yapmayanlardır. Konuşup da yaşayamayanlardır cevabını alır.
Söz, hatibin yüreğinden çıkarsa, muhatabın yüreğine ulaşacak, yok eğer dilinden çıkarsa muhatabın kulak kepçesine dahi ulaşmayacaktır.
Her ferdin bir Hira’sı olmalı ve o Hira’da aynen Peygamberimiz gibi rûhi derinliği kazanabileceği vesileleri aramalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir