İçeriğe geç

İnsan Erkek ve Kadın Kitap Alıntıları – Salih Mirzabeyoğlu

Salih Mirzabeyoğlu kitaplarından İnsan Erkek ve Kadın kitap alıntıları sizlerle…

İnsan Erkek ve Kadın Kitap Alıntıları

İnsan, tarihin hiçbir vakit kaydetmediği kadar zorbalaşıyor. Zorbalaştıkça her şeye daha da fazla müdahale ediyor. Hiçbir şeyin kendi kendisi olmasına müsaade etmiyor. Her şeyi heva ve hevesine râm etmek istiyor. Kendi kendisi olmaktan çıkan her şeyden geriye sadece adı kalıyor. Böylece insan ne yaptığını bilmeden tabiî yaşama alanını hunharca imha ediyor. Toprak yoruluyor, kan fakirleşiyor ve insan tükeniyor.
Kötülük, insanın insanlık yükünden kurtulma yolunda giriştiği trajik çabada kendisini yitirmesidir.
GERÇEKTEN DE İYİLİĞİ SEÇEBİLMEK İÇİN FARKINDA OLMAMIZ GEREKİR; ama başka bir insanın acısına, başka bir insanın dostça bakışına, bir kuşun ötüşüne, otların yeşilliğine karşı duyarlılığımızı yitirmişsek, farkında olmanın da yararı olamaz bize. İnsan, hayata karşı ilgisini yitirmişse, iyiliği seçebileceğini ummamalıdır artık. O zaman yüreği öylesine katılaşacaktır ki, hayat ın kendisi sona erecektir. 
Sanatlar, sadece tıp, mühendislik ve resimden ibaret değildir; YAŞAMANIN KENDİSİ DE BİR SANATTIR. Gerçekte insanın uygulayabileceği en önemli, aynı zamanda en güç ve karmaşık sanattır.
İnsan aklını büsbütün yitirmedikçe şöyle veya böyle öteki insanlarla ilişkilerini sürdürmek zorundadır. Tam anlamıyla öteki insanlarla irtibatsızlık, o kimseyi deliliğin sınırına kadar getirir. Hayvan olarak en çok korktuğumuz şey ölmek, insan olarak en çok korktuğumuz şey yanlızlığa itilmektir.
Bir başka insanı kişiliğinin en derindeki çekirdeğinden kavramanın tek yolu sevgidir.
Hayat bize bağışlanmış değil, bir görev ve mesuliyet olarak verilmiştir.
Fakat insan, değil mi ki nisyan ile mâlüldür, her şeye alışır, zira ardımızda ne değerli şeyleri bırakmadık ki!
İmân ve inkâr, şu veya bu hal içindeyiz Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, Allah tesellisini herkese başka türlü verir! buyuruyor. Ruhumuzda birşeyi evetleyen veya reddeden bir vicdan duygusu var; kanma hissi. Hâlimiz ne ise: Mutlu mutsuz, şikâyet eden etmeyen, kabul eden etmeyen, netice olarak topyekûn duygu-düşünce ve irâdî faaliyetimiz ne ise, biz ne isek, ne diyorsak, nasibimiz o, tesellimiz de o
Allah’a ve Resulü’ne, Resul’ünün gösterdiği yoldan iman sahibiyiz, bağlıyız
Talebe, ezberleme değil, ilmin mayasını ruhunda tutturmaya bakmalıdır; tahsilden gaye budur!
İnsan ne yaparsa yapar, -hürriyet!-, yaptığı Allah’ın dediği olarak kader olur.
İslam tasavvufu ve Batı tefekkürü arasında kanatlarını açan, ikinciyi birinciye tebdil eden ve birinciye yol vermek üzere dünya nizâmına talib olarak bunun, insan ve toplum meselelerine nasıl? ve niçin? halinde çözüm teklif eden Büyük Doğu-İBDA’nın dünyalar arası berzah ve doğu ile batı arasında nikah durumu anlaşılmıyor mu?
Üstadım:
— İnsan olmak lazım.. İnsan olmak.. Hakikat herkesin malıdır.
Büyük Doğu’nun kendini takdimi şöyle: İslâm’ın emir subaylığı.
Âdem’in yeryüzüne inişi, uzaklaşma değil, halife olmak demekti. 
Renkler arasında efendiliği gösteren renk, siyahtır.
İblis, kıskançların şeyhidir ve bu devirde sayısız mürid sahibidir.
Başkaları, insanın hem var olması, hem de kendini bilmesi için gereklidir. Oysa, yine de kendini yapan insanın kendisidir.
İlim, maluma tabidir.
Dedi ki: Lisan, gönlün aynasıdır; gönül, ruhun aynası; ruh, İNSANÎ HAKİKAT’in aynası; insanî hakikat, Allah’ın aynası
Şeriatte, seninki senin, benimki benim. Tarikatte, seninki senin benimki de senin. Hakikatte, ne seninki senin ne benimki benim, hepsi Allah’ın.
Dedi ki: Bir insanın iyisini kötüsünü bırakıp, onun şahsiyetinin aslına nüfuz etmek lazımdır ki, bakalım o kimsenin nasıl bir cevher ve özü vardır; anlaşılsın. İşte görmek ve bilmek böyle olur.
İman ve inkâr,şu veya bu hâl içindeyiz
Abdülhakim Arvasi Hazretleri, Allah tesellisini herkese başka türlü verir buyuruyor.
Dedi ki : Hakikat ehlinin mezhebince, bütün sayılar BİR’in içindedir. Zira sayılar ne kadar çoğalsa, hakikatleri yine birdir
Akıl ancak Şeriatle hidayete erişebilir, Şeriat de ancak akıl-ruh ile açıklık kazanıp, anlaşılabilir
İnsanın sözü, onun kokusudur.
İnsan, Allah katında bakan bir gözdeki bebek gibidir ve görmek sıfatı ile tabir edilmiş olan mahluk odur.
Cabir Bin Abdullah el-Ensârî, Allah Resûlü’ne başvuruyor :
– Anam babam sana feda olsun, ey Allah’ın Resûlü, söyle bana, Allah’ın ilk yarattığı şey nedir?
Şu karşılığı alıyor:
– “Allah, herşeyden evvel senin Peygamberinin nurunu, kendi nurundan yarattı. Öyle ki, o nur Allah’ın kudretiyle dilediği yerde dolaşır, gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet ne cehennem, ne melek, ne gök, ne yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne insan vardı!”
Sonra şöyle devam buyuruyorlar:
– Allah, alemleri yaratmak dileyince, o nuru dört parçaya ayırdı: Birinci parçadan KALEMİ, ikincisinden LEVHİ, üçüncüsünden ARŞ’ı yarattı. Dördüncü parçayı ayrıca dörde bölerek, birinci cüz’ünden Arş’ı taşıyan melekleri, ikincisinden Kürsü’yü, üçüncüsünden öbür melekleri yarattı. Son cüz’ü de yine dörde ayırıp, ilk bölümden gökleri, ikincisinden yerleri, üçüncüsünden cennetle cehennemi yarattı. Son bölümü de dörde taksim etti ve ilk kısımdan mümin gözlerin nurunu, ikincisinden İlahi marifet yuvası olan kalp nurunu, üçüncüsünden de gönüldeki Tevhid nurunu yarattı!
İnsanın zalimliği, imanda olup olmaması ve Allah’ın emrilerini yerine getirip getirmemesi kadardır.
Aşk, İnsanı mevzuuna uygunlaştıran bir çekim ilacı, mevcut olana kanaat ve elde edilmesi mümkün olmayana ait arzuyu terk etmektir; mevcut olana kanaatten kasıt, kavuşmak mümkün olmasa bile, nasıl ki aşık olunandan, o halden vazgeçilemez. Tam da imanın tarifi! Mevcut plan haldir ve tekamül de onun daim olması gereken açlık hissini dozunda ” doyurma süreci Hem erkek, hem kadın için!
Hasret yerinde kalır ve biz çeker gideriz!
Üstadım’ın dediği gibi, kainat lisanla çerçevelendi ve varlık insanla mühürlendi! Her varlık, kendi hali içinde alıcı ve verici; erkek ve dişi. Topyekün varlığın merkezinde, muhit kendine nisbetle olan İnsanî Hakikat , Ruh-i Muhammedî var; Allah’ın tecelli aynası. Erkek veya kadın; Allah’a yakınlık veya uzaklık, İnsanî hakikati nefsinde yerine koyabildiğin kadar.
Bütün erkeklerin şuuraltında kadınlığa,bütün kadınların şuuraltında erkekliğe ait birşey vardır.
– ( ) Hissî hayat kadında, zihnî hayat ise erkekte daha fazla gelişir.
Her birinde her biri bulunmak bakımından, gerek kadın, gerekse erkeğin şuur altında, cinslerinden gelen sınırlılığı-darlığı telafi eden bir hayat gizlenir
– ( ) Şuurun bütün yön-seviye ve ihtiyaçlarına cevab verebilecek bir insanî hakikat anlayışı bulunmadan, günümüzün şu bildik kadın-erkek meselelerinin çözümüne dair söylenen her şey, kopuk ve güdük kalmaya devam edecektir
– ( ) Allah sevgilisi, erkek veya kadın değil, İNSANDAN MURAD O olarak, bütün insanlığın temsilcisidir
Allah’a itaat , O nun bildirdiği, öğrettiği ve gösterdiği yoldan olmak üzere mümkün
– ( ) Bir başka insanı kişiliğinin en derindeki çekirdeğinden kavramanın tek yolu sevgidir.
Hiçbir kimse sevmediği sürece bir başka insanın özünün tam farkına varamaz
Kendini tanımayan kişi, bir başkasını tanıyamaz; ve her birimizde de yüzünü bilmediğimiz bir yabancı vardır.
hayatında artık anlam göremeyen bir kişi hastalanır, çünkü insan anlam yokluğunda varolamaz.
İYİLİĞİ SEÇEBİLMEK İÇİN FARKINDA OLMAMIZ GEREKİR; ama başka bir insanın acısına, başka bir insanın dostça bakışına, bir kuşun ötüşüne, otların yeşilliğine karşı duyarlığımızı yitirmişsek, farkında olmanın da yararı olamaz bize. İnsan, hayata karşı ilgisini yitirmişse, iyiliği seçebileceğini ummamalıdır artık. O zaman yüreği öylesine katılaşacaktır ki, hayat”ın kendisi sona erecektir. Bütün insan ırkı veya insanların en güçlüleri bu duruma gelirse, insanlığın hayatı en büyük umutlarla dolu olduğu bir anda yok olup gidecektir.
KÖTÜLÜK, İNSANIN İNSANLIK YÜKÜNDEN KURTULMA YOLUNDA GİRİŞTİĞİ TRAJİK ÇABADA KENDİSİNİ YİTİRMESİDİR.
İNSAN İÇİN FAZİLET, İÇİNDE EN ÇOK İNSANLAŞTIĞI DURUMDUR.
Fazilet, insanın kendi varoluşuna karşı sorumluluğudur.
Yaşamanın kendisi de bir sanattır.
Hayvan olarak en çok korktuğumuz şey ölmek, insan olarak en çok korktuğumuz şey yalnızlığa itilmektir.
Eğer bir dilde değişik hissî hayatlar, değişik kelimelerle dile getirilemiyorsa, bir kimsenin böyle bir yaşayışı farkedip ayrıdedebilmesi hemen hemen imkânsızdır. Tersine, eğer değişik hissi hayatlar için değişik kelimeler varsa, bunların şuurlaştırılması kolaylaşır. Mevzuyu genelleştirirsek, eğer bir dilde o hayatı dile getirecek kelime yoksa, -imkânsız değilse de!-, o hayatın şuura ulaşabilmesi çok az rastlanan bir ihtimaldir.
İnsan, kültürünü, kendi has-öz yapısı ile, zekâ ve ahlâkî değerlerini “oluşmuş olduğu maddeden çevreden değil, kendi mimarî yapısından çıkarır
İnsanın kendi işini yapma veya hayatından zevk duyma fırsatından mahrum edildiği durumlar vardır; ancak hiçbir zaman ortadan kaldırılamayacak olan şey, acının kaçınılmazlığıdır. Cesurca acı çekmeyi kabul edince, hayat da son ana kadar bir mânâya sahib olur ve mânâyı kelimenin tam anlamıyla sonuna kadar korur. Başka bir ifadeyle, hayatın anlamı şartsızdır, çünkü kaçınılmaz acının potansiyel mânâsını bile kapsar.
Bir başka insanı kişiliğinin en derindeki çekirdeğinden kavramanın tek yolu sevgidir. Hiçbir kimse sevmediği sürece bir başka insanın özünün tam farkına varamaz. Sevgisi yoluyla insan, sevilen kişideki temel şahsiyet özelliklerini ve temayüllerini görebilecek duruma gelir ve dahası, ondaki gerçekleşmemiş olan ancak gerçekleştirilmesi gereken potansiyelleri gerçekleştirmesini sağlar. Sevdiği insanın, ne olabileceğinin ve ne olması gerektiğinin farkına varmasını sağlayarak potansiyellerini gerçekleştirmesini sağlar.
Hayattan mânâ bulmanın ikinci yolu, bir şey -iyilik, doğruluk, güzellik gibi- yaşamak, son ve bir o kadar önemlisi de olanca eşsizliğiyle bir insanı yaşamaktır. Yâni onu sevmektir.
Kişi, hizmet edeceği bir davaya veya seveceği bir insana kendini adayarak ne kadar çok kendini unutursa, o kadar çok insan olur ve kendini de o kadar çok gerçekleştirir.
HAYATTAKİ HER DURUM, İNSANA MEYDAN OKUDUĞU VE ÇÖZÜLECEK BİR MESELE GETİRDİĞİ İÇİN, HAYATIN MÂNÂSI MESELESİ GERÇEKTE TERSİNE ÇEVRİLEBİLİR. NİHAÎ MÂNÂDA KİŞİNİN, HAYATIN MÂNÂSININ NE OLDUĞUNU SORMAMASI, BUNUN YERİNE SORULAN KİŞİNİN KENDİSİ OLDUĞUNU KAVRAMASI GEREKİR. TEK KELİME İLE, HER İNSAN HAYAT TARAFINDAN SORGULANIR VE HERKES SADECE KENDİ HAYATI İÇİN CEVAB VERİRKEN HAYATA CEVAB VERİR; SADECE SORUMLU OLARAK HAYATA KARŞILIK VEREBİLİR.
hayatın mânâsı insandan insana, günden güne, saatten saate farklılık gösterir. Bu sebeble önemli olan, genelde hayatın mânâsı değil, daha çok belli bir ânda bir insanın hayatının özel mânâsıdır.
Varoluşa ait boşluk, temel olarak kendini can sıkıntısı durumunda dışa vurur.
yaşamak için bir sebebi olan kişi, hemen her nasılsa dayanabilir!
dünyada kişinin en kötü şartlarda bile hayatını sürdürmesine, hayatında bir anlam olduğu bilgisi kadar etkili bir şekilde yardımcı olan başka hiçbir şey yoktur.
Medeni insan, mutlu olabilme imkânını bir parça güvenlikle değişmiştir!
Hayat topluma karşı bir mesuliyettir.
Toplum dışına itilen insan kötü değil, sadece cesareti kırılmış biridir; cesaretlendirildi mi, tekrar toplumun yararlı bir üyesi durumuna sokulabilir.
DÜNYANIN YARATILIŞINDAN MAKSAT, yüzlerini birbirine dayayan iki sevgilinin heva ve hevesten uzak yalnız Allah yolunda birleşmeleridir.
Mutlak bir doğru yoktur, ancak bu doğruya en yakın bir şey var ki, o da içtimâî hayattır.
Bütün insan faaliyetleri, ruhî çaba keyfiyetine dayanır.
Valery’nin, binbir türlü ifade kalıplarında ifâdelendirilmiş bir hakikati, eserindeki kahramanına, evet beni gönlünüze göre görüyorsunuz, ama gördüğünüz kendinizden başkası değil!” dedirtmesi; YANSITMA bundan iyi anlatılamaz.
Karşı cinsten birini dünya güzeli bir kraliçe, bir prens kılan, bir görüşte aşık olma tâbirini bir düşünün; işte bu, her kadının veya erkeğin içinde taşıdığı ideal tipin karşısındakine yansıtılmasıdır. Bu yansıtmalar, son derece önemli, olabildiğince tesirli ve bazen yıkıcıdırlar ve şuurdışında-şuuraltında yer alırlar. Gündelik gerçekle yüzyüze gelindiğinde, söz konusu kraliçe ve prensin alelâde bir insandan başka birşey olmadığının ortaya çıkmasıyla, güzelim hayâlinin yokolduğunu görür ve bu hayâl kırıklığının sorumluluğunu ona yükler, kendisine de, yansıtmalarına ve kendisine çatmaktan başka yapacak iş kalmaz.
RUHUM, NESNELERİN BENİM DIŞIMDA KALDIĞINI VURGULAYACAK ÇARELERE BAŞVURDUĞU KADAR, GERÇEĞİ DEĞİŞTİRİR VE BOZAR.
şuuraltının yoğun bir muhtevası vardır ve bu muhteva şuura çıkarılabilirse, engin bir bilgi artışı elde edilir.
Şübhesiz ruh tuhaf birşeydir, mekânda yer tutmaz; oysa her varolan şeyin belli bir yeri kapladığını biliriz. Düşüncelerin kafamızda yer aldığından eminiz, oysa duygularımız mevzuunda kararsızız; çünkü onların daha çok kalb yöresinden kaynaklandığını biliriz.
Ruh, şuurun keyfiliğini büyük ölçüde etkiler; meselâ, coşkularımızın çoğuna set çekmek, kötü huylarımızı iyiye çevirmek, rüyalarımıza hükmetmek veya hükmetmemek elimizde değildir. Dünyanın en akıllı insanı bile, bütün isteğine rağmen, tek başına kapıldığı düşüncelerden kendini kurtarmayı başaramaz. Hafızamız, sadece pasif bir hayret ve hayranlıkla katıldığımız en delice düşüncelere açıktır; hiç aramadığımız ve beklemediğimiz hâlde fanteziler kafamızda beliriverir. Kuşkusuz kendi evimizin efendisi olmaktan hoşlanırız. Aslında ürkütücü ölçülerde, şuuraltı ruhumuzun rolüne, onun güçlerine ve güçsüzlüklerine bağlıyızdır.
Ruh, gerçek bir varlıktır, varolma sebebini kendi içinde taşıyan âni bir parıldamadır; saf tecrübede bu nitelikle ele alınır Enfüsî ve keyfe bağlılığın yücelmesiyle değil.
Ruh, hareketli bir güç, hayat veren bir güçtür.
insan, değil mi ki nisyan ile mâlüldür, her şeye alışır, zirâ ardımızda ne değerli şeyleri bırakmadık ki! Unutmayalım diye bunların birkaçının hatırasını etimize derimize işlemedik mi? Böyleyken unutmaktan geri durduk mu?
DİLİN YAYGIN VE HIZLI BİR ŞEKİLDE
TAHRİB EDİLMESİ SADECE DİLİN HER TÜRLÜ KULLANIMINDAKİ ESTETİK VE AHLAK YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜ ZAYIFLATMAKLA VEYA ÖZÜNÜ KEMİRMEKLE KALMIYOR; AYNI ZAMANDA İNSANIN ÖZÜNÜN TEHLİKEYE DÜŞMESİNE YOL AÇIYORSA VE BU DURUM GÖZ GÖRE GÖRE OLUP BİTİYORSA, BİZE KALAN GÖZÜMÜZÜN GÖRDÜĞÜ, YÜREĞİMİZİN YANDIĞI HERŞEYE AĞIT YAKMAK DEĞİL DE NEDİR? SADECE AĞIT YAKMAK İÇİN OLSA BİLE, BÜTÜN BUNLAR NASIL OLMUŞTUR DA OLMUŞTUR? DİYE SORMAYACAK MIYIZ?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir