İçeriğe geç

İnsan Çoğul ve Tek Başına Kitap Alıntıları – Friedrich Nietzsche

Friedrich Nietzsche kitaplarından İnsan Çoğul ve Tek Başına kitap alıntıları sizlerle…

İnsan Çoğul ve Tek Başına Kitap Alıntıları

GEZGİN
Sabahın gizeminde doğanlar saat on oniki arasında güne öylesine duru öylesine ışık dolu ve aydınlıktan mutlu bir çehre verebilen şeyi düşünürler onlar öğle öncesi felsefesini ararlar
KÖTÜ BELLEK
kötü belleğin iyi tarafı şeylerden defalarca ilk kez gibi yararlanmaktır.
AŞK VE SAYGI
Aşk arzu eder.Korku kaçırır
CESARETİN KAYNAĞI
Sıradan insan tehlikeyi görmediği yada farketmediği zaman bir kahraman gibi cesur ve yaralanmazdır. Oysa kahraman bunun tersine yaranabiliceği biricik noktasını sırtında taşır yani gözlerinin hiç olmadğı yerde..
ALEVDEKİ KARANLIK
Alev başka şeyleri aydınlattığı kadar aydınlatamaz kendini bilgede öyledir
AŞK VE NEFRET
Aşk ve nefret kör değillerdir.ama beraberlerinde taşıdıkları ateş yüzünden görmez olmuşlardır.
HAYVANDAN AŞAĞIYA
İnsan kahkalarla güldüğü zaman kabalığı ile tüm hayvanları geride bırakır
KÜÇÜMSEME
Başkaları tarafından küçümnmiş olmak insana kendi kendisinin küçümsemesinden daha çok dokunur.
TİNSEL ÖZGÜRLEŞMENİN TEHLİKELERİ
Bir insanın yoğun ve kılı kırk düşündüğü zaman sadece yüzü değil gövdesi de akıllı bir havay bürünür
RUHÇULAR
Ruh arayanda hiç ruh yoktur
GÜNÜN UZUNLUĞU
İçine dolduruacak çok şeyiniz varsa gününde yüzlerce cebi vardır
ÖZGÜR DOĞA
Doğa bizi aldırmadığından doğanın ortasında
kendimizi öyle rahat hissederizki .
mazeret yoktur geri dönüş asla
yüreği özgür neşeli insanlar
kulağı kalbi ve gövdeyi
yaslayın bu akıl dışı kitaba
inanın bana dostlarım inanın buna
akılsızlığım lanet olmadı bana
bulduğum şey aradığım şey
hiç oldumu bir kitapta
onurlanın benimle ey kaçıklar toplumu
öğrenin bu cılgın kitaptan
nasıl aklın akılla buluştuğunu
Dostlarım böyle olsunmu
Amin ve haydi görüşmek üzere
Nietzche
İyi yaparsam susağız
gülüşeceğiz kötü yaparsam
ve gittikçe kötü yapacağız
dahada kötü gülüceğiz kötü yaptıkça
taki bir çukura düşene kadar
Evet dostlar böyle olsunmu
Amin! ve haydi görüşmek üzere
Güzeldir birlikte susmak
birlikte gülmek dahada güzel
ipek bir gök örtüsü altında
sırtını yosunlu gürgenlere dayamış
doslarla birlikte gülmek
sevecen ve saydam bir gülüşle
beyaz dişlermizi göstermek .
Hayatımızın derin bir gölde sessizce yansıması niçin yetmez bize?
Hayat, olsa olsa ancak gölgeleri çevremizde dolanıp duran, sayıca sonsuz, çok fazla bir önemi olmayan ender anlardan ve fasılalardan oluşur.
Zamanı günde üç kez güvenle tahmin eden ve bunu da başaran biri ruhunun derinliğinde biraz yalvaçlık olduğunu sanır. Bizzat kendimizde olan bir değeri övdüğü, okşadığı zaman mucizeyi de, us dışını da kabul ederiz.
Kendini geleneklerden soyutlayan olağandışının kurbanı olur, geleneklere sığınan ise onun kölesi durumundadır. İnsan iki koşulda da mahvolur.
Gençler kendilerini beğenmiş olurlar, çünkü onlar hepsi bir hiç olan, ancak çok şey gibi görünmeyi seven benzerleriyle düşüp kalkarlar.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Ne kadar da yalnız her insan.
İlişkilerimizin ve dostluklarımızın dayandığı zemin ne kadar da kaygan ne kadar da yalnız her insan!
Birtakım değişik kanılar içinden hiç geçmeyen, ancak ilk kez ağına düştüğü bir inanca bağlı kalan insan, her durumda, kendi değişmezliğinden ötürü ‘geri kalmış’ kültürlerin bir temsilcisidir. Bu insan, bu eğitimsizlikle (ki eğitim her zaman eğitilebilirliği varsayar) katı, ahmak, her öğrenime karşı çıkan, yavan, sürekli her şeyden kuşkulanan, utanması olmayan ve kendi görüşünü kabul ettirmek için her yolu kullanan biridir. Çünkü o, başka görüşlerin varolması gereğini bile anlayamaz.
“Bütün kötü şairlerin bir sonraki dizede uyak için bir kavram aramaları gibi, aynı şekilde, hayatlarının bir sonraki dönemlerinde daha kaygılı olmuş insanların da içsel yaşamlarıyla bağdaşan eylemleri, konumları ve ilişkileri arama alışkanlıkları vardır. Öyle ki görünüşte her şey uyumlu olmalıdır. Oysa hayatları artık ellerinden çıkmış ve her zaman yeniden güçlü bir düşünce tarafından belirlenmiştir. Bu hayat, bir uyak bulma gayretine bırakmıştır kendini!
– ( ) Arzu insan ruhunun edep yeridir
– ( ) Her güne iyi başlamanın en iyi yolu, uyandığımızda, bugün hiç değilse bir kişiyi sevindiremez miyim, diye düşünmektir
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
– ( ) Bir düşünür, hoşlanmadığımız bir düşünceyi öne sürdüğünde sert bir şekilde tenkid edilir; hâlbuki bunu bizi hoşnut eden bir düşünce öne sürdüğünde yapmak gerekir
Aşk ve nefret kör değillerdir ama beraberlerinde taşıdıkları ateş yüzünden görmez olmuşlardır.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Açıklanmamış karanlık bir konu, apaçık bir konudan daha önemli sanılır.
Uygarlık tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını yaşıyoruz.
İnsanların tarih boyunca farkına vardıkları aşılmaz zorunluluk, bu zorunluluğun ne aşılmaz ne de zorunlu olduğudur.
İnsan, bilgisiyle dilediği kadar şişinip dursun, dilediği kadar nesnel görsün, boşuna! Sonuçta her zaman kendi yaşam öyküsünü elde edecektir sadece.
Doğa bize aldırmadığından doğanın ortasında kendimizi öyle rahat hissederiz ki
Bir kez yürünmüş bir yola düşenlerin sayısı çoktur, hedefe ulaşan az
Tutku geçmişte kaldığı zaman, karanlık bir özlemi kendiliğinden unutur.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
İnsan hatasını bir başkasına itiraf ettiğinde unutur onu, ama çoğu kez öteki bunu unutmaz.
Sevilme isteği kendini beğenmişliğin en büyüğüdür.
Biraz derin düşünen kişi iyi bilir hep haksız olacağını, hep böyle davranıp istediği gibi yargılansa da
İnançlar, hakikat düşmanları olarak, yalanlardan daha tehlikelidir.
Her zaman hakkındaki yargılara kulak veren kişi, daima sıkıntı çeker.
Herhangi bir konuda başarısız olan bir insan bu başarısızlığı raslantıdan öte, bir başkasının kötü niyetine dayandırmayı daha çok sever. Başarısızlığının nedeni olarak bir nesneyi değil de bir kişiyi düşünmesiyle hıncını yatıştırır; çünkü kişilerden öç alınabilir, ama yazgının haksızlığını sineye çekmek zordur. Bu yüzden, bir konuda başarısız olan bir hükümdarın çevresi sözde bir neden olarak tek bir kişiyi gösterir, tüm yaltakçılarının çıkarı uğruna feda eder onu. Aksi takdirde hükümdarın sıkıntısı hepsini boğacaktır.
Birtakım değişik kanılar içinden hiç geçmeyen, ancak ilk kez ağına düştüğü bir inanca bağlı kalan insan, her durumda, kendi değişmezliğinden ötürü ‘geri kalmış’ kültürlerin bir temsilcisidir. Bu insan, bu eğitimsizlikle (ki eğitim her zaman eğitilebilirliği varsayar) katı, ahmak, her öğrenime karşı çıkan, yavan, sürekli her şeyden kuşkulanan, utanması olmayan ve kendi görüşünü kabul ettirmek için her yolu kullanan biridir. Çünkü o, başka görüşlerin varolması gereğini bile anlayamaz.
Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle rahat hissederiz ki
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Kendi kendine düşün bir kez: en yakınlarının içinde bile duygular ne kadar farklı, görüşler ne kadar bölünmüş, benzer görüşler bile dostların kafasında seninkinden bambaşka bir güce ya da konuma sahip durumdalar; birbirini yanlış anlamak, birbirinden düşman gibi kaçmak için yüzlerce neden bulunuyor. Bütün bunlardan sonra şöyle diyeceksin: İlişkilerimizin ve dostluklarımızın dayandığı zemin ne kadar da kaygan, soğuk sağanaklar ya da kötü havalar ne kadar yakın, ne kadar da yalnız her insan!
-bir dostun ne olduğunu çok iyi bilen Yunanlılar- bütün halklar içinde sadece onlar, dostluk hakkında derin ve çok yönlü bir felsefi deneyime sahiptirler; öyle ki dostu çözülmeye değer bir problem olarak ilk -ve bugüne kadar da son- gören onlardır. Aynı Yunanlılar da akrabayı dost sözcüğünün abartma sıfatı olan bir deyimle ifade ederler. Bunu bir türlü aklım almıyor.
Birini incitmek ve sonradan özür dilemek, incinmiş olmaktan ve özür kabul etmekten daha yeğdir. Birincisini yapan, önce gücünün, sonra da karakterinin iyiliğini göstermiş olur. Öteki ise insanlıktan uzak bir varlık gibi görünmek istemiyorsa zaten bağışlamak zorundadır; başkasını küçük düşürmenin verdiği haz, bu zorunluluktan dolayı çok azalmıştır.
Her iki taraf için, bir polemiğe karşılık vermenin en kötü biçimi kızmak ve susmaktır; çünkü saldıran kişi genellikle sessizliği bir aşağılama belirtisi olarak yorumlar
Eylem ve vicdan genellikle uyuşmazlar. Eylem, ağaçtan ham meyveleri toplamak isterken, vicdan onları gereğinden çok olgunlaşmaya bırakır,ta ki yere dökülüp ezilinceye kadar
İnsan kahkahalarla güldüğü zaman, kabalığı ile tüm hayvanları geride bırakır.
Gür ırmaklar kendileriyle birlikte birçok çakıl ve çalı çırpıyı da sürükler, güçlü ruhlar da birçok aptal ve mankafayı .. .
Kişinin yaptığı hizmetlerde kendini beğenmesi bir hizmeti olmayan insanın kibrinden daha da çok incitir, çünkü hizmet zaten incitici bir şeydir.
Kötü günde, her an yardıma hazır, merhametli kişileri, iyi günde de yanımızda bulmamız pek enderdir. Başkasının mutluluğunda yapacak işleri yoktur onların, gereksizdirler. Kendi üstüntünlüklerini duyumsamazlar, bu yüzden de hoşnutsuzluklarını kolayca belli ederler.
Yeryüzünü gezen birinin, yeryüzü üzerinde insan yüzünden daha çirkin yerler gördüğü kuşku götürür.
Yapılan iyiliklerin bilinmesini öylesine abartan bir takım köle ruhlu insanlar vardır ki, minnettarlık ipi ile kendi kendilerini boğarlar.
Gençliğin tadı yoktur. Zira bu çağda, hangi anlamda olursa olsun, verimli olmak mümkün ve akla uygun değildir.
Uygarlık tarafından yok edilmek tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını yaşıyoruz.
Bir kez yürünmüş bir yola düşenlerin sayısı çoktur, hedefe ulaşan az
İnançlar hakikat düşmanları olarak, yalanlardan daha tehlikelidir.
(..)
İlişkilerimizin ve dostluklarımızın dayandığı zemin ne kadar da kaygan, soğuk sağanaklar ya da kötü havalar ne kadar yakın, ne kadar da yalnız her insan!
Ayrıca iyi dostlara sahip olma yeteneği, çoğu insanlarda iyi dost olma yeteneğinden çok daha fazladır.
İyi dostlar bile ters bir sözle, anlaşmazlıklarını ağızlarından kaçırırlar; bizi iyi tanısalardı dostlarımız olurlar mıydı?
Görüşler (sanılar) ‘tutkular’ dan doğarlar; ‘düşünce tembelliği onları ‘kanılar’ hâlinde kristalleştirir.
-O hâlde, kendini hayata karşı özgür ve yorulmaz hisseden kişi bu kristalleşmeyi yürekli bir dönüşümle engelleyebilir. Eğer o baştanbaşa düşünen bir kartopu ise, sonuç olarak kafasında sanılar değil, ama sadece kesin bilgiler ve kesine yakın gerçeğe benzerlikler olacaktır.
Tutkulu insanların gizli ya da açık, sevilmiş olma olgusuna karşı tiksinti duymalarının nedeni, aşkın boyun eğmemesidir
Bir davayı derinliğiyle kavrayan kişiler, davaya sonuna kadar ve daha sadık kalırlar. Doğrusu o kişiler, o şeyin derinliğini gün işığına çıkarmışlardır: Görülecek çok kötü şey vardır her zaman o yerde.
Tüm idealistler, hizmet ettikleri davaların her şeyden önce dünyanın tüm öteki davalarından üstün olduğunu düşünürler. Kendi davalarının biraz olsun başarılı olması için, bu dayanın tüm öteki insan girişinde gerekli olan aynı pis kokulu gübreye gerekliliğine açıkça ihtiyaçı olduğuna inanmakta istemezler.
“Bugün artık kimse ölümcül hakikatlerden ölmüyor, çok fazla panzehir var!”
Akşamın alacakaranlık anında Yaradılışı duydum, bir kuleden çanlar uzun uzun çalarken: Ezgi tükenmek bilmiyor, kendinden dinmeyecek gibi sokakların uğultusu üstünde, akşam göğünde ve deniz melteminde, öyle kederli, aynı zamanda öyle çocukça ve karamsar bir şekilde titreşip duruyordu O zaman Platon’un sözleri geldi aklıma ve onları birdenbire kalbimin derinliğinde hissettim: İnsani olan hiçbir şeyi ciddiye almaya değmez, ama yine de..
Hayat; olsa olsa ancak gölgeleri çevremizde dolanıp duran, sayıca sonsuz, çok fazla bir önemi olmayan ender anlardan ve fasılalardan oluşur. Aşk, ilkbahar, her güzel ezgi, dağ, ay ve deniz – hepsi yürekte tümüyle ancak bir kez dilegelir: Tümüyle dilegelmeleri mümkünse tabii Zira insanların çoğu böyle anlara sahip bile değildir ve bu insanlar gerçek hayat senfonisinde es’lerin ve fasılaların bizzat kendileridir.
Kötü belleğin iyi tarafı, aynı şeylerden defalarca, ilk kez gibi yararlanmaktır.
İçine dolduracak çok şeyiniz varsa, günün de yüzlerce cebi vardır.
belki de bir gün herkesin şöyle bağıracağı daha neşeli bir an gelecektir: Dostlar, dost yoktur asla! diye bağırıyordu ölmek üzere olan bilge; Düşmanlar, düşman yoktur asla! – diye bağırıyorum, ben, yaşayan budala.
İlişkilerimizin ve dostluklarımızın dayandığı zemin ne kadar da kaygan, soğuk sağanaklar ya da kötü havalar ne kadar yakın, ne kadar da yalnız her insan!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir